| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 12 .11.2014 |
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle yapılan değerlendirmeler için, eleştiriler için, katkılar için teşekkür ediyorum. Bunlardan katıldığımız hususlar olabilir, katılmadığımız hususlar olabilir ama bunlar değerli fikirler ve gerek bizler gerek bürokrat arkadaşlarımız elbette bunlarla ilgili değerlendirmeye dönük, bu düşünceleri, fikirleri değerlendirmeye dönük çaba içinde olacağızdır. Bir taraftan da genel bir değerlendirme ve özel olarak bazı sorulara cevap vermek istiyorum.
Öncelikle, değişen bir dünya konjonktürü içinde olduğumuzu görmemiz gerekiyor gerçekten. Dünyada farklı bir ortama doğru gidiyoruz ve bu ortam içinde farklı politikalar var bölgesel düzeyde. Amerika Birleşik Devletleri likidite anlamında dünya için daraltıcı birtakım politikalara giderken, Avrupa Birliği, Japonya farklı yönlerde hareket edebiliyor. Bunların birbirlerini ne kadar dengeleyeceği önümüzdeki süreçlerde tabii görülecektir. Tek yönlü bir eğilimden bahsetmek mümkün değil. Değişik eğilimler var ve bu eğilimlerin değişik yansımaları olacaktır. Fakat, biz tabii ki ihtiyatlı bir şekilde bu yeni konjonktüre hazırlanmak durumundayız. Bu açıdan baktığımızda da, çok kabaca stratejimizi şöyle özetleyebilirim: Bir taraftan iç tasarruflarımızı arttırmak durumundayız. Türkiye'nin yatırımı, biliyorsunuz, bu yatırım-tasarruf farkı dediğimiz fark aynı zamanda cari işlemler açığına tekabül ediyor fakat bizdeki bu açık yatırımların fazla olmasından ziyade, tasarruflarımızın düşük olmasından kaynaklanıyor. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak yatırımlarını arttırmaya devam etmeli. Gerek özel sektörde gerek kamuda daha çok yatırım yapabilir bir hâle gelmeli ama bir taraftan da yatırım-tasarruf farkını azaltabilmeli, bu da tasarruf oranlarını arttırmaktan geçiyor. Son iki yılda tasarruflarımızın yüzde 13'lerden yüzde 15'lere doğru bir eğilim içinde olması olumlu bir eğilim ama yeterli değil, bunu daha da üst noktalara çıkarmak için hep birlikte düşünmemiz ve yeni politikalarla bunu geliştirmemiz gerekiyor. Nitekim, öncelikli dönüşüm programlarımız arasında özellikle İstanbul Finans Merkezi gibi projeler, diğer birçok unsur aslında bu tasarruf oranını geliştirmeye dönük, zenginleştirmeye dönük hususlar. Bunu bir defa yapmak durumundayız, iç tasarruflarımızı arttırmak durumundayız. Artan iç tasarrufları da yine daha verimli, daha üretken alanlara yönlendirmek durumundayız. Türkiye'nin daha çok üretmesi lazım, daha hızlı bir şekilde büyümesi lazım. Dolayısıyla, tasarrufları arttırmak ve verimli alanlara yönlendirmek çok temel bir politikamız olmak durumunda.
Bu ortamda, yine şu gerçeği görmemiz gerekiyor: Bu tür politikalar böyle bir yılda, iki yılda sonuç veren politikalar değildir. Orta vadeli bir şekilde bakmak durumundasınız. Cari açığı bugünden izlediğiniz politikalarla ancak orta vadede bir yerlere taşıyabilirsiniz. Örnek vermek gerekirse, enerjide yerli kaynakları kullanacağız diyoruz ama bu projelerin başlaması, yatırımların sonuçlanması, üretime geçmesi tesislerin en az bir beş-altı yıllık perspektif gerektiriyor. Enerji verimliliği daha kısa sürede sonuç alabileceğimiz bir alan. Oralarda elbette hemen sonuç alabileceğimiz alanlar var ama bugünden yaptığımız bazı politikaların sonuçlarını işte beş yılda, yedi yılda daha net bir şekilde göreceğiz. Dolayısıyla doğru politikaları izlemek önemli. Orta ve uzun vadeli bir şekilde bunların sonuçlarını göreceğiz.
Ama ne yaparsak yapalım, hesaplamalarımızda da onu görüyoruz, Türkiye bir şekilde dış dünyanın da tasarrufunu kullanmak zorunda. Yani biz dışarıya tasarruf ihraç edebilecek bir ülke değiliz. Dışarıdan tasarruf almaya devam edeceğiz ama bunun düzeyi önemli. Bu düzeyi düşürmek durumundayız. Bir taraftan da giderek dünyadaki likiditenin daraldığı bir ortamda ülkemizin cazibesini de korumak, arttırmak durumundayız. Sermaye için, dışarıdan gelip ülkemizde yatırım yapacak sermaye için de ülkemizin cazibesini, yatırım ortamını, iş ortamını daha da geliştirmek durumundayız. Dolayısıyla stratejimizin ikinci önemli ekseni budur. Yani birincisi ihtiyacımızı azaltmak, iç tasarruflarımızı arttırmak, ikincisi, iç ortamımızı daha cazip hâle getirmek, güven ve istikrar zemininde iş ve yatırım ortamımızı geliştirmek ve dünyadan daha çok, özellikle de doğrudan sermayeyi daha çok cezbeden bir ülke olmak. Aslında bunu yaptığınızda, yani dışarıdaki sermayeyi cezbeden bir ülke olduğunuzda içerideki yatırımları da hâliyle artırıyorsunuz çünkü sonuçta yatırım ortamından bahsediyoruz. Yatırım ortamını iyileştirmek de birçok şeyin anahtarı. İstihdamı arttırmak istiyorsak, üretimi arttırmak istiyorsak, Türkiye'yi daha hızlı büyütmek istiyorsak iş, yatırım ortamını -bunun yanına tabii yaşam ortamını da koymak lazım, daha geniş bir kalkınma perspektifiyle- ve yaşam ortamını iyileştirmek durumundasınız. Dolayısıyla genel stratejimiz bizim bu şekilde, basit bir şekilde özetlenebilir. Bir taraftan tasarruflarımızı arttırmak, diğer taraftan cazibemizi arttırmak. İkisini de aynı anda yapmak durumundayız ve birçok politika dökümlerimizde aslında bunu yapmaya çalışıyoruz.
Peki, bu politikalarımızı izlerken sadece makroekonomik politikalar yeter mi? Yani maliye politikası, para politikası yeter mi? Türkiye son on, on iki yılda önemli başarılar sağladı, çok önemli dönüşümler geçirdi. Burada da siyasi istikrarın, güven ortamının çok ciddi bir rolü var. Çok şükür, Türkiye, bu son krize istikrarsız bir ortamda yakalanmadı. Bakın, 2007'den sonraki süreçte siyasi istikrarın olmadığı bir ülke olsaydık bugün çok ağır bedeller ödüyor olacaktık. Siyasi istikrarın olduğu bir ortamda Türkiye, bu krizleri yönetiyor, dünyadaki krizlerin etkilerini yönetiyor, bir taraftan da coğrafyamızda birçok jeopolitik gelişmeleri yönetiyor, onların etkilerini daha doğrusu yönetiyor.
Diğer taraftan, tabii, bu siyasi istikrarın yanı sıra makroekonomik istikrarın da çok önemli olduğunu son on iki yılda gördük. Uzun yıllar enflasyonla yaşayan bir ülkeden para istikrarının olduğu, enflasyonun tek haneli rakamlarda olduğu, işte biraz 7'lerden 9'lara çıktığında telaşlandığımız bir ortama geldik. Bu çok güzel bir durum. Yani Türkiye'de enflasyonun uzun yıllar üç haneli rakamlara kadar çıktığını, bir kader gibi algılandığı dönemleri de biliyoruz. Birçok belirsizliği bunun getirdiğini, aynı zamanda gelir dağılımını da bozduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Türkiye makroekonomik istikrarını da önemli oranda sağladı; kurumsallaşmasıyla, yasalarıyla, politikalarıyla çok önemli bir yere geldi.
Maliye politikalarımızda da yine mali disiplin Türkiye'nin son on iki yıllık başarısında çok temel bir etken olmuştur, belirleyici bir etken olmuştur. Mali disipline dikkat etmeyen hükûmetler sonuçta büyük açıklar vermektedirler ve bu büyük açıkları finanse etmek için piyasaya gittiklerinde de yüksek risk oranıyla, yüksek faizlerle karşılaşmaktadırlar ve bütçe zaman içinde faize çalışan bir bütçe hâline dönüşmektedir. Son on iki yılda yine mali disipline dikkat eden bir ülke olarak çok önemli bir yere geldik. Bakın, bugün Maastricht kriterleri diyoruz. Avrupa Birliğinin borç oranının millî gelire oranı yüzde 60 biliyorsunuz, Maastricht kriteri. Avrupa'da şimdi yüzde 90'ların üzerinde, bizde çok şükür yüzde 30'lara doğru bir iniş eğiliminde. Diğer taraftan yüzde 3 bütçe açığının oldukça altındayız. Enflasyonda Maastricht kriterlerini tutturamıyoruz, inşallah bir gün onu da görürüz. Ama bu mali disiplin son derece önemli. Bugün Türkiye'nin bütçesi artık faize çalışan bir bütçe olmaktan çıkıp hizmet üreten, personeline ücret ödeyen, sosyal harcamalar yapan, yatırım yapan bir bütçeye dönüşmüş durumda. Burada da mali disiplinin çok önemli bir katkısı var. Bunu da devam ettirmemiz son derece önemli, yani bu makroekonomik istikrarımız da devam etmeli. Bu yeter mi ama önümüzdeki süreç için? Bu da yetmez. Siyasi istikrar gereklidir, elbette makroekonomik istikrar gereklidir ama mikro reformlarla bunları bütünlemek durumundayız, tamamlamak durumundayız. İşte Onuncu Plan'ın perspektifi esas itibarıyla buna dayanıyor. Yani siyasi istikrarı varsayıyoruz, makroekonomik istikrarı varsayıyoruz ve devam edeceğini öngörüyoruz. Bunun üzerine artık ince işçilik dönemi diyoruz. Yani tabiri caizse, kaba inşaat bitti, şimdi ince işçilik dönemine girmemiz gerekir diyoruz. Çok çeşitli alanlarda, 25 tane öncelikli dönüşüm programını bunun için belirledik ve bunlarla Türkiye'nin ikinci bir atılım gerçekleştirmesini öngörüyoruz. İkinci bir reform dönemi yaşamasını öngörüyoruz.
Burada da birçok gelişmekte olan ülkenin karşılaştığı bir durumla biz de karşı karşıyayız. Gelişmenizde öyle bir yere gelirsiniz ki şehirleşmeyle, başka birtakım gelişmelerle, faktörlerle şöyle bir durumla karşı karşıya kalırsınız: Emek açısından rekabet gücünü gelişmekte olan diğer bazı ülkelere göre, onlara kıyasla kaybedersiniz, yüksek teknoloji açısından da gelişmiş ülkelere göre dezavantajlı konumda olursunuz. Bu bir açmaza götürebilir. İşte "orta gelir tuzağı" denen hadise bir anlamda budur. Yani emek yoluyla rekabet gücü açısından daha az gelişmiş ülkelere karşı, teknoloji açısından da daha gelişmiş ülkelere karşı çözülmesi gereken bir sorun yaşarsınız. Bunu aşmanın yolu ucuz emeğe gitmek değildir. Musa Bey bazı yorumlar yaptı. Biz kesinlikle ucuz emek yoluyla rekabet gücü sağlayan ve bunun üzerinden büyüyen bir ekonomik stratejiye sahip değiliz. Tam aksine teknolojik tabanımızı geliştirerek, bilgi tabanlı bir ekonomi oluşturarak bu açmazı aşmak durumundayız ve öncelikli dönüşüm programlarımızın detaylarına bakarsanız bunu net bir şekilde görürsünüz.
AR-GE'yi arttırmak, yeniliği arttırmak, buradan katma değeri yüksek bir ekonomik yapı oluşturmak genel büyüme stratejimizin yine çok önemli bir parçası. Dolayısıyla para ve maliye politikaları gereklidir ama yeterli değildir. Bunu mikro reformlarla, yapısal reformlarla bütünlemek durumundayız. Türkiye 2023'lere gidecekse, gerçekten çok daha ileri bir kişi başına gelir oluşturacaksa, büyüklük oluşturacaksa bunu bu reformlarla yapacak diye inanıyoruz ve burada da planlamanın, aslında modası geçmiş bir süreç olmadığının altını çizmek istiyorum. Özellikle de belirsizliğin arttığı günümüz dünyasında öngörülebilirliği arttıran, genel stratejik çerçevesini ortaya koyan, yön duygusu oluşturan ülkelerin avantajlı olacağına inanıyorum ben. Türkiye bu açıdan aslında önemli bir konuma sahip. Bugün baktığınızda birçok ülkede maalesef böyle bir öngörülebilirlik yok, uzun vadeli bir perspektif oluşturma eksikliği var ve temel önceliklerini ortaya koyamama zaafı var. Dolayısıyla Türkiye'nin modern bir planlama elbette, demokratik bir planlama, katılımcı bir planlama, stratejik bir planlama yapması kalkınma perspektifimiz açısından da yine son derece önemli ve bu açıdan, siyasi hayatımdan önce bir bürokrat olarak, bir planlamacı olarak bugün aslında çok sevindirici bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek isterim.
Onuncu Plan çok katılımcı bir şekilde hazırlandı. Geniş kitlelerle istişarelerle hazırlandı. Akademik dünyadan gençlere, think tank kuruluşlarından büyükelçilere, eski planlamacı arkadaşlarımızdan birçok çevreye kadar teknik çalışmalara, model çalışmalarına kadar çok yoğun bir mesai harcandı. İki yılın üzerinde emek sarf edildi ve gerçekten kritik birtakım alanlar belirlendi.
Şimdi, bazen bunları eksik görebiliriz. Örneğin tarımda su kullanımı üzerinde yoğunlaştık biz. Ha, on tane daha konu üzerinde düşünebilirsiniz ama biz su meselesinin önemli olduğunu düşündük. Küresel ısınma sürecinde Türkiye'nin de çok su zengini olmayan bir ülke olduğunu değerlendirdiğimizde, tarım sektörü için bunun kritik önemine baktığımızda, toplam kullandığımız suyun yüzde 70'inden fazlasının tarımda kullanıldığını dikkate aldığımızda, bunun üzerinden tarım sektörünü yeniden değerlendirmek gerektiğine inandık. Aslında tarım desteklerinden, işte tarımdaki ölçeğin artırılmasına, tarımda teknolojinin kullanımına kadar birçok mesele bu suyun tasarruflu kullanılması üzerinden de tanımlanabilecek meseleler. Dolayısıyla böyle kritik gördüğümüz alanlara yoğunlaştık. Bu alanlar bütün politika alanlarını kuşatmıyor elbette. Plana bakarsanız bir öncelikli dönüşüm programlarımız var bir de politika çerçevemiz var. Bunun dışında da önemli birtakım hususlar planın yine politika boyutu itibarıyla yer verdiği hususlar. Örneğin bir yükseköğretim reformu. Burada az önce bahsedildi, belki bu kritik alanlar arasında onu zikretmedik ama politika alanlarına baktığınız zaman yine çok önemli bir politika alanı olarak ele aldığımız, planda işlediğimiz bir konu.
Diğer taraftan, niçin bu planlar, öncelikli dönüşüm programları gecikti yani daha erken yapılamaz mıydı, plandan farkı var mı? Planda bu işlerin çok genel bir çerçevesini koyduk. Yine dokümanlara gider bakarsanız bunu görürsünüz. Ana bileşenlerini, ana yapısını koyduk ama bunların birer yol haritasına dönüştürüleceği taahhüdünü koyduk plana.
Burada da şu eleştiriye cevap vermeye çalıştık doğrusu: Geçmişte 9 plan yapıldı. Hiçbirinde böyle bir yapı yok doğrusu. Şu eleştiriden hareket ettik: Planları yapıyoruz biz ama raflara koyuyoruz, uygulamıyoruz, yeterince hayata geçmiyor şeklinde bir eleştiri vardı. Buna da büyük oranda, tabii, birçok arkadaşımız katılabilir, doğrudur da. Bunu güçlendirmek için, yani planın hayata aktarılması için, uygulamaya geçmesi için böyle bir mekanizma tasarladık. 25 dönüşüm programı dedik ama bununla da kalmadık, bu her bir dönüşüm alanı için bir yol haritası hazırlanacak dedik. Hangi kuruluşun neyi yapacağı, ne zaman yapacağı, hangi içerikte yapacağı şekillendirilecek ve izlenecek dedik.
Şimdi, izleme de çok önemli. İnşallah bu dönüşüm programlarının tamamı açıklandıktan sonra bir YPK kararıyla hem bunların onaylayacağız hem de bunların nasıl izleneceğini, nasıl raporlanacağını izleyeceğiz. Bu hesap verebilirlik bakımından da son derece önemlidir.
Hedefi olmayan ülkelerin, hedefi olmayan yönetimlerin başarılı olacaklarına ben inanmıyorum. Reform yapmanın motivasyonu bu anlamda çok önemli. Bakın, birçok ülke, biz de geçmişte tarihimize bakarsanız kriz yaşadıktan sonra reform yaptık maalesef ve zorunlu olarak reformları yaptık. 2001 krizinden sonra, 94 krizi, daha önceki krizler. Bugün de dünyada baktığınızda birçok ülke kriz yaşadığı için reform yapar bir durumda. Aslında bu anlamda da "Hiçbir krizi israf etmemek lazım." diye bir söz de var. Yani bunu bir fırsata çevirip reform yapan ülkeler var. Bunlar orta ve uzun vadede kazanacaklar aslında. Samimi olarak reform yapabilirlerse kazançlı duruma da geçebilirler. Ama asıl maharet, kriz yaşamadan reform yapmayı becermektir. Halka, ekonomiye bedeller ödetmeden değişmeyi becermektir. Bu da vizyonun motive ettiği bir reform süreciyle olur. Hedeflerin motive ettiği bir reform süreciyle olur.
İşte bu çerçeve, Onuncu Plan'da ortaya konan Öncelikli Dönüşüm Programı, 2023 vizyonumuz, aslında bizim kriz yaşamadan değişme, dönüşme irademizi, reform yapma irademizi ortaya koyan hususlardır. Biz Hükûmet olarak şunu gördük, o açıdan herkesin rahat olmasını lazım: "Yani acaba samimi mi bu reform çabaları?" Öyle yorumlar, sorular oldu. "Gerçekten Hükûmet bunları yapacak mı?" Biz son on iki yılda reform yapmanın siyasi olarak da aslında getirisi olduğunu gördük.
Şimdi, bazen popülist bir siyaset anlayışından hareket edenler reformların zor olduğunu ve siyaseten kaybettireceğini düşünebilirler. Fakat biz, Türkiye'de şu tecrübeyi yaşadık son on yılda: Reform yaptık ve halk bize daha çok destek verdi. Dolayısıyla bundan sonra da ben inanıyorum ki bu yapılan reformlar bazı maliyetler, kısa vadeli maliyetler getiriyor olsalar da halkımızın bunun getireceklerini orta vadede, uzun vadede getirilerini görerek, ülkemiz açısından sağlam bir zeminde yürüdüğümüzü görerek siyasi olarak da destek verecektir. Dolayısıyla bunlar siyaseten olumsuz unsurlar olarak algılanmamalı. Tam aksine, halkın da görmek istediği ve desteklediği süreçler olarak düşünülmeli diye inanıyorum.
Dolayısıyla bunun samimi bir reform programı olduğunu ve hayata geçirme yönünde her türlü gayreti sarf edeceğimizi de belirtmek istiyorum. Diğer taraftan, bazı tek tek sorular oldu. Bunlara da cevap vermeye çalışayım.
Sayın Sarı Plan hedefleriyle Orta Vadeli Program hedefleri arasındaki farklılığa işaret etti ve öncelikli dönüşüm programlarını açıklarken plan hedeflerinin ortaya konmasını eleştirdi. Haklı olabilir ben çok şey yapmıyorum ama şunu vurgulamak isterim: Planlar daha uzun vadeli bir perspektiflerdir, daha fazla hedef içeriği taşırlar ve yıldan yıla da yenilenmezler. O hedefler, o çerçeve sizi belli politikaları, reformları yapmaya motive eden hedeflerdir. Bu ÖDÖP'lerde öncelikli dönüşüm programları da Onuncu Plan'dan kaynaklanan programlar olduğu için bunları açıklarken Onuncu Plan'daki hedeflerle birlikte açıklanmıştır.
MÜSLİM SARI (İstanbul) - Ama bir yıl sonra...
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Ha, ona geleceğim.
Niye farklılaştı rakamlar? İki faktör var tabii. Birincisi, biraz daha az etkiliyor aslında. Büyüme hızlarında Planın öngörüleriyle Orta Vadeli Plan'ın öngörüleri arasında aşağı yönlü bir farklılık var. Bunun bir miktar etkisi var ama asıl etki, Planda biz kurla ilgili çalışmamızda kur olarak aldığımız rakamla Orta Vadeli Program'daki TL'nin değeri oldukça farklılaştı. Bu süreç içinde önemli oranda bir değişim oluştu ve bu farklılığın büyük bir kısmını da bu açıklıyor doğrusu.
Yarın, gelecek sene kurun ne olacağını hiçbirimiz şu anda bilemiyoruz doğrusu. Kur gibi hadiselerde inişler çıkışlar olabiliyor. Biz de bu nedenle bu dokümanlarımızı yaparken kurla ilgili bir tahmin yapmamaya özen gösteriyoruz. Yani Planımızda da, Orta Vadeli Program'ımızda da. O dokümanı hazırlarken durum neyse, beklenen neyse, onu esas alıp hesabımızı kitabımızı ona göre yapıyoruz. Ama bir yıl sonra bu farklılaşacaktır. Hayatın gerçeği bu. Ama bunun nereye gideceğini tahmin edecek elimizde hiçbir enstrüman yok doğrusu. Piyasalarda da böyle bir enstrüman yok. Dolayısıyla o dokümanı hazırladığımız anda neyse kur veya TL'nin değeri, onu esas alarak biz esas itibarıyla bu hesabımızı kitabımızı yapıyoruz. Önümüzdeki yıllarda, gelecek yılki OVP'yi biz revize ederken, yeni OVP'yi hazırlarken muhtemelen çok farklı kurla karşı karşıya kalacağız.
Yani kuru biz tahmin etmiyoruz. Bir hedefimiz de yok kurla ilgili. Sadece bir hesaplama aracı olarak kullandığımız o anki kur verileri var elimizde, onu kullanıyoruz.
MÜSLİM SARI (İstanbul) - Peki, işsizlik?
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - İşsizlikle ilgili şunu söyleyeyim: Orada daha fazla geçerli olabilir eleştiriniz. İşsizlikle ilgili son dönemde bir miktar dediğiniz gibi artış görüyoruz. Bunun önemli bir kısmı yine katılım oranın artmasından kaynaklanıyor. Yani muazzam bir şekilde katılım oranında bir artış var. Bu sevindirici bir durum tabii. Yani iş gücüne katılım oranının artıyor olması iyi bir şey, yani kalkınma sürecine, üretim sürecine daha fazla insanın dâhil olduğu anlamına geliyor. Ama bu işsizlik açısından bir miktar olumsuzluk getirebiliyor.
Burada işsizlik olarak baktığımızda şunu itiraf etmeliyiz: Yani akademik dünya dâhil olmak üzere, son yıllardaki istihdam hareketlerini çok iyi açıklayabildiğimizi ben söyleyemem açıkçası. Niçin bu kadar hızlı bir şekilde istihdam arttı... Burada, tabii, büyüme, nispi olarak dünyaya göre kriz sonrası hızlı büyümemiz, 2009 sonrası bakarsanız ortalamamız yüzde 6 civarında. Yani son yıllarda belki bir miktar yavaşladı büyüme ama 2010-2014 dönemine bakarsanız yüzde 6'ya yakın bir büyümeden bahsediyoruz, büyümenin bir etkisi var.
Diğer taraftan, büyümenin istihdam esnekliğinin arttığını görüyoruz. Bu aktif iş gücü politikaları ile başka politikalarla da ilişkilendirilebilir. Her şeye rağmen -ama tarımda dönüşüm var, belki onun etkilerini görebiliriz- çok doyurucu bir istihdam analizinin yapıldığını ben söyleyemem doğrusu. Bu konuda hep birlikte daha fazla kafa yormamız lazım. Tabii, geleceğe dönük olarak işsizliği azaltmak istiyorsak yine reform gündemine dönmemiz gerekiyor yani iş gücü piyasalarıyla ilgili, iş gücü piyasalarındaki katılıklarla ilgili yine önümüze belli reformları koymamız gerekiyor. Dünya rekabet endekslerinde de baktığımızda Türkiye maalesef, yanlış hatırlamıyorsam 130'uncu sırada iş gücü katılığı açısından. İşte, 45'inciyken ortalamada rekabet gücünde iş gücü piyasalarındaki katılık açısından çok geri durumda. Ha, buna dönük çabalarımızı yoğunlaştırabiliriz ama iş gücü açısından son dönemlerdeki gelişmeleri elbette dikkatle izlememiz gerekiyor.
Burada TÜİK'in yeni yöntemi değişik unsurlar içeriyor. AB'ye tam uyum sağlamaya dönük, Eurostat'a uyum sağlamaya dönük bir metodoloji. Burada değişik unsurlar var. Yılın her haftasını ölçmek aslında işsizliği daha yüksek gösteren bir hadise. Yani yılın her haftasında ölçüm yapmanız, sürekli ölçüm yapmanız işsizliği bir miktar yukarıya hareket ettiren bir yöntem ama üç ay yerine bir aya bakmanız da azaltan bir unsur. Dolayısıyla bunlar aslında birbirlerini iyi kötü dengeleyen süreçler fakat bu eğer Avrupa'ya tam uyum sağlayacaksak da bunları yapmak durumundayız. Bunları geriye dönük olarak da mutlaka tabii güncelliyoruz. Dolayısıyla TÜİK'in işsizliği düşük gösterme diye bir şeyi olamaz.
Şunu da çok rahat söyleyebilirim TÜİK'ten sorumlu olan bir Bakan olarak: Yaklaşık, işte, beş, altı yıl oldu, hiçbir verisinin ne olacağını ben önceden öğrenmedim, merak da etmedim doğrusu. TÜİK bağımsız bir şekilde işini yapan ama elbette ki eleştirilere açık bir kurum. Dünyadaki her kurum gibi teknik olarak bazı eksikleri olabilir, daha iyiye gitmesi elbette gerekir. Ama şunu da iftiharla söylemek istiyorum: TÜİK son on yılda kamu kurumlarına baktığınız zaman en fazla modernleşen, en fazla gerçekten dünyaya uyum sağlayan kurumlardan bir tanesi. Bununla da gerçekten iftihar ediyoruz. Uzmanlık hadisesini daha da geliştirdi, bölgesel yapısını güçlendirdi, istatistiklerin sayısını ve niteliğini artırdı. Bütün bunlar olumlu durumlar.
Maalesef biraz şöyle bir durum var: Yani TÜİK iyi bir rakam açıkladığında nedense muhalefet sanki Hükûmet istiyor da böyle yapıyormuş gibi ifade ediyor. Ama muhalefetin kullandığı olumsuz birtakım istatistikleri de TÜİK'in açıkladığını unutuyor maalesef. O verileri de TÜİK açıklıyor. Şimdi böyle olsa, TÜİK herhâlde hiçbir olumsuz rakam açıklamazdı. Durum böyle değil. TÜİK gerçekten işini iyi yapan bir kurum ama iyinin daha iyisi de var şüphesiz. Bu anlamda eleştirilere de her zaman açığız, daha iyisini de yapmaya elbette çalışacağız. Dolayısıyla TÜİK'le ilgili de genel anlamda bunları ifade etmek isterim. Bazı hatalar oluyor yani binlerce, milyonlarca...
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Hocam alınmış...
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Ama o bahsettiğiniz hadisede arkadaşlarımız soruşturdular, araştırdılar, bir kasıt bulmadılar doğrusu. Ama birtakım dersler çıkardılar oradan ve sistemi daha güvenli hâle getirecek birtakım adımlar attılar. Kısaca onu söyleyebilirim.
Sayın Bağcı bazı projeler sordu demir yollarıyla ilgili. Demir yolları gerçekten bizim önem verdiğimiz bir alan, hep kara yolları tartışılıyor ama bakın, 2015 bütçesine sadece demir yolları için 5 milyar lira yatırım ödeneği koyduk ve bu önemli bir rakam. Önümüzdeki dönemde bunu artırarak devam ettirmek istiyoruz. Dolayısıyla Türkiye'nin hızlı tren, yüksek hızlı tren, lojistikle birlikte bu demir yolu ağını geliştirmeye gayret ediyoruz. Bir taraftan elektrifikasyon, sinyalizasyon çalışmaları, bir taraftan mevcut hatların yenilenmesi, bir taraftan da yeni hatlarla demir yolu altyapımızı, "network"ümüzü geliştirmeye çalışıyoruz. Burada çok sayıda yeni proje var gündemimizde, portföyümüzde, Hükûmet Program'ımızda da ismen sayılan projeler var. Bunlarla ilgili şu anda teknik çalışmaları yürütüyoruz Ulaştırma Bakanlığımızla birlikte. Bir taraftan da finansman açısından nasıl finanse edeceğimize ilişkin birtakım çalışmalar devam ediyor. Önümüzdeki dönemde inşallah bu projeler hayat bulur çünkü Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Demir yolları gerçekten rekabet gücü açısından son derece önemli, çevre açısından da son derece önemli.
Diğer taraftan, Sayın Günal'ın sorusuna cevap vermiş oldum, kasti olmadığını söyledim.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Konya-Antalya arası demir yolu...
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - İşte, onlar da bu söylediğim bir paket var aslında değişik hatlardan oluşan, bir bütünlük içinde bakıyoruz. İşte, bir önceliklendirmeyle hareket etmek durumundayız.
SADIK BADAK (Antalya) - 500'er milyon lira verseler 10 proje harekete geçer.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Biz ama böyle çok sayıda projeye azar azar ödenek dağıtma taraftarı değiliz doğrusu. O zaman hepsi gecikiyor. Bunun yerine önceliklendirip hızlı bir şekilde projeleri hayata geçirmenin daha verimli olduğunu düşünüyoruz.
Sayın Demir "Güneş enerjisinde ne durumdayız?" dedi, bir de Doğanyol'u sordu. Doğanyol'la ilgili daha sonra bilgi arz ederim. Şu anda hemen somut bir şey söyleyemem doğrusu. "Malatya Doğanyol'un su problemi." dediniz.
Güneş enerjisinde Türkiye aslında fena bir durumda değil yani gelişmiş ülkelerle arasında çok faz farkı olan bir durumda değil. Mevzuatımızı ortaya koymuştuk.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Evet Sayın Bakanım, size ek süre verelim.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Hükûmet olarak, devlet olarak alım fiyatlarımızı ortaya koymuş durumdayız. Yerli panel üretildiğinde çok daha avantajlı teşvik edici bir perspektifimiz var. Bu konuda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız, EPDK şu anda belli illere kotalar dağıtmış durumda. Bunlar tabii devamı gelecek hususlar, ilave gelecek hususlar. Güneşte dünyada belli bir yere gelmiş durumda ama burada şu dengeyi de iyi sağlamak durumundayız: Yani sanayimiz için, ekonomimiz için maliyetleri artırmadan bu unsurları geliştirmek durumundayız. Bunları da destekliyoruz. Dolayısıyla diğer enerji modlarıyla birlikte belli bir pay alacaktır güneş ama toplam içindeki payına baktığımızda da çok da fazla hani olması gerekenden de fazla bir beklenti içinde de olmamamız gereken bir alan. Türkiye güneş açısından şanslı ülkelerden biri. Bunu yerli üretimle de destekleyebilirsek cari açığımıza da bu politikamızın katkısı olacağını ifade edebilirim.
Sayın Türeli istihdamla ilgili verilerden kuşkusunu söyledi. Ben bu genel değerlendirmede bir cevap vermiş oldum zannediyorum.
Sayın Demiröz DAP ödeneğini sordu. DAP'la ilgili bu ayırdığımız 1 milyarı henüz bölgeler bazında dağıtmış değiliz, dolayısıyla net bir rakam söyleyecek durumda değilim. Yıl içinde projelerle ilişkilendireceğiz bunu. Bu dört bölgesel programımızın uygun olan projeleriyle ilişkilendirerek, ya mevcut projeleri hızlandıracağız veya yeri geldiğinde, uygun olduğunda bazı yeni projeler başlatabileceğiz ama onu henüz netleştirmiş değiliz, rakamı ama bu dört bölge için kullanacağımızı ve bazı yine reformlarımız için kullanacağımızı söyleyebilirim.
Buradan müsaadenizle bu Cumhurbaşkanlığıyla ilgili hususa da cevap vermek isterim. Öncelikle tabii her yıl biz yatırımları hızlandırma ödeneği veriyoruz yani 2010, bilmiyorum sizin kullandığınız belgeyi ama benim...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sizin imzaladığınız belge bu.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Yani onu bir göreyim ben daha sonra...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Şimdi, arkadaşımız "Saray için ne kadar para harcanmıştır?" diye soruyor, siz de diyorsunuz ki: "Bunlar harcanmıştır yatırımları hızlandırma ödeneğinden..."
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Hızlandırma ödeneğinin her yıl bir karşılığı var. Yani her yıl bu yatırımları burada rakam rakam da söyleyebilirim ama fazla zaman almayayım. Yani 2010'da da harcamamız var, 11'de de, 12, 13, 14, her yıl var. Mesela, 2012'de 511 milyon, 2013'te 555, 2014'te 1 milyar 58, 2010'da 225, 2011'de 271... Değişik yıllarda değişik harcamalarımız var. Bu tabii proje programa Başbakanlık hizmet binası olarak girdi ve Başbakanlığın bir projesi.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sizin imzanız var altında.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Yatırımları hızlandırma ödeneğinden 2012 yılında bu projeye 150 milyon lira vermişiz, 2014 yılında da 400 milyon lira vermişiz.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Hangi proje Sayın Bakan?
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Bu Başbakanlık hizmet binası olarak programa giren, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na dönüşen proje...
MEHMET GÜNAL (Antalya) - 2012'de 150, 2013'te?
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - 2014'te 400.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - 2013?
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - 2013'te yatırımları hızlandırmadan vermemişiz. Yani toplam 550 milyonunu yatırımları hızlandırmadan vermişiz. Projenin toplam maliyeti, kamulaştırma dâhil -Maliye Bakanımızın da geçen ifade ettiği gibi- 1 milyar 370 milyon ve ekim sonu harcaması 964 milyon gözüküyor. Tabii, daha ilave yapılacak harcamalarla tamamlanmış olacak proje ve bu da ülkemizin bir prestij projesi, devletimizin temsil edildiği bir proje.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Tabii bu da yatırım olarak görünüyor, öyle mi?
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Elbette yatırım. Yani uluslararası yatırımın tanımları vardır ve bu da bir yatırım elbette. Diğer kurumlarımızın yaptığı...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Ekonomik anlamda yatırım değildir, biliyorsunuz Sayın Bakan.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Sabit sermaye yatırımıdır yani bu bina. Bir yılda kullanılıp tüketilmeyen, birden fazla yıl hizmet veren, mal ve hizmet üretimine dönük her türlü harcama yatırımdır, yani sadece mal üretimine dönük unsurlar değil. Hizmet üretimine dönük, bir yılı aşkın ve sürekli hizmet üretimini sağlayan her türlü bina da aynı zamanda yatırımdır. Bu, uluslararası tanımlar itibarıyla böyledir. Toplam yatırımlarımız içinde de öyle çok çok büyük bir paya sahip değil doğrusu. Az önce de söyledim, yıllık yatırımı artık Türkiye'nin 85 milyar lira, geçen yıl dediğim bu yıl 85 milyar lira toplam kamu yatırımı da gerçekleştirdi Türkiye.
Diğer taraftan, ayrıldı bazı arkadaşlarımız ama "Bu huzur ortamıyla GAP'ta bir büyüme, gelişme sağladık." dedim. Onunla ilgili bazı eleştiriler oldu, ona da kısaca cevap vereyim. Benim oradan kastettiğim, tabii ki...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) -Sayıştay raporları da vardı Sayın Bakan.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Onlara bakacağız tabii. Yani şimdi...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Bir de o, 1 milyarlık ek ödeneğiniz var bu sene için, onu da...
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Nasıl?
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - 1 milyarlık ek ödenek...
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - İşte onu izah ettim, o bölgesel programlarımız için koyduğumuz bir para. Proje bazında yıl içinde ilişkilendirip yatırım programıyla bağını kuracağız o paranın. Proje bazında çalışmayı yıl içinde sonuçlandıracağız. GAP, DAP, KOP ve DOKAP; bu 4 bölgesel programımız için kullanacağımız esas itibarıyla bir ödenek.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, son dört dakikanız, yani zamanı ona göre kullanırsanız.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - İhtiyaç olursa da bazı reformları desteklemek için kullanacağımız bir ödenek. Onun bu Başbakanlık veya şimdiki Cumhurbaşkanlığı Sarayı'yla bir ilgisi yok.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayıştayın not alması lazım, şimdiden bunu eleştirmesi lazım. 1 milyar ayırıyoruz, nereye gittiği belli değil.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Belli nereye gittiği yani proje bazında ilişkilendirmedik.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Bütçede yeri belli değil.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Ama yani proje bazında ilişkilendirilmemiş. Geçmişte, bakın, hep eylem planları yapıldı, hep bölgesel programlar yapıldı ama finansal boyutu düşünülmediği için bunlar kâğıt üstünde kaldı. Siz de muhalefet olarak zaman zaman eleştiriyorsunuz. Yani "Birtakım planlar koyarken bunun finansal boyutunu da ihmal etmeyin." diyorsunuz, işte bunu yapmıyoruz biz. Şimdi, yıl sonuna doğru bir eylem planı ilan edilecek, bu eylem planının ekstra bir finansal yükü olacak, o ekstra finansal yükü şimdilik Bakanlığımız bütçesinde tutuyoruz ve yıl içinde onu bu projelerle ilişkilendireceğiz; olay bundan ibarettir.
Diğer taraftan, bu huzur ortamıyla ilgili eleştiriler oldu, orada da kısa bir şey söyleyeyim. Yani bu 6-7 Ekim ve ona gelen süreçteki hadiseleri elbette kastetmiyorum. Burada çözüm süreci başladıktan sonra doğuda, güneydoğuda gerçekten geçmişe göre nispi olarak daha iyi bir ortam oluştu ve bu ortam içinde ekonominin canlanmaya başladığını hep birlikte gördük. Organize sanayi bölgelerinde yer bulamamaya başladı yatırımcılar fakat maalesef, son dönemlerde bu huzur ortamının zedelendiğini de görüyoruz. Bunun da bir maliyeti olacak elbette. Şimdi, burada, sokaklarda yakılıp yıkılan araçlar, birtakım maddi kayıpların çok ötesinde dolaylı maliyetler çok daha yüksek. Aslında, huzurun olmadığı yerde tam anlamıyla yatırımın da gelişmesi mümkün değil. Yani, bu son olayları kastetmedim orada, ondan önceki dönemde nispi olarak... Vatandaşımız huzurun tadını aldı gerçekten, yatırımcılar da o huzur ortamında, henüz soru işaretleri tam bitmemiş olsa bile ciddi anlamda yatırımlarda da bir canlanma gördük, bunu rakamlarla da göstermek istedim burada. İnşallah bu ortam devam eder, daha da güçlenir huzur ortamı, bu son olaylardan da gerekli dersler çıkarılır inşallah ve bir daha böyle olaylar yaşamayız, bunu temenni ediyorum ve böylece bölgemizde de özel sektörün daha hızlı geliştiğini görürüz.
Diğer taraftan, "GAP ne zaman bitecek?" sorusu, bununla ben hep karşılaşıyorum ama şunu söylüyorum: Yani kalkınma biten bir süreç olarak algılanmamalı. Klasik GAP bence Ilısu Barajı ve Silvan Barajı'yla aşağı yukarı kritik eşiğine gelmiş durumda. Enerjide Ilısu Barajı, sulamada da Silvan Barajı'nı bitirdiğimizde aslında klasik GAP aşağı yukarı bitmiş olacak fakat bizim artık yeni bir GAP'tan bahsetmemiz lazım. İnsan unsuruyla, kurumsal kapasitesiyle, yenilenebilir enerjisiyle, alternatif turizmiyle, sınır ötesi ticaretiyle, şehirleşmesiyle vesaire vesaire, bütün bu unsurlarıyla yeni bir GAP'tan bahsediyoruz. Bu anlamıyla kalkınma süreci, bu anlamıyla GAP hiçbir zaman bitmemesi gereken bir süreç, devam etmesi gereken bir süreç, biz de bunu devam ettireceğiz.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, kalanları da artık yazılı alalım.
KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Birçok husus var, birçok not var ama bu gece vakti daha fazla yormayalım, geriye kalan hususlarda da yazılı cevap vermeye gayret edelim.
Ben tekrar bütün Komisyon üyelerine katkılarından dolayı, eleştirilerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Bütçemizin hem Bakanlığımız, bağlı kuruluşlar için hem de ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.