| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik'in, 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 16 .02.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli ve çok yorgun milletvekilleri, sayın bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin en önemli bakanlıklarından birinin bütçesi üzerine konuşuyoruz. Stratejik bir bakanlık 80 milyon insanı beslemek zorunda olduğumuzu düşünürsek. Gıda krizlerinin, gıda savaşları üzerine dünyada tartışmaların olduğu; sadece gıda üzerine değil, ilaç, enerji, tekstil, turizm boyutları olan, makroekonomik dengeleri etkileyen, göç ve kentleşme üzerinden Türkiye'nin bütün sorunlarıyla yakından ilgili bir bakanlıkla ilgili konuşuyoruz. Mesela İstanbul'daki konut sorunumuzun çok ciddi bir şeyinde tarım politikaları vardır. Soma'da mesela katledilen işçilerden kurtulanlar şunu demişti: "Biz çiftçiydik, aç kaldık, tarım bitti, en son kuş gribiyle tavuklarımızı aldılar, biz de madene indik." Bütün bu boyutlarıyla düşünmemiz gereken bir bakanlıkla ve politik süreçle karşı karşıyayız. Emperyalizmin en acımasız yönlerini gördüğümüz bir bakanlıkla karşı karşıyayız. Küçük çiftçinin büyük şirketlere, az gelişmiş ülkelerin de gelişmiş ülkelere ezdirildiği vahşi kapitalizmin en acımasız kurallarının işlediği bir sektör ve alanda konuşuyoruz.
Dünya Bankası, IMF, GATT, Avrupa Birliği, Dış Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla bu emperyalist politikalar bize dayatılmaktadır değerli arkadaşlar. Her konuda serbest rekabeti, güçlü olduğu ilişkilerde serbest ticareti savunan bu örgütler, gelişmiş ülkelerin tarımını korumak için aşırı korumacı yaklaşmaktadır. Ve bizim tip ülkelerde tarımsal destekleri kaldırmayla başlayarak bu emperyalist politikalar uygulanmaktadır. Bütün tarım bürokrasinden de rica ediyorum bu anlamda da bir bakarlarsa tarım politikalarına. Mesela "Ürün desteğini azaltalım, belirli bir vade kaldıralım, ticari alanda bakalım, ihracat desteklerini kaldıralım, koruma ve tarife dışı engelleri siz kaldırın." Ama kendileri asla kaldırmıyorlar. Bunlar, uluslararası kapitalizmin bizim gibi ülkelere dayattığı ve bunu da birtakım kurallara bağlayarak yeşerttiği alanlardır. Tarım teknolojileri üzerinden ezmeye çalışmaktadırlar. Bugün bizim ülkemize İsrail tohumlarının neler yaptığını gelecek nesillerde göreceğiz. İsrail tohumları üzerinden tarımı teslim etmenin boyutlarını da göreceğimizi, inşallah Allah o günleri göstermez ama böyle bir riske karşı uyarıyorum. Ve tarım tohum teknolojisi konusunda da en önemli adımların atılması gerektiğini, önemli bir çare aranması gerektiğini, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü üzerinden önemli işler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ve bu vahşi kapitalizm bir yanda böyle -deminden beri lisans depoculuğu kullanıyoruz- Batı medeniyetinde aşırı ürünler ve bu aşırı ürünlerin fiyatları kırmaması amacıyla... Mesela, Brezilya'da denize kahve dökülmesi, diğer tarafta ise Afrika'da açlıktan ölen çocuklar var. Bu vahşi kapitalizmin sonu da buraya gidiyor.
Bizim bunu en çok gördüğümüz, bu kapitalizmin Türkiye'deki en büyük yarasını gördüğümüz ürün şekerdir değerli arkadaşlar. Bizim sağlıklı, kaliteli, Anadolu insanının emeğine dayalı olan pancara dayalı şekerin nişasta bazlı şekerle mücadelesi, bizim için, hüzün verici bir tablodur. Nişasta bazlı şeker fruktoza dayanır, mısıra dayanır ve Amerika Birleşik Devletleri'nin en çok ürettiği üründür. Ve bütün nesillerde obezite ve kanser yarattığına yönelik çok önemli bulgular varken nedense bu bulgular hiç konuşulmaz, nişasta bazlı şekerin zararsız olduğuna yönelik bulgular toplumun gözünün önüne hep getirilir.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Avrupa'da nişasta bazlı şekerin kotası yüzde 1 ile yüzde 5 arasında değişmektedir. Ama bizim ülkemizde bu kota yüzde 10'dur, Şeker Kurumu tarafından uygulanan kota, kanunla verilmiş kota -ki bence Türkiye' de 2002 dönemini eleştireceksiniz en önemli çıkış yeriniz sizin Şeker Kanunu olmalı, doğru bin yerden eleştirmediğinizi düşünüyorum- yüzde 10 kota uygulamasıdır ve bu kotayı her yıl Bakanlar Kurulunun yüzde 50 artırma yetkisi vardır, bu yetkinin tamamı da kullanılmıştır. Yani Türkiye'de fiilen şeker kotası yüzde 15 olarak uygulanmaktadır ve ton olarak uygulanan bir kota -çünkü nişasta bazlı şeker ile şeker pancarını karşılaştırdığınızda onun 10 katı, 20 katı, 30 katı sonuç vermektedir-, yüzde 15 olarak uygulanmaktadır. Ve her sene yargı o yüzde 5 artırılmasını iptal ediyor, her sene iptal ediyor ama karar, öncesinde alınmış olduğu için de geçmişe yürüyemiyor. Peki, bu yüzde 15 kota artırılınca ne oluyor? Şeker pancarı çiftçisinin, üreticisinin, dağıtıcısının, fabrika işçisinin yani bütün ezilenlerin belini bu şirketler kırıyor. Hangi şirketler kırıyor? Yabancı şirketler. Amerikan Cargill şirketi. Tarım topraklarımıza fabrika yapılmasına girmiyorum bile. Amerikan Cargill şirketi dünyanın devidir ve bizim gözümüzün önünde bizim çiftçimizi, bizim köylümüzü ezmektedir ve o kadar ezmektedir ki... Şeker Kurumu Türkiye'nin politikalarını belirlemektedir. Şeker Kurulunun 7 üyesinden 1 tanesi Cargill şirketinin Genel Müdürüdür yani Amerikan Cargill şirketinin Genel Müdürü Muzaffer Sayınataç Türkiye'deki şeker politikalarını belirleyen Şeker Kurulunun 7 üyesinden biridir.
Sayın Bakan, burası müstemleke bir memleket değil, bu şekerle alakalı Türkiye'de hiç mi yerli adam kalmadı da biz Amerikan şirketinin genel müdürünü getiriyoruz da kendi Şeker Kurumumuza üye yapıyoruz? Ve biz ne yapıyoruz? Şeker fabrikalarını kapatıyoruz, binlerce işçiyi sokakta bırakıyoruz ve aynı zamanda bunların hepsi de gelişmekte olan yerler. Kars gibi, Tokat gibi ezilen illerimizde. Biz bir yandan burada istihdamı artıracak diye uğraşırken diğer yandan kendi tarım sektörümüzü öldürmek pahasına şeker politikalarını bitiriyoruz. Niye? Cargill şirketi uğruna. Biz kendi topraklarımızda bu şirketlerin politikaları yüzünden kota uyguluyoruz, şeker pancarı ekemiyoruz, yani milyonlarca insanın, birkaç milyon insanın hayatıyla oynuyoruz. İşte emperyalizm böyle bir şeydir. Hani, hep emperyalizmden şikâyet ediyoruz ya, eğer biz bu olayın emperyalist boyutunu göremezsek, nesillerimizin nasıl zehirlendiğini ve yabancı şirketlerin nasıl zengin edildiğini göremezsek müstemleke bir memleket hâline geliriz. Ve üzülerek söylüyorum, şeker konusunda müstemleke bir memleket tavrını göstermekteyiz.
Maliyetler çok yüksekmiş. Devlet eliyle maliyetleri düşürmek zorundayız. Her konuda çok zengin devletsek niye şeker fabrikasında şeker işçilerine karşı zengin devlet olamıyoruz? Çünkü bu insanları yoksullaştırdığımızda bir süre sonra yoksulluk politikası çerçevesinde bunlara para vermek zorunda kalacaksınız. Oysa üretimin içerisinde tutabiliriz.
Hepimiz "Zeytin, fındık, incir, çay gibi millî ve stratejik ürünleri aman şöyle koruyalım, aman böyle koruyalım..." diyoruz. Nasıl koruyacağız, bunu düşünelim arkadaşlar? Öyle "Koruyalım." demekle... Çünkü biz diyeceğiz ki: Siz korumuyorsunuz. İktidar diyecek ki: "Aman şöyle koruyoruz." Ama sonuçta alandaki durum ortada.
Zeytinlikleri korumuyoruz, Soma'daki durum ortada, termik santrallere nasıl kurban ettiğimizi... Termik santrallerin teknolojisi değişir, maliyetler düşer, alternatif enerjiler çıkar ama dokuz yüz yıllık, bin yıllık zeytin ağacı var ve biz zeytin üzerinden beslenme kültürünü bile henüz oluşturamadık. Bakın, Türkiye'de bir türkü getirildi 1950'li yıllardan sonra, tarımı teslim ettiğimiz yıllardır: "Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman" Hayır, bu ülke zeytinyağlı yer, basma fistan giyer. Amerikan mısırı yemez, Amerikan kaputu giymezlerdi. Bakın, bu kadar derinlere işlemiş bir politikayla karşı karşıyayız değerli arkadaşlar.
Şimdi, bir tane çay şirketi çıkmış, bir de şunu söylüyor: "En son teslim olduk Türk çayına." Ya, sen sonuna kadar İngilizsin, Osmanlı Bankası ne kadar yerliyse sen de o kadar yerlisin. Ama bize bakın nasıl kültürel kodlar veriyorlar, ürünlerimizle alakalı neler söylüyorlar bize? Çay gibi önemli bir üründe...
Şimdi, bakıyoruz, peki ne yapacağız biz fındık konusunda, zeytinyağı konusunda? Ya, tekel olduğumuz ürünlerde arzı kısıtlamadığınız sürece fiyatlar artmıyor. Arzı nasıl kısıtlayacaksınız? O zaman yoksullara kömür dağıtacağınıza -ki bir sürü yolsuzluk olduğunu anlattım- okullarda fındık dağıtın, zeytinyağı yemeyi özendirin, incir dağıtın; böylece ücretsiz aldığınız o kısımla, yoksula dağıttığınız o kısımla arzı kısarsınız, uluslararası piyasalarda fiyatı yükseltme şansınız olur. Hani "Muhalefet çözüm önermiyor." diyorsunuz ya, bunun üzerine veya benzer şeyler üzerine -vakit kalmıyor- konuşalım.
Tüketimi özendirin değerli arkadaşlar çünkü bizim her ürünümüz organik. Dünyanın en verimli topraklarında yaşıyoruz, Anadolu ve Mezopotamya dünyanın en verimli toprakları. Yani, zayıf bir kadının elinde zeytinyağı şişesi göstermesi gibi, sağlıklı nesillerin fındıkla özdeşleştirilmesi gibi tüketimin organik besinlerlen özdeşleştirmesi gibi bunlar üzerinden tüketimini özendirin.
Ve biz tarımımızı büyük şirketlere ve özellikle de yabancı büyük şirketlere teslim ediyoruz. Gıda üretimi ve dağıtımına bakın arkadaşlar. Sigara yabancıların elinde, tütün sektörü, yüzde 90; şekerin durumunu anlattım neler olduğunu; fındık, sayın vekilimiz anlattı, büyük firmanın nasıl yabancıların eline geçtiğini. Dağıtım; Migros'u, Kipa'sı, bilmem nesi şunu bunu, tamamıyla yabancıların eline geçmiş durumda. En çok gelir getiren kurumlar, tarım üzerinden gelir yaratacağımız kurumları yabancılara teslim etmiş durumdayız. Yabancılara toprak satıyoruz. Bu yabancılara toprak satımının "Yok bunlar toprağı sırtına alıp mı götürecek?" diye özendirilmesine ben ihanet gözüyle bakıyorum. Filistinliler de böyle toprak sattı, bugün geldikleri yeri görüyorsunuz. Trakya'ya gidin, bütün çiftçiler topraksız köylüler hâline gelmiştir. Büyük şirketler finansman zorluğu içine düşen topraksız köylülerin topraklarını satın almaktadır ve çoğu da yabancıdır, Çin Gelibolu'yu alıyor değerli arkadaşlar.
Ve "Azalan Maliyetler Kanunu" diye kapitalizmin temel bir kanunu var, üretim sisteminiz büyüdükçe Azalan Maliyetler Kanunu gereğince sizin maliyetiniz düşüyor, küçük çiftçinin maliyeti, üretimi artmadığı için düşmüyor. Bunun karşısında -hiç ön yargılı olmayın- köylüleri bir araya getirmemiz gerekiyor. Bunun adı "kooperatifleşme"dir. Kooperatifleşme aynı zamanda liberal felsefeye de uygundur. Borsayı niye kurdunuz? Borsa büyük şirketlerin hissedarlık oranlarına göre küçük...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız Sayın Erdoğdu.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Başkan, iki kere süre ver, başka almayayım, dün de konuşmadım, şunu bitireyim olur mu?
BAŞKAN - İki dakika mı vereyim?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Dört dakika verirsen çok iyi olur.
BAŞKAN - Peki.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Dün de konuşmadım onu da söyleyeyim.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu kooperatifleri özendirirsek... Çünkü burada ortak yatırım var. Mesela bir yerin yatırımı 2 milyon lira, tek çiftçi bunu alamıyor. Ya şirket olacak ya da bu köylülerden kooperatifleşme mantığı kuracağız. Bunun için en önemli şey finansman ve pazarlama çünkü şirketi kurmanız yetmiyor, işletebilmeniz lazım. Finansman boyutunda karşımızda Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası çıkıyor ama Ziraat Bankasının tarıma yönelik kredileri yüzde 6, yüzde 7. Bakmayın adının Ziraat Bankası olduğuna, üçüncü havalimanını finanse etti. Oysa Ziraat Bankası köylüyü, Halk Bankası da çiftçiyi, esnafı finanse edebilmeliydi; eğer başka amaçla başka banka kurulacaksa o amaçla kurulmalıydı.
Şimdi, ikinci şeye geldik: Pazarlama ve dağıtım ağları. İşte burada Tarım Bakanlığına ihtiyaç var. Kredi kooperatiflerini kurduktan sonra ve IPARD süreci de buna çok uygundur, IPARD'ın şartlarına bakın; eğimi yüksek yerlere fazla kredi verir, ortak sayısını özendirir, kadınların içinde olmasını özendirir. Yani Avrupa Birliği kendisine uyguladığı şeyde ne yazık ki birçok... IPARD sürecinde bu kooperatifleşme özendirilmektedir değerli arkadaşlar. Ayrıca, IPARD'a iller girsin diyorsunuz, onun bir de Avrupa boyutu var, ortak karar veriyoruz ve şimdi herkes çok övünerek anlatıyor, birçok fonu da kullanamadık orada, kurumlarını oluşturulamaması gibi bir sürü teknik sebebi var ama.
En son en kısa zamanı -bu kadar önemli konuyu anlattıktan sonra- yolsuzluklara ayırıyorum. Değerli arkadaşlar, üç konuda yolsuzluk konusu sıkıntılıdır: İmtiyaz, izin ve ruhsatlarda, kamu iktisadi teşebbüslerinde ve alınan ihalelerde gerçekten sıkıntılar var.
Sayın Bakan, Atatürk Orman Çiftliğinin durumunu özel olarak takip ediyoruz. 80 milyon insanın en büyük hassasiyetidir, Atatürk'ün vasiyetine ve Atatürk'ün hatırasına saygısızlık etmemek lazım. Yapılan işlemleri görüyoruz, bu doğru bir şey değil, bu günler geçer ama bu halk bunu unutmaz. Kendi kurucusu, kendisine vatan bırakan, bir sürü hakaret eden çıkıyor ama 80 milyonun ortak değeridir Mustafa Kemal Atatürk. Atatürk Orman Çiftliğine atadığınız adamların nelere bulaştığını biliyorum ama buraya bu konuyu getirmeyeceğim. Son derece rahatsızım; alım satımına karıştıran şeyler, kurumun düşürüldüğü hâller.
Diğer bir mesele: Bu Ürdün merkezli Hijazi firması. Bu Hijazi firmasının sahipliği konusunda ciddi şüphelerimiz vardır bizim. Bu Hijazi firması bütün besicilerimizi öldüren bir hâle gelmiştir. Yapılan canlı hayvan ithalatında pazarlık usulü ihalenin ne işi var? Üstelik şartnamede yapılan tanımlara bakıyorsunuz, Avrupa'dan hayvanın gelmesinin bir sürü uluslararası boyutu var. Şartname çıkıyor başkasının getirme şansı yok, sadece önceden bilenler getirilebilir ve şartnamede özel firma tarifine yönelik şeyler olduğunu ve sözleşmeden sonra da bazı şeylerin -kur farkı ödenmesi gibi- değişmesi nedeniyle son derece rahatsızız.
Pirinç spekülasyonun hangi firma üzerinden yapıldığını eminim soruşturmayla tespit edeceksiniz ama bu yolsuzluklar bile tarımın genel hâli konusunda ikincil hâle gelmiştir. Sadece bunları yakından takip ettiğimizi... İşte, bu Toprak Mahsulleri Ofisindeki o Dreyfus şirketlerinin bilmem ne, ithalatı konusunda son derece rahatsız olduğumuzu ama ilk yapmamız gerekenin, ilkesel olarak kendi çiftçimizi, kendi köylümüzü, kendi besicimizi korumamız gerektiğini düşüyorum.
Bütçemizin yerli çiftçilerimize, yerli köylülerimize, yerli insanımıza hayırlar getirmesini diliyor, saygılarla selamlıyorum.