Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Denizli Milletvekili Cahit Özkan ve 133 Milletvekilinin, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2258) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 11 .07.2024 |
İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, öncelikle herkesi saygıyla selamlıyorum.
"Hukuki durumu fiilî duruma uyduracağız." diye 16 Nisan 2017 yılında çıkılan yol Cumhur İttifakı'nı ve ortaklarını getirdiği noktayı her yargı paketinde bir kez daha görüyoruz. Fiilî durumu hukuki durumdan üstün tutan iktidar anlayışı yani tek adamın her şeyi bildiği anlayış artık Anayasa ve Anayasa Mahkemesine açıkça meydan okuma noktasına gelmiştir. Hukuki durumu fiilî duruma uydurma hassasiyeti gösteren -tırnak içinde söylüyorum bunu- Cumhur İttifakı artık bu hassasiyeti bile taşımıyor, "Siz yapın, yargı arkadan gelsin" şeklinde hâlen yol almaya devam ediyor. Az önce, Komisyon sözcümüz Süleyman Bülbül'ün "saray" nitelemesine kızanlar, tepki gösterenler oldu ama sarayın Hukuk Politikaları Başkan Vekili Mehmet Uçum, millî yargı ucubesiyle iktidara ve dolayısıyla Meclise istikamet çiziyor, asıl buna karşı çıkmak gerekirken bu konuda bir karşı çıkış duymadık.
Mehmet Uçum bir konuşmasında iç ve dış tüm çıkar odaklarından, hiçbir bağımsız ülkenin ulusal yargı yetkisinin mutlak olarak kısmen ya da tamamen ülke dışı mercilere devredilmesini istemeyeceğinden ve kabul etmeyeceğinden dem vurduktan sonra "Asıl olan ulusal yetkilerdir, uluslararası düzenlemeler ve kararlar talidir. Ulusal yargı bağımsızlığına dayanan bir millî yargıya sahip olmak elbette uluslararası sözleşmelere taraf olmaya engel değildir ancak bu ilişkiler, ulusal yargının bağımsızlığını ve asli olma özelliğini ortadan kaldıracak yahut ulusal yargıyı zaafa uğratacak şekilde olamaz ve böyle yorumlanamaz. İşte millî yargı budur. Yargıtayın Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına uymama kararı gerekçeleriyle doğrudur. Yargıtayın kararı ayrıca turnusoldür, kim millî yargıdan yana, kim değil belli olur." şeklinde bir açıklaması var. Komisyon Başkanımız da bir akademisyen hocamız, Serap Hocam da burada, başka hocalarımız da var. Herhâlde bir hukuk fakültesi öğrencisi, böyle bir sözle hocalarımızın karşısına gelirse o dersten, onların girdiği dersten geçmesi mümkün olmaz ama Mehmet Uçum hâlen sarayda Hukuk Politikaları Başkan Vekili. Hangi yetkiyle, hangi hakla? Evet, Sayın Cumhurbaşkanı sarayda milletten aldığı yetkiyle oturuyor. Bizler de sizler de milletvekilleri olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletten aldığımız yetkiyle oturuyoruz ama Mehmet Uçum ve benzerleri, hangi yetkiyle ve liyakatla oturuyor? Ve bu soruyu aslında bizim değil, herkesten önce iktidar milletvekillerinin sorması gerekiyor. Mehmet Uçum bu sözleriyle sadece kamuoyuna açıklama yapmakla kalmıyor, iktidara da izleyeceği yol noktasında istikamet veriyor.
Bu çerçeveden olmak üzere, teklifin hazırlayıcılarından Sayın Cahit Özkan'ın sunumunda "Anayasa yargısının gerekliliği konusunda fikir birliği bulunmakla beraber, Anayasa Mahkemeleri özellikle siyasal organların tercih ve takdir alanlarına müdahale niteliğinde kararlar verdikçe meşruiyetleri de sadece ülkemiz açısından değil, bütün dünya ülkeleri açısından da tartışılmakta, yargısal aktivizm tartışmaları bağlamında sorgulanmaktadır" şeklindeki yaklaşımıyla Mehmet Uçum'un yol göstericiliğinde yol almaya devam ettiklerini göstermiştir.
Yargının siyasete müdahalesine elbette hayır diyeceğiz. Peki, yürütmenin yasamaya müdahalesine, vesayetine ne diyeceğiz? Özellikle 16 Nisan 2017 Anayasası'na rağmen kuvvetler ayrılığının sağlandığı iddia edilen, yasama yetkisinin sadece milletvekillerine ait olacağı iddia edilerek yürürlüğe sokulan bu Anayasa ortadayken ne diyeceğiz? Hiçbir Komisyonda Anayasa'ya aykırılık iddiasını dikkate almıyorsunuz, Adalet Komisyonu'nda da almıyorsunuz. Sonra Anayasa Mahkemesi, sizin yaptığınız Anayasa'ya aykırı bu düzenlemeleri iptal ettiği zaman da "Yargı; yasama yetkisine, siyasete müdahale ediyor." diyorsunuz, bunu kabul etmek mümkün değil.
(Uğultular)
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Yani orada bir toplantı var gibi ya! Orada eski Grup Başkan Vekili Sayın Özkan var, Genel Müdür var.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Özkan, Sayın Tanal...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Burada vekilimiz konuşuyor.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Sayın Özkan, Sayın Tanal, lütfen... Sayın Tanal, kendi vekiliniz konuşuyor, dinlemiyorsunuz.
MAHMUT TANAL (Şanlıurfa) - Tüm vekiller arasında ayrımcılık yapılmaz.
(Gülüşmeler)
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Yani dinlemediğiniz için söylüyorum. Yapmayın ya!
MAHMUT TANAL (Şanlıurfa) - Ayrımcılığı reddediyorum Sayın Başkan, biz herkesi kucaklayacağız ama hatipten de özür diliyorum.
BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Teşekkür ediyoruz.
İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Bu noktada, ülkenin hukuksal anlamda geldiği ya da gelmediği nokta açısından Sayın Özkan'ın iki enteresan değerlendirmesini de Komisyonumuzun dikkatine sunmak istiyorum. Sayın Özkan iktidarın klasikleşen iki bahanesini bu yargı reformu paketiyle ilgili olarak da dile getirdi. Birincisi "Asrın afeti 6 Şubat depremi -yüzyılın afeti olarak bilinen deprem- ülkemizin seçim süreci içerisinden geçmesi nedeniyle, maalesef, 2019 Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde hedeflediğimiz bazı düzenlemeleri geciktirmiştir." ifadesini dile getirdi. Tabii, depremin yargı reformu ve İnsan Hakları Eylem Planı noktasında nasıl bir engel olduğunu kendisinden dinlemek isteriz.
Yine, sihirli bir tabir ailenin kutsiyeti, ailenin toplum yapımızdaki önemi. Elbette, Türk milleti açısından, Türk toplumu açısından ülkemizde aile yapımızın toplumumuza kazandırdığı nitelikleri, katkıyı inkâr edemeyiz. Şunu anlamak mümkün değil, yine, Sayın Özkan şu ifadede bulundu: "Aile yapımızı zayıflatacak her türlü girişim karşısında teyakkuz hâlinde olmalıyız." Yani kadının soyadı mıdır aile yapımızı zayıflatacak her türlü girişim, yoksa babalıkla ilgili olan düzenlemeye getirilen hüküm müdür? Bunları yeri geldiği zaman tekrar konuşacağız ama Komisyonumuzun dikkatine sunmak isterim. Bu değerlendirmelerin hepsi -Sayın Özkan'ın tarzıyla birlikte bakıldığında- amacın, gerekçede ifade edildiği üzere Anayasa Mahkemesi kararlarına ve Anayasa'ya uymak olmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Hepimiz biliyoruz ki hukuk sürekli değişen, gelişen canlı bir disiplindir. Bu anlamda, yüzyıl önceki bir kanunun bugün Anayasa Mahkemesi tarafından iptalini bir garabet olarak görmemek gerekir ve değildir. Bu anlamda "Cumhuriyet boyunca var olan kanunlar bizim zamanımızda iptal edildi." deyip iptal edilen hükmü aynen geri getirmek makul görülemez; bu, şuna benzer: Küstüm, oynamıyorum. Yani Anayasa yargısına karşı böyle bir tutum içerisinde olmanın makul hiçbir açıklaması yoktur. Yüzyıllık kanunu iptal eden yargıçların tamamı mevcut iktidar döneminde atanmıştır. Eğer bir hukuksal durum tespit edilmiş ve aykırılık gerekçesiyle iptal hükmü kurulmuş ise bundan rahatsız olmamak gerekir. Yasayı yorumlama yetkisi hâkimlerde değil mi? Anayasa'ya uygunluk denetimi yetkisi hâkimlerde değil mi? Elbette hâkimlerde ve yargıda. O zaman, bu iptal hükümlerinden rahatsız olmamak gerekir. İptal kararlarına uyma yükümlülüğünün yasama ve yürütmede olduğunu ifade ederken Anayasa'nın 153'üncü maddesinin son fıkrası hükmünü de hep söyledik ama bir defa daha hatırlatmak istiyorum. Anayasa'nın 153'üncü maddesinin son fıkrası uyarınca: "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar." Bu maddenin yasama organı bakımından anlamı ve getirdiği en önemli yükümlülük, eğer iptal kararı sonrasında da hukuk düzeninde yeni bir düzenleme yapma ihtiyacı devam ediyorsa, Anayasa Mahkemesinin iptal kararında varılan sonucu ve bu iptal kararına dayanak oluşturan gerekçeyi dikkate alarak Anayasa'ya uygun yeni bir norm tesis etmek gerekir. Yani yasama organı verilen bir iptal kararı sonrasında, iptal edilen normun lafzıyla aynı ya da benzer olan ya da iptal kararına dayanak oluşturan gerekçeyi dikkate almayan ve aynı hukuki sonucu doğuracak yeni bir norm oluşturamaz; bunu yapmak Anayasa'nın 153'üncü maddesinin son fıkrasının ihlali anlamına gelmektedir.
Meclis Genel Kurulunda şu anda Öğretmenlik Meslek Kanunu görüşülüyor. Burada 1 milyon öğretmenin diploması getirilen düzenlemeyle yok sayılıyor. Asıl bu noktada ben şöyle bir tavsiyede bulunmak isterim: Bile isteye, göz göre göre Anayasa 153'ün son hükmüne aykırı davranan hukukçunun diplomasını almak gerekir asıl diye kendi görüşümü ifade etmek istiyorum.
Getirilen paket... Tabii ki yine her zaman eleştirdiğimiz gibi 153'ün sonunu söyledik, torba yasayı söylemezsek olmaz. Bu teklif, bir grup milletvekili arkadaşımızın bir araya gelip hazırlayabileceği bir teklif değil. Çünkü ne milletvekillerinin ulaşabileceği bilgi dağarcığı ne de bu noktada bu kadar kapsamlı; 20'den fazla maddeyi değiştiren bir kanun teklifini ihtiyaçları öngörüp, bir araya gelip, belirleyip ve bununla ilgili düzenlemeleri hazırlayıp Komisyona sunması mümkün değil. Bu, her zaman bildiğimiz gibi -yine defalarca da söylendi- Adalet Bakanlığının nezdinde hazırlanan kanun teklifi, taslağı teklif olarak önümüze, Komisyonun önüne getirilmiş bulunuyor.
Bu, şimdi, olmayanı oluyormuş gibi gösterme oyunudur. Yasaların bakanlıklar tarafından hazırlandığını dile getirdim. Maalesef, milletvekillerimiz hazırlamış gibi yapıyorlar. Bunun böyle olduğunu bilmeyen yok ama herkesin işine böylesi geliyor. Aksi iddia oluyorsa yani eğer bu kanun teklifinin hazırlayıcısı arkadaşlar bunun aksi olduğunu iddia ederlerse, bir defa olsun muhalefet milletvekillerinin Meclis Başkanlığına sunduğu ve Komisyonumuza havale edilen tek bir kanun teklifini görüşelim ve yasalaştıralım. Buyurun, böyle yapacaksanız ben bütün söylediklerimi geri alacağım. Bu kanun tekliflerinin böyle hazırlandığını ifade ettik. Bakanlar gelsin, Komisyonda kanun tekliflerine sahip çıksınlar, biz de direkt onlara kanun teklifi hakkındaki tereddütlerimizi dile getirelim.
Bu paket "yargı reform paketi" olarak sunulan, sözde hak ve özgürlükleri güçlendirme hedefi doğrultusunda getirilmiş bir teklif. Düzenlemelerin bir bölümü, yargısal süreçlerde idarece tespit edilen kimi sorunların çözümüne yönelik ya da yürütme ve idarenin talepleri doğrultusunda yapılmış izlenimi doğurmaktadır, bir bölümü ise Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının neticesidir. Bunların bazılarını, Anayasa Mahkemesinin iptalinin oluşturacağı değişimi engelleme amacına matuf olanlar olarak değerlendirmek mümkün. Yani Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararını hükümsüz hâle getirmek için kanuni düzenleme yapıyoruz Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu olarak ve geçerse, Genel Kurulda Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararına apaçık aykırı düzenlemeler karşımızda, bunları görüşeceğiz.
Bu anlamda, öneri paketindeki 3 madde yani 14, 15 ve 18'inci maddeler, Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerini bütünüyle görmezden gelmekte, kararın etkisini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bunlarla ilgili 14'üncü maddede düzenlenen kamulaştırmasız el atma, fiilen tahsis ve mülkiyet hakkı ihlaline yönelik düzenleme, iptal edilen 221 sayılı Kanun'a tekrar hayat vermektedir; Anayasa 35, 46, 13'üncü maddelerine aykırı olan bir düzenlemedir. Kamulaştırma işlemi yapılmadan kamu makamları tarafından el atılarak kamu hizmetine özgülenen gayrimenkullerin tahsis tarihinde kamulaştırılmış sayılacağı düzenlenmiştir. Taşınmazın hak sahiplerinin, bu anlamda sadece taşınmazın fiilî tahsis tarihindeki rayiç bedelini isteyebileceği düzenlenmiştir. 14'üncü maddeyle iptal edilen hükümler neredeyse bire bir aynı biçimde tekrar düzenlenmektedir. Böylelikle, kararda da belirtildiği gibi, gayrimenkulün kamulaştırılması için bir kamu yararının varlığı, gayrimenkulün gerçek karşılığı üzerinden kamulaştırılması, bu bedelin peşin ve nakden ödenmesi, ödenmezse kamu alacakları için uygulanan en yüksek faize tabi olması gerekleri dikkate alınmamaktadır.
Bunlara ilave olarak, Anayasa 153 gereği Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme, yargı organlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığı hükmü de ihlal edilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında yürürlük tarihi olarak Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dokuz ay sonrası belirlenmiştir; bu da 4/5/2023 tarihidir. İptal edilen 221 sayılı Kanun çerçevesinde açılan ve devam etmekte olan davalar hakkında, Anayasa'ya aykırı olduğu tespit edilen kanun hükümlerinin uygulanması istenmektedir bu düzenlemeyle.
Anayasa'nın 2'nci maddesi hukuk devleti ilkesi gereği, kesinleşmiş hukuki durumlar bakımından hukuk güvenliğini korumak adına, Anayasa 153 Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmişe etki etmemesi kuralını koymaktadır; bunun istisnaları mevcuttur ve bunlardan biri de devam eden davalar bakımından iptal kararının etki doğurmasıdır. İtiraz yoluna başvuran kişi ve başvurmamakla birlikte davası devam eden kişiler bakımından Anayasa Mahkemesi kararı etki doğurmalıdır; aksi takdirde, hukuk devleti ilkesinin, mülkiyet hakkının, itiraz yolunun ve Anayasa yargısının hiçbir anlamı kalmaz. Kaldı ki yapılan düzenlemenin kendisi geçmişe etki eder şekilde hak kayıpları yaratmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararı 4/5/2023 tarihinde yürürlüğe girdikten sonra devam eden davalarda 221 sayılı Kanun artık uygulanamaz. Bu davaların derdest olduğu mahkemelerin şu anda yani 4/5/2023'ten bu tarafa, eğer dosyaları tekemmül etmiş ise 221 yokmuş gibi hüküm kurması gerekir ama getirilen düzenlemeyle, bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen geriye yönelik bir uygulama yapılmak istenmektedir. Anayasa Mahkemesi kararının geriye yürümeyeceğini iddia edenler, söyleyenler -gerekçede, çeşitli konuşmalarda- geriye yürüyen kanun yapıyorlar yani şimdi bunu Adalet Komisyonunda birisi bize anlatsın -niye geriye yürüyen- geriye yürüyen kanun nasıl yapılır, biz de öğrenelim.
Kadının soyadıyla ilgili teklifin 15'inci maddesinde, kadının soyadı hakkına ilişkin uzun yıllardır devam eden hukuka aykırılık sürdürülmektedir. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtayın kadının soyadı hakkına ilişkin kararları görmezden gelinerek Anayasa'nın 20'nci maddesi kapsamında bir hak olarak kabul edilen soyadı hakkını, kadınlar için Anayasa'nın 10'uncu maddesi eşitlik ilkesine aykırı olarak düzenleyen Medeni Kanun'un 187'nci maddesini hâlen ayakta tutmaya çalışmaktasınız; bu konudaki ihlal Medeni Kanun'un 187'nci maddesi düzenlemesinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu hükmü iptal etmeyi 2011'de reddeden Anayasa Mahkemesi, 2023'te hükmü iptal etmiştir, ederken Anayasa'nın 90'ıncı maddesi gereği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin kanunların üzerinde olduğunu da belirterek bireysel başvuru kararlarından da bahsetmiş, Yargıtayın da 2015'te Hukuk Genel Kurulu kararıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden doğan bu hakkı Anayasa 90 gereği korumak zorunda olduğunu kabul ettiğini ifade etmiştir. Nihayet 2023'te iptal edilen Medeni Kanun'un 187'nci maddesi, sonra daha eşitlikçi, yeni bir hukuki durum yaratmak yerine, yirmi yıllık hukuksuzluk teklif sahipleri tarafından sürdürülmek istenmektedir. Anayasa Mahkemesinin kararları Anayasa 153 son fıkra gereği bağlayıcıdır; iptal edilen bir hüküm tekrar aynı biçimde düzenlenirse doğrudan 153'üncü madde ihlali olur. Ayrıca, Anayasa'nın 10'uncu maddesine, 20'nci maddesine ve 90'ıncı maddesine de aykırılık açıktır.
Şimdi, biz bunları söylüyoruz, siz belki de getirdiğiniz teklifi yine aynı şekilde hem Komisyondan hem de Genel Kuruldan geçireceksiniz, sonra Anayasa Mahkemesi yine iptal edecek. Ne olacak? Anayasa Mahkemesi, Anayasa yargısı siyasete müdahale mi etmiş olacak? Ailenin korunması kadının hakları çiğnenerek olmaz. Aile, kadını da içine alan bir bütünse ancak eşitlik ilkesi çerçevesinde anlamlı bir varlık kazanabilir. Kaldı ki Anayasa'nın 10'uncu maddesinin ikinci fıkrası açık bir biçimde devlete kadın-erkek eşitliğini hayata geçirme ödevi vermektedir.
Son olarak, teklifin 18'inci maddesindeki düzenlemeyle ilgili de bir şeyler söylemek istiyorum. Baba olduğunu iddia eden kişinin soybağının reddi davası açamaması özel hayata saygı ve hak arama özgürlüğü ihlalidir. Anayasa Mahkemesi 6/3/2024 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan kararıyla, Medeni Kanun'un 291'inci maddesinde kısmi bir iptal gerçekleştirmiştir; iptal edilen hüküm soybağının reddi davasını kimlerin açabileceğine ilişkin olan Medeni Kanun düzenlemesidir. Buna göre, baba olduğunu iddia eden kişiye dava açma hakkı ancak çok istisnai hâllerde, baba olduğu hukuken kabul edilen kişinin dava açma süresinin geçmesinden önce ölmesi durumunda tanınmaktaydı. Oysa baba olduğunu ileri süren kişinin de bir DNA testiyle tespit edilebilecek bu biyolojik gerçeği öğrenmeye anayasal olarak hakkı vardır. Bu sebeple, Anayasa Mahkemesi iptal kararı vermiş ve baba olduğunu iddia eden kişinin de etkili bir başvuru yoluyla gerçek baba olduğunu ispatlayarak hukuki durumu buna göre düzeltebilmeyi talep edebilmesi gerektiğini hüküm altına almıştır. Burada hem özel hayata saygı hakkı hem de hak arama hürriyeti ihlali söz konusudur.
Yargı paketinin 18'inci maddesi ise "ailenin korunması" kavramı gerekçe gösterilerek Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen hükmü aynen tekrar vücuda getirmektedir. Anayasa 153 gereği yasama organını da bağlayan Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmamakta, aynı hüküm tekrar tesis edilmek istenerek Anayasa Mahkemesi kararı etkisiz hâle getirilmek istenmektedir. O kutsiyetinden bahsettiğimiz aile, yalanlar üzerine kurulamayacağı gibi, biyolojik olarak tespit edilmesi mümkün gerçekleri saklayarak da sürdürülemez yani biyolojik olarak baba olmayan bir kişiye, sadece "aileyi korumak" adı altında, bir erkek egemen bakış açısıyla "baba" demek, bunu da hukuksal bir kılıfa uydurmak gerçekten kabul edilemez; bu, ne insanlığın kabul edebileceği bir durumdur ne de hukukun kabul edeceği bir durumdur. Eğer baba biyolojik olarak tespit edilebiliyorsa -ki bugünkü tıp teknolojisi açısından burada bir engel yok- baba odur; diğer hususlar, başka düzenlemelerle, başka şeylerle telafi edilebilir ama biyolojik olarak baba olmayana "baba" demek, biyolojik babanın da baba olduğunu ispat etme hakkını elinden almak gerçekten hukuksal olarak kabul edilebilir bir şey değildir diyorum.
Teşekkür ediyorum Başkanım.