| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Gelir Vergisi Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı(1/517) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 13 .01.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ben genelde en naif ses tonumla konuşmaya çalışıyorum.
Bak, şimdi, başarı şöyle bir şey: Eğer bizim 3 tane bakanımızın evinde adam boyu ayakkabı kutularıyla para bulunsaydı partiyi kapatırlardı, çok büyük ihtimalle genel merkezimiz yakılırdı. Ben söylüyorum, Türkiye'de olacakları söylüyorum, bu sosyolojik altyapıyı bana anlattırma. Hani, "Başarısızlığına bilmem ne arıyorsunuz." falan filan, böyle bir şey yok. Ben niye bunların olduğuna... Dünyanın neresinde olursa olsun bunun sonucu buna varırdı. Bu olmasın diye ne yapıldı? İşte, medyaya baskı, hukuka baskı, özgürlüklerin ortadan kaldırılması, bir iç şeytanlaştırma, bir dış düşman etkisi; bunlar faşizmde olur. Bakın, bunları biz boşuna demiyoruz. Ne olur, bir kere tarafsız gözle Hitler'i okuyun, "Mein Kampf" (Kavgam) kitabını okuyun, yazarlara ne yapılmış, kim ne yapmış falan filan, bir okuyun; ondan sonra "Yok, siz haksızsınız, benzerlikler yok." deyin bize.
Ben şunu anlatmaya çalışıyorum: Şu ülkede şu koşullar altında demokratik bir rekabet yoktur. Benim kendi görüşüme göre, şahsi görüşüme göre bu demokratik rekabet koşulları olmadığı zamanda baskı ve zulüm rejimleri meşrulaştırılmamalıdır, bu benim kişisel görüşüm. Bu noktaya doğru hızla geliyorum ve yalnız olmadığımı da düşünüyorum. Şimdi, gelecekte -bu parantezi açtığınız için söyleyeyim- yarın öbür gün referandumda da benzer şeyler olacak. Türkiye'nin kaderiyle alakalı bir konuda bütün devlet imkânları bu kötü koşullarda, bu medya koşullarında, bilmem nede olacak, sonucunu bilemiyorum, buna rağmen de şey yapmaya çalışacağız. Sonucu da beş sene sonrasını da çok hayırlı görmüyorum.
Geldim, yine, şeyden konuşmaya, bu muhtar meselesi üzerinde konuştum.
Çalışanların doğuma bağlı izin ve haklarının güçlendirilmesini destekliyoruz çünkü kadınların pozitif ayrımcılığa tabi tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Demin Sayın Bakan laf arasında şeyi söyledi. Yani "istihdamda tutmak" derken çok haklar verildiğinde istihdamın dışına itilme şeyinden bahsettiniz biraz. Kadınlara bu şeyler verildiğinde "istihdamın içinde tutmak" derken bunu kastettiğinizi anlıyorum ben. Hani, mesela bu sosyal haklar genişletildiğinde istihdam içinde kalamama sorunu veya kadın istihdamı isteğinin azalması mı kastınızdı?
BAŞKAN - Buyurun Bakanım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Yok.
MUSA ÇAM (İzmir) - Ama hedef o yani.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Tabii, buradaki problem şu: Şimdi, bunlar çok insani ve olması gerekenler; Türkiye bu noktaya geldi ve bunu bugün sağlıyor. Bunu sağlayınca bir istihdam boşluğunun oluşmaması da gerekir; birincisi bu.
İkincisi: Bir üretim boşluğunun oluşmaması gerekir.
Bir üçüncüsü...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - "İstihdam boşluğu"yla kastınız nedir?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Şöyle, istihdam boşluğundan kastım şu: Diyelim ki altı ay çalışmadı, diyelim ki beş yıl çalışmadı, yarı zamanlı. Peki, bu nasıl telafi edilecek, bu nasıl sağlanacak? Bu dengeyi sağlayabilmek için başka bir çalışma biçimi devreye girecek. Bu, üç şey sağlar: Bir, çalışanın güvence içerisinde olmasını sağlar ve devam etmesini sağlar; ikincisi, üretimin devam etmesini sağlar; üç, artı istihdam oluşturur.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Size bir tavsiyede bulunabilir miyim haddim olmayarak? Yani, şey...
Bakın, yaptığımız bu ve bütün diğer düzenlemelerde... Şu başında anlattığım mesele vardı ya, teknolojinin yarattığı işsizlik meselesi... Bakın, emeklilik yaşını düşürün, çalışma saatlerini düşürün ki yarın öbür gün... Çünkü bu işsizliği bu teknolojik gidişte ve bu ülke ekonomisinde yenmeniz mümkün değil. Tek şansınız var: Bir, emeklilik yaşını düşürmelisiniz; iki, çalışma saatlerini düşürmelisiniz ki o aynı üretim seviyesinde iş oranı artsın. Bunun...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Böyle bir şey yok.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Süleyman Bey, emin olun, ben dünyanın birçok okulunda ve en iyi okulunda, en iyi hocalardan ders almış bir adamım.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Aykut Bey, ben de size bir şey söyleyeyim: Benim hayatım, yaklaşık otuz yıldır, gelecek bilimleri üzerine kafa yorarak geçiriyor. Dünyada hiçbir ülke yok ki şu anda emekliliği düşürerek istihdama çare üretebilsin. Yani insan refahı, insan odaklı yaşam biçimi hepimizin arzusudur ama bu mümkün değil. 77 ya şu anda Türkiye'de, bu daha da artacak.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Süleyman Bey, bir konu...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bir saniye...
Kansere çare bulanacak, sağlıklı yaşam için birçok aktivite ortaya çıkacak. Bu önümüzdeki yıllarda sadece şu rakam hepimizin zihnini meşgul etsin. 2075 yılında Türkiye'de 65 yaş üzeri nüfus yüzde 27'nin üzeri olacak. Biz buna nasıl bir aktif-pasif dengesi, nasıl sosyal güvenlikte bir gelir-gider dengesi oluşturabiliriz? Yani dediğiniz doğru olabilir, bu sizin kendi görüşünüzdür ama bu yürütülebilir ve sürdürülebilir bir şey değil. Tam da Türkiye bunu geçmişte denedi. Keşke denemeseydik de geçmiş dönemde yaşadığımız krizlerle karşı karşıya kalmasaydık. Bu krizlerin bugün hep beraber bedelini ödüyoruz. Siz de ödüyorsunuz, biz de ödüyoruz, karşı karşıya kaldığımız millet de ödüyor. Bu sürdürülebilir bir şey değildir. Keşke olsa, keşke herkes çalışsa. Bizim de hedefimiz o. 2023'te yüzde 5 işsizlikle ilgili bir iddia ortaya koyuyoruz. Zaten vatandaş da buna göre değerlendiriyor.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Üç şey söyleyeceğim.
Bir: Mevcut paradigmaya... Şimdi, konuştuğunuz her şey mevcut paradigma. Ben size gelecekten bahsediyorum. Mevcut paradigma, bütün ulusları teslim alan vahşi kapitalist paradigma. Tam dediğim budur işte, tam bu meseledir. Yani işte, biz bununla nasıl yaparız? Çünkü şey içerisinde düşünüyorsunuz.
İkincisi, ona "Popülasyon projeksiyonları." denir, nüfus projeksiyonları. Ama orada ihmal edilen bir şey vardır, onu dünyanın birkaç adamı söyler. "Üstü teknoloji" alfayla gösterilir. Yani 2075 yılında hangi teknoloji ve hangi üretimde olacağınızı biliyor musunuz? 65 yaşındaki insanlara kim bakacak diyorsunuz. O zamanki teknolojiyi tasavvur edebiliyor musunuz? Veya şöyle söyleyeyim: 1960'tan baktığınızda 2015'te dokunarak hareket ettireceğiniz telefon olacağını biliyor muydunuz? Onun için, size ben burada şunu çok özür dileyerek söylüyorum: Bu bir geleceğin felsefesidir, bu sizi mevcut paradigmadan kurtarma yaklaşımıdır. Mevcut paradigma şunu söylüyor, diyor ki: "Aslında bu mevcut paradigma da 1800'lü yılların paradigması. Siz de biliyorsunuz, Malthus denen bir adam var. "Bunların nüfusun azaltın. Emekçiler kendi nüfuslarını azaltırlar." diye. Zaten bir sonraki maddede de bunu görüyoruz. Birinci çocuğa iki ay, ikinci çocuğa dört ay, üçüncü çocuğa altı ay. Hiçbir şeyi yok üç çocuk politikasından başka. Yani ilk çocuğunu doğurmuş genç bir anne iki ay izin alacak, üçüncü çocuğunu doğurmuş tecrübeli bir anne altı ay izin alacak. İstihdam açısından da tecrübeli bir işçi olarak da bakabilirsiniz.
Evet, yandaki bürokrat size bir tüyo verdi. Siz şimdi buyurun efendim, bu golü atmaya çalışın, ben de size röveşatayla geri çevireyim.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Siz bu arada tatlınızı yiyin.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Afiyet olsun.
Çünkü bu nüfus zor bir dersti, popülasyon projeksiyonları. Orada hocamın söylediği en önemli şeydi "Üzeri alfa, teknolojinin ne olacağı belli olmaz." diye. Şimdi geldik, diyorum ya, bu kanun maddesinde bu ikişer aylık dönemleri böyle zekice formüle ettiğinizi sanıyorsunuz. Alanda göreceksiniz yani bunun formüle edilmemesi gerektiğini.
İkincisi: Bakın, işsizliği çözemememizin sebebi, Türkiye işçi sınıfının ezilmesinin sebebi, Türkiye işçi sınıfının açlıkla tecrübe edilmesidir. Bu ne demektir, biliyor musunuz? Herhangi bir patron, en kötü koşullarda çalıştırdığı işçinin ikamesini dakikasında bulabilmektedir. Soma'da diyor ya "Çalışmıyorsan dışarıda bin tane adam bekliyor." diye. Peki bunu nasıl halledeceğiz? Emin olun şu anlattığım o kadar önemli bir şey. Bunu nasıl halledeceğiz?
Yani Türkiye işçi sınıfının işsizlikle test edilmesi sorununu önce bir anlatayım, şöyle bir şey: Şimdi, bu üç çocuk politikası var ya, uyguladığınız üç çocuk politikası; o üç çocuk başka üç çocuğun açlıkla tecrübe edilmesinin bir yolu olacak. Çünkü büyüme oranları son derece düşük, nüfus artış oranlarınız son derece yüksek ve siz bir istihdam yaratamayacaksınız. Bugün asgari ücreti bu kadar yaptık diyorsunuz ya, bir sürü kayıt dışı istihdam olacak. Çünkü 800 liraya çalışmaya hazır on binlerce insan sokaklarda bekliyor. Siz bunu iki şekilde bozuyorsunuz; bir, bu nüfus politikanızla bozuyorsunuz, bundan daha tehlikeli olanı da işçi ithal ediyorsunuz. Nasıl yapıyorsunuz bunu? Suriyeliler. Suriyelilerin normalde uluslararası hukuka göre belirli kamplarda olması lazım -başımızın üstünde, insani koşullarda yaşaması gerekiyor- ama Suriye'den gelen o mazlum insanlar Türkiye'nin kalitesiz ekonomisine en ucuz hammadde olarak görülüyor. Hatta kendini öldürecek can yeleklerini yaparken Suriyeli çocukların nasıl çalıştırıldığı olarak şey yapıyor. Bu ne yapıyor? Zaten beli kırılmış Türkiye işçi sınıfına açlıkla mücadele eden, savaştan kaçmış yeni rakipler getiriyorsunuz. Şimdi çalışma izni vermeyi düşünüyorsunuz. Niye? Rekabeti böyle artıracaksınız. O kadar niteliksiz bir ekonomimiz var ki sayenizde, yaratıcı düzeyi o kadar düşük ki sadece iş gücüyle mücadele edebiliyor. Yani işçinin kanı üzerinden ne kadar şey yapılabilirse o kadar bizim ekonomimiz rekabet ediyor. Madenlerde gördük.
Hiç kimse madenlerin niye teknolojik olmadığını, madenlerden makineleşmeye niye gidilmediğini, bu yatırımların niye yapılmadığını sormadı. Madenlerimiz batıyormuş çünkü asgari ücret bilmem ne olmuş diye. Oysa başka ülkelerde 10 kat ücret vermesine rağmen, o madenlerin bizden daha verimli olduğunu -hatta ısı değerleri de hemen hemen aynı- ve bizim onu ithal ettiğimiz gördük. Hiç kimse maden patronlarına gıkını çıkaramadı. Biz çıkardık ama maden patronları da ne yaptı? Maden işçilerini aldılar... Benim, maden işçisini savunmaya çalışıyorum çünkü benim kutsalım. Benim, maden işçisi deyince kemiklerim sızlıyor. O maden işçisini benim dediğim şeyler aleyhine yürüttüler. Sermaye bu hâle gelmiş. İşçi sınıfını lümpenleştirip proletaryayı kendi vekiline karşı yürüttüler. Bu hâle geldi Türkiye. Bunun ağır sonuçları olacak, bunun çok ağır sonuçları olacak.
Eğer bunu yapmaya devam ederseniz yani bu nüfus politikası ve bu çalışma politikasıyla işsizlik sorununu çözemezsiniz. Daha fazla acı ortaya çıkar. Size tavsiyem şu: Emeklilik yaşını düşürün, çalışma saatlerini kısaltın. Bu size geleceğin tavsiyesidir ve dünya buna gidecek, hiç merak etmeyin. Çünkü siz daha bunu konuşmuyorsunuz ama postmodern gerçeklikler diye yani geleceğin ötesinde gerçeklikler diye konuşuluyor ve bu kapitalizmin kalelerinde konuşuluyor çünkü biz haklıyız, biz tarihsel gerçeklik olarak haklıyız. IMF'te, Dünya Bankasında, Chase Manhattan'da bunlar konuşuluyor, Piketty'yi konuşuyorlar, Zizek konuşuluyor. Çünkü dünya böyle dönmüyor. Dönmediğini de önce onlar anlayacaklar, sonra siz. Biz de diyoruz ki bunu erkenden görelim.
Yemde ve gübrede katma değerin kaldırılması doğru bir adımdır, Türkiye'deki tarım meselesinde doğru katkılar sağlar. Ama aynı zamanda Türkiye'deki bireysel tarıma yani büyük şirket tarımından daha öte bireysel tarıma yönelik ileri adımlar atılması gerekiyor.
Basit usulde vergilendirilen esnafın belirli bir tutara kadar olan kazançlarından vergi alınmaması: Çok önemli bir şey anlatacağım size bu konuyla alakalı. Değerli arkadaşlar, yine söylüyorum, iki büyük mükellef var, iki tip mükellef tipi var: Bir, bu basit usul, küçük vergiler, bilmem ne; bir de büyük mükellefler, en büyük mükellefler. Bu büyük mükellefler vergi vermiyor değerli arkadaşlar. Hani ilk 500 açılandığında, ya deve yüküyle para kazandığınız adamların hiçbiri yok ki orada! Böyle kira mira gibi sabit işleri olanlar, birkaç tane, böyle, çok düşük vergiler ödeniyor ya, sebebi şu: Bir, vergi mevzuatı, demin anlattım, hangi istisnalar sağlandı, iki, vergi uygulaması. Vergi uygulaması şu demek: Mesela vergide bir uzlaşma kurumu var. Uzlaşma şu demek: Seni yakaladılar, sonra getirdiler, raporu yazdılar, "Sen bu kadar vergi kaçırmışsın, bu kadar da cezası var." Maliyeciyle karşı karşıya geçiyorsun. Bu maliyeciler küçük esnafın ana parasının yüzde 65'ini almışlar, büyük mükellefler var ya -büyük mükellefler dediğim de, havuzcular da içinde olan en büyük mükelleflerden bahsediyorum- onların asıl parasını yüzde 10'a indirmişler, asıl asıl! Yani yüzde 90'ını silmişler vergi aslının. Ceza zaten ortada yok. Onun için, burada böyle insanlara şirin görünen, "Geniş halk yığınlarına şöyle bir vergi düzenlemesi yaptık..." Şu vergi düzenlemesinde devletin bütün masrafları sadece bir tane şirket, adını da vereyim Mehmet Cengiz'in silinen vergisi kadar devlete maliyeti yoktur. Ben söylemeyeyim, açın Maliye Bakanına 620 milyon liralık vergisini silip silmediğini sorun, hatta Sayıştayla bu yüzden niye kapışıldığını sorun, Sayıştayın niye belinin kırılmasında bu uzlaşma komisyonlarını sorun. Diğer şirketlerin hepsi de ihaleler alan büyük şirketler, vergileri silinen.
Yani, şurada biz halkın gözünü boyuyoruz ya, bir tane işlemde silindi. Hatta o işlemden sonra bu iş adamı gidip kendine 90 trilyonluk Falcon FX -şimdi daha çok oldu, o zaman 45 milyon dolar civarındaydı- buradan New York'a kesintisiz uçabilen ikinci uçağını almıştı. Şimdi biz burada insanları şey yapmak için yemde verginin kaldırılması, yeni iş kuranlara muafiyet uygulanması... Bu, Türkiye'deki sınıfsal gerçekliği değiştirmiyor. Bu, Türkiye'deki ezilenlerin derdine bir çare olmuyor. Evet, bir adımdır, bunu takdir ediyor ve destekliyoruz ama bir değişiklik yaratmıyor.
Şimdi geldik, Karayolları Genel Müdürlüğü. Sayın Bakan, rica etsem sorabilir misiniz veya çünkü biz diyoruz ya torba yasa... Keşke Ulaştırma Bakanı olsaydı. Arkadaşlar, OGS varken HGS'ye niye ihtiyaç duyduk? Şimdi, biz Boğaz Köprüsü'ne bir giriyoruz, böyle 100 kilometreyle giden arabalar birbirinin yanında, böyle sanki bir film sahnesi gibi. İnsanlar canını atarak OGS'ciler bu tarafa, HGS'ciler bu tarafa diye yüklenip gidiyoruz. Niye?
SEYİT TORUN (Ordu) - Ordu'dan hiç geçemiyorsunuz.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Oradan hiç geçemiyoruz, orada çok ceza yazıyorlar.
Niye, biliyor musunuz? Şimdi Ulaştırma Bakanı burada olsaydı, konuyla ilgili PTT Genel Müdürü de burada olsaydı ben diyecektim ki: HGS ihalesini nasıl yaptınız? Onlar cevap vermeyecekti ama ben cevabı vereyim: Pazarlık usulü ihale yaptılar. Pazarlık usulü ihale ne demek? Pazarlık usulü ihale şu demek: Açık ihale yaptığınızda herkes giriyor ya, pazarlık usulü ihalede...Yani yolsuzluğa en uygun ihale, pazarlık usulü ihale. Ona o zaman 30 trilyon para verildi, biz "Olmaz." dedik. Ben daha önce KİT Komisyonundaydım orada konuşuldu bu işler. Ya OGS var. Ondan sonra kurulan sistem çalışmadı, plakaları okuyamadı. Bir sürü de paralar ödendi, manuel işlemler yapılıyor. Şimdi, bakın, o yolsuzluk çuvalladı bu noktaya geldi. Orada can veren insanlar vardır muhakkak. Çünkü bizim İstanbul'da sürekli hayatımız tehlikeye giriyor, OGS, HGS... Oysa tek bir sistem... OGS'yi de ASELSAN veya HAVELSAN yapmıştı bildiğim kadarıyla.
Şimdi, geldik bunların uyguladığı cezalara yani berbat bir iş yaptık, o berbat bir işi de burada kanun yaparak düzeltmeye çalışıyoruz. Berbat bir işi, torba kanun gibi berbat bir kanunda, yine berbat bir maddeyle düzeltmeye çalışıyoruz.
Ilısu Barajı: Ya arkadaşlar bu Hasankeyf... Yapmayın, etmeyin! Hasankeyf belediye midir bu arada? Başkanı burada mı mesela Hasankeyf Belediyesinin Başkanı? Belediyedir. Hasankeyf Belediyesinden kimse var mı acaba Sayın Başkan?
BAŞKAN - Soralım müsaade ederseniz. Siz buyurun, devam edin ben sorduruyorum.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şimdi, Hasankeyf'in koordinatlarını kanunla bir yere taşıyoruz biz nakliye şirketi olarak. Hasankeyf'i şuradan niye taşıyoruz biliyor musunuz? Ilısu Barajı... Bunun da baraj ihalesini anlatırım da hiç anlatmayacağım. Onu anlattım, bir baraj dediğiniz... Bakın eskiden çok zordu bu işler. Hani o Cumhuriyet Dönemi'ne şey yapıyorsunuz ya, kazma kürekle yapılırken zordu, şimdi teknoloji çok basitleşti. İstediğiniz kadar barajı artık üç boyutlu printerla yapıyorlar Sayın Bakan. Hani biz böyle çok geliştik ya, böyle bir tane uzun kol var, baraj print ediyor yani. Bu düzeye geldik ama Hasankeyf'i print edemezsiniz. Hasankeyf'i bir kere mahvettiğinizde, hani "Böyle sanatın içine tüküreyim." veya "Böyle kültürün içine tüküreyim." deniliyor ya, böyle gidersek hiçbir yara varamayız. Bu Hasankeyf'i korumak zorundayız. Eğer Hasankeyf'le alakalı bir şey olacaksa İçişleri Komisyonu olur, Hasankeyf Belediyesi olur, Hasankeyf Kaymakamlığı olur, yörede bilmem ne varsa olur. Otururlar buraları konuşurlar. Torba kanunun içine koyduğunuz bir hükümle bir ilçeyi ve Hasankeyf gibi tarihî bir ilçeyi, barajın altında bıraktığınız bir ilçeyi bir yerlere taşıyorsunuz.
Bu işin sonu iyi değil ama zaten yaşadığımız günler de iyi değil. "Daha kötü ne olabilir?" diye ben bazen gece yatarken düşünüyorum. Herhâlde, bilmiyorum, rekor yani dünya liderliği var ya, onu da tattıracağınızı düşünüyorum.
Teşekkür ederim.