KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) - Çok Değerli Başkanım, çok saygıdeğer milletvekilleri, değerli hazırun; hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

Kırk beş dakikamız mı var, öyle mi anlayayım? Usul nedir, biz de ona göre hareket edelim de.

MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Sabaha kadar konuşabilirsin Başkanım.

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) - Ha, eyvallah.

MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Burada usul böyle.

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ben de konuşmamda maddelere ayrıntılı bir şekilde girmeden paketin geneli üzerinde bazı hususlara değinmek istiyorum. Gerçekten, bugün, sekizinci yargı paketi dediğimiz takdirde hangi iklim içerisinde bir yargı paketi konuştuğumuzun çok bilincinde olunup olunmadığı konusunu ciddi manada sorguluyorum. Bugün de Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Devlet Bahçeli açıkça, hukuk devletini, yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrılığını reddeden bir tutumu net bir biçimde ortaya koydu. Böyle bir ortam içerisinde biz yargı paketini konuşuyoruz, yargı paketinde maddeleri konuşuyoruz. Hâlbuki bugün ülkede Anayasa'nın artık yok sayıldığı, Anayasa Mahkemesinin kararlarının yok sayıldığı, adalet namına anayasal hakların korunmaya çalışıldığı bir ortamda maalesef Anayasa Mahkemesi yargıçlarından sonra Danıştay üyelerinin de açık ve net bir biçimde terörle ilişkilendirildiği bir iklimle karşı karşıyayız. Bu kadar acı bir tablo içerisinde Türkiye.

Şimdi, öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Bu paket dâhil hiçbir pakette ülkedeki insan hakları ihlallerine yönelik kronikleşmiş hiçbir soruna şimdiye kadar çözüm üretilemedi. Biliyorsunuz, bu sekizinci yargı paketi, bu strateji belgesi çerçevesinde fakat bunların hiçbiri aslında ülkenin temel sorunlarına, kronik sorunlarına hiçbir şekilde çözüm üretemedi ve iktidar tarafından da yargının esir alınışını çözüme kavuşturabilecek yeni bir değişiklik bu pakette de elbette beklemiyorduk ve pakette de zaten böyle bir şey yok. Türkiye'de her geçen gün gittikçe artan şekilde hukuk devletinin en asgari gereklerinden de uzaklaşmakta, kuvvetler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının tamamıyla artık görmezden gelindiği ve bunun da -o kadar sıradanlaşmış ki- bu sıradanlaşmış hâli sebebiyle farkındalığının bile ortadan kalktığı bir tabloyla karşı karşıyayız. İktidarın yargıyı kontrol altına alarak bir araç olarak kullandığı acı örnekleri -her günü bıraktık artık- neredeyse her saat görmekteyiz. Sayısız masum insan sırf iktidar böyle istiyor diye hukuka aykırı bir biçimde cezaevlerinde tutulmakta, milletvekilliği dahi hukuksuz bir biçimde düşürülmekte, insanlar düşman hukukuna maruz bırakılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları açık bir biçimde reddedilmekte, uygulanmamakta; Anayasa Mahkemesinin, Danıştayın görevini yerine getirmeye çalışan ve zaten kısıtlı bir biçimde... Yani bu arkadaşlarımızın biz çoğunu tanıyoruz, hepsi zaten kısıtlı bir biçimde bir de böyle, iktidarın rahatsız olacağı bir karar vermeden önce de genelde ortalığı dolaşıyorlar, iktidar mensuplarına gidiyorlar, Külliye'ye gidiyorlar, izah etmeye çalışıyorlar "Biz, böyle bir karar vereceğiz ama yani idare edin, çok da fazla üzerimize gelmeyin." diye. Normalde bu bile başlı başına skandal olması gerekirken, o yargıçların sadece bu tutumlarından dolayı istifa etmeleri gerekirken, yargıçların maruz bırakıldığı durum gerçekten herkesin, her hukukçunun özellikle yüzleşmesi gereken bir durum olsa gerek. Böyle bir ortamda iktidar bu yargı paketiyle sadece göz boyamaya ve pansuman tedbirlerle günü geçiştirmeye çalışmaktadır. Kaldı ki hukuk devletini reddeden bir iktidardan kendi açtığı sorunlara deva olmasını beklemek zaten abesle iştigaldir. İktidarın Demokles'in kılıcını hâkim ve savcıların tepesinde tuttuğu bir ortamda 8 yargı paketi değil bin tane yargı paketi de hazırlasanız hepsi işlevsiz, hepsi yetersiz, hepsi anlamsız olacaktır.

Değerli arkadaşlar, malumunuz 2019 yılında Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında, belirli hedefler kapsamında birinci yargı paketi hazırlandı. Bu, 2020'nin Ocak ayında yürürlüğe girdi. O dönemde de yargıya güven ciddi manada zayıftı ve artık yargıdaki devasa sorunların çözülmesine, bir yenilenmeye veya normalleşmeye yönelik kamuoyunda -büyük iddialara rağmen- aslında ümit ciddi manada zayıflamıştı. Ancak o dönemle bugünü mukayese ettiğimiz zaman yine de her şeye rağmen ciddi, önemli farklar var. O dönemde AK PARTİ iktidarı açık bir biçimde hukuk devletini reddetmiyordu, o dönemde açık bir biçimde Anayasa Mahkemesinin kararları reddedilmiyordu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının uygulanmayacağı, karşı hamle yapılacağı açık ve net olarak ifade edilmiyordu. Ancak bugün öyle bir noktaya gelindi ki iktidar, ortağıyla birlikte kuvvetler ayrılığını açıkça yok sayıyor. Devlet Bahçeli bugün çıkıyor, kuvvetler birliğini savunuyor ve yargı bağımsızlığı fiilen zaten yürürlükten kaldırılmış vaziyette. Yargı mensuplarının eğer iktidarın arzu etmediği bir çerçevede, bir tutum içerisine girdikleri takdirde nasıl bir durumla karşı karşıya kalacakları, nasıl tehditlerle karşı karşıya kalacakları ortada. Demin Sayın Gergerlioğlu ifade etti ama bugün zaten ülke öyle bir noktaya geldi ki bırakın sokaktaki insanları, bırakın öteki olarak kabul edilen siyasi parti mensuplarını Anayasa Mahkemesi üyeleri bile açıkça terörle ilişkilendiriliyor, terör örgütünden daha tehlikeli kabul ediliyor. Bunu görmedikten sonra istediğimiz kadar yargı paketi yapalım bir anlam ifade etmez.

2019 yılındaki Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde "2023 Yargı Vizyonu-Güven Veren ve Erişilebilir Bir Adalet Sistemi" başlığı altında vadedilen, olması gereken ve teorik olarak da herkesin altına imza atması gereken kurallar vardı. Bakın, 2019'da daha ifade edilen hususlar şunlardı: İnsan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi, yargıya güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi. Aslında bu hususlar bile böyle, ortalama demokrasilere baktığımız zaman yüz elli, iki yüz yıl önce çözülmüş meseleler. Bundan sonra herhâlde yakında tekrar bir insan hakları paketi de yayınlanır, o insan hakları paketinde de muazzam edebiyatı güçlü sözlerle yine aynı şeyler ifade edilir ama bu ülkede hiçbir şey değişmez çünkü temel bir sorun var ki o da zihniyet sorunu. Yani hukukun üstünlüğü bilinci yerine Cumhurbaşkanının bireysel kararlarının üstünlüğü esas alındıktan sonra ve söz konusu adalet olunca akan sular durmadığı takdirde, söz konusu adalet olunca "Dur bakalım, bu kadarını da yapamazsın." diyecek irade sahibi insanlar yok denecek kadar az olunca bu meselelerin elbette hiçbirinin çözülmesi mümkün olmayacaktır.

Şimdi, bu 2019 Yargı Reformu Strateji Belgesi'yle ilgili bugün itibarıyla takriben beş yıl geçti. Yargıda paket paket düzenlemeler yapıldı ama yargının durumunun düzelmesini bırakın aksine bugün çok çok daha kötüye giden bir tabloyla karşı karşıyayız. Bir yanda bu paketler yürürlüğe girerken diğer yanda hukuksuzluklar da katlanarak arttı.

İkinci olarak, İnsan Hakları Eylem Planı. İnsan hakları eylem alanında yapılması gerekenlere yönelik açıklanan bu Plan büyük lansmanla dünya âleme ilan edildi. Hatta İnsan Hakları Eylem Planı'na bakmamış olanlar, okumamış olanlar lütfen bir okusunlar. Hele içindeki ilk 1,2,3,4, 5'inci sayfalara baktığınız zaman yani o kadar muazzam bir edebiyat var ki insan onu okuduğu zaman "Acaba hangi ülkede böyle bir şey hazırlanıyor, hangi ülkede böyle bir dil kullanılabiliyor?" diye mutlaka düşünür diye düşünüyorum yani altına imza atılmaması imkânsız; o kadar güzel, o kadar muazzam cümleler var ki. Fakat ne oldu? Bu İnsan Hakları Eylem Planı'nın üçte 2'si gerçekleştirilmedi. Zaten oradaki vaatlerin çok büyük bir bölümü yine pansuman tedbirlerden ibaretti, yine kuvvetler ayrılığı yoktu, yine hukuk devletinin olmazsa olmaz esasları yoktu, anayasal devlet anlayışının en asgari gereği olan temel hakların Cumhurbaşkanı veya yürütmeden de korunması, yürütmenin tasarrufunda olmadığı bilinciyle ilgili herhangi bir şey yoktu ve netice itibarıyla da zaten o eylem planı da unutturuldu, çöpe atıldı; bugün maalesef, en yakın zamanda tekrar yeni bir insan hakları paketinde ne olacak çok merak ediyorum.

Hâlimize sadece bir örnek vermek gerekirse, 2022 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gündemindeki en fazla başvuru Türkiye'ye ait. 31 Aralık 2023 itibarıyla 46 ülke arasında sonuçlanmayı bekleyen toplam 68.450 dava başvurudan 23.400'ü Türkiye'ye karşı açılmış yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin toplam iş yükünün yüzde 34,2'si Türkiye aleyhine açılmış başvurulardan oluşmakta. Ayrıca, 2022 yılında Türkiye hakkında açıklanan 78 karardan 72'sinde sözleşmenin en az bir maddesinin ihlaline hükmedilmiş. OECD verilerine "Mantık dışı." diyen "Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde Angola bile Türkiye'nin nasıl üstünde olabilir?" diyen Sayın Adalet Bakanı bu veriler karşısında ne diyor? Aslında merak etmemiz lazım ama merak etmiyorum çünkü mutlaka bir şekilde kitabına uyduracak bir cümle kuracak hâlbuki kendisi de durumun ne kadar dramatik olduğunu, ne kadar içler acısı olduğunu biliyor ama maalesef kendince "Bir görev ifa ediyorum, şu anda durumu idare etmem gerekir." şeklinde de bir mantıkla bu konuda sorulara cevap yetiştirmeye çalışıyor.

Şimdi, bu saydığım nedenlerle sözde yargı paketleriyle gündemi doldurmak yerine... Madem bu paketler hazırlanıyor ve aslında herkes durumun da bu kadar farkında ve gerçekten yargıdaki sorunlar artık dramatik düzeyde ve şunu da özellikle vurgulamak gerekiyor: Bunlar artık hukuk devleti içerisinde yapılan tartışmalar değil, ülke öyle bir noktaya geldi ki bugün aslında hukuk devletinin üzerinde bir tartışma yapılması gerekiyor yani ortada hukuk rejimi sorgulaması fiilen zaten söz konusu ve hukuk rejiminden bugün bahsetmemiz maalesef imkânsız bir noktaya geldi.

Fakat buna rağmen bu yargı paketiyle ilgili de bazı hususların altını çizmek istiyorum. Şimdi, öncelikle çözüme kavuşturulması gereken, en azından şu sorunlarla ilgili başlıkları tekrar etmiş olalım, elbette bizden önceki arkadaşlarımız da ifade etti ama altını tekrar çizmiş olalım: Bir, hukukun üstünlüğü ilkesine mutlaka ve mutlaka en kısa zamanda, derhâl iktidarın geri dönmesi lazım; kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet etmesi lazım, hak ve özgürlüklere saygı duyması lazım; hak ve özgürlüklerin Türkiye'de herhangi bir kişinin tasarrufunda olmadığının mutlaka ve mutlaka zihinlere kazınması lazım.

İki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının tamamının gereklerinin yerine getirilmesi lazım. Bu kapsamda, özellikle son zamanlarda verilen kararlarla ilgili de iktidarın bunların gereğini yerine getirmesi gerekiyor, bu çerçevede de var olan birçok sorunu da neticeye bağlaması gerekiyor.

Üç, en azından bu yargı paketine şu eklenebilirdi çünkü çok acil ve dramatik bir sorun, o da şu: Ağır hasta çocuğu olan anneler yönünden sağlanan infaz erteleme hakkının babalar yönünden uygulanmasını da mutlaka sağlamanız gerekiyor. Anne-baba tutukluluk durumlarında çocuğun etkilenmemesi için ebeveynlerinden birisinin küçük çocuğunun yanında olması için gerekli düzenlemeler çok basit bir biçimde yapılabilir, bu çok ufak bir düzenleme gerektiriyor; bu, insani bir mesele. Onun için, bunun ertelenmemesini... Geçen yasama döneminde de bu konuda bir çalışma yapılmıştı, anneler kapsama alınmıştı, şimdi babaların da kapsama alınması suretiyle orada büyük acıları biraz dindirebiliriz, biraz dindirebilirsiniz; bu konuyu not almanızı özellikle istirham ediyorum.

Diğer bir konu da hasta mahpuslar bakımından Adli Tıp Kurumunca verilen "Cezaevinde kalamaz" raporları sonrası kişinin derhâl tahliye edilmesinin sağlanması gerekiyor; bu da hiç kimsenin tasarrufunda olmaması gereken bir konu, bu tamamıyla insani. Ve gerçekten insanlığımızın asgari gereğini yerine getirmek adına bunu yapmamız gerekiyor; bu konuda da eğer bu infaz paketinde bir düzenleme yapılırsa ancak takdir ederiz, ancak destek veririz.

Beşinci konu da ceza gözlem kurulu raporlarının somut değerlendirmelerle yapılması için gerekli yasal düzenlemelerin mutlaka yapılması gerekiyor. Bugün ceza gözlem kurulları çok keyfî kararlar veriyor, kendilerini âdeta yargıçlar konumuna koyarak mahkemenin vermediği kararları, mahkemenin hüküm belirlemediği cezaları veriyorlar âdeta ve insanların daha fazla acı çekmesine, daha fazla zorluk çekmesine vesile oluyorlar ki burada birçok davayı incelediğimiz zaman zaten normal şartlarda bu insanların -hukuk devleti esasları işletilmiş olsaydı- yargılanması imkânsızdı, hüküm giymesi imkânsızdı. Ya, bu insanlar hüküm giyiyorlar, ciddi manada cezalar alıyorlar. İnfaz sürelerinin ötesinde de cezaevlerinde kalmalarıyla ilgili âdeta cellat edasıyla hareket eden ceza gözlem kurulları var, bunlar da başlı başına korkunç hukuksuzluklar; bununla ilgili de bir düzenleme yapılmasının ben doğru olacağını, sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum ve teşekkür ediyorum.