KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, usul tartışmasında belirttiğimiz üzere, torba yasa, İç Tüzük'e, kanun yapma tekniğine, Anayasa'ya ve demokratik ilkelere aykırı bir yasa ve bu torba yasanın geneli üzerinde konuşmak durumundayız. Yani biraz evvel Genel Kuruldan arkadaşlar aradı, aşağıda kanun görüşülecek, bizim nüfus cüzdanlarını konuşmuştuk ya, hiç kimse anlamamış, milletvekilleri bize soruyor, "Bu niye böyle oldu?", "Şu niye şöyle oldu?", "Onun burada ne işi var?" falan filan diye. Biz de bir yandan bu konuşmalara hazırlanırken bir yandan da aşağıdaki milletvekillerimizi bilgilendirmeye çalışıyoruz. İşte küçük küçük yani bu kadar küçük, şu kadar küçük; Martı Fletcher var ya, Martı Fletcher, hani meşhur "Martı" romanı diyor ki: "O kadar küçük küçük gitti ki bir baktı kilometrelerce olmuş." İşte bu küçük küçük hatalar birleşip çok büyük bir hata oluyor. Yine bir torba kanun...

İlk bakıyoruz, emekli olduktan sonra BAĞ-KUR kapsamında çalışmaya devam eden esnafın emekli aylıklarından kesilen sosyal güvenlik destek primi kesintisinin kaldırılması. Tamam, çok güzel; biz de bunu söyledik ama önce buna bir makro bilgi verelim de yani bütün bu düzenlemeyi ilgilendiren. Millî gelir temelde iki grup arasında bölüşülür. Bunun birisi emektir, çalışanlardır, bu doktor çalışan da olabilir, fabrika işçisi de olabilir, bankada veznedar olabilir, buradaki memurlar olabilir, çalışandır, ücretli çalışandır; diğeri de sermayedir, biriktirdiği sermayeden kâr eden insanlar. David Ricardo buna bir de toprak sahiplerini koyuyor ama artık toprak sahipliği de bir nevi sermaye sahipliği ilişkisinde ağırlıklı yer aldığı için iki grup var millî geliri alan: Emekçiler, sermaye sahipleri. Son otuz yılda dünyada bir trend var, emekçilerden sürekli alan sermaye sahiplerine aktaran bir süreç var. Buna, herkes kendi siyasal disiplini içerisinde, kimisi "faizci düzen" diyor kimisi -kendi disiplininde söylüyorum- "Siyonist düzen" diyor, bizler "vahşi kapitalizm" diyoruz hatta son dönemde ben buna "katil kapitalizm" de diyorum çünkü bu vahşi kapitalizmin ne kadar çok işçi canı aldığını görüyoruz. Bir katil kapitalist süreç var. Bu süreç şunu söyler, bunun teorisi de şunu söyler: Mevcut düzen devam ettiği sürece sermaye sürekli büyüyecek, ayrıca bu sermayenin kendi iç ilişkileri dolayısıyla da sermaye sürekli tekelleşecek. Yani artık dünyanın bütün varlıkları ağırlıklı olarak birkaç ailenin eline geçecek. Bunu söyleyenleri bir zaman çok dövdüler, çok işkence ettiler, astılar ama söyledikleri gerçek oldu çünkü bu tarihsel bir gerçekliktir. Tarihsel gerçeklik de şudur: Tarihte zaman aktığı sürece bu da böyle gidecek demektir. Onun için, buna geçici direnişler olur. Ben sizin için söylemiyorum hani, siz bir ülkede bir partisiniz, ben küresel bir şey söylüyorum, kaybetmeye de mahkûmdur bunlar. Tarihsel gerçeklik böyle olur ve dünyanın bu anlamda gidişine baktığınızda da kaybetmeye başladılar. Ama dünyada bu teoriye bir şey eklendi. Bu şey şu demek: Eskiden makineleşme olarak var olan bir şey ağırlık gündeme çıktı, teknoloji artışı. Şimdi hepimiz kutsuyoruz, teknoloji artıyor, süper, dokunmatik cep telefonlarımız var, robotlar çalışıyor, bilmem ne oluyor ama bunun bir zararı ortaya çıkmaya başladı. Eskiden insanlar tarafından kol gücüyle, kas gücüyle, beyin gücüyle yapılan işlemler makinelerle yapılmaya başlayınca dünyada insan istihdamında bir eksiklik çıktı, yani artık eskisi kadar insan yok üretim yapabilmek için, o kadar insana ihtiyaç duymuyor, robot yapıyor otomobil fabrikalarında. Ama bu neyi getiriyor peşinde? Bu robotların yaptığı otomobilleri insanların alması gerekiyor. Bir taraftan insanlar işsizleştiriyor teknolojiyle, diğer taraftan işsizleştirilen bu insanlara yönelik de bir pazar açılması gerekiyor. İşte bunun için de dünyanın bulduğu basit çözüm, kötü çözüm sosyal yardımlar, siz de uyguluyorsunuz ya.

Bir de size, iktidar parti milletvekillerine bir ipucu vereyim: İşsizlikle ilgili konuştuklarından şu konuştuğum felsefeyi anlayabilirse, anlatabilirsem bunu, siz anlatabilirsiniz; dünyada teknolojinin gelişmesi işsizliği artırmaktadır. Artırılan işsizler, açlık kitlesi yaratmasın diye de sosyal yardımlarla uyuşturulmaktadır. Ama, bu, çok fazla giden bir duruma gelmedi. Şimdi, bu düzenlemeye baktığınızda BAĞ-KUR'lu çalışmaya devam eder, emekli olmuş, geçinemiyor ve çalışmaya devam ediyor. Yüzde 15 kesinti vardı, bu kesintiyi kaldırıyorsunuz. Genç işsizler ne olacak? Bununla ilgili bir vizyon var mı? İşsizlikle alakalı matematiksel verileri çok konuşabiliriz. İşsizliği azaltmanın iki yolu vardır: Ya üretimi artırırsınız ya çeşitlendirirsiniz. Şimdi ben, Türkiye'ye baktığımda üretim artırma... Üretimi, sadece yol imalatından sandığımız bir ekonomik sistem üzerine gidiyoruz. İnşaat, maşallah inşaat, inşallah inşaat. Peki, bu inşaatın geleceğe yönelik bir katkısı var mı? Evet altyapıda katkı sağlar ama harcadığınız kaynak, kirlettiğiniz doğa, verdiğiniz emek geleceğe çok az bir katkı sağlar. Peki, sizin bu kadar borçlu hâle getirdiğiniz bir ekonomiyi kurtarmak için ne yapmanız lazım? İşte bu katma değeri yüksek dediğiniz üretimi yapmanız lazım. Katma değeri yüksek dediğimiz üretim nedir?

Herkesin diline pelesenk olmuş bir şey vardır inovasyon. İnovasyon, deyince olan bir şey değil, bir sürü altyapısal koşulları var ama en önemli altyapısal koşulu özgürlüktür. Bugün, mesela şu hepimizin bir asgari ücret verip aldığı telefon var ya, bir garajda üretilmiştir; çapulcu diye aşağılanan bu insanlar bir garajda oturmuş ve bu teknolojiyi üretmiştir. Bunu bir markayı şey yapmak istemem ama şu üzerindeki yarım elma var ya, ısırılmış elmanın, onun sanatsal dizaynından marka değerine kadar yüzlerce hizmet görevlisi bunu dizayn etmiştir. Yani bir teknoloji bulmanız da yetmiyor, o teknolojiyi birleştirip yararlı bir ürün hâline getirmeniz gerekiyor, yararlı ürünü de pazarlayacak bir hâle getirmeniz gerekiyor yani satacak insanlar... Mesela ben o gün anlattım, şu suyu havada tutan bir teknoloji yapsam ben, hiçbir işe yaramaz yani su havada veya masada dursa hayatımızda bir şey fark ediyor mu? Ama şu suyu havada tutan bir teknolojiyi yapanın yarın öbür gün sürtünmeyi indirmiş, sıfırlaştırmış bir ulaşım aracını yani sürtünmeyen bir metro hattını yaptığını düşünün ve ne kadar büyük bir enerji tasarrufu olacağını düşünün. Bunlar hayatı değiştiriyor. Bunun için de yaratıcı zekâlar gerekiyor. İşte, yaratıcı zekâları neler öldürüyor? Bugün bir tane mafya lideri çıkmış diyor ya: "1.100 akademisyeni öldürüp kanlarında duş alacağız." Böyle bir adamın serbest gezdiği bir ülkede böyle bir yaratıcı düşünce gelişemez, ne yaparsanız yapın gelişemez. Altyapı yoktur; hukuk yoksa, özgürlük yoksa, bu tip adamlar sokakta kol geziyorsa bir yaratıcı düşünce olmuyor.

Onun için, baktığımda, çok üzülerek söylüyorum, ben kendimi Doğu toplumlarına ait olarak görüyorum. Ben bu anlamda bir Orta Doğu insanıyım ve ait olduğum coğrafyadaki insanların hâline bakıyorum ve kendi bölgemden sürekli o medeniyete doğru göç etmeye çalışan ve denizlerde boğulan insanları gördüğümde kahroluyorum. Çünkü bizleri, bizim gibi Orta Doğu toplumlarını yöneten insanların suçudur bu. Bizi bu hâle bu yöneten insanlar getirmiştir. Oysa bin yıl öncesine bakın, Bağdat medeniyetine bakın, Semerkant'a bakın, dünyada geldiğimiz yere bakınca hüzünle izliyorum. Şimdi, biz bunu Türkiye'de kurtarabilir miyiz? Çok zor, çok zor; mevcut koşullar altında çok zor, yargı bağımsız değilse çok zor, basın özgürlüğü yoksa çok zor, akademisyenlere "cahil" diyen bir Cumhurbaşkanıyla zor, çok zor ve biz 75 milyon insana... Şimdi burada bir şey var, 12 yıldır şu deniyor: "2002 yılında böyleydi, şurada şöyle oldu, 2002 yılında..."

Şimdi, Sayın Bakan da dedi ki: "Dünyanın 14'üncü büyük ekonomisiyiz." İşte, bir tartışma çıktı. Siz dünyanın 60'ıncı ekonomisiniz. Niye biliyor musunuz? Bir dünyanın ekonomisi toplam gelirle ölçülmez, kişi başına düşen millî gelirle ölçülür. Yoksa Hindistan Hollanda'dan daha iyi bir ülke çıkar, oysa Hollanda'nın nüfusu düşüktür. Bir ülkenin gelişmişliği kişi başına düşen millî gelirle ölçülür. Hatta böyle hesap yapacaksanız... Şimdi "tabelada geydirmek" diye bir şey vardır. Eskiden ben doğuya gittiğimde "tabelada geydirmek" şuydu: Yani rakam üzerinden oynayarak değiştirmek. Ne oldu? Dolar 3 lira oldu, millî gelirimiz 150 milyar dolar birden azaldı, hop satın alma gücü paritesine geçiverdik. Eskiden sürekli dolarla hesap yapıyorduk, hatta dolarla hesap yaparken de dolar enflasyonunu da işin içine koymuyorduk. Yapılan dolarlı hesaplarla yani millet de tabii herkes ekonomist değil ki dolar deyince sabit sanıyor...

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Aykut Bey, insani kalkınmışlık endeksini de kullanıyoruz. Suudi Arabistan 39, biz 72...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Demek ki Suudi Arabistan bizden daha iyi bir durumda. Bakın, şimdi, bizim sizinle anlaşamadığınız... Bakın, bizim bir ön yargımız yok, ne Suudi Arabistan'a var ne İsrail'e var ne başka bir şeye var; onun için biz "özgür akıl" diyoruz. Bizim kafamızda bir çıpa yok. Ama aynı Suudi Arabistan'da hâlâ kılıçla insanların boynunun vurulduğunu biliyoruz, kadınların araba kullan... Demek ki berbat bir durumdayız bu ülkeler...

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Bazen istatistiklerde çok fazla böyle...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ben bir sürü dış görevde bulunmuş bir adamım, uçaktan korkmama rağmen hasbelkader birçok ülkeye gitmiş ve böyle giderken de gidip orada ucuz alışveriş marketlerinden bir şeyler alıp değil -burada ne fark ediyor- trafiğinden gece kulüplerine kadar, ne bileyim oradaki yetimhanelerden hastanelerine kadar her şeye bakmaya çalışan, "Benim ülkem niye böyle?" diye dertlenen bir adamım. Kendi ülkeme baktığımda... Size bir şey söyleyeyim mi, mesela İran miran diye bir ara şey oluyordu, işte, "Mollalar İran'a." şudur budur. İran medeniyeti bizi şu an çok çok geçmiş durumda, biraz da sayenizde. Madem, bakın şöyle konuşacaksak -samimiyetle söylüyorum- biz dünyanın kötü ülkelerinden biri hâline geldik, kötü devletlerinden, aslında halkımız en kadim halklardan biri ama o kadar kötü yönetiliyoruz ki...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Neye bakarak söylüyorsunuz?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bir sürü karineye bakarak söylüyorum. Mesela neye bakarak söylüyorum, demin bir örnek verdim ya "Kanlarıyla duş alacağız." diyen bir adamın serbestçe gezmesine bakıyorum, bir taraftar grubu olan Çarşı'nın idamla yargılanırken, müebbetle yargılanırken IŞİD'in hâlâ bir terör örgütü olarak yargılanmamasına bakıyorum.

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - IŞİD terör örgütü olarak yargılanıyor bu ülkede, yapmayın.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bakın, o zaman...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Yani o söylediğiniz her kim ise siz de savcılığa gidip suç duyurusunda bulunabilirsiniz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bak güzel kardeşim, şimdiye kadar hep -bir şey söyleyeyim, özür dilerim- yanlış bir algı oluşturuyorsun. Ben bilmediğim bir şeyi söylemem. IŞİD mahkemece terör örgütü ne zaman kabul edildi? Yani bunlara girmek istemiyorum. Ben bir şeyi hata da yapmış... Yanlış algı oluşturuyorsun.

BAŞKAN - Sayın Erdoğdu'yu dinleyelim, sizlere de şimdi söz vereyim.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bakın, bir terör örgütü dediğiniz bu "FETÖ" diyorsunuz ya eskiden "ETÖ" diyordunuz, Ergenekon Terör Örgütü; kim bu, lideri, şeması, var mı IŞİD'le alakalı bir şey?

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - IŞİD'in ilk ortaya çıktığı anda IŞİD'i terör örgütü olarak tanıyan dünyadaki ilk ülkelerden bir tanesidir Türkiye.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yapma bak. Buna cevap vereyim mi?

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Yüzlerce insan bu sebepten dolayı, terör örgütü üyesi olmaktan hapishanelerde.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, bırakıldı, serbest bırakıldı arkadaş. Serbest bırakılan adam geldi Ankara'da bomba patlattı. Öbürü dedi ki: "Ben canlı bomba olacağım." Onu serbest bıraktılar. Kimler tutuklandı peki? Bunu anlatmaya çalışıyorum.

Bak, şimdi, bunun üzerine, en basit şeyler, en basit gerçeklikler üzerine bir şey anlatmaya çalışırken bu doğru bir savunma değil.

Bugün 1.100 akademisyen...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - İnsafsızlık yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Erdoğdu bitirsin, sizlere söz vereyim.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - 1.100 akademisyen vatana ihanetle suçlanıyor, her önüne gelen vatana ihanetle suçlanıyor. Yahu "Kanlarını akıtacağız ve kanlarında duş alacağız." diyor adam. Bunu siz kabul ediyor musunuz?

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Kabul edilebilir mi? Yapmayın.

MEHMET ŞÜKRÜ ERDİNÇ (Adana) - Yahu bunu söyleyen bir kişi ya. Kendini bilmez, densizin biri söylemiş. Bunun üzerinden herkesi aynı kefeye koyuyorsunuz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bakın, bir dakika...

BAŞKAN - Lütfen Sayın Erdoğdu, siz devam edin.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Şimdi, bakın, deminden beri anlatıyorum ya, bize hiçbir hakkımızı vermeyen bir Hükûmet gücü elinizde var. O adamı durdurmak, o adama bunları söyletmemek ve o 1.100 akademisyenin kanında duş alınmamasını sağlamak zorundasınız.

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Aykut Bey, bakın, bu ülkede yargı bağımsızlığından dem vuruyorsunuz ya, yargı, yargı, yargı, yani bakın, kuvvetler ayrılığı var bu ülkede. Az önce IŞİD'le ilgili söylediğinizde de böyle.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Peki, bu kuvvetler ayrılığı vardı da 17-25 Aralıkta ne oldu?

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Bakın...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Niye bu ayrı kuvvet mesela sizin, demin anlattım...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Bambaşka bir yere geldiniz Aykut Bey, IŞİD'i tartışıyoruz.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, bakın, şunu anlatmaya çalışıyorum...

ERKAN KANDEMİR (İstanbul) - Çok somut bir şekilde söylüyorum ben size, IŞİD'i -Türkiye'de yürütmenin yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Hükûmetin- dünyada ortaya çıktığı andan itibaren terör örgütü olarak ilk tanımlayan devletlerden bir tanesi Türkiye. İşte IŞİD mensupları tutuklandı, onlar serbest bırakıldı; o yargının işi. Hükûmetin durduğu yer IŞİD'le sonuna kadar mücadele etmek, ilk andan itibaren. Bu başka bir konu. Buradan girdiğiniz için söylüyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bakın, başka bir konu, öncelikle şu yargı bağımsızlığı meselesini halledelim. Yargı, sizin istemediğiniz konularda bağımsız, sizin istediğiniz konularda bağımlı, işte, darbe, falan filan, bu şekilde... Bakın, ilke şöyle bir şeydir: İlkede çizgiyi çekersiniz, "Bu tarafında kim kalıyorsa." dersiniz. Şimdi yargı bağımsızlığı... Sizin sıkıntıya girdiğiniz her konuda yargıya doğrudan doğruya müdahaleler edip ondan sonra IŞİD'in... Ankara'da o kadar çocuk öldü orada. O insanları serbest bırakan yargıçlarla ilgili ne yapıldı, savcılarla ilgili ne yapıldı? Canlı bomba... Ya diyorum ya, çok somut bir örnek veriyorum yani çok somut: "Kanında duş alacağım." diyor. Tüyler ürpertici bir durum. "Kanında, bu 1.150..."

SALİH CORA (Trabzon) - Soruşturma başlatıldı ona.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hangi konuda? "Bu mafya lideri hakkında soruşturma var." diyorsunuz. Emin misiniz bu konuda?

SALİH CORA (Trabzon) - Soruşturma var hakkında, soruşturma var. Bir araştırın, öyle konuşun. Ben size soruşturma numarasını söyleyeyim vaktiniz yoksa.

BAŞKAN - Evet, Sayın Erdoğdu, geneli üzerindeki görüşlerinizi alabilir miyiz?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ya, bak, bu üslup değil. Ben de aynı üslupla cevap veririm. Şimdi, "Vaktin yoksa, araştırırsan..." Ben bu Parlamentoda ne konuştuğumu biliyorum.

Şimdi, devletin görevi, o zaman, ben sana bir hukuk nosyonu vereyim: Soruşturma olması suç işleme özgürlüğünün devam etme anlamına gelmez. Mesela arabanı yanlış bir yere park ediyorsun ya, ceza kesildiği arabanı orada tutamıyorsun, o arabanı kaldırmak zorundasın ve suç işlemeye de engel olmak zorundasın.

Şimdi, bu adam her gün çıkacak, yüz binlerce insanın kanında yıkanmayı teklif edecek ve kendisinin bir sürü adli suçtan da kaydı var, "E soruşturma var:" deyip geçeceğiz, öyle mi?

SALİH CORA (Trabzon) - Hayır, bak bu üslup doğru değil.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - E sen ama aynı şeyi söyledin Hocam. Ben sana bir şey söylemedim ki. "Araştırmadan konuşma, bilmeden konuşma." Çok ayıp ya!

SALİH CORA (Trabzon) - Hayır, onun yapmış olduğu o konuşmayı sanki bizim grubumuzun tasvip ettiği yönünde bir açıklama...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ama ben de diyorum ki "Sizin grubunuz, iktidarsınız, bunu engelleyin." diye anlatıyorum. Engellemiyorsan ne diyebilirim ki ben başka?

SALİH CORA (Trabzon) - Yargı sürecidir, gereği yapılacak.

MUSA ÇAM (İzmir) - Seçimden önce miting yaptı, miting yaptı, "Oluk oluk kan akacak." dedi ya!

SALİH CORA (Trabzon) - Onun hakkında soruşturma başlatıldı.

BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, siz lütfen geneli üzerindeki görüşlerinize devam edin.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, ben anlıyorum, hani, bu karşılıklı konuşmanın zenginleştirici olduğunu düşünüyorum da ben elimden geldiğince kelimelerimi seçmeye çalışıyorum.

BAŞKAN - Lütfen...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu demek değil ki düşüncelerime sansür uygulayacağım. Ben çok ağır bir tablodan... Sonuçta iktidar gücü, benim gözümde, parti olarak orada, Hükûmet olarak da burada. Bir durumu bu kanun tasarısı içerisinde genel bir portföye de oturtturmaya çalışıyorum ki şimdi bizim önümüze küçük küçük kanunlar koyduklarında biz büyük resimde nelerin değiştiğini görebilelim diye. Onun için de arkadaşlar, ben bunun için saatlerce okudum, günlerce okudum. Bu emek, sermaye, ilişkiler, bankacılıktan bilmem neye kadar... Bunu da anlatmaya çalışıyorum. Eksiğim olur mu, hatam olur mu? Olur elbette. Ama bir demokrasi nosyonuyla bir ekopolitiği birleştirmeye ve bunun günlük sonuçlarıyla da birleştirmeye çalışıyorum.

Şimdi devam edelim. Geldik bu liseli çocuklar yani lise veya üniversite mezunu gençlerin genel sağlık sigortası meselesine.

Değerli arkadaşlar, bu GSS meselesi şuydu: Hani iktidara ilk geldiğinizde insanlar diyordu ya "Sağlık hizmetleri çok iyi, sağlık hizmetleri çok iyi, sağlık hizmetleri çok iyi." İşte o "Sağlık hizmetleri çok iyi." dediğinizin altında sosyal güvenlik açıkları yatıyordu. Ben bunu destekliyordum. Bir devlet sosyal güvenlik açığı veriyorsa sosyal devlet demektir. Tabii, bu açığı da birtakım "corruption" -yolsuzluk- iddialarını bir tarafa koyarak söylüyorum.

Bu arada bir soruyu Sayın Bakana sorayım. O belki şimdi bilgi almak ister. Ankara'da Söğüt firmasıyla ilgili, Ankara Büyükşehir Belediyesiyle sürekli ihaleyle iş yapan şirketle ilgili kişisel bir şikâyetim vardı o şirketin sigorta borcu olmasına rağmen bir belge aldığına yönelik ve bulunduğunuz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının SGK Başkanlığında bu tip belgeler verdiği yani bazı şirketlerin borcu olmasına rağmen belgeler verdiğine ilişkin bilgiler var. Bu konu nedir? Bu konuda soruşturma var mıdır? Bu Söğüt Seramikle ilgili benim...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Ne zaman sordunuz?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - İki, iki buçuk yıl oldu galiba. Söğüt şirketiyle alakalı benim Ankara Bölge Müdürlüğüne yaptığım başvurunun sonucu ne olmuştur?

Buna devam edeyim, hani bu konuda bir soru olarak sizin hazırlatmanız gerekebilir.

Şimdi, dedim ya sosyal bir devlette sosyal güvenlik açıkları oluşur. Bu sosyal güvenlik açıkları bir süre sonra bu kapitalist kurumlar tarafından... Kapitalist kurumlara siz diyorsunuz ya "IMF'le işimiz bitti.", hayır bitmedi. Bu IMF gibi kurumlar, işte birtakım analistleri, bilmem neleri geldiler, "Hazine bunu finanse edemiyor." dediler ve yeni önlemler alınmaya başlandı. Bugün sağlık hizmetlerinden halk memnun değil ya, işte o sosyal güvenlik açıklarını kapatmak için yapılan düzenlemelerden dolayı memnun değil. Yani emekliden, eczanede para almak; orada 10 lira, burada 5 lira; eczacıyı tahsildar hâline getirmek, şunlar, bunlar... Bütün bunlar yüzünden halk memnun değil.

Şimdi "GSS" diye bir şey çıktı. GSS genel anlamda işsiz evlat vergisidir. Çocuk okuldan mezun olmuş, bir devletin, iyi yöneticilerin görevi ne, buna iş bulmak, değil mi? İş bulamıyor. Korkunç bir işsizlik söz konusu. Şimdi bu çocuk prim ödeyecek durumda da değil, biz buna ha bire borç çıkarıyoruz ve bu çocuk zaten, okulu bitmiş, iş bulamıyor. Doğru değil mi bu söylediğim? Yani GSS'yi ödeyemiyor çocuklar. Bu doğru değil mi Sayın Bakan? Anlattığımda bir eksiklik var mı, GSS borcu çıkıyor mu çocuklara?

SALİH CORA (Trabzon) - Üç yıl boyunca prim ödemeyecek.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu düzenlemeden sonra?

SALİH CORA (Trabzon) - Bu düzenlemeyle beraber.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamam. Bu düzenlemeye kadar? Bu üç yıldan sonra?

SALİH CORA (Trabzon) - İlk kez işe başlayacaklarla ilgili, Sayın Bakanımız da...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamam işte, ben de onu anlatmaya... Henüz bu düzenleme yasalaşmadı. Seninle ben ayrı gidelim. Biz seninle bir Parlamentoyu, yasanın ne zaman uygulamaya geçeceğini bir konuşalım. Çünkü konuşmam da bozuluyor sürekli benim.

Devam edeyim.

BAŞKAN - Siz devam edin, buyurun.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu genel sağlık sigortası uygulamaları başladı.

Arkadaşlar, bu işler doğru değil. Evet, devletin böyle masrafları olur. Devletin önceliği halkından yanaysa... Halkı, diyorum ya, iki sınıfa ayıracaksınız: Emek-sermaye. Bizim sermaye sınıfımız, yerli sermaye sınıfımız çok az zaten. Sermayeden kastım, bu ülkede uluslararası sermayedir. Yerli sermaye zaten çok azdır. Yani baktığınızda bütün büyük şirketler yabancıların eline geçmiş, ad ad vermeyeyim, bunu bir kere Genel Kurulda anlattım. Bizim tip ülkelerde yerli sermaye de çok azdır. Bu demek ki biz sürekli uluslararası sermayeye çalışıyoruz.

Mesela, bizim Devlet istatistik Enstitüsüne, Sayın Bakan, bir sorabilir misiniz niye millî gelirin fonksiyonel dağıtımını, sınıflar arasında dağıtımını vermiyor bize? İşçi ne kadar almış, çalışan ne kadar almış, tarım ne kadar almış? Bunu sürekli dolambaçlı yollardan anlatmaya çalışıyorlar.

Ayrıca, ben şunu da söyleyeyim değerli arkadaşlar: Benim bu konudaki en az güvendiğim istatistikler de Devlet İstatistik Enstitüsünün istatistikleri. Onu da bir gün anlatırım nasıl araştırıyorlar, nasıl gönderiyorlar, nasıl veri topluyorlar, nasıl tahmin ediyorlar, tahminleri nasıl çıkmıyor.

Mesela, Türkiye'de, Sayın Bakan, bir servet araştırması yok. Bu servet araştırması olsa var ya bütün yasal düzenlemelerimizde bize rehberlik edecek. "Servet" ne demek biliyor musunuz? Servet, hani, toprak, sermaye şirketleri falan var ya hani, bildiğimiz, bu servetin dağılımını bilsek Türkiye'de... Mesela servetin dağılımıyla ilgili ipucunu nereden bulabiliyoruz onu söyleyeyim. TÜİK'ten bir şey bulamıyorsunuz, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun mevduatlarla alakalı bölümüne girin değerli arkadaşlar. En önemli servet unsurlarından biri, biliyorsunuz, mevduatlardır, değil mi? Türkiye'de 1 milyon lira ve üzeri bakiye veren hesaplar Türkiye'deki mevduatın yüzde 50'si, 55'i ve bu toplam 28-29 bin tane ayrı hesapta duruyor ve herhangi bir milyonerin döviz cinsi, TL üzerinden bir bankada birkaç hesabı veya birkaç bankada hesabı olduğu düşünülürse, şirketleri de konsolide ettiğinizde bu 3-5 bin kişiye düşüyor. 3-5 bin kişi -ki diğer o alttaki, limitteki şeyleri, servet unsurlarını, oradaki mevduatı söylemiyorum- Türkiye'deki mevduatın yüzde 50'sine, 55'ine sahip; 3-5 bin kişi veya aile. Ama aynı zamanda borçlara dönüp baktığınızda borçlar nasıl dağılıyor biliyor musunuz? Borçlar da bütün halka ait yani halk borçlu. Böyle çok istisnai bir binde 1'lik, on binde 1'lik bir kesim Türkiye'de servet alacaklısı ve biz yaptığımız her düzenlemeyle... Şimdi bakın, burada işte "Bütçe imkânlarımız yetmiyor." Niye emekliye 200 lira değil de 100 lira seyyanen ücret veriyoruz? Bütçe imkânlarımız yetmiyor; bunu bütün halk böyle biliyor değil mi? Bizim gariban halkımız da "Evet, ya, bütçe imkânlarımız yetse zaten Hükûmetimiz verir." diyor; devletine bağlı bir halk.

Peki burada sermaye işlemlerinden, diyorum ya borsa spekülatörlerinden, uluslararası sendikasyon kredisini getirip faizle kanımızı emenden -"faizli düzen" diyorsunuz ya- bunların vergi affını bu Komisyon uzattı mı? Uzattı. Uzatmasa ne olurdu? Biz o sermayeden vergi alırdık. O sermayeden vergi aldığımızda 100 lira değil 200 lira verirdik, rahat rahat da verirdik diğerlerine. Ama biz ne yaptık? Bir görünmez el var ya, bu görünmez el buraya geliyor, o görünmez el işte kimse, herkes işte cep telefonuyla falan uğraşırken o görünmez el sermayeden hiçbir şekilde vergi almayıp emekçilerden her şeyi alır hâle getiriyor. O faiz düzeni, hani İslam'a göre haram; referanslar, herkesin başka bir türlü ya... Bu ülkede yaptığımız vergi düzenlemesinde o faizci, haram, tefeci, bizim gözümüzde küresel sermayenin kazançlarını bu ülkede verginin dışına çıkardık ama kimler vergi veriyor? Asgari ücretli veriyor, kefen parasından veriyorsunuz, süt parasından veriyorsunuz, her şeyden vergi veriliyor ama onlar vermiyor. Sonra biz bütçeye onlardan gelir almayınca peki o zaman ne diyorlardı: "Ya arkadaş, biz bunlardan vergi alırsak -vergi de öyle atla deve bir vergiden bahsetmiyorum oran olarak, mesela yüzde 15 faiz geliri elde edilmişse onun yüzde 20'sini alsanız yüzde 3'üne geliyor, paranın yüzde 3'üne geliyor değil mi?- bu faizleri yükseltir." denildi bize. Ee, faizleri yükseltiyormuş! Peki kefenden aldığınız para da kefen fiyatını yükseltiyor, ekmekten aldığımız vergi de ekmek fiyatını yükseltiyor. Vergiye bu mantıkla bakıyorsanız... Vergi, konulduğu oran kadar hatta daha fazlası kadar her şeyin, malın fiyatını yükseltir değil mi arkadaşlar? Biz şimdi bunlardan vergi almıyoruz, bir de şimdi bir sürü fiili teşvik söz konusu. Bir sürü fiilî teşvik söz konusu ve teşvik edilmez alanlarda teşvikler söz konusu.

Biz her uygulamamızda yani sosyal güvenlik mevzuatımızda, vergi mevzuatımızda, ihale mevzuatımızda, fiilî uygulamalarımızda, Devlet Su İşlerinin verdiği kararlarda, Maliyenin verdiği muktezalarda, bu ülkede vahşi kapitalist bir düzen vardır ve bu vahşi kapitalist düzen sürekli sermayeye doğru akar. Ve geniş halk yığınları da işte seçim zamanında, Allah Kemal Kılıçdaroğlu'ndan razı olsun, kimse bilmiyordu o getirdi insanların gündemine; emekliyi getirdi. Ve gördüğüm kadarıyla da verilen bu zamlar üç ay sonra eriyecek zaten. Çünkü parasal genişleme politikası uyguluyorsunuz; bütün bu verdiğiniz şeyler üç ay sonra sıfıra inecek. Zaten bu taktiktir. Şöyledir taktik: Zammı verirsiniz, belirli bir oran enflasyona göz yumarsınız, üç ay sonra o enflasyon onu sıfırlar ve bu şekilde de verdiğinizi, kaşıkla verdiğinizi kepçeyle alırsınız. Görünün de o; zaten enflasyon oranlarından da bu görünüyor. Üstelik ne zaman enflasyon oranları Türkiye'de yükseliyor? Bizim en önemli girdilerimizin "emtia fiyatları" diyorlar ya -emtia demek sanayinin girdisi, mesela petrol- bunların hepsi dünyada üçte 1 fiyatına düşmüşken bizde enflasyon çıkıyor. Gıda fiyatları dünyada düşüyor, bizde çıkıyor; bir tuhaflık var. Ha bu tuhaflık da çok hafif bir şey söylüyorum, bu başınıza çok iş açacak demektir çünkü yarın öbür gün Brent petrol fiyatları eski fiyatına dönerse cari açığınızı asla taşıyamayacaksınız. Öyle uçaklarla gelen paralar, net hata ve noksan da 80 milyon insanı sürekli doyurmaz. Bugün dünya konjonktüründen bir şans yakalandı. Bu şans belki yapısal düzenleme olarak geri dönebilirdi bize ama yapısal düzenleme de yapılamaz çünkü yapısal düzenleme siyasette de yapısal düzenleme getirir. Bu yüzden bir çaresizlik olduğunun farkındayım ben. Yapısal düzenleme hukuk devletinin tesis edilmesidir ve hukuk devleti tesis edilirse bütün suçlar araştırılacak; mümkün değil. Onun için yapısal reformlar geldiğinde göreceksiniz... Kamu İhale Yasası gelsin, ihalelerde nasıl yolsuzluk yapılacağı, yapılmış yolsuzlukların nasıl kapatılacağı, istenmeyen adamların ihaleye girmesinin nasıl engelleneceği buraya getirilecek. Allah'tan inşallah ömrümüz yeter, psikolojimiz de yeter inşallah çünkü buraya dayanmak da çok zor, bunların yapısal reform değil de yapısal yıkım olduğunu biz de anlatacağız. Bunları çünkü ben taslaklarını biliyorum boş konuşmuyorum; taslaklarını bildiğim için birtakım şeyleri konuşuyorum.

Şimdi geldik şeye; polislere, uzman erbaşlara... Evet, zor işler yapıyorlar, çok zor iş yapıyorlar ama diğer memurlar ne olacak arkadaşlar? Şimdi niye polisler ile askerlere sürekli iyileştirmeler yapılıyor çünkü üstü örtülü bir savaş işliyor bizim öbür tarafımızda. Biz para vermeyelim önce yaşatmaya çalışalım insanlarımızı. Niye? Çok yoksul çocuk ya, teneke bir evde yaşıyor ailesi ve gururlu insanlar "Evimizi de göstermeyin." diyorlar. Ölenlerin hepsi yoksul insanlar, demin emek ve sermaye olarak koymuştum ya... Güneydoğuda ölenlerin tamamı, şehitlerimiz, oradaki çocuklar, başı ezilen amca, işte ekmek almaya giderken vurulan amca, işte beş aylık yavrusu eşinin karnında olan şehit kardeşim; hepsi bu halkın yoksul çocukları. Yoksulların savaşı var orada. Bu yoksulları yaşatabilecekken biz yoksulların birbirini öldürmesi üzerine para harcayan bir düzendeyiz. Verelim, polislere daha çok zam verelim can veriyorlar çünkü, can veriyorlar. Biz Gezi Parkı'nda direnişteyken çok üzülüyorduk hatta gidip şunu teklif ediyorduk çocuklara, diyorduk ki: "İki gün izin alsınlar hiçbir şey yapmayacağız çünkü sürekli yerde yatıyorlar." Polislerin sendikal hakkı var mı? Polis, bir çalışan; yok. Kırk sekiz saat, altmış saat ayakta kaldıklarını...

Soma'ya gittim. Bu "Camiye ayakkabılarıyla girdiler." diye iftiralar atıldı ya. Polisler camiye ayakkabılarıyla girmek zorunda kaldı çünkü çocuk kırk sekiz saattir uyumuyor, polis. 15-20 polis girdi camide uyudular ve diyor ki: "Vekilim, ayakkabı, botlarım derime yapıştı. Bizim suçumuz ne? Bizi Çanakkale'den getirdiler." Bunlar polis. Niye gelmişler? Soma'da kendi halkına karşı getirilmişler. Niye? Soma'da bir şey olmuş... Burada anlattım ya, benim en çok yüreğimi yakan, size en çok kırgın olduğum mesele Soma meselesidir. Size burada anlattım -bir genel müdür o köşeye oturmuş- o Somalı işçilerin hakkını nasıl yediğini belgeleriyle anlattım ve siz hiçbir şey demediniz. Biliyorum ki bazı arkadaşların vicdanında sızlama oldu ama bu yetmiyor. O vicdanınızdaki sızlamadan daha öte en azından bizim huzurumuzda olmasa bile çağırın şu genel müdürü bir sorun ya! "Sen bu şirketin yani 301 kişiyi öldürmüş bir şirketin... Oralarda ne kadar ihmal olduğunu biliyorsunuz, Bakanlığın da ihmali var, hatta en büyük sorumluluk Enerji Bakanlığının. Orada bence o eski bakana da fazla yüklenildi, Enerji Bakanınındır o sorumluluk. O insanları böylesine öldüren bir şirketin adamı buraya geldi, ben bu durumu anlattım ve siz hiçbir şey yapmadınız, hiçbir şey hissetmediniz bile. Adamın hiçbir alacağı yok, insanları öldürmüş o adama gelecekte borcumuz olabilir diye, hepimizin adına, devletin adına belge verilmiş o da gelmiş işçilerin alacağının önüne yazılmış. Hani yolsuzluğa alıştım ama buna alışkın değilim, buna alışkın değilim. Yandaşınıza şey yapmanıza artık bir şekilde bunu asla kabul etmem ama böyle bir işçi katili şirkette bu olabilir mi? Getirdik bunu anlattık. Siz ne yaptınız? Hiçbir şey yapmadınız.

Şimdi, o polisleri ben diyorum ya Soma'da gördüm, o askerleri. Bunların yaşamını uzatmak zorundayız. Polislerin sendikal haklarından tutun diğer güvenlik şeylerine kadar, aldıkları zorluklara kadar konuşmamız gereken bir şey varken Gezi'de ver ikramiyeyi, bilmem nerede ver ikramiyeyi. Bu doğru bir davranış değil, bu doğru bir yöntem değil. Diğer memurlar gelecek şimdi size. Bir polis bir daire başkanından fazla zam alacak; polis çok aldığı için değil daire başkanı az aldığı için... Sırayla gelmeye başlayacaklar. İnşallah gelirler çünkü ben millî gelirin çalışanlara yönelik daha çok aktarılması gerektiğini düşünüyorum. Siz de inşallah o zaman gerçekten sermayeden vergi almanın yöntemlerine bakarsınız, siz gerçekten kamu ihalelerinde tasarruf edersiniz ki bütçemizde gelirler oluşsun.

Muhtarların ödeneklerinin artırılması... Değerli arkadaşlar, muhtarlar çok önemli; en demokratik, en temel demokratik kurum ama her gün saraya toplanmasını siyaseten doğru bulmuyoruz hele tarafsız birinin, anayasal olarak tarafsız birinin...

Ben seçimde şunu gördüm; muhtarların, alanda, bize neler ettiğini gördüm arkadaşlar. Bu, haksız rekabet. Bakın, seçim kazandığınızda içinize sinsin istiyorsanız... Şu an o kadar haksızlıklar oluyor ki valiler sahaya iniyor, kaymakamlar muhtarları topluyor. Anadolu'da bin yerde hani bu yok diye şey yapmayın; bu var. Devletin bütün gücünü kullanıyorsunuz. Şikâyet etsek ortada yargı yok; savcıların böyle eli titriyor yani "Burada haksızlık var." diyeceğine. Basın yok. Yani bizim kalemiz 15 metre, sizin kaleniz minyatür kale; sonra "Biz sizi 3-1 yendik." diyorsunuz, "Biz sizi seçimde 3-1 yendik; vatandaşın iradesi böyle oluştu." diyorsunuz.