Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Cumhurbaşkanlığı b) Millî İstihbarat Teşkilatı c)Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç) Diyanet İşleri Başkanlığı d) Devlet Arşivleri Başkanlığı e) Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı f) Strateji ve Bütçe Başkanlığı g) İletişim Başkanlığı ğ) Savunma Sanayii Başkanlığı h) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı) Yatırım Ofisi Başkanlığı i) Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanlığı j) Finans Ofisi Başkanlığı k) İnsan Kaynakları Ofisi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 24 .11.2023 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokratlar, basınımızın değerli mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yolunda cumhuriyetimizin aydınlık ve çağdaş kuşaklarının yetiştirilmesinde büyük emeği olan tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyorum.
Bugünkü konuşmamda tabii birkaç konu vardı değinecek ama var olan bu tartışmaların da bir biçimde çok dışında kalmak değil, o konudaki fikirlerimi de belirtmek yolunu seçtiğimi söyleyeyim. Önce şunu söyleyeyim: Bu bütçe hakkı önemli bir şey yani biz, bakın, burada bir aydır görüşüyoruz. "Bütçe hakkı" demek, 1215'te Magna Carta'yla başlayan bir süreç. Önce kralın vergi koymasının sınırlanması üzerinden, sonra aynı şekilde harcamaların yapılmasının sınırlanmasına ve en sonunda da vergilerin ve harcamaların birlikte konuşulduğu bir yapının, parlamentoların oluşturulmasıyla bugüne kadar gelen bir süreç ve bu sürecin içinde bütçe hakkı, parlamentolar açısından en önemli haklardan biri. Bu, çok anayasada da zaten bu şekilde tanımlanıyor. "Bütçe hakkı" demek, en basit tabiriyle, vatandaşın ödeyeceği vergilerin nereye harcanacağını bilme hakkıdır. O, bütçe kanunuyla temsil edilir. Aynı zamanda da ödediği vergilerin nereye harcandığını bilme hakkıdır; bir denetim yetkisi. O da kesin hesap kanunu teklifiyle ortaya konulur.
Tabii, Parlamentoda vatandaş bu hakkı nasıl kullanabilir? Devletin içinde milyonlarca işlem var, bunu bilmesi mümkün değil. Bunu, Parlamentoya seçtiği milletvekilleri eliyle kullanır fakat milletvekillerinin de tabii bunları bilebilmesi mümkün değil. Bu anlamda da devreye işte Sayıştay dediğimiz kurum girer. Sayıştay, sonuç itibarıyla, tabii Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yetkisi içinde, Büyük Millet Meclisine o denetim raporlarını, kesin hesapları hazırlar, ona göre de bir biçimde biz burada konuşuruz. Yani bütçenin hazırlanması, uygulanması, denetlenmesi aslında hepsi, baktığımız zaman bu bütçe hakkı kapsamında düşünülüyor.
Burada tabii çok şey konuştuk ama daha önce var olan bir eleştirimizi ben de tekrarlamak istiyorum. Birkaç kere de söyledik aslında. Yani sonuçta Genel Kurula geldiği zaman Genel Kurulda bütçede çok bir değişiklik olmaz. Zaten kanun da çok açık ve nettir, giderlerin artırılmasını ve gelirlerin azaltılmasını sağlayacak, ona yol açacak bir öneride, teklifte bulunulamaz ama Plan Bütçe Komisyonunda bu değişiklikler yapılabilir. Geçmiş yıllarda da yapılmıştır bunlar. Yani burası eğer Plan Bütçe Komisyonuysa biz burada iktidarıyla muhalefetiyle bir biçimde konuşmak, gerektiğinde ödenekleri aktarmak, gerekirse fasıllar arasında ödenekleri aktarmak gibi uygulamaları yapabilmeliyiz. Yani yoksa ne anlamı var, ne konuşuyoruz? Sonuç itibarıyla tabii ki politikaları konuşuyoruz, rakamları da konuşuyoruz ama burada bir değiştirme gücü ve yetkisi olmak zorunda. Teorik olarak eğer bu yetkimiz varsa bu da vardır fakat bunu yapmıyoruz.
Kesin hesaba ilişkin, sabah da söyledim, kesin hesap komisyonunun ayrı bir komisyon olmasının çok daha sağlıklı olduğunu her zaman söyledik ama bu İç Tüzük değişikliği gerektiriyor ama sonuç itibarıyla kesin hesabın Meclise sunulması ve Sayıştayın raporunu vermesi daha erken olduğu için bir alt komisyon kurulabilir, orada Sayıştay raporları daha kapsamlı biçimde ele alınabilir. Aynı zamanda da Sayıştayın yetkisinin de artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Sadece bir düzenlilik denetimi değil aynı zamanda performans denetimini de faaliyet raporları üzerinden yapmasına ihtiyaç var. Bu yetki var Sayıştayda ne yazık ki bu yapılmıyor uzun zamandan beri. Gerçekten bir biçimde -5018'in ruhu da budur- eğer yapacaksak bu performans denetimine gitmek, Sayıştayın bu anda görev ve yetkilerini gerekirse yeniden tanımlamak önceliğimiz olmak zorunda çünkü dediğim gibi, sonuç itibarıyla, bu ülkede yaşayan milyonlarca insanı, biz bu Parlamentoda onların haklarını, bütçe haklarını temsil ediyoruz.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine değinmeden geçilmez. Tabii, 2017 referandumu oldu, 2018'de bu sisteme geçildi yani üzerinden tabii zaman geçti ama bakın, şunu söyleyeyim; bu sisteme geçilmesinin gerekçesi her zaman literatürde de şudur: Parlamenter sistemde koalisyonlar oluyor, istikrarsızlık oluyor, karar alınamıyor, hızlı karar alınamıyor, Hükûmetler düşüyor, tekrar geliyor; bunun için bu, literatürde parlamenter sistemin bir eksik yönü olarak gösterilir fakat çok ilginçtir, 2017 yılında Anayasa referandumunda bu sistem değişikliği önümüze geldiği zaman böyle bir şey yoktu. 2002 yılının sonundan itibaren on beş yıl aralıksız tek parti olarak yöneten ve istediği her kararı alan bir siyasi parti vardı yani bunun bir gerekçesi yoktu geçilirken. Böyle eğer gerçekten koalisyonlar... Bazen etki tepki üzerinden de şekillenir, anayasalar da böyle şekillenir, doğrudur ama burada bu sisteme geçilmesinin gerekçesini çözebilmiş değilim. Zaten her karar alınıyordu, tek parti iktidarı vardı gündemde ama bu geçilen sistem Türkiye'nin... Baktığımız zaman dünyada üç tane sistem var temelde; başkanlık sistemleri, parlamenter sistem, yarı başkanlık sistemleri. Bu geçilen sistem bu üçü de değil çünkü bu üç sistemin de kendine göre özellikleri var. Başkanlık sistemi sert kuvvetler ayrılığının olduğu, yasamanın ve yürütmenin birbirinden seçim zamanları, seçim usulleri, işlevleri ve birbirleri üzerindeki denge ve denetim mekanizmasıyla çok açık ve net olarak ayrıldığı sistemlerdir. Amerikan Başkanı bugün büyükelçi atayamaz, Senatoda bir komisyon kurulur, ilgili büyükelçi adayı o komisyona gider; sorular sorarlar ve bir süreç vardır, en sonunda eğer tatmin olmazlarsa "Hayır." dedikleri zaman Amerikan Başkanı o büyükelçiyi atayamaz. Aynı şekilde, baktığımız zaman Başkanın yetkileri Senatonun onayından geçer. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bizdeki sistemde bütün her şey 1 kişinin şahsında birleşmiş. O kişi bir taraftan yürütmenin başında ama bir taraftan yasamayla da ilişkisini kesmemiş, aynı zamanda bir siyasi partinin Genel Başkanı; böyle bir şey olamaz, böyle bir şey yok, başkanlık sistemlerinde, hiçbir sistemde yok.
Diğer taraftan, devam edeyim, bakın, Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal koşulları parlamenter sistem içinde şekillenmiştir, ta 1876'daki Kanun-ı Esasi'den bugüne kadar gelmiştir, parlamento güçlüdür. Hatta unutmayalım, Millî Mücadele'nin başarılması, cumhuriyetin kurulması, o Meclis Hükûmeti sayesinde olmuştur. İdeolojik yelpazenin genişliği Türkiye'de böyle bir sisteme izin vermez, Amerika'da iki sistem de gider. Bakın, Amerika sistemi işliyor, sıkıntılar da oluşuyor belli zamanlarda ama Güney Amerika'da ya da Orta Amerika'da bu sistemi uygulamaya çalışan bir sürü sistem başkanlık sistemi değildir; diktatörlüğe dönüşür "Başkancı sistemler" diyorlar onlara. Bu açıdan, Türkiye'de ise baktığımız zaman ideolojik yelpaze son derece geniştir yani yüzde 10'luk, yüzde 7'lik barajlara göre baktığınızda çok fazla parti Parlamentoya girer. Diğer taraftan, siyasi parti yapıları Türkiye'de disiplinli siyasi parti yapılarıdır, bir milletvekili partisinin kararına uymadığı zaman oradan ihraca kadar giden bir yol vardır. Öbür tarafta ise, başkanlık sisteminde ise "bipartisan" dediğimiz bir milletvekilinin ya da senatörün oturup başka bir partiyle birlikte oy verdiği bir sistem vardır. Siyasi kültür olarak baktığınızda, uzlaşmacı siyasi kültürü olan yapılarda bu sistem işler; bizde öyle değil, genel olarak baktığımız zaman Türkiye'de çok uzlaşmacı değil, biraz daha çatışmacı bir siyasi kültür var. Bütün bu kriterlerin hepsi açısından baktığınız zaman bunun bir rasyoneli yok ve nitekim sistem tıkanıyor. Cumhurbaşkanı 3 sayılı Kararnamesi'nde devlet bürokratlarının kaç yıllığına atanacağı var, TÜİK Başkanı dört yıl, Merkez Bankasının Başkanı dört yıl; hangisine uyuldu? Eskiden üçlü kararname sistemi vardı, bu bir denge ve denetim sistemidir. İlgili bakan önerir, Başbakan olur verir, Cumhurbaşkanı onaylardı yani böyle bir sistem ciddi sıkıntılar yaratıyor. Aynı şekilde, şimdi yüzde 50+1 değil, aşağı düşürme, yüzde 40+1 konuşuluyor. Niye böyle bir sisteme geçtik? Yani bakın, gerçekten ciddi sıkıntı var.
Diğer taraftan, son bir konuya daha değineyim, kurumsal yapı bu sistemle birlikte altüst oldu. Bakın, şu anda Cumhurbaşkanlığında başkanlıklar, politika kurulları, ofisler, ilgili ilişkili kurumlar, kurullar, konseyler, komisyonlar var ve bunların ilgili mevcut bakanlıklarla görev ve yetkileri net biçimde tanımlanmış değil, ne yaptıklarını bilmiyoruz bunların çoğunun. E ama böyle olmaz ki, gecekondu devleti mi burası?
Sonuç itibarıyla, cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçti, öncesinde de baktığımız zaman, devletler kurmuş bir yapı nasıl böyle bir noktaya gelmiş? Kurumları kapatıyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı neden kapandı? Bunun açıklaması yok. Yani bugün bir kurumun Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının o görevleri yapıyor olmuş olması planlamanın kaldığı, yaşadığı anlamına gelmiyor; oradaki hafıza yok oldu, bitti; oranın çalışma koşulları, oradaki yatay hiyerarşi onların hiçbiri kalmadı; Devlet Personel Başkanlığı kaldırıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, mikrofonu açıyorum.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Yani baktığımız zaman bütün ülkeler hep gelenekleriyle, kurumlarının yapısıyla, kuvvetiyle övünürler ve iktisatta aynı zamanda kurumsalcı yaklaşım kurumlarının gücünün de bir ülkenin ekonomik, sosyal politikalarında ve gelişkinliğinde çok önemli olduğunu söyler. Biz ise var olan kurumlarımızı ortadan kaldırıyoruz, yeni kurumlar kuruyoruz; kurumların işleyişi belli değil, var olan yapı içinde birbirleriyle olan ilişkileri net tanımlanmamış yani bunlar ciddi sıkıntılar içeriyor. Bu anlamda, baktığımız zaman bugün gelinen nokta iyi bir nokta değil; sıkıntılar var, bu sıkıntıları herkes görüyor zaten. Sonuç itibarıyla, tabii ki bunları da zaten konuşacağız, bu anlamda biz bunları söylüyoruz, eleştirilerimizi de söylüyoruz, ne olması gerektiğini de her zaman söyledik, söylemeye devam edeceğiz diyorum.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.