Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
Konu | : | YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar'ın, Türkiye'deki tıp eğitiminin sorunları, tıp eğitiminin YÖK zaviyesinden nasıl göründüğü ve çözüm önerileri hakkında sunumu |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 11 .06.2024 |
KAYIHAN PALA (Bursa) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Öncelikle size iki konuda teşekkür etmek isterim; birincisi, böylesine önemli bir konuda bu toplantıyı düzenlediğiniz için; ikincisi de adı vakıf olan ama aslında özel üniversite olan kavramı çok netlikle dile getirdiğiniz için. Çünkü buralar tamamen kâr maksimizasyonu için çalışan yerler, bir vakıf niteliği taşıyan yerler değil maalesef, bunu da söylemek isterim.
Şimdi, Değerli Başkanım, ben otuz yıl üniversitede çalıştıktan sonra geçen yıl -halk sağlığı profesörüyüm ben- üniversiteden emekli oldum, Uludağ Üniversitesinden. Uludağ Üniversitesinde benim emekli olduğum zamanki durum şuydu: Amfiler 200 kişilik, öğrenci sayısı 450. Aynı anda 3 tıp fakültesi; benim tıp fakültemin adı Bursa Uludağ, Sağlık Bakanlığının üniversitesine bağlı olan Bursa Tıp, ayrıca Yalova Tıbbın öğrencileri. 450 kişi her 3 sınıfta da -amfilerin hepsi, tekrar ediyorum- 200 kişilik olduğu için dekanlık bize "Tıp eğitiminde yoklama yapmayın." dedi. Uludağ Üniversitesindeki durum şudur: Ziraat Fakültesinde yoklama vardır, derslere devam etmeyenler devamsızlık nedeniyle sınıfta kalır ama Tıp Fakültesinde yoklama söz konusu değildir. Üstelik bu yalnızca kuramsal derslerle sınırlı da değil, anatomi laboratuvarından, diğer laboratuvarlardan örnek veririm.
Şimdi, benim birinci sorum Sayın YÖK Başkanına şudur: Bu durum birçok yerde var, siz de biliyorsunuz, neden böylesi bir duruma izin veriyorsunuz? Çünkü birazdan söyleyeceğiz, maalesef üzülerek söylüyorum, bu 128 tıp fakültesinin öğrenci almış olması -şimdi sayıyı tam hatırlayamıyorum ama- 76'sının şu anda mezun veriyor olması belki güzel bir şey olarak görünebilir özellikle OECD ülkeleri içerisinde nüfus başına en az hekim sayısı olan ülkemiz açısından ama biz burada niceliği ön plana çıkarıp niteliği bir kenara itecek olursak bu maalesef ciddi bir sıkıntı doğurur ki burada Sayın Başkana da şöyle bir şey söylemek isterim; sunumunuzda bu samimiyetle bizim aslında dile getireceğimiz bazı kavramları dile getirdiniz, bunu da çok önemli buluyorum ama şöyle bir eksiklik görüyorum Sayın Başkan: Orada söylediğiniz, bazılarını bulunduğunuz pozisyon nedeniyle üstü kapalı geçtiğiniz o sorunları çözmek için ivedi olarak yasal düzenlemeler yapmak lazım. Hatırlarsanız biz burada son kanun teklifini konuşurken, özellikle üniversite öğretim üyelerinin Sağlık Bakanlığı hastanelerinde sözleşme yapmak zorunda kalmasının temel bilimler başta olmak üzere, bazı sıkıntılara yol açabileceğine vurgu yapmıştık ki bugün Sayın YÖK Başkanı da bizimle aynı şeyleri söylüyor. Dolayısıyla bu düzenlemeleri yaparken YÖK'ün ve ilgili kurumların bu süreçteki önerilerini de almak büyük önem taşıyor.
Burada sağlık emek gücü sürecinin planlama, yetiştirme ve istihdamdan oluştuğunu, yetiştirmeye gelmeden önce planlamanın çok büyük önem taşıdığını vurgulamak isterim. O yüzden size sormuştum, örneğin kamu tıp fakültelerinde öğretim üyesi başına 7'den biraz fazla öğrenci düşüyor. Uluslararası standartta bir sayı bu, haklısınız ama ben bazı fakülte özelliklerini biliyorum; temel bilimlerde bu 15'in üstünde, ağırlıklı olarak dâhilî ve cerrahi bilimlerde ve şu gerçeği de söylemekten çekinmeyelim, siz de bunu üstü kapalı söylediniz: Yalnızca vakıf tıp fakültelerinde değil, kamu tıp fakültelerinde de -Sayın Rektörüm de birazdan sanırım söylediğimi doğrulayacaktır- ağırlıklı olarak öğretim üyeleri hizmetle uğraşır hâle geldiler. Dolayısıyla 1 öğretim üyesine 7 öğrencinin düşmesi uluslararası standartta görünüyor ama yine, kendi fakültemden örnek vereyim; biz 6'ncı sınıf stajında öğrencilerle konuşurken genel bir öğretim üyesi değerlendirmesi de yaparız, bizim fakültemizde hiç karşılaşmadığı -öğretim üyesi olan ama öğretim üyesi olarak istihdam edilen, işte örneğin cerrahi branşlarda- bazı hekimler var, eğitimde hiç karşılaşmamışlar. Dolayısıyla UÇEP çok önemli, oluşturulmasında biz de görev aldık ama açık söyleyeyim Sayın Başkan, sizden farklı düşündüğüm konu şu: UÇEP konusunda bu 128 fakültenin aynı standartta olduğu kanısında değilim, bunun çok somut örnekleri var. Dolayısıyla sizin orada bunu buraya yükseltmek konusundaki çabalarınızı önemli buluyorum ama bu çabaları ivedi olarak hayata geçirmek gerekir ki -Sayın Başkanın açılış konuşmasında söylediği- bizim mezun ettiğimiz her hekimin gerçekten hekimlik öğretisi konusunda hem bilgi hem beceri hem de tutum açısından standardı yakalamış olmasından emin olalım, aksi hâlde, burada ciddi bir problemin varlığını söylememiz gerekir.
Hiç değinmediniz ama ikinci sorum şu olsun benim size: Bu, akademik yükseltmelerle ilgili değişiklik nereden icap etmiştir? Bakın, şu anda doğru düzgün yabancı dil bilmesine gerek olmadan, yayınlarını kendisinin yapıp yapmadığını bilmediğimiz ve "kolokyum" dediğimiz bir yüz yüze görüşmenin iptal edilmesi nedeniyle yalnızca dosya gönderip doçent olanlar var. İzin verirseniz çok kısa bir örnek anlatayım. Bir dosya önüme geldi, bir doçentlik dosyası. Kişi, iki yıl önce uzman olmuş, iki yılda 22 tane uluslararası yayın yapmış ki halk sağlığında iki yılda 22 tane uluslararası yayın yapmak çok zor bir şeydir. O yayınları tek tek incelediğimde 7 tanesinde etik ihlal buldum; 1 tanesinde örneğin Orta Anadolu'da bir üniversiteden VAP'tan bir proje alınmış, proje başvurusunda kişinin ismi yok ama makalede var. Ayrıntıları geçiyorum, herkes ne dediğimi anlayacaktır. Başvurdum, Üniversitelerarası Kurul dedi ki: "Tamam, biz bu etik ihlali inceleyeceğiz." Üç ay sonra Üniversitelerarası Kuruldan bir yanıt geldi: "Hiçbirinde etik ihlal bulunmamıştır ve siz jüri üyeliğinden alındınız." Dolayısıyla bizim bu akademik yükseltmeleri de kalite bakımından çok önemli bir noktaya getirmemiz gerekir. Hem yabancı dil bilme zorunluluğu hem yayınların kalitesinin bu birtakım bilimle bağdaşmayan dergilerde olmamış olmasına özen gösterilmesi -ki son birkaç yıldır burada bir çaba olduğunu ben de görüyorum- hem de bu kolokyumun tekrar gündeme getirilmesi... Çünkü "öğretim üyesi" dediğimiz kişinin hem eğitim hem araştırma hem de hizmet sunumunda başat bir rol üstlenmesi gerektiğini hiçbir şekilde arka plana atmamalıyız. Aksi hâlde bakın, şöyle bir tehdide vurgu yapmak isterim Sayın Başkan: Biliyorsunuz, Covid-19 pandemisi sırasında Amerika'da şöyle bir araştırma yapıldı, yapay zekâya tomografileri incelettiler, bir de radyoloji uzmanlarının incelemesiyle karşılaştırdılar ve görüldü ki yapay zekânın bulguları radyoloji uzmanlarının bulgularından daha iyi; o araştırma sonucunu söylüyorum. Şimdi, bu ayrıca tartışılabilir ama eğer biz tıp eğitimindeki usta-çırak ilişkisini daha sürdürülebilir kılmazsak, daha ön plana çıkarmazsak bir süre sonra yapay zekânın uygulamaları tıp eğitimi branşlarındaki birçok alanı ortadan kaldırmak zorunda kalacak ve maalesef ki hastasının gözüne bakmayan, ona dokunmayan, onun derdini anlamayan teknokrat diyebileceğimiz bir hekim mezunlarıyla karşı karşıya kalacağız. Açıkçası, ben bunun hem hekimlere hem de hastalara çok ciddi bir haksızlık olacağı kanısındayım.
Bu arada, Sağlık Bakanlığından gelen yetkililere de sormak isterim -Sayın Bakanın geleceği bilgisi verilmişti bana ama yok, gerçi bugün kendisini de göreceğim, ona da sorarım- biliyorsunuz, iki hafta kadar önce Sayın Bakan bir açıklama yaptı, dedi ki: Dört yıl içerisinde şu andaki mevcut uzman sayımızı 2 katına çıkaracağız. Gerçekten planlama açısından bu doğru bir strateji mi tartışmamız gerekir çünkü bakın, iyi işleyen sistemlerde uzmanların rolü kadar birinci basamaktaki hekimlerin de rolü çok önemlidir. Bugün Türkiye'de biz randevu alamamakla ilgili bir problemi tartışıyorsak burada Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın kışkırtılmış talebini ve insanların herhangi bir eleme sürecinden geçmeksizin, sevk zinciri olmaksızın örneğin tıp fakültesine doğrudan başvurabilmesini tartışmalıyız.
Bu bağlamda, uzman sayısına da özellikle dikkat çekmek isterim çünkü yine aynı Sağlık Bakanlığı -Bakanlık yetkilileri bilecektir- bundan on yıl kadar önce "Sağlık İnsan Gücü Planlaması 2023" diye bir kitap yayınladı ve orada dediler ki: "Bizim ihtiyacımız 2023 yılı için 200 bin hekimdir." Bugün 200 bin hekimi geçmiş durumdayız. Şu anda 120 bin tıp fakültesi öğrencisi var, en kötü ihtimalle altı yıl içerisinde bu 200 bin 320 bine çıkacak demektir. Yılda 20 binin üstünde öğrenci alıyoruz ve giderek 14-15 bin, birkaç yıl içerisinde 20 bin hekim mezun edeceğiz. Gerçekten yani Sağlık Bakanlığının "Bizim ihtiyacımız bu kadar." dediği rakamın üstüne 120 bin hekim daha koyduğumuzda bunları nasıl bir sistemde istihdam edeceğimizi de tartışmamız gerekir.
Sayın Başkan "65 yaş artacak." dediniz, gerçekten artıyor, çok önemli ama ben burada geriatri alanında bir düzenlemeye ilişkin bir eksiklik görüyorum. Bu konuda acaba bir düzenleme yaklaşımı var mı? Bunu da çok öğrenmek isterim.
Hekim ihtiyacı konusunda hekim ihtiyacının tek başına belli yaş gruplarındaki artışla ya da azalmayla değil başka dinamiklerle ilgili olduğunu da vurgulayalım. Örneğin, bugün Türkiye'de bir yurttaş yılda 10 defa hekime başvuruyor, OECD ortalaması 6, İsveç'te 3'ün altında. Şunu tartışmamız gerekir: Çok daha yaşlı nüfusu olan İsveç'e göre biz yılda 3 kat daha fazla neden hekime başvurmak zorunda kalıyoruz?
"Türkiye'de mezunlar açısından tıp eğitimine dair şüphe yoktur." dediniz, ben burada da sizinle farklı düşünüyorum. Bazı tıp fakültelerinden mezun olanlarla ilgili ciddi problem var. Bir örnek vereyim: Şimdi fakültenin adını vermem doğru olmaz ama siz de bileceksiniz, birkaç yıl öncesine kadar hiç pediyatri öğretim üyesiyle görüşmeden mezun olan tıp fakültesi öğrencileri var bu ülkede, bakın, hiç, eğitim boyunca, altı yıl boyunca; Sayın Rektörüm de belki başka bazı örnekler verebilir. Dolayısıyla, tıp fakültesi açarken gerçekten -UÇEP dâhil olmak üzere- bu kalite meselesini hiçbir zaman geri plana bırakmamamız gerekir.
Burada kayıtlara da girsin diye tekrar şunu vurgulama ihtiyacı duyuyorum: Vakıf üniversitelerinin kendi tıp fakülteleri olmadan öğrenci alabilmesi, yetiştirebilmesi meselesinde epeyce bir zaman kaybettik. Memnuniyetle duydum ki siz bazı sınırlamalar getirmişsiniz ama bunlar gecikmiş sınırlamalar, hiç olmazsa bundan ödün vermeden yürünmesi gerekir. Çünkü adı "vakıf" olan bu özel sektör hastaneleri -Sayın Bakanın Bakanken çok yerinde müdahale ettiği gibi- kamudan özele kaynak aktarmanın da bir aracı olarak karşımızda duruyor. Aynı şey, tıp fakülteleri öğrencilerinin parayla buralarda bulunmasıyla da karşımızda duruyor.
Bir başka mesele, şu performans meselesi. Maalesef, performansı yanlış tartışıyoruz. "Performans değerlemesi" dediğimiz sistem sağlık yönetiminde çok önemlidir, hepimiz bunun yanındayız ama ülkemizde "performansa dayalı ödeme" denilen sistem bir tür hizmet başı ödeme sistemidir; problem burada. Bizim performans değerlemesine ihtiyacımız var ama hizmet başı ödemenin sistemde yanlışlığını mutlaka dile getirmeliyiz.
Çok uzun konuşmamak için iki noktaya daha değinip bırakacağım Sayın Başkan. Birincisi: Zorunlu hizmet kaldırılmalıdır yani yalnızca bitiren kişinin kendi kamu üniversitesinde zorunlu hizmeti yapması değil; adı üstünde... Yani biraz hekimleri rahat bırakalım gerçekten. Tıp fakültesini bitir, zorunlu hizmet; ihtisası bitir, zorunlu hizmet; yan dal yap, zorunlu hizmet; bu, insan haklarına aykırı bir şey. Bırakalım şu zorunlu hizmeti -buradan çağrımızdır- tamamen kaldıralım ama eğer bir yerde hekim istihdamıyla ilgili bir problem varsa özendirici önlemleri konuşalım. Bırakalım insanlar ailelerinden ayrılmak zorunda kalmasınlar, çocuklarından ayrılmak zorunda kalmasınlar. Artık 12 Eylül darbesinin getirmiş olduğu bu meseleyi hiç olmazsa darbenin üstünden kırk yıl geçtikten sonra biz burada bitirmiş olalım.
Sayın Başkan, bir de birazdan arkadaşlarım daha ayrıntılı söyleyecekler ama vurgulama ihtiyacı duyuyorum çok fazla öğrenciden bize başvurulduğu için. Biliyorsunuz, tıp fakültesini dokuz yıl içinde bitirmek gerekiyor ama bazı öğrencilerimiz çeşitli sorunları nedeniyle bu dokuz yılda bitiremiyorlar. Somut bir örnek vereyim: Örneğin bir öğrencimiz -bunların sayısı fazla ama örnek olsun diye veriyorum- dokuz yılda yalnızca 5'inci sınıfı bitirebiliyor. Biliyorsunuz tıp fakültesinde 6'ncı sınıfta sınav yok, yalnızca staj var. Dokuz yılda 5'inci sınıfı bitirebildiği için bu öğrencimiz haziran ayının sonunda maalesef atılacak. Gelin bunlara bir olanak tanıyalım -sizin de sunumunuzda söylediğiniz gibi- bu çocuklar Türkiye'deki sınavlarda ilk yüzde 1,5'a; yüzde 2'ye giren çocuklar yani başarısızlıkları onların gerçekten başarısız öğrenci olmalarıyla ilgili değil; bazılarının ekonomik sorunları var, bazılarının ailevi sorunları var, üstünde pandeminin getirdiği ciddi bir yük var.
TUBA KÖKSAL (Kahramanmaraş) - Evet, üç sene etkiledi pandemi.
KAYIHAN PALA (Bursa) - Kesinlikle.
Dolayısıyla bunlara bir hak tanımak için, çok da zaman kaybetmeden -çünkü haziran sonu itibarıyla haklarını kaybedecekler- bir düzenleme yapılması gerektiğini de vurguluyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.