Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
Konu | : | Karabük Milletvekili Cem Şahin, İstanbul Milletvekili Şengül Karslı ve 124 Milletvekilinin Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2023) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 20 .02.2024 |
İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) - Sayın Başkan, Sayın Komisyon üyeleri, kıymetli hazırun; herkesi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlarken, 5'inci yılını da dolduruyoruz neredeyse, yine bir yerel seçime girerken yerel seçim sürecinde yaşanan bir hukuk garabetine atıfla sözlerime başlamak istiyorum. Kemal Gözler Hocaya beş yıl önce İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi konusuyla ilgili niye yazmadığı noktasında çeşitli uyarılar, eleştiriler, talepler gelince Hoca bir yazısında şöyle bir cevap veriyor: "Hukukî meselelerin hukuken değil siyaseten kararlaştırıldığı bir yerde sorunları hukuken tartışmak ne büyük bir saflıktır! Ben hukukun saf teorisinin bir mensubuyum ama saf değilim." devamında şöyle bağlıyor: "İçimden gelmedi." Şimdi, maalesef, ülkede birçok konu bu bağlamda beş yıl öncesinde de devam ediyordu, beş yıldır da süregeliyor. Mevcut Anayasa'nın uygulanmadığı, Anayasa'nın dikkate alınmadığı bir vasatta yargı reformu görüşmelerini gerçekleştiriyoruz. Fiziki koşullarımız çok uygun değil, çalışma sistemimiz çok uygun değil; bu süreç içerisinde bir hukuk reformunun, bir yargı reformunun sekizinci paketini görüşüyoruz. Bu, yargı reformunun sekizinci paketi, 7 paket geldi ne oldu? Ülkede hukuk nereden nereye geldi? Geliştik mi? Bu 8 paketten önceki hukuksal vasat bugün dünyadaki hukuk sistemine yaklaştı mı? Evrensel hukuka daha mı yaklaştık yoksa uzaklaştık mı? Hepimiz hukukçuyuz, izliyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz. Anayasa Mahkemesinin bile artık tartışıldığı, olmaması gerektiği üzerine fikirler ileri sürüldüğü, kararlarının uygulanmadığı bir ülkedeyiz. Bir yargı sistemimiz var. Anayasa'nın mevcut hükümleri, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar uygulanmazken önümüze bir yargı paketi geliyor ve bu yargı paketinde en önemli gerekçe Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarına karşı yasaları uyumlu hâle getirmek. Peki, niye Anayasa Mahkemesinin bazı siyasi kararlarıyla ilgili olan kararlarında, siyasi davalarla ilgili kararlarında "Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymuyoruz." denilebiliyor? Ama iptal hükümleri söz konusu olduğu zaman uyumlaştırmak için bir çaba içindeymiş gibi bir görüntü verilmek isteniyor. Tabii ki buradaki temel amacın şu olduğunun hepimizin farkında olduğunu düşünüyorum, temel amaç: Ülkede bir hukuk sistemi var, biz de yaptığımız her şeyi hukuka uygun yapıyoruz görüntüsü verebilmek. Ne için verebilmek? İşte, belki ülkedeki bazı ekonomik sıkıntılara çözüm üretebilmek için, böyle bir görüntünün olması gerektiğine inanıldığı için bu yapılmaya çalışıyor.
Şimdi, az önce Kemal Gözler Hocaya atıfla bir şey söylemiştim. Hoca o yazısında şunu diyor: "Hukuk lotarya değildir. Hukukta ne olacağı, benzer olaylarda hangi şekilde kararlar çıkacağı önceden bilinmelidir. O zaman hukuk devleti olduğumuzu ve hukukun üstünlüğünün geçerli olduğunu söyleyebiliriz." Yine, o beş yıl önceki iptal kararıyla ilgili de şöyle bir tespitte bulunuyor: Biz, bütün Anayasa hukukçuları, bütün hukukçular, bütün profesörler, avukatlar, barolar çıktı, konuştu ama bu kararın iptal kararı olabileceğini kesin bir şekilde tek bir kişi tahmin edebildi, o da o zamanın çok popüler bir gazetecisinin -ismini vermeyeyim- kızıl saçlı bir kadın gazetecinin en iyi tahminde bulunduğunu söylüyor. Şimdi, biz hukukçuyuz, hepimiz oturuyoruz, yorumlar yapıyoruz "Anayasa Mahkemesi bu kararı iptal eder." diyoruz, ediyor ama sonuç değişmiyor, karar uygulanmaya devam ediliyor, iptal edilmiş karar uygulanmaya devam ediliyor. Yargıtay diyor ki: "Ben Anayasa Mahkemesinden daha iyi bilirim bu işi. Bu görevi her ne kadar Anayasa bana vermediyse de ben bu görevi kendi üzerime alırım ve Anayasa Mahkemesi kararını tanımam, takmam." Netice itibarıyla da Meclisimiz de Anayasa Mahkemesinin kararını değil, Yargıtayın kararını geçerli kabul ederek tam bir hukuk katliamı yapıyor. Bunlar varken hukuk reformu, yargı reformu, yargı paketi konuşmak gerçekten zor ama beklentisi olan toplum kesimlerinin beklentilerinin de bir şekilde milletvekilleri tarafından, temsilcileri tarafından, millî iradenin temsilcileri olarak söylenmesi gerekiyor ve biz de bu görevi yerine getiriyoruz.
Elimizde olan paketle ilgili konuşmak gerekirse torba yasa konusunda sürekli eleştiriler yapılıyor. Aynı eleştirileri tekrar ederek ben de şunu söylemek istiyorum: Mesela, biz, Adalet Komisyonu üyesi hukukçular olarak, hukukçu milletvekilleri olarak niye emeklinin bayram ikramiyesinin 2 bin lira mı, 3 bin lira mı, 5 bin lira mı, 10 bin lira mı, 20 bin lira mı olacağı noktasında bir tercihte bulunma zarureti içerisindeyiz? Yani "Meclis kapanacak önümüzdeki hafta." deniyor, "Onu araya sıkıştırıverelim." deniyor, daha doğrusu düşünülüyor ama Meclisin kapanacağı bugün ortaya çıkmadı ki. Yani, bu yargı reformu aylardır konuşuluyor hatta genel seçimlerin öncesinde ve sonrasında konuşuluyor ama son dakika, Meclisin kapanmasına bir hafta kaldığı noktada Meclise sunuluyor. Ondan sonra işte, "O niye orada?", "Meclis kapanacak"; "O niye burada?", "Meclis kapanacak." Ya, bu gerekçeleri üretmek zorunda mıyız? Bu yasama işini daha kaliteli yapamaz mıyız? Mesela, deprem bölgesindeki OSB'lerde uygulanacak teşviklerle ilgili sürenin takdiri noktasında niye Adalet Komisyonu üyesi hukukçu milletvekilleri bir belirleme yapmak durumunda olsun? Yani bunları esas komisyonlarında görüşmek, daha kaliteli yasama yapmak, daha kaliteli yasalar çıkarmak anlamında daha doğru değil mi? Her defasında bir bahaneye sığınarak "Meclis kapanacak.", "Yılbaşı geliyor.", "Ara vermeye gidiyoruz." falan diyerek yasa yapılmaz, yapılmadığını da görüyoruz. İşte, üç ay sonra, beş ay sonra, altı ay sonra yaptığımız yasaları tekrar değiştirmek zorunda kalıyoruz. Bu, AK PARTİ iktidarlarının yıllardır süregelen bir yanlış uygulaması ve düzeltmediği bir uygulaması. Bunda ısrarcı olunuyor, biz de ısrarla torba yasanın yasa yapma tekniği açısından doğru olmadığını söylüyoruz. Bir gün torba yasayla yasaların yapılmadığını da görmeyi umut ediyoruz ama sizin iktidarınız döneminde bunu göremeyeceğimizi de çok iyi biliyoruz.
Mesela, yine, bu, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyum çerçevesinde getirilen düzenlemelerden birinde, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemeyle ilgili Anayasa Mahkemesinin iptal kararına sağlanacak uyum noktasında az önce dediğim şeyin bir benzeri yapılıyor ve Anayasa Mahkemesinin kararı dolanılıyor. Sadece cezanın alt ve üst limitleri değiştirilmek suretiyle sanki orada Anayasa Mahkemesinin iptal kararının gerekçesi ortadan kaldırılıyormuş gibi bir görüntü verilmeye çalışılıyor ama bu noktada bu hükmün varlığı devam edecek. Bu hüküm şöyle önemli: Türkiye'de -yani 2010'dan sonra özellikle- 2010'dan sonra yargının içine düştüğü durum sonrasında bu hüküm en kullanışlı hüküm. Kamuoyunda haksızlıklara karşı, yapılan hukuksuzluklara karşı, ekonomik baskılara karşı, siyasi baskılara karşı başkaldıran, işte, itirazını dile getiren herkes, hemen hemen herkes bu hükmün gazabına uğradı. Yani AK PARTİ iktidarının elverişli olarak kullandığı bu hükmün aynı şekilde kullanılmaya devam edileceği noktasında biz bunu bir irade beyanı olarak görüyoruz, en azından ben, şahsen böyle değerlendiriyorum. O nedenle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının da dolanılmak suretiyle hükümsüz hâle getirilmeye çalışıldığı noktasındaki tespitimi tekrar dile getirmek istiyorum.
Bunca yargı reformu yapıldı, yargı paketi getirildi ama yargıdaki değişiklikler sonuçta bizi hukuk devletine daha çok yaklaştırmadı, bilakis uzaklaştırdı. Bu noktada en önemli şeyin... Aslında yapılmak istenenin bu olmadığı noktasında kanaatimi saklı tutarak söylüyorum. Yapılan değişikliklerin sonuç verebilmesi için öncelikle hâkimin kafasındaki hukukun değiştirilmesi lazım. Hâkim kafasındaki hukuka göre karar vermeye devam ettiği müddetçe biz ne yazarsak yazalım, yaptığımız yasalar sonuç vermez; nasıl vermez? İşte, Yargıtay; son tartışmalı Yargıtay kararında olduğu gibi. Hâkim kafasındaki hukuku uygularsa Anayasa'da ne yazarsa yazsın Anayasa bile umrunda olmaz. Dolayısıyla öncelikle hâkimin kafasındaki hukuku değiştirmek lazım. Bu konuda en çok söz söyleyen, en çok fikir ortaya koyan Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'a da buradan kıymetli fikirleri noktasında, yaptığı katkılardan dolayı bu noktada, hâkimin kafasındaki hukukun değiştirilmesi noktasındaki fikirleri konusunda teşekkür ettiğimi; hukuk devletine olan hizmeti açısından, gerçekler açısından, dile getirdiği konular açısından teşekkür ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Yargının öncelikli sorunu... Elbette, süreler, yapılan değişiklikteki bütün süreler, uygulama içerisindeki avukatlar açısından, tek tek süreleri takip etmek açısından bir kolaylaştırıcı özellik taşıyor ama yargının öncelikli sorunu geniş anlamda ceza yargılamalarıyla ilgili, ceza yargılamalarındaki haksızlıklarla ilgili, adaletin tecellisiyle ilgili, geç tecelli etmesiyle ilgili; bununla ilgili bir düzenleme yapmaya çalışıyoruz ama bir türlü adalet mekanizması hızlanamıyor. Hızlanmalı mı, hızlanmamalı mı o ayrı konu ama geç gelen adaletin de adalet olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu noktada, yargının temel sorununun ceza yargılamalarıyla ilgili olduğunu, bununla ilgili evrensel hukuka yaklaşan, hukuk devletine yaklaşan, hukukun üstünlüğüne yaklaşan değişikliklerin bugüne kadar yapılmadığını ifade etmek istiyorum.
Tabii, biz hukukçuları en çok faşizm uygulamaları dehşete düşürür. Az önce söylediğim gibi, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçuyla ilgili, düzenlemesiyle ilgili hepimizi dehşete düşüren konu bundan sonra da aynı uygulamanın devam edeceği ve söz söyleyenin çeşitli örgütler yakıştırılmak suretiyle haksız, hukuksuz ceza yargılamalarına muhatap edileceği noktasında endişelerimiz; maalesef ki artarak devam ediyor.
Şimdi, en önemli sıkıntılardan biri şu: İsteniyor ki hukuk hep bizim istediğimiz gibi olsun, hukuk hep bizim düşündüğümüz şekilde tecelli etsin, yargı hep bizim düşündüğümüz şekilde karar versin noktasında yapılan bir siyasal tercih... Maalesef ki bu siyasal tercihin neticesini ülkedeki 85 milyon hep birlikte çekiyoruz. Hukuk kimsenin istediği gibi olmasın, hukuk evrensel hukukun gerektirdiği gibi olsun; esas meselemiz bu olmalı ama maalesef "hukuk her zaman bizim istediğimiz gibi olsun" anlayışı bugün ülkemizi ve vatandaşlarımızı hukuksal anlamda güvencesiz bırakıyor. Evrensel hukuktan kopmuş, demokrasi iddiasından vazgeçmiş, demokrasiyi sadece seçimlerde az ya da çok oy almaya indirgemiş bir anlayışla ve o anlayışın tahakkümündeki yargı eliyle askıya alınmış özgürlüklerin kavgasını hep beraber vermeye çalışıyoruz. Bu fotoğraf gerçekten bizleri ürkütüyor. Bazı davalarda sanıklar siyasal iradenin kafasında mahkûm edilmiş ve bu mahkûmiyet düşüncesine aykırı kararlar çıktığı zaman o yargısal kararların ortadan kaldırılması, tanınmaması için bodoslama hukuk mağazasının içine dalınıyor ve ne hukuk ne yargı ne hak ne adalet, hiçbir şey bırakılmıyor ve insanların vicdanı da bu anlamda darmadağın ediliyor.
Biz 2010 sonrası, yargının FETÖ'nün eline geçmesinden sonra şöyle bir manzarayı izlemiştik: Tek merkezden yönetilen bir koro; işte, gazetecisi, televizyoncusu, şucusu, bucusuyla birlikte önce kişileri itibarsızlaştırıyor, linç ediyor, sonra düzmece mahkeme kararlarıyla mahkûm ediyordu. Maalesef bu döngünün değiştiğini bugün söyleyemiyoruz. Bugünkü yargı anlayışı da aynı şekilde, tek merkezden yönetildiği zannı veren bir koro eşliğinde kişileri itibarsızlaştırıyor. Daha işte, dün, bugün, evvelsi gün, geçen hafta, önceki hafta yaşadığımız gibi; insanlar itibarsızlaştırılıyor, savcıların soruşturmasına muhatap ediliyor, bazen düzmece iddianamelerle mahkeme önüne çıkarılıyor ve mahkûm ediliyor. Bu anlayışın değişmesi lazım. Eğer biz demokrasiden bahsedeceksek, biz hukuk devletinden bahsedeceksek bu anlayışın değişmesi lazım. Yargı gerçekten işlevine uygun şekilde, evrensel hukuka uygun şekilde, görevini tarafsız ve bağımsız şekilde yapabilmelidir diyorum. Şimdilik sözlerim bu kadar.
Teşekkür ediyorum.