KOMİSYON KONUŞMASI

GİZEM ÖZCAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Komisyonumuzun değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Nihayet dokuzuncu yargı paketini görüşüyoruz. Nihayet diyorum çünkü çok uzun zamandır açıklanmış resmî bir metin olmadan kamuoyunda çok ciddi tartışmalar yürütüldü dokuzuncu yargı paketiyle ilgili olarak. Tabii, kamuoyunda farklı beklentiler vardı, o esnada sızdırılan bu taslaklar üzerinden eklemeler yapıldı, çıkarmalar yapıldı, bu konu kamuoyunda derinlemesine bir şekilde tartışıldı ve nihayet paket Komisyonumuzda. Tabii, dokuzuncu yargı paketinin, öncelikle adalet sistemimizin daha adil işlemesi için katkı koysun temennisindeyiz. Ancak tek tek düzenlemeleri incelediğimizde şayet Komisyonumuz hukuk devleti ilkeleri gereği gerekli düzeltmeleri yapmazsa bunun sadece bir temenni olarak kalacağı düşüncesindeyiz.

Değerli milletvekilleri, 6 Mayısta Sayın Bakan Yılmaz Tunç, dokuzuncu yargı paketinin taslak çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi ve yirmiden fazla kanunda değişiklik içerdiğini söyledi. 26 Haziranda Sayın Bakan "Adalet Bakanlığı olarak taslak üzerinde çalışmıştık, o taslak üzerinde milletvekillerimizin değerlendirmeleri tamamlandıktan sonra teklife dönüşecektir." dedi ve teklif de 4 Temmuzda sunuldu. "Bu açıklamalarda ne var?" diyorsunuz; hatırlayalım, 2018'de yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleriyle "kanun tasarısı" uygulamasına son verildi. 2018 öncesinde kanun tasarılarını yürütme, kanun tekliflerini vekiller veriyordu. O değişiklikler için iktidar sözcüleri dediler ki "Yürütmeyi yasamadan tamamen ayırıyoruz, çıkarıyoruz." ancak fiiliyatta yasamanın, yürütmenin talimatlarıyla işlediği bir durum oluştu. 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle, artık, yürütmenin kanun önerisi hazırlama yetkisi ortadan kalkmış bulunmaktadır. Peki, şu anki durum ne? Şu anki durum, Anayasa'yı dolanmak demektir çünkü her ne kadar getirilen kanun tasarısı metninin altında milletvekillerinin imzası olsa da -hazırlığı ve çalışması- Bakanlık ve Bakanlık yetkilileri tarafından yapıldığı açıktır. Bu kanunlaştırma faaliyeti yöntem olarak Anayasa'ya aykırı ve hukukun sınırlarını zorlayan bir kanunlaştırma çabasıdır. Artık çok tekrar edildiği ve alışıldığı için, Türk hukuku ve hukukçusu için âdeta normal gibi karşılanmakta ancak olağan şey hukuk değildir ve hukuka uygun da değildir. Bakın, çok uzağa gitmeye gerek yok, geçen haftadan bir örnek vereceğim: Millî Eğitim Bakanlığının, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı Komisyonunda Öğretmenlik Meslek Kanunu'nu yine komisyon aşamasında tartıştık. O saatlerde ortada bir kanun teklifi -kanun değil- bir teklif metni var. Komisyonun bu teklifin hangi maddelerini kabul edeceği, hangilerini etmeyeceği daha belli değilken Genel Kurula sevk edilip sevk edilmeyeceği hatta belli değilken, Millî Eğitim Bakanlığını yöneten zihniyet Meclis iradesini yok sayarak "Hazırladık, mecbur onaylayacaklar." düşüncesiyle teklif kanuna dönüşmüş gibi paylaşımlar yaptı. Bakın, bu, sadece Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili değil, 2018 sonrası yasama pratiğinin dokusuna işlemiş bir yanlış uygulama olarak karşımızda durmakta. Bakanlıkların deneyimini, birikimini, ihtiyaçlarını kanun teklifine içermekle ilgili bir sorun yok ancak yasama kalitesi açısından bu önemli bir hata. Bunu hep birlikte iyi görmemiz lazım ancak yasamanın, bakanlığının gönderdiklerini onaylayan bir pozisyona düşürülmesi de Meclis iradesinin gasbı niteliğindedir. Öncelikle bu yönteme bu anlamda son vermemiz gerekiyor. Yoksa gerekli bilgiler edinilebilir, tabii ki alınabilir görüşler, bu anlamda katkılar alınır ama sizler getirirken bu teklifi daha önce "Kesinlikle bu ayrılacak, yasama ile yürütme." derken bugün bu şekilde bir faaliyet yürütülmesi de Meclis iradesinin gasbı niteliği taşıyor. Paketin geliş usulüyle ilgili kuvvetler ayrılığını ihlal eden bu sorunu özellikle vurgulayarak konuşmama başlamak istedim.

Değerli milletvekilleri, parasal üst sınır gibi bir dizi teknik düzenlemenin yanında -defaatle de bahsedildi- Soyadı Kanunu gibi, ormanlara cezaevi yapılmasının önünün açılması gibi bunları içeren bir teklif metni var karşımızda. Teklifte önemli sayıda maddeye baktığımızda, ilgili maddelerle ilgili daha önce verilmiş Anayasa Mahkemesi kararlarını yasama yoluyla işlevsizleştirmek amaçlanmış. Dokuzuncu yargı paketinin de aslında ruhu tam olarak budur, Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasından Meclis yoluyla dolanmak. Biraz önce bahsettim. Meclis iradesinin gasbı da Anayasa Mahkemesi kararlarını yok sayan anlayış da aynı sorunun sonucudur: Kuvvetler ayrılığı ilkesinin paramparça edilmesi. Tek adam rejiminin, yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkileri dizayn ederken kuvvetler ayrılığı ilkesinden uzaklaşmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Karşımızda denge denetleme mekanizmaları zayıflamış bir rejim var. Bu rejimin inşası için Meclisin yetkisizleştirilmesi gerekiyordu ve yaşanan durum da şu an tam da bu.

Şöyle bir baktığımız zaman teklif metnine, birden fazla baronun bulunduğu illerde baroya verilecek adli yardım ödeneğinin miktarını 2 no.lu barolar lehine düzenleyen 3'üncü maddesi; tek hâkimle görülen iptal, tam yargı ve vergi davalarındaki parasal sınırın güncellenmesine yönelik değişiklik yapan 5'inci maddesi; hâkim savcı yardımcılığı mülakatına, kadroya alınacak personelin 2 katı kadar aday yerine 1 kat fazla aday çağırmayı düzenleyen 9'uncu maddesi; adalet müfettişlerinin görevlerini yeniden düzenleyen 10'uncu maddesi ve 8/10/1956 tarihine kadar kamulaştırılmış sayılan taşınmazların maliklerinin haklarını düzenleyen 14'üncü maddesi ve tabii ki kadının soyadını düzenleyen 15'inci maddesi; baba olduğunu iddia eden kişinin soy bağının reddi davası açabilmesini şartına bağlayan 18'inci maddesi; madde 31 ve 33'teki ihtiyari ve zorunlu ara buluculuk düzenlemeleri, devlet ormanlarında adli hizmet tesisi ve cezaevi yapımını düzenleyen geçici madde 1'in üçüncü fıkrası; bütün bu maddeler ya açıkça Anayasa'ya veya anayasal ilkelere ya da Anayasa Mahkemesinin güncel kararlarına aykırılık taşımakta.

Bakın, bu basit bir usul tartışması değil. Ülkemizde iktidar eliyle dayatılan anayasasızlaştırma sürecinin giderek derinleşmesi. Bu anayasasızlaştırma süreci, bütün demokratik birikimimizin ne yazık ki köküne de kibrit suyu dökmektedir. Türkiye'de epeydir yürütme anayasal olarak denetlenmiyor, iktidarı Anayasa'ya uymaya zorlayacak yegâne devlet gücü yine iktidarın çizdiği sınırlar içinde hareket etmeye zorlanıyor, bu sınırları zorladığında da aldığı kararlara uyulmuyor; Can Atalay kararında olduğu gibi.

Sonuç olarak: Anayasa'nın fiilen geçersizleştirildiği bir siyasi düzen içindeyiz. Bu süreç aynı zamanda Anayasa'dan aldığı güçle yürütmeyi toplum adına sınırlama, denetleme ve en önemlisi temel hak ve özgürlükleri iktidarın keyfî ve aşırı güç kullanımlarına karşı koruma yetkisi olan en yüksek yargı organlarının fiilî tasfiye sürecidir. Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasından Meclisteki çoğunluğa dayanarak dönmeyi hedefleyen bu paket de bu sürecin bir parçasıdır.

Tek tek maddeler hakkında da ayrıca görüşlerimi belirteceğim.

Saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum.