KOMİSYON KONUŞMASI

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hoş geldiniz. Sunumunuz için teşekkür ederiz.

Şimdi maalesef şöyle başlayacağım: Eleştiriyle ama eleştiriye de devam edeceğim sonra. Bu bütçe de nitelik itibarıyla son yıllardaki bütçelere baktığımızda öncekilerden çok farklı değil yani özellikle tercihler ve tedbirler açısından baktığımızda. Çok kısaca söylemek gerekirse sermayeye mükâfat, yoksula yük getiren bir bütçe.

Birkaç noktasına değinmek istiyorum: Bu bütçede aslında kamuda tasarruf döneminin güçlü izlerini görmeyi beklerdik doğrusu. Burada kamuda tasarruf meselesini çok tartıştık, kanun teklifi meselesinde de tartıştık, bir tasarruf bütçesi olması gerekirdi; hakikaten bu ciddi bir mesele. Fakat kamuda tasarruf açısından baktığımızda görüyoruz ki bütçede bir tek tasarruf kamu çalışanlarının, kamu emekçilerinin, personelin ücretlerine dönük düşünülmüş. Yani belli ki kamuda tasarruftan aynı şeyleri anlamıyoruz, daha önce de bunu konuşmuştuk, farklı bakıyoruz kamuda tasarruf meselesine. Mesela, bütçede faiz giderlerinin yüzde 55,5 artmış olması, işte bu örneklerden bir tanesi diye düşünüyoruz. Aslında ekonomide tercih edilen model nedeniyle dış kaynağa bağımlılık niteliği vardı ekonomimizin -hâlâ da var, bunu hep konuşuyoruz, bu nasıl aşılabilir, bunu tartışıyoruz- şimdi, buna bir de enflasyona bağımlılık özelliği eklendi neredeyse, öyle görmek mümkün yani yapışkan bir enflasyon hâline geldi bu konu. Siz elbette ki burada verilerle bunun aksini kanıtlamaya çalışıyorsunuz ama son aylarda gördüğümüz şey, bu yapışkan enflasyon meselesinin ciddi bir mesele olduğunu gösteriyor ve zaten öngörülerin tutmamasından da bunu anlıyoruz.

Şimdi, Merkez Bankası yıl sonu hedefleri tekrar revize edildi, OVP hedefleri revize edilmek zorunda kalındı. Yani aslında öngörüsüz; nasıl diyeyim, öngörüsüz demeyelim de öngörüsü hep yanlış, eksik çıkan bir ekonomi yönetimiyle karşı karşıyayız. Yani yanlış anlamayın, ben de gözlük takıyorum, asla kişisel bir şey değil ama miyop bir ekonomi diyebiliriz, uzağa bakış açısından ciddi bir sorunu var bu ekonominin. Ama bu sizinle başlayan bir durum değil -çok açık söyleyeyim- uzun bir zamandır bu şekilde gidiyordu, sizin “irrasyonel politikalar” dediğiniz mesele ve bugün hâlen bunun izleri silinebilmiş değil. Dolayısıyla, bunun yapısal sorunlarını da yaşıyoruz.

Enflasyonda düşüş, baktığımızda son iki ayda yavaşlamış vaziyette yani aylık seviyedeki düşüş çok inmiş vaziyette. Bu, tabii, ciddi bir sorun, bunun böyle devam edip etmeyeceğini göreceğiz, önümüzdeki aylarda da tartışmaya devam edeceğiz. Ama şöyle söyleyeyim: Bu OVP ve Merkez Bankasının hazırladıkları raporlarda ve ortaya çıkan sonuçlarda bu kadar ayrı, birbirinden farklı öngörülerde bulunulması hakikaten ilginç bir durum. Yani Avrupa ülkelerindeki ekonomi kurumları arasında, devletin kurumları arasında bu kadar ciddi ayrılıklar söz konusu olur mu, farklı değerlendirmeler söz konusu olur mu, bilmiyorum. Yani TÜİK’in -TÜİK temsilcisi burada herhâlde- hep arkasından konuşuyoruz, belki burada bir kere de yüzüne söyleyelim, çok eleştirdiğimiz yani muhalefetin bütün partilerinin çok eleştirdiği bir kurum TÜİK. Yani işçi, emekçi, emekli ücretlerindeki düşük artışların vebali TÜİK’in sırtındadır. TÜİK’i sonra daha uzun elbette ki tartışacağız. TÜİK bütün bu süre boyunca 2 tane doğru iş yaptı, onu da söyleyeyim, hakkını yemeyelim: Bir tanesi, “Hissedilen Enflasyon Raporu” diye bir şey çıkarttı ortaya ve görüldü ki o raporda, hissedilen enflasyon aslında gerçeğin aşağı yukarı 2 katıydı. Yani doğru bir şey oldu hakikaten çünkü diğeri, tam verileri, ^ ? 29 Numaralı Dokümanın Sonu ? ^ Görevli Stenograf: UTKUCAN DEVECİ Görevli Uzman Stenograf: SERPİL MÜMİNE YILDIRIM 15.11.2024 14:10 doğruları yansıtan veriler değil. Yani hissedilen enflasyon; bizim, işte, sokakta halkın hissettiği, çarşı pazarda insanların hissettiği, markette insanların hissettiği enflasyon. Doğru olan buydu aslında, gerçek olan bu, bir tanesi buydu; bu raporu yayınlaması. Sonra pek duyulmaz hâle geldi. Biraz sonra döneceğim o konuya.

Bir diğer konu da tabii, bunu Sayın Bakan sizin önünüzde söylemek belki doğru bir şey olmayacak ama biraz sonra bu konuya da geleceğim için söylemiş olayım: Enflasyonun esas olarak ücretlerin artışından kaynaklı olmadığına dair bir beyanda bulundu TÜİK. Bu da doğru bir yaklaşımdı baktığımızda. Buna biraz sonra tekrar döneceğim.

Bu hissedilen enflasyon meselesi sadece TÜİK'ten gelmedi tabii; Merkez Bankası Başkanı buraya geldi, bir sunum yaptı bize -çok önemliydi- enflasyon raporunu anlattı uzun uzun ve o anlattığı raporda bir şeye değindi -hatta onun grafiklerini de gördük- yani cinsiyete göre algılanan ve beklenen enflasyon meselesi; kadınların erkeklerden daha önce enflasyon beklentilerini algılamaları ve beklentilerinin daha önce ve doğru olduğu yönünde bir görüştü. Daha yüksek beklentiye sahip kadınlar çünkü çarşıya pazara kadınlar daha çok gidiyor, erkeklerin bozduklarını kadınlar daha çabuk fark ediyor. İkincisi de gelir grubuna göre algılanan ve beklenen enflasyondan bahsetti Merkez Bankası Başkanı; orada da "Doğal olarak düşük gelir grubu daha hızlı hissediyor." dedi ve "Onların beklentileri de bir türlü düzelmiyor." diye anlattı. Aşağı yukarı mealen böyle bir sunumdu, zaten raporda da vardı. Çünkü iki tane önemli nedeni var bunun. Yani güvensizlik var, ekonomi yönetimine toplumda güvensizlik var haklı olarak; bundan kaynaklı bir şekilde de hissedilen ve yaşanan enflasyon sizin söylediklerinizden farklı görünüyor.

Şimdi, niye bunun üzerinde bu kadar durdum, bu hissedilen enflasyon üzerinde? Bakın, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Sayın Cevdet Akçay -buraya da gelmişti- rapor sunumunda şöyle bir şey anlattı, dedi ki: "Artık bir noktada ileriye dönük endekslemeye geçmek zorundayız ücretlerle ilgili olarak. Geriye dönük endekslemeler sürekli kendi kendini yaratan bir süreç doğuruyor, bir noktada geriye dönük yapmak lazım. Bu konjonktürün bunun için uygun olduğu kanaatindeyim." Yani aslında demek istiyor ki -işte, hep tartışılan, medyada ve kamuoyunda tartışılan- ücret artışlarıyla ilgili, "2025 beklentilerine göre ücret artışları yapılsın." meselesine geliyor. Şimdi, bu daha evvel Türkiye'de bir kere uygulandı, yanlış hatırlamıyorsam 2001 krizinin ardından enflasyonun yükselmesi sonrasında bir dezenflasyon programı uygulandı ve o zaman bu yapıldı; gerçekten 2 haneli enflasyondan, tek haneli enflasyona doğru bir düşüş gerçekleşti. Ama şimdi buradaki sorun şu... Yani Merkez Bankası Başkan Yardımcısı bunu söylüyor; bütün öngörüleri yanlış çıkan ve ikide bir öngörülerini revize etmek durumunda kalan Merkez Bankası Başkan Yardımcısına söylüyorum: Nasıl bu konjonktürü uygun görüyor böyle bir şey için? Yani toplumda büyük bir güven doğdu ve "İyiye gidiyor her şey." diye bir hava var da bu konjonktür onun için mi uygun, yoksa tam tersi mi geçerli? Yani böyle bir şeyin yapılabilmesi için resmî olarak açıklananların, resmî hedeflerin, topluma verilen mesajların inandırıcı olması gerekiyor Sayın Bakan. Bu iktidarın inandırıcılığı kalmadı bu açıdan baktığımızda. Bu inandırıcılığı kalmamış olan iktidar "İleriye dönük endeksleme yapıyoruz biz, ücretleri de 2025'e göre ayarlıyoruz." derse buna kimse inanmadığı gibi, kimse de destek vermez toplumda. Açıkça mesele bu ve 2017 yılından bu yana da ciddi olarak bu ilişki, güven ilişkisi kopmuş vaziyette aslında. Bunu da hatırlatmak istiyorum.

Şimdi, dolayısıyla, referans teşkil etmiyor artık veriler, özellikle TÜİK'in verileri ve buna dayalı olarak oluşturulan politikalar toplum için, toplumun çok önemli bir kesimi için; emekçiler, işçiler, emekliler, ücretli çalışanlar için baktığımızda referans teşkil etmiyor artık; yaşadıkları ile anlatılan arasındaki açı farkı. Dolayısıyla ^ ? 30 Numaralı Dokümanın Sonu ? ^ Görevli Stenograf: TUĞÇE KARAHAN KAFALI Görevli Uzman Stenograf: SERPİL MÜMİNE YILDIRIM 15.11.2024 14:15 yani sadece ücretler politikası tarafında aksiyon alarak, orada adımlar atarak satın alma gücü zaten düşmüş olan ücretlilere bir haksızlık daha yapılırsa bu hakikaten daha büyük bir infiale ve sonuçlara neden olur ve bu sonuç da gelir dağılımı adaletsizliğini büyütür, eşitsizliği büyütür, farklı gelir grupları arasındaki uçurumu büyütür; bunun için de vahim bir sonucu olur, ona işaret etmek istiyorum. O açıdan, ileriye dönük endeksleme meselesi için uygun bir zaman değildir bu, inandırıcı da değildir.

Bakın, ben dedim ki: Enflasyon aylık seyrindeki iyileşme çok yavaş, hatta son iki ay duraklama var. Yani, siz bu verilerin hepsine mutlaka benden daha çok vâkıfsınız ama baktığımızda şöyle bir şey var: En yüksek ve en düşük ikişer ayı çıkardığımızda aylık ortalama artış enflasyonda 2022'de yüzde 3,7 civarında olmuş, 2023'te 3,8 civarında olmuş, bu yıl ise 3,13 civarında görünüyor. Şimdi, ileriye dönük endeksleme tartışılırken sizin 2025 için öngördüğünüz aylık enflasyon bu açıdan baktığımızda neredeyse 1.35; gerçekçi mi? Değil, siz de bunu biliyorsunuz. Dolayısıyla, ücret belirlemesini bunun üzerinden yapmaya çalışmak gerçekten ciddi bir vicdansızlık olur, bunu söylemiş olayım.

Şimdi, şuna da işaret etmek istiyorum: Yani, maalesef muhalefet partileri olarak -en azından ben kendimiz için konuşayım, diğer partilerin ne dediklerini tabii kendileri açıklarlar- şöyle bir duruma düşüyoruz: Bu asgari ücret tartışması aslında hoş bir tartışma değil en genel anlamıyla baktığımızda. Meseleyi ne kadar zam yapılacak bağlamında ele almanın doğru olmadığını düşünüyoruz ve maalesef Türkiye'deki ekonominin bizi -emekçileri, emeklileri, işçileri, ücretli çalışanları- getirdiği durum bu asgari ücret meselesini zam oranları üzerinden tartışmak durumunda bırakıyor. Bakın, şimdi, her bir parti bir rakam açıklıyor, işte, kimisi "...en az 28 bin" diyor, kimisi "...en az 30 bin" diyor, kimisi "...35 bin." diyor, her birinin de dayandığı bir veri var, bir fikir var burada sonuçta ama buradaki esas sorun şu yani şunu sormamız lazım: Bu ülke neden aylardır asgari ücretle yatıyor, asgari ücretle kalkıyor? Yani, aylardan beri ve yıl sonuna doğru geldiğimizde de bu tartışma iyice artıyor. Yani ülke gündemini neden aylardır bu tartışma işgal ediyor? Çünkü asgari ücret maalesef bu ülkede uygulanan ekonomi politikaları sonucunda temel ücret hâline geldi neredeyse yani ortalama ücret hâline geldi. Dünyanın diğer gelişmiş ekonomilerine baktığımızda -hani "İlk 19'dayız." "İlk 20'deyiz." diye tartışıyoruz ya- oralara baktığımızda asgari ücretle çalışan insan sayısı ile bizim ülkemizde çalışan insan sayısı arasında oransal olarak çok büyük bir fark var. Dolayısıyla, sorun aslında milyonlarca işçi emekçinin 17 bin liraya mahkûm olmasından kaynaklanıyor, bunun ortalama ücret hâline gelmiş olmasından kaynaklanıyor. Yoksa, asgari ücret niye bu kadar toplumun gündeminde bir tartışma konusu olsun? Eskiden bu kadar değildi bu tartışma ama şimdi bu hâle geldi. Dolayısıyla, yapısal bir değişikliğe ihtiyaç var burada, sorun buradan kaynaklanıyor.

Şimdi, burada, biraz evvel söylediğim konuya dönmek istiyorum; enflasyon ve ücret ilişkisi. Siz daha evvel de bu konuda bir açıklama yaptınız -yanlış hatırlamıyorsam- ve ücretlerin bu enflasyon yükselmesinde ciddi bir payı olduğunu söylediniz. Bu, tartışmalı bir konu, siz de biliyorsunuz yani sadece Türkiye'de değil. Türkiye'deki iktisatçılar da tartışıyor, hatta geçenlerde bir metin yayınladılar sanıyorum 120'ye yakın iktisatçının, akademisyenin, uzmanın imzaladığı ve bu konuda farklı görüşe sahip olduklarını yani ücretlerin enflasyonda esas belirleyici olmadığını ifade ettiler. Ama bu tartışma, sadece Türkiye'de değil geçtiğimiz 2022-2023 yıllarında Avrupa'da ve Amerika'da da yapılmış bir tartışma. Orada da, o ekonomilerde de bir ara enflasyonda yukarı doğru oynama olduğu için -tabii, bizdeki gibi değil ama yukarı bir gidiş olduğu için- bu tartışma yapılmış ve orada ^ ? 31 Numaralı Dokümanın Sonu ? ^ Görevli Stenograf: BAHADIR DEMEZ Görevli Uzman Stenograf: SERPİL MÜMİNE YILDIRIM 15.11.2024 14:20 yapılan tartışmada, yapılan araştırmalarda -raporlar da var, bu konuda IMF'de çalışan uzmanların raporları da var, Avrupa Birliği ekonomistlerinin raporları da var- esas itibarıyla enflasyondaki yükselişin kâr itilimli olduğunu söylüyorlar. Yani şirketlerin kârlarının, aşırı kâr hırslarının burada çok belirleyici olduğunu söylüyorlar; bu, ciddi bir tartışma yani sizin söylediğinizin tam tersi. Araştırmalarda sonuçlar da var, mesela, araştırmanın bir tanesinde şöyle bir sonuca varmışlar, Avrupa Birliğindeki tüketici enflasyon artışlarındaki sonuçla ilgili olarak: Yüzde 40'ının ithal girdi maliyetlerden kaynaklandığını, yüzde 45'inin kâr oranlarındaki artıştan kaynaklandığını, sadece yüzde 4,5'inin nominal ücret maliyetlerindeki artışlardan kaynaklandığını söylüyorlar. Yani, burada da göründüğü gibi Avrupa'da... Hani, onların da bir rasyonel ekonomiyi uyguladığını düşünüyoruz herhâlde, biz de o rasyonelite içinde kalmaya çalışıyoruz, çok şükür oraya doğru geldik. Benzer bir durumun burada da olduğunu görmek mümkün. Yüzdeler aynıdır diye söylemiyorum, yanlış anlamayın ama ücretlerin enflasyondaki itiliminin yükselişi belirlediği konusunda çok ciddi soru işaretleri var. ISO 500'e baktığımızda bunu görüyoruz, ikinci 500'e baktığımızda da bunu görüyoruz. Yani bu konuda ücretlerden kaynaklanıyor dolayısıyla "Ücretleri düşük tutarsak bu enflasyon belasından kurtuluruz." fikrinin doğru olmadığını söyleyeyim. Doğru, ücretleri düşük tutacaksınız; hem kamu çalışanlarında hem genel olarak baktığımızda ama bunun sonunda enflasyondan kurtulmayacağız, gelir dağılımı adaletsizliği daha da büyüyecek.

Şimdi, zamanım azaldı, değinmek istediğim bir iki kısa konu daha var, onlara da değinmek istiyorum. Bir tanesi, bu vergi meselesi, daha evvel de tartışmıştık. Şimdi, siz biraz evvel sunumunuzda dediniz ki: "Dolaysız vergiler yeterli düzeyde değil." Aslında mesele bu yani çok doğru tespit etmişsiniz. Biliyorsunuz, vergi aslında ekonomide tartışılır ama vergi ekonomiden çok politik alanı ilgilendiren bir mesele; bu, sadece Türkiye'de değil dünyanın her tarafında... Hangi kesimlerin ne ölçüde vergilendirileceği aslında maliyeyi aşan bir karar, politik bir karar ve zaten siz de bunu yaşıyorsunuz yanlış görmüyorsam ve bu politik karar yüzünden zaten "Çok kazanandan çok vergi almalıyız, az kazanandan az vergi almalıyız." fikrini bir türlü gerçekleştirecek adımları atamıyorsunuz. Çok kısmi adımlar atıldı -buraya gelen kanun tekliflerinde bunu tartıştık- çok kısmi adımlar, çok küçük adımlar atıldı; ihtiyacımız olan bu değil, bu konuda daha radikal adımlara ihtiyaç var ama atılamıyor çünkü politik karar. Bu kavramı belki sevmeyeceksiniz ama ben söyleyeyim, politika burada diyor ki: Bu vergi meselesi bir sınıf mücadelesidir aslında ve politika burada sermaye sınıfı yanında yer alıyor. İrade onun yanında yer aldığı için çok kazanandan çok vergi alınamıyor; esas mesele buradan kaynaklanıyor. Yani, sizin bu söylediğiniz doğru "Az kazanandan az, çok kazanandan çok." fakat bunu bir türlü yapabilecek adımlar atılamıyor.

Şimdi, bakın, buradaki diğer konu... Bu dolaylı dolaysız vergileri diğer arkadaşlarımız da ifade ettiği için ben çok üstünde durmayacağım. Dolaylı vergilerin OECD ortalamaları açısından baktığımızda çok yüksek olduğu aşikâr, herkes biliyor, görüyor ve bunun büyük bir adaletsizlik olduğu da ortada. Vergide de büyük bir adaletsizlik olduğunu sizler de biliyorsunuz, bizler de hep söylüyoruz genel olarak baktığımızda ama değinmek istediğim bir konu var çünkü bu ciddi bir mesele ve işçi sendikalarının özellikle üzerinde durduğu ve vurguladığı bir konu o da; bu vergi dilimleri meselesi. Şimdi, düşük ücret geliri elde edenlerin tabi olduğu birinci dilim dar tutuluyor ve bu kesimin yıl içinde artan oranlı vergiye tabi tutulmasına sebep oluyor ve işçi emekçileri gerçekten çok yüksek vergi veriyorlar yani asgari ücretten vergi kaldırıldı ama bu alanda, baktığımızda, vergi dilimi dar tutulduğu için ciddi gelir vergisi ödemek zorunda kalıyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Başkanım, uzatabilir misiniz?

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim. ^ ? 32 Numaralı Dokümanın Sonu ? ^ Görevli Stenograf: KADRİYE AKTAY Görevli Uzman Stenograf: SERPİL MÜMİNE YILDIRIM 15.11.2024 14:25

Dolayısıyla bu gelir vergisindeki dilimlerin ayarlanması gerekiyor. Bu konuda sendikaların hem DİSK'in hem TÜRK-İŞ'in, HAK-İŞ'in ortak talepleri oldu, bunlar önemli talepler. Bu vergi dilimlerindeki ayarlama konusunda bunların yapılması gerekiyor çünkü gerçekten bu başka bir adaletsizlik yaratıyor. Yani zaten dolaylı vergiler bir adaletsizlik yaratıyor, üstüne bu geliyor. Dolayısıyla öyle rakamlarla karşı karşıya kalınıyor kimi alanlarda yani işçiler, emekçiler, ücretli çalışanlar bazı şirketlerden, bazı şirket gruplarından daha fazla vergi ödüyor neredeyse baktığımızda. Dolayısıyla bu konuda bir önleme mutlaka ihtiyaç var.

Genel olarak baktığımızda, toparlamak için söylüyorum, vaktim azaldı; "Ekonomide yapısal reformlara ihtiyaç var." meselesini hep tartışıyoruz, tartışmaya da devam edeceğiz; gerçekten var ve bu yapısal reformlar için adım atılamıyor bir türlü, bir tıkanmışlık var bu konuda. Ama sadece onunla ilgili değil yapısal reform ihtiyacı; bir konu daha var Sayın Bakan. Bu Dünya Adalet Projesi var, World Justice Project, en son yayımladığı rapor var; özellikle Hukukun Üstünlüğü Endeksi ve yolsuzluk yokluğu endeksi... Ben bunu geçen gün Sayın Ticaret Bakanına da anlattım ama o pek anlamak istemedi gördüğüm kadarıyla ama siz Avrupa'da bulunmuş olduğumuz için bu meselenin öneminin farkındasınızdır eminim. Bu hukukun üstünlüğü meselesi, özellikle yabancı sermaye açısından, uzun vadeli yabancı sermaye açısından -sıcak parayı kastetmiyorum- çok önemli bir meseledir biliyorsunuz. Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde baktığımızda bu sene son yayımlanan endekste çok geri bir noktada.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Toparlıyorum efendim.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Yani şöyle söyleyeyim: Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 117'nci sırada; yolsuzluk yokluğu endeksinde de 78'inci sırada yani vahim bu durum; bunun değişmesi gerekiyor. Dolayısıyla hukukun üstünlüğünün sağlanması yani sadece ekonomide yapısal reformlar değil aynı zamanda demokraside de yapısal reformların gerçekleştirilmesi büyük önem taşıyor. Elbette ki demokratik, özgürlükçü bir anayasa falan... Bunları şimdi uzun uzun konuşacak hâlimiz yok. Yolsuzluğun engellenmesi çok büyük önem taşıyor. Yani ara sıra ismini söylüyoruz, vekil olarak zaman zaman karşılaşıp selamlaşıyoruz da... Fakat siz daha iyi biliyorsunuzdur, Sayın Nebati Bakanken Avrupa'ya gittiğinde şöyle bir şey söylemişti yabancı yatırımcılarla yaptığı bir toplantıda: "Yani siz takılmayın mevzuatın uygun olmamasına, biz her şeyi ayarlarız, yeter ki siz yatırım yapın." demişti. Ben onu duyduğumda bu Mecliste konuşmuştum, demiştim ki "Bir Avrupalı'ya, bir Avrupalı yatırımcıya, sanayiciye söylenebilecek en yanlış laf 'Ağabey, biz işi hallederiz lafı.'" Sonunda ne oldu? Hukukun üstünlüğü sağlanmadığı müddetçe sıcak para dışındakiler yani "Kolaylıkla çıkabiliriz dışarı." diye düşünenler gelmiyorlar kolay kolay. Siz de bunun için uğraşıyorsunuz.

Sayın Bakan, son, şunu söylemek istiyorum sizin çabalarınızı görerek: Sorsak birine -burada oturan değerli bürokratlar da dâhil- "Son on yılın ekonomi facialarından 3 adet sayın." diye, herhâlde bir tanesi, enflasyon yükselirken faizi düşürme meselesidir. Bu enflasyon-faiz; sonuç-sebep ilişkisi meselesidir. O yani efsane olarak tarihe geçti.

İkincisi de kur korumalı mevduattır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Son bir cümle...

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.

Yani -bundan da- biraz evvel siz sunumunuzda "Kur korumalı mevduattan çıkmak için çabalarımız devam ediyor." dediniz. Biz, girildiği sırada "Yapmayın, çok büyük hatadır. Türkiye ekonomisinde bir kere bu yapıldı, sonu kötü oldu; yapmayın." diye çok anlattık, bütün muhalefet partileri anlattı; dinlemediniz, şimdi çıkmak için çaba gösteriliyor, epey bir mesafe alındı, evet, görüyoruz ama... 3 faciadan 2 tanesi bunlardır.

Üçüncüsü -yani inşallah yanılırım bu konuda ama- "carry trade"dir; şimdi yapılıyor, uygulanıyor, bunun yaratacağı sorunlar ve sonuçlar çok ciddi olacaktır ekonomi açısından. Yani ben hani olsun diye söylemiyorum, inşallah olmaz diye ^ ? 33 Numaralı Dokümanın Sonu ? ^ Görevli Stenograf: TUNA ÖZDEMİR Görevli Uzman Stenograf: ÖZLEM ŞENCAN GÖNÜLTAŞ 15.11.2024 14:30 düşünüyorum ama olduğu zaman da "Bunu söylemiştik." demek zorunda kalırsak bu da iyi gelmiyor hiçbirimize çünkü bütün toplum bu yanlışların faturasını ödüyor. O yüzden, ekonomide "Ben yaptım oldu." anlayışından uzaklaşıp, gerçekten dünya ekonomisinin rasyonalitesi için de ve Türkiye ekonomisinin rasyonalitesi için de ve esas olarak da gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltici, servet eşitsizliğini düzeltici, vergi adaletsizliğini düzeltici yani işçiden, emekçiden, emekliden yana adımlar atıcı ekonomilere ve uygulamalara ihtiyaç var, kararlara ihtiyaç var. Maalesef bu iktidar bunları yapmadığı için eleştiriyoruz ve eleştirmeye de devam edeceğiz işçilerin, emekçilerin, emeklilerin haklarının kazanılabilmesi için.

Tekrar teşekkür ediyorum sunumunuz için.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.