Komisyon Adı | : | İÇİŞLERİ KOMİSYONU |
Konu | : | Dahiliye Memurları Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2660) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 07 .11.2024 |
İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar; ben de herkesi saygıyla selamlıyorum.
AKP iktidarının yıllardır aynı anlayışla devam eden bir yasama faaliyetini bugün tekrar görüyoruz. Aslında milletin birçok sorunu varken yürüttüğümüz yasama faaliyeti, millet adına Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekilleri olarak yürüttüğümüz yasama faaliyeti genel anlamda milletin temel sorunlarını çözmekten uzak, gündemi yakalayamayan, belki bürokrasinin “Yok yasa, yap yasa.” ihtiyacından kaynaklanan, belki de Anayasa Mahkemesinin iptal kararları çerçevesinde yapılacak düzenlemeleri içeren bir yasama faaliyetinin içerisindeyiz. Bu yasama faaliyeti birçok sakıncalarla Anayasa’ya aykırı bir şekilde yıllardır süregelerek devam ettiriliyor. Aslında 16 Nisan 2017 tarihinde Cumhur İttifakı “Hukuki durumu fiilî duruma uyduracağız.” diyerek yola çıkmıştı, zaman içerisinde fiilî durumu hukuki durumdan üstün tutan iktidar anlayışı, iktidarın ve sarayın her şeyi bildiği anlayış bugün Anayasa ve Anayasa Mahkemesine açıkça meydan okuma noktasına gelmiştir. Hukuki durumu fiilî duruma uydurma hassasiyeti gösterirken öncesinde -bunu tırnak içerisinde söylüyorum- artık bu hassasiyeti taşımıyor, hukuk “ayak bağı” olarak görülüyor. Yani aslında Anayasa’nın 2’nci maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devleti. Bu ilk 4 maddenin değiştirilemeyeceği noktasındaki güncel tartışmalardan da şunu söyleyeyim: Aslında burada ifade edilen hukuk devleti, özüyle hukuk devleti; iktidarın anladığı ise şeklen bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni nitelemek. Dolayısıyla, yapılan yasaların içeriğine baktığımız zaman esasta ve özde hukuk devleti anlayışını sergilemekten uzak, şeklen bir yasama faaliyeti yürütülüyor. Mesela, bu sözün de müellifi Sayın Başkan onu da söyleyeyim. "Siz yapın, yargı arkadan gelsin." yaklaşımı yıllardır -Sayın Başkan belki zamanında söyledi ama- devam eden bir anlayış olarak iktidarın karakteristiği olarak değerlendiriyorum. Tüm bunlar yapılırken zaman zaman Türk yargısı da her ne kadar eleştirsek de çoğunlukla eleştirsek de bazı kararlarıyla iktidarın artık tahammül edilemez, hukuk tanımaz anlayışına müdahale ediyor. Müdahale edince bu sefer de iktidarın bazı temsilcileri tarafından yargı makamları eleştiriliyor. Mesela "Anayasa yargısının gerekliliği konusunda fikir birliği bulunmakla beraber, anayasa mahkemeleri özellikle siyasal organların tercih ve takdir alanlarına müdahale niteliğinde karar verdikçe meşruiyetleri de sadece ülkemiz açısından değil, bütün dünya ülkeleri açısından da tartışılmakta, yargısal aktivizm tartışmaları bağlamında sorgulanmaktadır." deniyor. Sonra deniliyor ki: Anayasa Mahkemesini kaldıralım. Şimdi, bir hukuk devleti olduğu iddia olunan bir devlette böyle bir konuşma, böyle bir talep söz konusu bile olamaz. Elbette demokratik çerçeve içerisinde herkesin, her şeyi söyleme hakkı var ama bu söylendiği zaman artık o devletin özde bir hukuk devleti olma niteliği tartışılır. Elbette, bu anlamda yargının siyasete müdahale etmesini ve yürütme üzerinde bir yargı vesayeti kurulmasını kabul edemeyiz. Bu noktada hukukçu olan herkes veyahut demokrasi anlayışı gelişmiş herkes hemfikirdir ama yürütmenin yasama üzerine müdahalesine ne diyeceğiz? Özellikle 16 Nisan, az önce de belirttim, 2017 Anayasa değişiklikleri yapılırken kuvvetler ayrılığının tamamen sağlanacağı ifade edilmişti. Yasama yetkisinin sadece milletvekillerine ait olacağı iddia edilerek Anayasa yürürlüğe sokulmuştu, halka öyle sunulmuştu ama bırakın milletvekillerinin yasa yapmasını hiçbir komisyonda Anayasa'ya aykırılık iddiaları bile ciddiye alınmıyor, bununla ilgili herhangi bir adım atılmıyor. Sonra bu yasalar Anayasa Mahkemesine Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, ana muhalefet partisi sıfatıyla götürüldüğünde verilen iptal kararları karşısında bu sefer iktidar temsilcileri çıkıyor, yargının yasama faaliyetine, siyasi takdir yetkisine müdahalesinden bahsediyor. Bu, tabii ki hiçbir hukuk devletinde kabul edilebilir bir şey değildir. Anayasa Mahkemesinin bu tarz iptal kararlarını asgariye indirebilmek adına bu komisyonlarda ve diğer komisyonlarda, tüm komisyonlarda Anayasa'ya aykırılık iddialarının ciddiye alınması lazım. Ciddiye alınmadığı takdirde Anayasa Mahkemesi açıkça Anayasa'ya aykırı yapılan düzenlemeleri elbette iptal edecektir. O zaman iktidar temsilcilerinin yargı, yasama yetkisine siyaset alanının müdahale ediyor deme hakkı olmadığı da tartışmasızdır diyorum. Buradan hareketle, bu yasa teklifinin 17 ayrı kanunda, 41 artı 1 kanun hükmünde kararnamede 46 maddeyi düzenlediğini arkadaşlarımız söyledi.
Şimdi, bu bir torba yasa. Her defasında torba yasayı söylediğimizi belki iktidara mensup milletvekillerimiz içlerinden geçirebilir ama her defasında bu Anayasa'ya aykırı tutum devam ettiği müddetçe biz de bunu söylemek, kayıtlara geçirmek mecburiyetindeyiz. Bu torba yasanın hazırlanmasıyla ilgili olarak imzacı olan milletvekili arkadaşlarımızın emeklerine elbette saygı duyuyorum ama bir grup milletvekili arkadaşımızın bir araya gelip veya tek tek bu kadar kapsamlı değişiklikleri içeren, bu kadar fazla komisyonun çalışma alanını, Bakanlığın çalışma alanını ilgilendiren bir konuda oturup, 46 maddelik bir kanun teklifi hazırlaması mümkün değil. Hepimiz burada yasama faaliyetinin içerisinde milletimizin verdiği temsil görevini yerine getirmeye çalışıyoruz çünkü milletvekillerinin ulaşabileceği bilgi dağarcığı ne bu kadar kapsamlı bir değişikliği öngörmesini sağlar ne de 46 maddelik bir kanun teklifindeki ihtiyaçları öngörüp, bir araya gelip bunla ilgili bakanlıkların, bürokrasinin yapılmasını beklediği değişiklikleri yapabilir. Ancak bu, bakanlıkların bu teklifi taslak hâlinde hazırlayıp sayın milletvekillerinin de imza sürecinde bu işe dâhil olmasıyla düzenlenebilecek bir tekliftir. Aslında bu iş olmayanı oluyormuş gibi göstermenin, Anayasa'ya karşı hilenin bir yöntemi. Dolayısıyla, bunu kayıtlara geçirmek istiyorum.
Bunun amacı ne? Bunun tabii ki temel amacı, yapılan yasaları denetimden kaçırmak. Bunun sakıncası nedir? Az önce Sayın Bülbül de ifade etti, kanunlar öngörülebilir olmalıdır, bilinebilir olmalıdır, belirli olmalıdır. Bunların hepsine bakıldığı zaman hukuki güven ilkesi öngörülebilir, bilinebilir ve belirli kanunlar çerçevesinde sağlanır. Ben de Adalet Komisyonu üyesiyim, sizim Komisyonumuzu da ilgilendiren kanun teklifleri var, Süleyman Bey ifade etti. Şimdi, yasama faaliyetinin ne kadar çarpık şekilde işlediğinin bir göstergesi olarak gelen teklif Adalet Komisyonuna gelmesi gerekirken İçişleri Komisyonuna gelmiş, biz o teklifi orada tartışmamız gerekirken biz kanun teklifini aramaya geldik, İçişleri Komisyonunda ilgili teklif üzerinde konuşma yapacağız. Yani milletvekillerine bu şekilde kötü çalışma yollarını açmamanın daha doğru olduğunu ifade ediyorum. Bu çalışma yöntemi keyfî bir yöntem, Anayasa'ya aykırı bir yöntem ve ötesi, maalesef ki gayriciddi bir yöntem. Yani milletvekili kanun teklifi aramaya gelir mi? Biz geldik. Bunun böyle olmaması lazım. İnşallah bundan sonraki düzenlemelerde bu olmaz diyeceğim ama maalesef bu konuda umudum yok.
Anayasa Mahkemesinin bu torba kanundan sonra Anayasa’nın 153'üncü maddesinin son fıkrasını hatırlatmak isterim, bir kez daha okumak isterim: "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” Bu kanun teklifindeki 13 maddenin Anayasa Mahkemesinin iptal hükümleri çerçevesinde yeniden düzenlendiğini gördük. Bu anlamda şunu ifade etmek isterim: Bu maddenin yani 153'üncü maddenin sonu, bu yıl yapılacak düzenlemelerle ilgili olarak yasama organına şöyle bir yükümlülük yüklediğini ifade etmek istiyorum. Bu madde, yasama organının, eğer iptal kararı sonrasında hukuk düzeninde yeni bir düzenleme yapma ihtiyacı devam ediyorsa, Anayasa Mahkemesinin iptal kararında var olan sonucu ve bu iptal kararına dayanak oluşturan gerekçeyi dikkate alarak Anayasa'ya uygun yeni bir norm tesis etmesi gerekir. Yasama organı verilen bir iptal kararı sonrasında iptal edilen normu lafzıyla aynı ya da benzer olan ya da iptal kararına dayanak oluşturan gerekçeyi dikkate almayan ve aynı hukuki sonucu doğuracak yeni bir norm oluşturamaz. Bunu yapmak, Anayasa’nın 153'üncü maddesinin son fıkrasının ihlali anlamına gelmektedir. Şimdi, bu yapılan düzenlemelerde, bu 13 madde içerisinde açıkça Anayasa Mahkemesinin gerekçelerine aykırı ve dolayısıyla da Anayasa'ya aykırı düzenlemeler var. Bunlar Komisyondan geçerse ve Genel Kuruldan geçerse yine Anayasa Mahkemesinin önüne gidecek ve Anayasa Mahkemesi yine iptal edecek. Dolayısıyla, ne olacak? Yargı, yasama yetkisine müdahale etmiş mi olacak? Hayır, yasama yetkisi doğru kullanılmamış olacak; yasama, görevini gereği gibi yapmamış olacak. Dolayısıyla, burada bu hassasiyeti düşünmek lazım. O yüzden, bu kanun teklifindeki Anayasa'ya aykırılıkları da göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum. Yani bu torba yasayla ilgili Sayın Bülent Turan da geçmiş tecrübelerinden hareketle bu teklifin bir torba yasa olduğunu ifade etti. Dolayısıyla yürütmenin yasama üzerindeki vesayeti bir an evvel son bulmalı diye düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.