KOMİSYON KONUŞMASI

HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Sayın Başkan, teşekkürler.

Aslında yani farklı bir perspektiften de süreç değerlendirilebilir, vergileme konusu da belki yeni bir perspektifle ele alınabilir. Açıkçası, baktığımız zaman, uluslararası finans kapitalin emrine girmiş küresel bir ekonomi var. Sürekli yeni ekonomik krizlerle, eşitsizliklerle ve sosyal çöküşlerle karşı karşıyayız. Covid-19 pandemisi belki de en güçlü uyarıcı olmalıydı fakat maalesef pek değişen bir şey yok. Bu gidişata "Dur!" demek ancak tabii ki kapitalizme "Dur!" demekle mümkün yani bu kapitalist sisteme "Dur!" demekle, karşı koymakla.

Tabii, bu sistem içerisinde maalesef ki sadece mevcut direnenlerin emek gücünün baş edemediği de görülmekte. Fakat daha güçlü örgütlü sesin yükselmesi hepimiz açısından fayda doğuracağa benziyor. Sistem içinde bazı radikal reformlar yine de yapılabilir; bunları gündeme getirmek de açıkçası gerekiyor. Bunlar kolektif, sosyal, finansman perspektifleri oluşturabilir. Bunlara uygun para ve kredilendirme modelleri, vergi sistemleri tasarlanabilir, servet vergisi gibi vergilendirmeler getirilebilir yani vergileme konusunda da yeni bir perspektife açıkçası ihtiyaç var. Toplumsal ihtiyaçları, istikrarı, barışı, insan ve doğa haklarını gözeten bir vergilendirme ihtiyaç var. Topluluk mülkiyetini, kooperatifleri, dayanışma ekonomilerini oluşturabilirsek belki bu da bir temel olabilir. Böylece işçi, çiftçi, tüketici, konut, gıda gibi her türden kooperatif ve komünle yerel ekonomiler ayağa kaldırılabilir, kooperatif ve bankalar kurulabilir, ekolojik yıkıma karşı yeşil projeler hayata geçirilebilir. Kısacası, piyasacı kâr maksimizasyonu ve merkezî devlet koordinasyonuna dayanan bu eskimekte olan işletme modelleri miadını doldurursa bu süreç işleyebilir.

Covid-19'la maalesef ki egemenler baş edemiyor, hepimiz görüyoruz, üzerinden bayağı zamanda geçti ama dünya henüz toparlanamadı, ülkemiz de toparlanmakta çok güçlük yaşıyor. Ne yapıyor? Ulus devletler faturayı emekçilere kesiyorlar ve giderek de otoriterleşiyorlar; hepimiz de bunu görüyoruz, deneyimliyoruz.

Eğer ki merkezî otoritelerden uzak özerk topluluklar ekonomilerini yaratıp doğrudan demokrasiyi de deneyimlerlerse çok daha iyi yönetilebilir bir ekonomi oluşacaktır. Şimdi, bu konu farklı bir konu tabii ki, bu başka bir bakış açısı ve mücadelemiz aslında böyle bir dünya içindir.

Bugünkü konumuzla ilgili, bu mevcut vergilendirme paketiyle ilgili baktığımız zaman ise... Mesela, vergi uzmanı "2024 yılı için gelir vergisi tarifesi -vergi diliminden bahsediyor- 110 bin TL'ye kadar yüzde 15 -sonrasını da devam etmiş- 3 milyon TL'nin üzeri olarak 870 bin TL'si için 213.300 lira, fazlası için de yüzde 35." diye belirtmiş. Bu vergilendirme ne kadar adil olabilir? Çalışandan kesilen vergilendirme.

Bakın, 2000 yılında gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi brüt asgari ücretin 21 katıymış. Eğer orantısal olarak gelir vergisi tarifesi dilimine yansıtılmış olsaydı bugün 420 bin TL olması gerekiyordu. Ama 2024 yıl için gelir vergisi tarifesinin ilk dilimi 110 bin lira ve düşük tutulmuş durumda. Ücretli, yıl içinde hemen erkenden vergi dilimine takılıyor ve aldığı ücretler hızla düşerken yaşanan hayat pahalılığı ve satın alma gücü de düştükçe yaşam da kendileri için zorlaşıyor.

Bununla ilgili olarak, aile hekimleri 19'uncu haftasında bir vergide adalet eylemi yapıyorlar ve haksız, hukuksuzca kendilerinden kesilen bu adaletsiz vergi kesintilerini protesto ediyorlar. Vergi oranının sabitlenmesi ve yüzde 15 oranında tutulmasını ve yıl boyunca bu şekilde de devam etmesini istiyorlar. Bakınız, 2022-23 yılları için vergi kesintilerindeki artış yüzde 116 olmuş fakat gelir artışı ise ancak yüzde 87'de kalmış. Emekçinin sürekli olarak hak kaybına uğradığı bir sistem karşımızda. Aile hekimleri, yüksek dilimde vergi kesintisine maruz kaldıktan sonra her gün iki saat, ebe hemşireler ise bir buçuk saat sadece vergi ödemek için çalışmak zorunda kalıyorlar.

Şimdi, bir de ilaç meselesi var. İlaçtan neden vergi alınır? 2023 yılının Temmuzunda geçerli olacak şekilde ilaçların KDV oranları yüzde 10'a çıkarılmış. Bu düzenleme tabii ki SGK'ye, vatandaşa, eczacıya da yük olmakta. Vatandaşın ilaca rahat ulaşabilmesi için ilacın vergi geliri olarak düşünülmemesi gerektiğini öneriyoruz.

Vergi Denetim Kurulu beş gün önce bir açıklama yapmış. Denetlemelerde ilk etapta tespit edilen 800 kişinin aylık 5 milyon liranın üzerinde harcama yaptığını, lüks araçlara bindiğini, lüks tüketimde bulunduğunu ancak hiç gelir beyan etmediğini ve vergi mükellefi olmadığını açıklamış. 5 milyonun üzerinde kazançları olan -ve bakınız, beş gün önce açıklanıyor denetimler sırasında- 800 kişi; bugüne kadar bu insanlar hiç vergi ödememişler.

Yine, İzmir'de elektrik kaçağı yüzünden 2 kişinin yaşamını yitirmesiyle gündeme gelen Gediz Elektrik Anonim Şirketi, son üç yıldır kurumlar vergisi ödemediği gibi iddialar var. Bunu size de soruyoruz: Bu doğru mudur mesela?

Şimdi, kamu-özel iş birliğinden bahsedildi burada ve birçok defa gündeme getirildi. Bununla ilgili olarak da... Aslında neden bu kamu-özel iş birliği meselesi var? Neden dünya buna talip oldu ve Türkiye neden bu trenin vagonuna atladı? Bununla ilgili Uğur Emek Hoca'nın bir saptaması var, ben onu da konuşmamın içerisinde geçirip daha sonra sonlandıracağım.

İlk olarak, 1991 yılında altyapı yatırımları olarak kamu-özel iş birliği yöntemiyle çalışmalar başlatılmış ve bu Birleşik Krallık'ta yapılmış. Bunun şöyle bir özelliği varmış: Nakit esaslı muhasebe sistemiyle gerçekte var olan borçlarını gizlemeyi başarmışlar buradan. Neden bu borçları gizliyorlar? Çünkü Maastricht kriterlerine göre "Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet borçları gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 60'ını geçemez." gibi bir ibare var. Bu maddeyi aşabilmenin yolu da bu kamu-özel iş birliğinden geçmiş ve dünya genelinde de yaygınlaşmış. Danışmanlık şirketleri, finans kuruluşları, uluslararası kuruluşlar buradan doğru başarı hikâyeleri yazmaya başlamışlar, derken uzmanlar bunun muhasebe hilesini ve mahzurlarını keşfetmişler. Bunu önlemek için de 2008 yılında Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu özel sektör kuruluşlarının kamu-özel iş birliği sözleşmelerinin muhasebeleştirilmesi konusunda bir standart belirlemiş, 2014 yılında da bu yürürlüğe girmiş. Bu standart kamu-özel iş birliği sözleşmesi sözleşmelerinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesini istemektedir.

Şimdi, Maliye Bakanlığı da 2015 yılında Genel Muhasebe Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak bu standardı Türk mevzuatına taşımış ama kamu idareleri dokuz yıldır yürürlükte olan bu standardı uygulamıyorlar. Bu, Hocamızın yazısı. Buradan size soruyoruz: Bunun gerçekliği nedir? Eğer böyleyse o zaman bu vergi düzenlemesi için de öneriyoruz. Eğer samimiyseniz, hazır vergi kanunlarında değişiklik yapılırken işletmecilerin kamu-özel iş birliği sözleşmelerinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tahakkuk esaslı muhasebe sistemine göre kayıt edilmesini sağlayabiliriz. Böylece -biraz önce adı geçti- 44 şirket var kamu-özel iş birliği "Bunların 37 tanesi hiç vergi vermiyor." dendi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Heval Bey, lütfen tamamlayalım.

HEVAL BOZDAĞ (Ağrı) - Tamamlıyorum Başkan.

Bu 37 şirketin kâr ederek vergi ödemesini sağlayabiliriz. Maliye Bakanlığı da emekçinin, asgari ücretlinin yakasından düşer. Gerçek anlamda kâr elde eden, zenginleşen bu işletmelerden vergi tahsil etmiş olur.

Teşekkürler.