| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri a) Türkiye Büyük Millet Meclisi b) Sayıştay Başkanlığı c) Cumhurbaşkanlığı ç) Kamu Denetçiliği Kurumu d) Başbakanlık e) Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı f) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği g) Diyanet İşleri Başkanlığı h) Türkiye İnsan Hakları Kurumu ı) Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü i) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 26 .01.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye demokrasisinin en önemli kurumlarının bütçesini görüşüyoruz. Bugün görüştüğümüz kurumlar, Türkiye demokrasisinin temel taşlarıdır.
Bütçe şudur: Bütçe, bir kuruma faaliyetleri dolayısıyla halkın vergilerinden para aktarmak demektir. Şimdi, ben buradaki şu konuşmalara baktım, gerçekten bu bir bütçe konuşması değil. Bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı yemeklerden, mobil uygulamalardan bahsediyor. Yasamanın düştüğü durum ortada. Sayıştay Başkanı anlatıyor, Sayıştayın düştüğü durum ortada. Boğazına kadar yolsuzluklara batmış bir ülkede ombudsman 15 milyon lira para istiyor. Şu dört kurum var ya, Sayıştay, yasama organı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ombudsman, kör kuruş almamalı. Çünkü, ben yasamanın bir üyesiyim, faaliyetlerimizi göremiyoruz. Cumhurbaşkanlığı ise görevi olmayan işleri yaptığı için de para almamalı çünkü bütün kurumlar kapandı, bir tek Cumhurbaşkanlığına emanet edilmiş bir ülkede yaşamaya başladık. Fiilen bütün yetki Beştepe'de. Şimdi, bu demokrasinin temel kurumlarına faaliyetleri dolayısıyla para aktarılacaksa, Türkiye demokrasisinin durumuna çok ana başlıklarıyla bakmak zorundayız. Birincisi, demokrasinin temeli kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı. Detaylandıracak vaktim yok. Yasama organının durumu ortada, yürütmenin durumu ortada, yargının durumu ortada. Hepsi tekelleşti, bir tek güç odağına döndü. Halkımıza sesimizi duyurabileceğimiz basının durumu ortada; fiilî saldırılardan baskılara, RTÜK baskısından TRT'nin durumuna kadar basın özgürlüğü diye bir şeyden bu ülkede söz etmek mümkün değil. Fiilî bir tek adam yönetimine geçtik, fiilî; herkesin, bütün kamu yöneticilerinin, yasama üyelerinin, yargının, iş adamlarının ne diyeceğini beklediği, zulmünden çekindiği, baskısından çekindiği fiilî bir tek adam yönetimine geçtik. Baskı ve otoriterlik kol geziyor, görülmemiş düzeyde bir baskı ve otoriterlik var. Belki oradan görünmüyor, matematiksel yüzde 49'dan görünmüyor ama buradaki yüzde 51 bu ülkede kendini çok dışlanmış, ötekileştirilmiş ve baskı altında hissediyor. Birbirimize benzemeyebiliriz ama hepimiz sizden çok temel konularda şikâyetçiyiz, çok temel konularda şikâyetçiyiz. Demokrasi sandığa indirgendi. Sandık demokraside çok önemlidir ama nasıl çok önemlidir? Eşit, adil, rekabetçi, özgür bir seçim varsa sandık çok önemlidir. Bugün bu ülkede var mı? Muhalefetin sesini duyuracağı basın baskı altına alınmış ve bizimle konuşmaya bile korkuyorlar. Tarafsız Cumhurbaşkanı, devletin başı, yetki olarak en yetkili makam, tarafsızlığını yitirmiş durumda, muhalefet partilerinin genel başkanıyla hakaretamiz tartışmalar içerisine giriyor. Devletin bütün kurumları, bir parti devleti, devlet partisi hâlinde, seçimlerde başarısız çıkalım ve iktidar başarılı çıksın diye faaliyet gösteriyor. Sosyal yardımlar tehdit unsuru olarak kullanılıyor. Bir anda, 7 Haziran sonrasında bu ülkenin iç barışında neler olduğunu, bombaların patlatıldığını, insanların nasıl korkutulduğunu biliyoruz. Onun için her zaman söylüyorum, bu yüzde 49 oy adil, eşit, rekabetçi bir ortamda alınmamıştır, alınmamıştır, bu durum budur bu ülkede.
Peki, sonuçta ne oldu? Eğitimde durumumuz ortada -bakanlıklarda anlatacağız- çevremiz mahvolmuş durumda, adalet bitti, sağlık, işte görüyorsunuz, insanlar paralarını bile ödeyemez hâle geldi. Ekonominin, ne kadar rakamları süslerseniz süsleyin, kur artarsa başka bir şey diyorsunuz falan filan, yapısal sorunları var ve görülmemiş bir krize doğru ilerliyoruz, görülmemiş bir krize doğru ilerliyoruz. Uyarıyoruz, bunu istediğimiz için değil, bu krizin mağduru olacağımız için uyarmaya çalışıyoruz. Dış politikada yapayalnız bir ülkeyiz. İşte en son bugün Cenevre örneğinde görüyorsunuz, yapayalnız kalmış bir ülke hâline geldik.
Bundan çok daha kötüsü, bu ülkede birlikte yaşama iradesi azalıyor. Bakın, çok önemli bir durum var, bu ülkede birlikte yaşama iradesi azalıyor. Güneydoğudaki olayları görüyoruz, sağlıklı bilgi alamadığımızı düşünüyoruz. O güneydoğuda görev yapan asker, polis, bunlar da bizim çocuklarımız, orada can veren Kürtler de bizim çocuklarımız. Biz aynı halkın binlerce yıl birlikte yaşamış çocuklarıyız, canımız yanıyor. Bir de göremediğiniz batı tarafı var. Yani, elde silah olmamasına rağmen birlikte yaşama iradesinin son derece azaldığı, gettolaşmanın başladığı, komşuların bile birbirine siyasal tercihler dolayısıyla "merhaba", "günaydın" veya "selamünaleyküm" derken artık imtina ettiği ve bir millet olmanın, bir halk olmanın en önemli şeyi olan birlikte yaşama iradesi yok oluyor değerli arkadaşlar. Çatışma ortamı yayılıyor ve korkarım, bu çatışma ortamı sosyal çatışma olarak artarak da devam edecek.
Gelelim Türkiye Büyük Millet Meclisine. Sayın Başkan burada anlattı; yemekler, mobil uygulamalar... Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisini yok ettiniz. Nasıl yok ettiniz biliyor musunuz? Birincisi: Bizim denetim yetkimizi elimizden aldınız. Anayasa, karşıdaki partiye bu ülkeyi yönetme yetkisi vermiş "Yüzde 49 oyun var, yüzde 100'ünü yönet." diye; bana da denetim yetkisi vermiş "Nasıl yönetiyor bir denetle bakalım." diye. Nasıl denetleyeceğim? Yanınızdaki Sayıştay Başkanı kendini özgür hissedecek, denetçiler özgür hissedecek, sizden, Cumhurbaşkanından, Başbakandan, yandaş medyadan korkmadan bakanlıklarda, Mecliste, kurumlarda, bizim vergi aktardığımız kurumlarda ne olduğuna bakacak, raporunu yazacak. O rapor buraya gelecek, ben o rapor üzerine eleştiri getireceğim, iktidar partisi de kendi savunmasını yapacak "Şu yanlış anlaşılmıştır, şu olmuştur, bu olmuştur." diye. Siz onu yok ettiniz, siz o raporların gelmemesini sağladınız, benim Anayasa'dan gelen yetkimi elimden aldınız. Bunu illa askerlerin yapması gerekmiyor, darbe dediğiniz, baskı dediğiniz, faşizm dediğiniz, otoriterlik dediğiniz böyle bir şey. İşte Sayıştay yetkisinin olmaması...
Bakın, size bir soru önergesi verdim, ben soru önergesi yazmışım. Birkaç tanesini okuyayım soru önergesinden: Hükûmetinizin son seçimlerde verdiği vaatlerin enflasyon etkisi yaratacağını söylemişim, hazinenin aşırı borçlanması etki yaratarak fiyatlar genel seviyesini artıracak demişim.
BAŞKAN - Son cümleleri de önemli onların tabii.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Son cümleler de çok önemli, evet. Alttaki böyle...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Önünüzde, metni verdiğim için, zaman gitmesin diye arkadaşlar... Böyle bir şey değil. Ben 30 tane, fotokopiye de acırım. 30 tane metni dağıttım size.
MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Çok masumane gösteriyorsunuz, o açıdan söylüyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Lütfen, lütfen, bakın...
HAMZA DAĞ (İzmir) - Hepsini okuyun.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - O zaman ek süre versinler.
Bakın, bu şeylere bakın, Rusya'nın gazı. Siz bu benim sorumu bakanlığa gitmeden geri göndermişsiniz. Neymiş, istişareymiş de, kişisel görüşlermiş de... Sayın Başkan, ben bürokrattım. Bize bir soru geldi Hazine Müsteşarlığında, milletvekili sormuş "KİT'ler arpalık mıdır?" Biz gittik amirlerimize, "Efendim, böyle bir soruya nasıl cevap vereceğiz?" dedim. O da müsteşarımıza ve bakanımıza gitti. Bakan şunu söylemiş: "O soruyu soran bir milletvekilidir, detaylı cevap vereceksiniz." Sizin ne hakkınız var ya benim yetkimi elimden almaya? İşte darbe böyle bir şey. Bakın, soru soruyoruz, madem buna bakıyorsunuz, ben Enerji Bakanına soruyorum: "Doğal gaz boru hatlarının yapımında şu, şu yolsuzluklar var mı?" "AK PARTİ şöyle, AK PARTİ böyle." diye dalga geçerek bir cevap gönderiyor, ona da bakın, o cevabı alın geri gönderin, milletvekili size bunu sormamış deyin ama siz bunu yapmıyorsunuz çünkü taraflısınız tıpkı bizim Komisyon Başkanı gibi. Oysa bulunduğunuz pozisyon tarafsız. Ne zaman siyaseten bir şey söylesem Komisyon Başkanı müdahale ediyor. Oysa o orada Meclis Başkanı gibi tarafsız oturmak zorunda. Müdahalelerin oradan olması gerekiyor; onların yetkisini alıyor elinden, onlar işlevsizleşiyor. Normalde Hükûmeti savunması gereken orada 25 tane üye var. Herkes birbirinin işini yapmaya başladı.
Sayın Başkan, yasama kalitesi çok düştü, korkunç düştü. Ben yine söylüyorum, ben burada genç bürokrat olarak bulundum. Öyle maddeler geliyor... Ya, torba yasada Tarım Bakanlığı var, askerler var, asgari ücret var; her biri ayrı bir konuyu, bu milletin hayatını ilgilendiren ayrı bir konuyu ilgilendiriyor, her birine kendi konsepti içinde bakmak lazım. Muhalefet aşağıda on beş dakika konuşmasın diye bir yasama bu kadar kalitesiz hâle getirilmez. Örneklendirmeyeyim bürokratların verdiği cevapları, buradaki tartışmaları, geçen maddeleri.
Sayın Başkan, niye Türkiye Büyük Millet Meclisi Televizyonu kapalı? Bu kadar kendinizden eminseniz saat yediden sonra halk sizin ne yaptığınızı bilsin orada ya. Bu kadar kendinizden eminsiniz, süper bir iktidar olduğunuzu düşünüyorsunuz -siz de onun bir parçasısınız, tarafsız falan değilsiniz- açın yediden sonra televizyonu "Ne kötü bir muhalefet varmış ya, nasıl frenliyormuş meğer bu insanlar." diye görsünler. Niye açmıyorsunuz? Bu TRT'ye ben vergi veriyorum, buradaki yüzde 51'in seçmeni vergi veriyor, siz onu kapatasınız diye verilmiyor vergi. Her gün Atatürk'e hakaret ediyorlar o Türkiye Büyük Millet Meclisi Televizyonunda. Oysa ki Atatürk bu ülkenin minimum yüzde 85'inin ortak değeridir, her gün hakaret edilmektedir orada.
İBRAHİM AYDIN (Antalya) - Nerede?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Açın...
Ya, bakın, süremi alıyorsunuz. Anlatırım, tek tek örneklerini açayım, "TRT Atatürk'e hakaret" diye Google'a yaz, çıkacaktır.
Sayın Başkan, şu Türkiye Büyük Millet Meclisi binası gözümüzün önünde pazarlık usulü ihaleyle, bir sürü yolsuzluk iddiasıyla, yapanların ihaleye fesat karıştırmaktan yargılandığı, yasaklandığı bir bina. Hadi bütün bir yol... Ya, şu çirkinliğe bir bakar mısınız? Bir şu içinde bulunduğumuz Meclis binasının estetiğine, zarafetine bakın, bir de yaptığınız şu TOKİ hastanesi binasına bakın. İşte, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki bariz bir şekilde farkı görmek istiyorsanız bakmanız için bir örnektir. Yüz yıl sonra da o bina orada duracak aynı Beyoğlu'nda yürürken gördüğünüz gibi. Son dönemlerde yapılanlara bakın, üç yüz yıl önce Osmanlı Dönemi'nde yapılanlara bakın.
Şimdi, Sayıştay Başkanı yargılamaya esas tespitleri buraya getirmiyor. Niye? Çünkü en önemli konular yargılamaya esas tespitler. Getirmek istediğini tahmin ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Kendi bürokrat kökenli ama siz izin vermiyorsunuz. Sizin partinizin...
BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, lütfen toparlayın.
Buyurun.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - ...grup başkan vekili dedi ya "Gelirse duman oluruz." Ya, gelsin, duman olun ki kimse yapmasın diye zaten bu işte, gelince duman olacaksınız zaten.
Şimdi geldik Cumhurbaşkanlığına. Cumhurbaşkanlığına kör kuruş verilmemelidir çünkü herkes Anayasa'ya göre faaliyet göstermek zorundadır. Anayasa'nın 101'inci maddesi "nitelikleri ve tarafsızlığı" diyor. Yemin etti Sayın Cumhurbaşkanı: "...üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." Arkadaşlar, bunu söylemek zorundayız. Biz bunu söylediğimiz için mutlu değiliz. Bu bir Anayasa hükmü, bu bir yemin; "Buna uyacağım." dedi bizim huzurumuzda. Ben biliyordum tutmayacağını, girmedim yemine o yüzden. Fiilî başkanlık sistemi... Ya, parlamenter rejim Anayasa'mızda var, fiilen bir şey yapamazsınız. Bakın, Davutoğlu diye birini kimse bilmiyor bile. Başbakan var ortada, her şey Cumhurbaşkanından... Bu, Anayasa'ya aykırı, böyle bir şey olmaz.
Hükûmet kurma yetkisini vermedi bu Cumhurbaşkanı bize. Ya, size ne kurarız kuramayız, bunu halk vermiş bize. Siz kim oluyorsunuz, ne sanıyorsunuz kendinizi? Nasıl vermezsiniz Hükûmet kurma yetkisini?
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Halkın vermediğini gördünüz sonunda, değil mi?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, rica ederim, hemşehriyiz. Yani gerçekten çok sert bir şey söylemek istemiyorum.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Gördünüz de onun için söylüyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Genel Sekreter, bu sarayın, hukuka aykırı olarak yapılan bu sarayın yapım maliyetinin 5,1 milyar dolar olduğu -teşrifat dâhil- bir bilgi geldi. Bu tip spekülasyonlar yapmak istemiyorum. Beştepe'de yapılan sarayın inşaat, teşrifat, diğer maliyetleri dâhil bedeli ne kadardır? Ayrıca Cumhurbaşkanlığı makamına alınan bir uçağın -İtalya'da çok ünlü bir moda şirketine yaptırılan- teşrifatı dâhil 1,1 milyar dolar olduğuna yönelik bir bilgi var. Bu bilgileri teyit amaçlı size soruyorum. Rakamlar nelerdir? Uçağa verilen para ne kadardır? Her şey dâhil, vergileri dâhil, saraya harcanan paralar ne kadardır?
Değerli arkadaşlar, bakın, demokrasinin en temel kurumları dedik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, lütfen toparlayalım.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamam Sayın Başkan.
Bu en temel kurumlar olarak sizler, siz yöneticiler bu demokrasinin yok edilmesinde hepiniz birer tuğla koydunuz. Memleketin mevcut hâlinde ekonomik koşullar, sosyolojik koşullar, dış politika koşulları çok kötü bir geleceğe doğru, 80-85 milyon insan olarak bir kötülüğe doğru gittiğimizi gösteriyor. Bu kötülük sonucunda elbette ki bunun hukuki sorumlulukları ortaya çıkacaktır. Bunu, arzulayarak, öfke duyarak, nefret duyarak söylemiyorum. Bu sonuçlar doğduğunda ben ve seçmenim bunun bedelini ödeyeceğimiz için durdurmaya çalışarak söylüyorum ve bu 80 milyon insanın başını belaya sokan 800 insandan bir kısmı da bu salonun içerisinde. Bu 80 milyon o duruma düştüğünde yani vatanı bölünme tehlikesi yaşadığında, birlikte yaşama iradesi ortadan kalktığında, dünyanın emperyal güçlerinin arasında, güç ilişkileri arasında sürekli gidip gelen, dengesiz, küçük düşürülmüş bir ülke hâline geldiğinde ve bunun sonuçları ortaya çıktığında bu halk bunun hukuki, siyasi ve fiilî hesabını soracaktır. Bu 800 kişi, şimdi hiç kimseye hiçbir şeyi duyurmayabilirsiniz ama o gün her şey duyulacak. Sizleri uyarıyorum "Hepiniz oradaydınız." diyeceğiz ama şunu istemiyorum: Ben bu acıyı yaşamak istemiyorum, ben topraklarımda kan görmek istemiyorum, ben aşırı borçlanmış, millî serveti yabancıların eline geçmiş, gelir dağılımı bozulmuş, bedbaht bir ülkede yaşamak istemiyorum. Sizin göreviniz, Anayasa'ya göre bizi yönetmektir. Anayasa'yı takmayız diyorsanız, Anayasa'yı dinlemiyoruz diyorsanız, bizim de o hakkımız elimizdedir.
BAŞKAN - Lütfen toparlayın.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hemen toparlayacağım Sayın Başkan.
Anayasa'ya göre yönetme hakkını elinizden aldınız ama şu an itibarıyla ne Anayasa'yı ne yasaları, hiçbir şeyi dinlemiyorsunuz ve bir düşman hukuku mantığıyla, sadece hukukun muhaliflere uygulanabileceğini düşünüyorsunuz. Bu mümkün değildir, bu tarihin hiçbir döneminde olmamıştır ve bunun sonucu iç çatışma, iç savaş ve acıdır.
Onun için, bir an önce ve sizler, kim ki sözünü dinletebiliyorsa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - ...gücün tek sahibi gördüğünüz, bize de dayatmaya çalıştığınız Recep Tayyip Erdoğan'la bu meseleyi konuşun; bunun sonu kötüdür.
Teşekkür ediyorum.