| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 25 .01.2016 |
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; Türkiye'nin ekonomik geleceği açısından önemli yol haritasını ve yürütmenin ortaya koyduğu tercihleri bizlere anlatan bütçesini görüştüğümüz bugünde Sayın Çaturoğlu'nun bugün konuşma yapmasıyla gerçekten mutlu oldum.
Çünkü, sabahtan itibaren baktığımda Sayın Bakan geçtiğimiz hafta sunumunu yaptı ve muhalefet partilerinin temsilcilerinin Türkiye'nin 2016 yılındaki ekonomik haritası ve hedefleriyle ilgili bir söylemde sadece muhalefet partilerinin söz sahibi oluyor konumda olması bir taraftan parlamenter olarak, vatandaş olarak, bütçe hakkına sahip olan bir kişi olarak beni gerçekten bu noktada soru işaretleriyle dolu hâle getirmişti ama iktidar partisi milletvekilimizin, en azından kendi değerlendirmesine göre bir katkı sağlayacak noktada burada bu konuşmayı yapmış olması da gecikmiş bir söylem olarak en azından katkısını burada yaşamak beni mutlu etti.
Şimdi, hepimiz tarihe dönüp baktığımızda bildiğimiz çok önemli bir isim vardır: Sokrates. Sokrates'in tabii kim olduğunu, ne yaptığını anlatacak değilim ama o dönemlerde yani bundan iki bin dört yüz yıl önceye dönüp baktığımızda bize o dönem için ortaya koymuş olduğu tercihleri, düşüncesi ve anlatımlarıyla o günkü düzen içerisinde yaşadığı dönemin popülerleşen bir söylemini ortaya koymuştu. Söylediği şuydu: Gerçekleri, doğruyu ve o doğrular içerisinde doğruyu yakalamak için bilimsel bakış açısının tartışılmasını dile getirmiş ve malum o dönemde bu sözleri ve söylemiyle beraber 500 kişi bir araya gelerek, Sokrates'in bütün savunmasını Platon'un yapmasına rağmen ölümüne karar verilmişti ama önemli bir demokrasi, düşünce özgürlüğü ve ona bağlı olarak bir bakış açısını ortaya koyan ilk dayanak olarak kendini göstermişti.
Biz, bugün, 2016'da ekonomik açıdan Türkiye'yi değerlendirirken geçmişten bugüne baktığımızda tarih içerisinden bize örnek olacak bazı gelişmeleri de bir arada değerlendirmek zorundayız diye düşünüyorum. Çünkü, o dönem ekonomik ve toplumsal çöküş içinde olan bir devlet yapısının içerisinden bir ses olarak çıkmıştı Sokrates. Daha sonraki dönemlerde pek çok ülke ve tarihsel gerçek açısından bunu görmüşüzdür ve öyle bir Türkiye'yiz ki biz, bölgemizde yaşanan bugünkü gerçeklerle beraber baktığınızda veya demokrasiyi yaşayan bu bölgenin en güçlü ülkesi olmamız hasebiyle biz, büyüme, ekonomik performans ve bunu çeşitlendirecek ekonomik alternatiflerde örnek bir ülkeyken, bunu değiştirecek idari ve demokratik bir uygulama ortaya çıktığı zaman yaşanacak olan ekonomik performansımız içerisindeki etkileri ne olur diye sorgulamayı da bu paralellik içinde yapmamız gerektiğine inanıyorum.
Çünkü, bir ülkede demokrasi doğru işlemez ve söylem, bilgi toplumu olma yönündeki temel oluşturulmazsa o ülkede büyüme olmaz. Yani bakın, zenginlik belki olabilir ama çok güzel bir ayrım vardı, zengin olmak ve varlıklı olmak diye bir köşe yazarının, geçen gün okudum, gerçekten belki petrolünüz olur bir anda bütün paralar petrolden, bir tek maddeye bağlı olarak zenginlik sağlar ama bu zenginlik varlıklı olmayı beraberinde getirmez. Çünkü, pek çok, bu tür ürüne bağlı zenginlikleri yaşayan ekonomilerin genel, toplumsal ve sosyal paylaşımla hangi noktada olduğunu hep beraber çok net görüp değerlendirebiliriz.
Şimdi, Türkiye açısından, ülkemize dönüp baktığımızda ve bugünkü gerçeklerle baktığımızda dediğim gibi, bir ülkede, hele hele bu küreselleşmenin getirdiği ve demokrasinin işleyeceği temel şartların kendini hissettireceği ekonomiler en azından bu uluslararası ticaret açısından, sağlam, güvenilir zemini, hukukun tüm evrensel kurallarının işleyeceği bir sistem ve bir ülke ekonomisinin diğer ülkeler açısından, yatırımcı açısından hele hele ki 2009'dan itibaren ayarı bozulan, 2008-2009'dan sonra bir geçici ayar yapılan ama ondan sonra dünya gerçeğinde baktığınızda, küresel, ekonomik datalarla değerlendirdiğinizde gerçekten sorunlu günlerin yaşandığı bugünlerde ve bu dönemde ve yaşanabileceği bu dönemlerde, Türkiye olarak yapılacak olan her kararlı eylem ve uygulamada bu zamanı, bu temeli ve bu gerçekleri görmezden gelerek herhangi bir tercihte bulunmak çok doğru olmayacaktır diye düşünüyorum.
Diğer taraftan baktığınızda, evet 2016 bütçesi, iki defa daha doğrusu bir kere yayınlanan, arkasından revize edilen ve iki-iki buçuk ay içerisinde içindeki ruhundan bile baktığınızda bir anda belli riskleri -ilk ekim ayındaki orta vadeli planda- tespit içerisinde olduğunu gördüğümüz rapor içeriğinden, bir anda pembeleşen bir bakış açısına dönen bir raporla karşı karşıyayız. Ama bakın, tarihte önemli, hepimizin bildiği bir söz vardır: Tarih tekerrürden ibarettir. Ve eğer tarihteki yaşananlardan ibret almayı, örnek almayı ve ders almayı becerebilirsek tarih tekerrür etmez. O yüzden sizleri... Tabii arkadaşlarım burada bütçe büyüklükleri ve ona bağlı değerlendirmelerde bulundular, onlara da kısaca değineceğim ama vaktim olduğunca. Sadece iki olayı hatırlatmak isterim: Bakın, hep döneriz biz 97-98 yaşanmış olan krizlere yani Uzak Doğu krizlerine ve bunları hazırlayan faktörlere. O faktörlere gelmeden önce, o dönemde neler olduğunu, muhakkak ekonomi bürokrasisi ve ekonominin içinde yer alan bütün aktörler çok iyi hatırlarlar. Yani nasıl bir büyüme, nasıl bir balonlaşma olduğu, daha sonra Uzak Doğu'da başlayan hareketin bir küresel domino etkisiyle nerelerde, nasıl yansıdığı, sonuçların neler getirdiği ve uygulanan ülke ekonomilerindeki politik tercihlerin hangi sonuçları bize yaşattığını, yanılmayalım, sadece 2008'e bakmayalım, 96, 97, 98 sürecinde dünya üzerinde nasıl bir ekonomik değişimlerinin olduğunun dersini iyi çıkarmak gerekiyor.
Sonra, 2000'li yıllara geldiğimizde, yine uygulanan o küresel büyük güçlerin dünyaya para pompalayarak, kendi para birimlerini ihraç ederek ortaya koydukları o küresel ekonomik idari takvimin ülkelerde neyi, nereden nereye getirdiğini de iyi görmek lazım. Bakın, o süreç dâhilinde yani on beş yıllık süreç dâhilinde gelişmekte olan ülkelere yani bu yükselen ekonomilere aktarılan dış kaynak ve onların sahip olduğu dış yükümlülüklerin millî gelirlerine oranı yüzde 80'li rakamlardan yüzde 125'lere çıktı. Yani her ülke dışarıdan -ortalama açısından baktığınızda- bu aktarılan kaynaklarda, dışarıya bağımlı, dışarıdan aldığı kaynağa, onunla beraber üretim yapmaya, onunla beraber yatırım kaynaklarını oluşturmaya çalıştı veya tercih etti. Çünkü, çok uygun, çok ucuz bir maliyetle gelen bir kaynaktı bu. Ama sonrasında yaşananlar ve süreç içerisinde, işte o 2008'deki ilk şok, onun arkasından tekrar "O şoku düzeltelim." diye bir daha basılan paralar ve onların nereye gittiği, nasıl gittiği ve dünya ekonomisinde nasıl değerlendirildiğinin takibinin yapılmaması, bugün bize bazı adaletsiz dünya düzenlerini de beraberinde getiriyor.
Bir de yani şöyle düşünün: Dünyadaki yüzde 1 zengin, yüzde 99 kadar varlığa sahip durumda şu anda dünya üzerinde. Yani biz "Gelir adaletsizliği" dediğimiz zaman, bu pompalanan ve bu pompalarla büyütülen, hormonlaştırılan ekonomilerin kendi içinde yaşattığı, daha sonraki kriz dönemlerinin riskleri, adaletsiz dünya, zenginlik düzeyini de beraberinde getiriyor. Bu neyi getiriyor? İşte dönemimizin meşhur yaşanan görünmez sömürgeleştirilmiş, görünmez sömürgenin ötesinde idari modellerinde oluşturulan o baskıyı hazırlayan ekonomik modeli getiriyor. O yüzden, yaşananları, yaşanmış ve yaşanabilecekleri bu küresel bakış açısı içinde değerlendirmenin çok önemli olduğuna inanıyorum.
Diğer taraftan, yakın geçmiş açısından ülkemize baktığınızda "Gelen kaynakları nasıl kullandık?" dediğimizde, gelen kaynakları kullanımımız "Taşı toprağı altındır." denilen bir yatırımla ne yazık ki üretim faktörlerini, üretimi hareketlendirecek bir yatırıma dönüşmemenin sonuçlarını da bugün yaşadığımız bir süreçte değerlendirildiğini görüyoruz. Yani, özellikle son iki üç yıllık sürece baktığınızda, artık yatırım iştahının kalmadığı, yatırımcıların -yerli veya yabancı yatırımcı açısından Türkiye özelinde değerlendirdiğimizde- bu iştahının kalmadığı gibi, buradan çıkışların yaşandığı, onun ötesinde, maalesef oluşan, -biraz önce söylediğim- bundan önceki oluşmuş yükümlülüklerin karşılanması ve mevcutta kurgulanmış üretim sisteminin dışa bağımlılığından doğan cari açık yapısının finansmanı için oluşturulmaya çalışılan bizim kendi rezervlerimiz ve rezervlerimizle beraber "net hata/noksan" denilen, kaynağı tam olarak açıklanmayan rakamla günü çevirme, günü döndürme arayışlarının ortaya koyduğu bir belirsizlik.
Şimdi, bugün, Türkiye ekonomisi açısından baktığınızda, belli kırılganlıkları hazırlayan, işte kur açısından, enflasyon açısından, büyüme açısından, işsizlik açısından baktığımız gerçeklerin bütçelerde yansımasının net olarak kendini gösterdiğini sorguladığımızda bu bütçede bunu görmüyoruz çünkü Türkiye artık yatırım alamıyor, neden alamıyor? İşte kasım ayı itibarıyla net pozisyon belgesine baktığınız zaman, Türkiye'nin maalesef sabit yatırımları, doğrudan yatırımları ve bunun yanında "sıcak para" dediğimiz veyahut geçici bir saadet yaşatan parada, portföy yatırımlarında yüzde 15, yüzde 20 oranlarında gerileme ve montan olarak baktığınızda da 60-70 milyar dolarlara varan rakamlara gelindiğini görüyoruz. Bunun ötesinde değerlendirdiğinizde, Türkiye'de yatırım iştahının azalmasıyla beraber, bir taraftan da, baktığınızda, Türkiye'nin tablosunda... Geçen sunum yaparken Sayın Bakan "Millî Eğitime daha fazla ağırlık vereceğiz." dedi ama o kadar geride kaldık ki, biz, gelişmekte olan bizim gibi ülkeler içerisinde, o para bolluğunda yatırımını üretime bağlamış olan bir Kore'yle karşılaştırdığımızda, bizim 15 yaş üzeri eğitim yılımız 7, Kore'ninki 12,5. Ve bugün baktığınızda, Kore, büyük bir rekabet içerisinde öne çıkmış ve bu rekabeti alıp götüren güçte olan bir ülke. Yani, Türkiye, dönemsel olarak nimetleri sadece dönemi geçirmek için veya o rahatlığı yaşamak için değerlendiren bir süreçten geçti.
Tabii, verimlilik de çok önemli yani bu büyüme, bu kaynak ve bu kaynakların kullanımına verimlilik açısından baktığımız zaman da, biz Türkiye olarak verimlilik konusunda -hele hele şu anki şartlara baktığımızda- artık çok geriye gittik. Bir dönem "Verimlilik artışı oldu." denildi, o da tamamen emeğin üzerine yüklenmiş bir verimlilik artışından öteye geçmeyen bir tercih içerisinde kendini gösterdi.
Şimdi, tabii, bir bütçe görüşüyoruz. Bu bütçeyi görüşürken, defalarca bütçenin -bundan önceki geçici bütçe görüşmelerinde de dile getirdiğimiz- işte Sayıştay raporlarıyla ilgili başlığı gündeme geldiği zaman "Efendim, Sayıştay da bir rapor verdi bize, biz web sitemizde genel raporlarla ilgili bir döküm verdik, 8 Aralıkta sizin odalarınıza geldi, bunlarla değerlendirin." dediğinizde, bu web sitesinde yayınlanan Sayıştay raporlarıyla ilgili hem geçici bütçe hem de torba kanunlar sırasında oldukça yoğun sorular sormaya çalıştım. İşte son olarak Karayollarının kanununu geçirdik bu HGS, OGS'yle ilgili. Orada bile, tespitlerde tahakkukların kayıtlara girmediğine dair önemli başlıklar var. En ufak başlıklardan biri bu ama diğer yandan, işte bütün tutulması gereken kayıtlarla ilgili problem olduğu, rakam rakam bakanlıklar açısından tespitlerin olduğu bir dönemde, ne yazık ki ben -burada Sayıştay temsilcisi arkadaşlarımız da var- bu konularda tamamen soru işaretlerini ortadan kaldıracak yeterlilikte bir cevabı bulduk noktasında olmadığımızı hissediyorum.
Diğer taraftan, şimdi, bizim bir Anayasa'mız var; şu anda, üzerine yemin edip bu Anayasa'yı uygulamakla yükümlü olduğumuz bir Anayasa'mız var. Ve Anayasa'mızın 163'üncü maddesinde belirlenmiş olan, bütçeyle ilgili olarak bir olması gereken var ama biz, Bütçe Kanunu'muza bir 6'ncı madde getiriyoruz. Bizde yürütme organının bir tercihi var, özel yetkilendirilmiş bir sürü birim oluşturdu. Gördüğüm kadarıyla, Maliye Bakanını da özel yetkilendirilmiş bir harcama patronu hâline getirerek, Anayasa'ya da aykırı olarak bir uygulama içine geçildiği çok açık. Yani, biz Anayasa'ya aykırı bir Bütçe Kanunu yaptık geçen sene. Bir Anayasa Mahkemesi süreci işliyor ama bugün, yine aynı şekilde o Bütçe Kanunu'nun 6'ncı maddesinde direterek bir uygulama içindeyiz. Yani, burada, o zaman -düşündüğünüz zaman- böyle bir yetkinin verilmesi neden, neyin ne şekilde saklanıyor, saklanmakla beraber ne hangi noktada kullanılıyor? Veyahut işte Sayıştayla ilgili başlığa geldiğiniz zaman da, rapor veya açıklık veya aleniyet veya şeffaflık açısından neden bunu becermek istemiyoruz ya da beceremiyoruz dersem çok büyük bir problem. Çünkü, biliyorsunuz ki, Şeffaflık Örgütünün ortaya koyduğu rakamlarda Türkiye içler acısı bir noktaya gelmiş durumda. Biz bunu düzeltmek sorumluluğundayız ama hem Anayasa'yı tanımadan hem de var olan mali kanunları dikkate almadan yapılan tercihlerin, Türkiye açısından ve yürütme açısından sorgulanan ve güvensizlik başlıklarında ortaya konulan pek çok konuyu ön plana çıkaracağı çok açık bir gerçektir. Yani, bugün baktığınızda, mesela "özel hesaplar" diye bir hesap var. Sayın Bakan, bu özel hesaplar nedir böyle? Yani, siz söz verdiniz, bu sene bekliyoruz. Harcama raporlarınız, 2007'den beri yayınlanmamış olan harcama raporları inşallah gelecek. Harcama raporları nedir? Biz vergimizi ödüyoruz, vergimizi hangi tercihlerle nereye kullanıyorsunuz, onu da hem kendi bütçe hakkı içerisinde hem de buradaki bize verilen denetim hakkı içerisinde değerlendirmek istiyoruz. Ama, dediğimiz gibi, hem Anayasa'yı tanımayan hem olması gereken yasal zemin içerisinde hazırlanmayan bir bütçe tercihi içerisinde bulunulduğu takdirde, bizim de bunu eleştirip, bizim de bunun üzerinde sorgulamalar içerisinde olmamız ve en azından önümüzdeki dönemde Türkiye'de, dünyada, bölgede ve yaşanan bütün bu gelişmeler içerisinde alınabilecek yol açısından ortaya konulan değerlendirmeleri ciddiyetle karşılayacak olan bir sürecin işleyeceğine inanıyorum.
Tabii, şimdi, bu dönemde unutmamamız gereken, biz klasik olarak "Bölgemizde çatışmalar var, bunların getirdiği sorunlar var." diyoruz ama dünya ekonomisinde bir Çin gerçeğini unutmamamız gerekiyor. Bence ikinci bir gerçek de, kendi komşularımızdan olan İran'ın gösterdiği gelişme, İran'da yaşanabilecek olan gelişmeler. İran'da son ambargonun kalkmasıyla beraber, bizim açımızdan, bizden 70 milyar dolayında çıkan sermayenin yenilenecek İran yapısı içerisinde konumlanacağı veya tercihlerinin neler olacağı, artı, oradan alacağı pay açısından neler getireceği, bunun hesaplarının yapılarak bizdeki hedeflerin ve projelerin ortaya konulması lazım. Diğer taraftan Çin. Çin, artık bu "egemen güçler" denilen o yapının içerisinde kendine bir yer buldu ve onu devam ettirecek. Çin hem kendi ekonomik, sosyal yapısını değiştiriyor hem de ekonomi politiği açısından da bir dönüşüm süreci yaşatıyor. Ve bu dönüşüm sürecinin getirmiş olduğu gelişmeler, baktığınızda, bir taraftan, işte dünyadaki talep, talebe bağlı olarak ortaya çıkan emtia fiyatından enerji fiyatına kadar olan gelişmeleri beraberinde yaşatıyor ama bizim, bunların hepsini görerek... Mesela, bakıyorsunuz enerji, petrol fiyatları düşüyor. Petrol fiyatı 100 dolar seviyelerinden 30'lu rakamlara geldi. Peki, benzinciye gittiğim zaman depomdaki böyle bir düşüşü ben hiç göremedim, ben değil yaşayan hiçbir vatandaşımız görmedi, niye? Çünkü, baktığınız zaman, Türkiye'de enerji üzerinden, özellikle akaryakıt üzerinden alınan vergiler olmasa sizin o güzel bütçenizin çok az bir açıkla tutması gibi bir şey söz konusu olmayacak. Allah'tan, vergi dairesi gibi çalışan benzin istasyonları var veya her şeyde KDV, ÖTV hazır tak tak ödeyen insanlarla biz bütçe açığını tutuyoruz. Şimdi, enerji fiyatları düştü ama biz, o zaman, bizimle rekabet edecek ülkelerde o enerji fiyatının düşüşünden aynı şekilde nasıl faydalanıyoruz? O ülkeler getiriyor, o düşen enerji fiyatıyla bizimle rekabet içerisinde bunları kullanarak kendi içlerinde ihracatlarını artırıyor veya piyasa oluşturuyor. Biz ne yapıyoruz? Biz fiyatı indiremiyoruz çünkü enerjide, en önemli girdi maliyetimizi oluşturan konuda, devlet, daha doğrusu maliye gelir elde edebilmek için herhangi bir değişiklik yapmadan o kaynağı sürekli olarak kullanıyor ve rekabet gücü açısından haksız rekabetin ve üreticinin üzerindeki yükün -direkt olarak baktığınızda- yine devlet kaynaklı olduğunu veya Maliye kaynaklı olduğunu çok açık olarak görebiliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tamaylıgil...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Bitireyim mi?
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamanız için iki dakika ilave süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Şimdi, bakın, dünyada o yaşanan dönemler açısından alamadığımız, almamız gereken veya üstünü örttüğümüz gerçeklerden dolayı kırılganlığı en yüksek olan gelişmekte olan ülkelerden birisi biziz, birisi de Brezilya. Belki belli konularda farklılığımız var ama biz kendi açımızdan doğruları görüp, doğrulara göre karar alarak bundan sonraki dönemdeki... Yani, bir bütçe oluşturduk, bütçenin ana kalemleri olan -yine söylediğim gibi- enflasyon, büyüme, kur ve baktığınızda tespitlerde ve hedeflerde olmayacak hedefler koyarsak hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayız.
Diğer taraftan, bu uygulamada da baktığımızda, şeffaflık ve güvenin birbirini tamamlayacak nitelikte olması şarttır. Eğer dünyada rüzgâr esip de bizde kasırga olacak korkusu varsa bunu önleyecek doğru tespitler içerisinde karar almak ve ona göre bir hedef ortaya koymanın geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü unutmayalım, kimisi "uzun durgunluk" diyor, kimisi "büyük keyifsizlik" diyor bu döneme ama en önemlisi şu var: Her talep kendi arzını yaratırken, şimdi artık bu tersine döndü, her talepsizlik ve küçülme kendi azalan arzını yaratıyor. Bölgemizdeki gelişmeler, yaşanan dış politik gelişmeler, dünya şartlarındaki ekonomik gelişmelere göre Türkiye, bir, demokrasi; iki, uluslararası hukuk ve evrensel hukuk ilkelerinde uygulayacağı yönetimi şeffaflık ve açıklık içerisinde gerçeklerin üzerinden koyacağı hedeflerle bu dönemde çok önemli bir sorumluluk almıştır diye düşünüyorum ve bu bütçe dâhil olmak üzere, göstergelerin bu doğruluk içerisinde ortaya konmasının da gerekli olduğunu düşünüyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ben teşekkür ederim Sayın Tamaylıgil.
Felsefe tarihi konusunda bilgilerimizi tazelediğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Yalnız, benim hatırımda şöyle bir şey kalmış: Sokrates'in idamıyla ilgili, mahkûmiyetiyle ilgili...
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Baldıran zehri içti de "baldıran" demedim belki size bir şey hatırlatır diye, baldıranı özellikle söylemedim.
BAŞKAN - Yok, benim hatırladığım kadarıyla, Sokrates Yunan politeizmine, çok tanrılı Yunan inancına karşı çıkıp tek tanrılı inancı savunan ilk kişidir. Onu da bu vesileyle hayırla ve rahmetle yâd etmiş olalım.
BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - "Baldıran demeyeyim." dedim, "Siyaset yapıyor muhalefet." diyorlar ya ondan sonra, belki başka bir şeyi hatırlatır diye.