| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 22 .11.2023 |
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, Kıymetli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi Aile Bakanlığımızın bütçesini görüşmek üzere toplandığımız bu salonda Saadet ve Gelecek Grubu adına selamlıyorum.
Bugün, evet yani muhalefet penceresinden ve iktidar penceresinden bir bakış ortaya koyacağız bütçe ve konularına dair. Burada herkes üzerine düşen vazifeyi ifa edecek; iktidar bir cennet tablosu çizecek, muhalefet bir cehennem tablosu çizecek, biz bardağın boş tarafını göreceğiz, sizler hep dolu tarafını göstereceksiniz bizlere ama arzu ettiğimiz şey elbette bunun istişarelerimizle ortasının bulunması, iki tarafın da birbirlerinin bakış açısıyla gerçekten dezavantajlı gruplara hizmet etme noktasındaki elimizdeki tek güç olan Aile Bakanlığının daha da güçlendirilmesidir. Bunu yaparken tabii, devlet, Hükûmet sizlerin elinde, dolayısıyla buradaki olgunluk öncelikle sizlere düşecektir. Bu karşılıklı sorunu neden halledemiyoruz? Aslında hep tek pencereden baktığımız için ve biraz da Aile Bakanlığının bugüne kadar, yıllara sari birikimi, Sayın Bakanın uluslararası alandaki tecrübesi bu öz güvene sahip olması gerektiğini aslında bizim önümüze koyuyor; ben bu inançtayım ve muhalefetle, sivil toplum kuruluşlarıyla yani yılların tecrübesini sırtlanmış sivil toplum kuruluşlarıyla, dünya görüşü nasıl olursa olsun, mesele bu sorunlarımızı çözmekse mutlaka bir istişare zemininin en azından sizin Bakanlığınız döneminde inşa edilmesini arzu ediyorum.
Burada konuştuğumuz konular elbette sadece Aile Bakanlığının konuları olmayacak çünkü bütçeye de baktığımızda sorunlar ortaya çıktıktan sonra daha fazla devreye giren bir işlevi olduğunu görüyoruz oysa bizim arzu ettiğimiz, bu sorunlar yaşanmadan -telafi edici politikalar elbette olacak ama- arzu edilen önleyici politikaların daha aktif şekilde hayata geçirilmesidir. Bunun için de elimizde bir tek Aile Bakanlığımız var, Adalet Bakanlığına ulaşamadığımız yerde kadınların haklarını sizler üzerinden savunmak durumundayız. Kadınların istihdam hakkını Çalışma Bakanlığıyla çözemediğimiz yerde -bunu da size destek olarak ve sizi sürükleyici bir güç olarak- bir şekilde bu bakanlıkların üzerinde zorlayıcı etki inşa etmeniz gerekiyor; bunu sağlamanız için biz mutlaka sizlere bu konuda destek vereceğiz ama yeter ki sizler sadece kendinize Bakanlığınız düzeyinde bir sınırlamaya tabi tutmayın ve buradaki açılımı diğer bütün bakanlıklarla birlikte yapabilin. Burada bütün bakanlıklara baktığımızda, Aile Bakanlığının güzel bir yönü rantın en az olduğu bakanlık gibi görünür, dolayısıyla tüm dezavantajlı kesimler hem saygıdeğer milletvekillerinin yani yasamanın hem yürütmenin, bir taraftan da tüm toplum kesimlerinin aslında topyekûn varlığıyla destek olacağı bir bakanlık; bunun avantajını en iyi şekilde kullanmanızı arzu ediyorum.
Önümüzdeki günlerde, birkaç gün sonra Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü; ülkemizin de maalesef en can yakıcı problemlerinden biri. Siz birkaç gün sonra bu konunun çözümüne yönelik bir genelge yayınlayacağınızı az önce sözlerinizde ifade ettiniz ancak hepimiz tabii, bu konularla ilgili yarayı biraz daha anlatmak, istişare etmek durumundayız. Geldiğimiz noktada yani bugün 2023 Türkiyesinde Avrupa ve OECD ülkeleri içerisinde, maalesef, en yüksek kadına şiddet oranlarını yaşıyoruz, sadece bu yılın bile ilk dokuz ayında 234 kadınımız öldürüldü ve bunların yarısı evlerinde öldürüldü. Biz evlerimizi yuva ve kadınların en huzurlu olduğu yerler olarak belirtirken bir taraftan da bakıyoruz, evlerimizin de sokaklarımız gibi güvenli olmadığı gözüküyor kadınlar için. Kadın sorunu, aslında bütün meselelerin altında kendini bulduğumuz bir alan olduğu için bu kadar önümüzde ve üzerinde mücadele etmemiz gereken bir alan. Türkiye'de de gündemi meşgul etmesi gerekiyor. Ciddi bir problem var ve çözümsüzlüğe mahkûm edildiği her gün daha da şiddetlenerek artıyor maalesef.
Kadın cinayetlerinin ve şiddetin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede silahlanmaya da bu şekilde müsaade edilmesi, bu kadar rahat silahlanmanın olması hiç kimsenin, hiçbir yetkilinin asla tasvip etmeyeceği bir durum olmalı ve mücadele edilmesi gereken bir alan olmalı; Adalet Bakanlığını ilgilendiren bir konu ama mücadeleyi sizlerin omzundan vermemiz gerekiyor. Şikâyetler sonrası şiddet uygulayan kişilerin salıverilerek evlerine dönmesi, cezaların caydırıcılığı konusu oldukça tartışmalı bir durum artık Türkiye'de. On yıl hapis cezası olan bir hükümlü sadece dört yıl cezaevinde yatıyor, dört yılın da yalnızca bir yılı kapalı ceza infaz kurumunda geçirmesiyle sonuçlanıyor; alınan hapis cezası eğer dokuz yılsa kapalı infaz kurumunda geçirilen sürenin bir aya kadar indirilmesi mümkün olabiliyor. Görüldüğü gibi, bu sorun suç tiplerine ilişkin cezaların yaptırımlarının düşük olmasından değil, aslında infaz sistemlerinin ya da en az onun kadar infaz sistemlerine ilişkin düzenlemelerin, ceza hukukunda indirime neden olan diğer düzenlemelerin uygulanması sonucunu ortaya koyuyor, bu hâle geliyor; bu nedenle cezaların caydırıcı etkisi ortadan maalesef kalkmakta, bu durum cinsiyetçi yargı pratikleriyle de birleşince kadınlara karşı şiddet cezasız kalmakta maalesef. Kamuoyunda kadınlara karşı şiddet fiiline ilişkin bir cezasızlık algısı oluştuğu muhakkak. Sorunun çözümü belli suç tiplerinde ya da bunlara ilişkin yaptırımlarda değişiklik yapmak değil, söz konusu kurumların yani ilgili infaz düzenlemelerinin ve erteleme sonucu doğuran kurumların kadınlara karşı şiddet olaylarında uygulanmasını engellemek olmalı. Bununla birlikte, şiddet bir semptom olarak da özellikle ele alınmalı ve bunu ortaya çıkaran sorunlarla mücadelenin sıfır toleransla takip edilmesi gerekir.
Şimdi, kadınlarla söze başlamışken kadınlarımızın toplumsal hayatımızda nasıl bir yerde olduğunu hep birlikte biraz paylaşalım. Kadın istihdamında yüzümüzü güldüren tek tablo maalesef, yani maalesef demeyeyim ama yüzümüzü güldüren tek tablo akademide yaşanıyor. Avrupa Birliği ülkeleri arasında yüzde 34'lük bir kadın profesörlük temsiliyetine sahibiz ve 3'üncü sıradayız, bunu övünerek tüm platformlarda dile getiriyoruz ama bir süre sonra, akademiye başlangıçta, ilerlerken bu yüzde 50'lerde olan oran maalesef sızdıran boru hattı misali yüzde 30'lara kadar düşüyor. Evet, buna seviniyoruz ama asıl sorun, bizim mücadelesini vermemiz gereken asıl sorun kadınların akademik yönetimdeki temsiliyetlerin erkeklerin karşısında gerçekten düşük olması, başladıkları yüzde 50'lik oranların yüzde 20'lere kadar düşmesi. Kadın yönetici düzeyinde sadece yüzde 28'lik bir temsiliyet söz konusu, burada da hem dikey ayrışmanın hem de cam tavanın en belirgin şekilde karşımıza çıktığını görüyoruz.
Yaşadığımız bir hadise; buna, bir politikanın gerekliliğine az önce sayın vekillerimiz de biraz değindiler. Türkiye artık genç bir ülke değil maalesef, nüfus gittikçe yaşlanıyor. 40-60 yaş arası nüfusumuzun oranı yüzde 21'ken, 65 yaş üzeri nüfus yüzde 69'lar dolayında artış gösterirken 15-30 arası genç nüfusumuzdaki artış son yıllarda maalesef yüzde 1,2'lerde kaldı. Bizim "Türkiye genç nüfusuyla güçlü." mottomuz maalesef bu süreçten sonra kendisini koruyamıyor, burada tehlike bir durumu var. Refah arttıkça toplumda çocuk sahibi olma eğiliminin arttığını hepimiz biliyoruz. 2016 yılında kadın başına doğum hızı... 2,10 seviyesi bir barajdır ama bu baraj 2016 yılından beri çok geriye düşüyor ve bizler için binde 12,2 gibi tehlikeli bir rakama işaret ediyor. Burada "pronatalist" politikalara, çocuk sahibi olmayı teşvik edici politikalara Türkiye'nin ihtiyacı olduğu gerçeğini hepimiz kabul etmek durumundayız. Bu, kadınları istihdamdan ayıracak bir durum asla değildir; kadını "istihdamdaki kadın" ve "evdeki kadın" olarak ayrıştırma zihniyetinden herkesin kurtulması ve annelik hakkıyla birlikte çalışan kadına yönelik politikaların hızla hayata geçirilmesi gerekiyor. Yoksa bu tehlikeli durumdan maalesef kurtulamayacağız. Kadın istihdamında mutlaka son yıllarda iyi gelişmeler olduğu iddia edilecektir ama OECD ve Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa ülkeleri arasında çok gerilerde olduğumuzu söylemek durumundayız. Burada en az özel sektöre verilecek teşvikler kadar kamudaki kadın istihdamını arttırmanın da sizlerin elinde olduğu, sizlerin mücadelesi sonucunda karşılık alınabileceği inancımızı koruyoruz çünkü Avrupa'da yüzde 57'lerde olan kamu istihdamındaki kadın oranı ülkemizde maalesef yüzde 25'lerde; özel sektör teşviki kadar -yine söylüyorum- daha fazlası kamu alanında kadınların istihdamına açılarak katkı sağlanabilir; erkek istihdamının maalesef yarısı kadar ülkemizdeki kadın istihdamı. Yirmi yıl öncesiyle kıyasladığımızda iyi bir ilerleme kaydedildiğinin elbette farkındayız ama hedeflerin tutturulamadığını da görüyoruz çünkü yüzde 41'lik hedefin bugün yüzde 36'yla çok gerisinde kalmış durumdayız. Kadın işsizliğinde tabii bu oranlar yine tam tersine dönüyor; yüzde 12,7 olan kadın işsizliğiyle AB ve OECD ortalamasının maalesef 2 katından daha fazla bir işsizliğe sahibiz. Genişletilmiş işsizlik, umudunu kaybetmiş kadınlarımızın işsizlik rakamları da neredeyse yüzde 30'lara yaklaşıyor. Tabii, buradaki en önemli gerekçe kadınlarla yapılan saha araştırmalarında kadınların ev, aile sorumlulukları nedeniyle iş yaşamına dâhil olamamalarıdır, bunu hepimiz görüyoruz. Burada iş-yaşam dengesinin sağlanmasına yönelik politikaları oluşturmak da Bakanlığınızın görevi.
Kayıt dışı istihdam, bu bizi her alanda mutlaka yaralıyor ama en önemlisi kadınların bu alanda sömürüye çok açık olmaları, yüzde 32'ler seviyesinde, 3 milyondan daha fazla kadınımız maalesef sosyal güvenceden yoksun çalışıyor. Kayıt dışılığı belirleyen en belirgin unsur da yüzde 68'le yarı zamanlı çalışma alanında yaşanıyor. Şimdi, elbette biz, hepimiz esnek çalışma modellerinin savunulmasını düşünüyoruz çünkü kadınlarımızın iş yaşamına dâhil olmalarının önündeki en büyük engeli esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasında görüyoruz, yaygınlaştırılmasının etkisiyle görebiliyoruz ama önümüzdeki tablo da kayıt dışılığın en çok da yarı zamanlı işlerde olduğunu gösteriyor. Burada, tabii bu iki tablo arasında karşılıklı bir tezat durum var. Burada olması gereken sizlerin Çalışma Bakanlığıyla çok sıkı bir çalışma içerisinde, güvenceli çalışma hayatını sağlamanız yani yarı zamanlı çalışmayı bu kadar güvencesiz bırakırsak bu sömürüye -özellikle kadınlarımız için- ciddi bir istismar alanına dönüşmüş oluyor. Güvenceli esneklik çalışma biçimlerini bir şekilde hayata geçirmek adına bütün akademik çalışmalar önümüzde, bunların nasıl sağlanabileceğiyle ilgili pratiği yaşatmak da yürütmenin elinde; bu konuda sizlerden ciddi bir destek bekliyoruz.
En önemli meselelerimizden biri, evet, hem nüfusumuz hem de maalesef nüfusumuz gençleşemediği için çocuklarımızla ilgili ciddi bir problem yaşıyoruz. Çocuklarımızın hem iş... Yani çalışma hayatında "çocuk işçilik" kavramını hâlâ ülkemizde yaşıyor olmamız, beslenme sorunu gibi 2023 yılına, cumhuriyetin 100'üncü yılına hiç yakışmayan bir kavramı bugün tartışıyor olmamız bizleri açıkçası mahcup ediyor ülkemizde.
Şimdi, TÜİK, resmî rakamlardan ilerleyerek söylüyoruz. TÜİK verilerine göre 2022 yılında 15-17 yaş aralığındaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 18,7, çocuk işçiliğinde sadece bir yıl içerisinde bile yüzde 20'lik bir artış var; bu, buradaki mücadelenin yetersizliğini maalesef gözümüzün önüne koyuyor. Ülkemizde 720 bin çocuk işçi sayısına bir de 319 bin çırak işçi sayısını eklediğimizde 1 milyonun üzerinde çalışan çocuğumuz var demek, bunlara kayıt dışındaki çocuklarımızı hiç dâhil etmiyoruz bile. Çocuk işçiliğini ortaya çıkaran en başat faktör nedir? Elbette çocuk yoksulluğudur. Bu kavram da maalesef yüz kızartıcı, çocuk yoksulluğu riskini taşıyan çocuklarımız yüzde 48'lerde yani 2 çocuğumuzdan 1'i yoksullukla karşı karşıya kalma riski altında. Resmî verilere göre bile çocuk yoksulluk oranımız yüzde 23'lerde, 7,4 milyon çocuğumuz yoksulluğun pençesinde, bu oranın yüksekliğindeki temel faktör tabii ki kapsayıcı bir sosyal koruma uygulamasının henüz hayata geçememiş olması. Bu yaş grubu yoksulluğunda ülkemiz maalesef OECD ülkelerinde 2'nci sırada.
Bir başka can yakan problemimiz, "çocuk işçi" kavramı ne kadar canımızı yakıyorsa çocuk iş cinayetleri bundan daha fazla maalesef canımızı yakıyor. İSİG'in verilerine göre, 2013 yılından bugüne iş cinayetlerinde 556 çocuk işçimizin hayatını kaybettiğini ve bunların 316'sının tarımda yaşanan iş kazaları, iş cinayetlerinde aslında hayatını kaybettiğini görüyoruz, can verdiğini görüyoruz. Sadece geçtiğimiz Haziran ayında, bir ay içerisinde 5 tane çocuk işçimizi burada kaybettik maalesef. Elbette Bakanlık çokça çalışma yaptığını iddia edecek ve yapıyordur da buna hiçbir itirazımız yok ancak Bakanlığın verilerinden ve paylaştığı sunumlardan hareketle söylüyorum: 2021 yılında sokakta dilendirilen ve çalıştırılan 27.500 çocuğa dair önlem alındığını söyleyen Bakanlık 2022 yılında, yani 2023'ün bütçesi için söylüyorum bunu, 37.052'ye yükseldiğini kendileri itiraf etmiş durumda. Yani bu sokakta dilendirilen ve çalıştırılan çocukların sayısındaki artış, bir yıl içerisindeki bu artış -yani üzülerek ifade edelim- ya tedbirlerin gerçekten alınmadığını gösteriyor ya da tedbirlerin işe yaramadığını gösteriyor, her ikisi de vahim bizler açısından.
Bir diğer mesele çocuklarımız için beslenme meselesi. Bir gün içinde kırmızı ya da beyaz et tüketebilen çocuk oranımız yüzde 12'lerde. Ya, bu o kadar dramatik bir oran ki burada hiçbirimizin belki de anlayabileceği bir veri değil bu. Bu okul beslenmeleriyle yani bu dramatik oranın düşürülmesi hatta sıfırlanması için bir planlama ortaya konulmuştu, ne denilmişti: "Okul beslenmeleriyle bu aşılabilir, telafi edilebilir." diye düşünülmüştü ama geçtiğimiz yıl okullarda ücretsiz yemekten faydalanan 1,5 milyon olan öğrenci sayısının bu yıl, 2023 yılı başında kademeli olarak ilköğretim ve orta sınıflarda da orta sınıfları da kapsayacak şekilde 5 milyona çıkarılması hedeflenmişti. Tam bu hedeflerin konulduğundan sonra maalesef 6 Şubat depremini yaşadık. Her ne kadar bütçeye ilave katkılar yapılıyor olsa da deprem öne sürülerek ama birçok alanda da hele ki böylesi can yakıcı bir alanda da bütçeye yapılan ilavelerin bu çocuklara verilecek beslenmelerden feragat edilmesinin önüne geçmediğini görüyoruz. Bu konu sizlerin özellikle hassasiyetine sunulması gereken bir durum Sayın Bakan, çocukların beslenmesi vazgeçilebilecek, feragat edilebilecek bir durum asla değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen tamamlayalım, iki dakika ek süreniz var.
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Evet, 2023 Türkiyesinde bu sorunlu bir alan, çok can yakıcı bir alan ve üzerine mutlaka gidilmesi gerekiyor.
Sayın Bakan, bir konuyu mutlaka şey yapmak istiyorum, çok başlığımız var dezavantajlı kesimlerimizle ilgili ama yaşlı ve engellilikle alakalı bugüne kadar yapılan bu yirmi yıllık serencamda birçok kez dile getirilen ama bir türlü hayata geçirilemeyen bakım sigortası önerimizi tekrar iletmek istiyoruz. 2005 yılında Engelliler Kanunu'ndan sonra 2007'de de gerçekleştirilmiş olan bir Özürlüler Şûrasının ana konusu bakım konusuydu ve daha sonra lağvedilen Özürlüler Yüksek Kurulunun da gündemine alınmıştı. Bu planlamadan sonra 2011 yılında Eylem Planı, bakım sigortasının Sosyal Sigortalar kapsamına alınması yönündeki Eylem Planı Resmî Gazete'de yayımlanmıştı, maalesef ondan sonra bazı konuların fikrî takibini yapamaz olduk ve bu alanda bir ilerleme kaydedemedik. Şimdi, yoksulluktan bağımsız olarak bu ülkenin bakıma muhtaç insanlarına devlet tarafından bakılmasının sağlanması gerekiyor. Bu, bütün Avrupa ülkelerinde -sizler daha iyi bilirsiniz- bakım sigortasının ihdasıyla gerçekleşiyor. Bu, hem iktidar partisinin hem de 6'lı masanın mutabakat metninde yer alan bir durumdu. Bunun mutlaka sizlerin döneminde hayata geçirilmesi gerekiyor, yoksa biz yaşlılarımızı, bakıma muhtaç insanlarımızı hep yoksulluk kriteriyle devlet korumasına alabilmek, o da...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen selamlamanızı yapın, bitti süre.
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - O nedenle, bu konunun sizler tarafından önceliklendirilmesini ve önümüzdeki yılın bütçesinde bu konunun yer alması konusundaki hassasiyetinizi rica ediyorum.
Heyetinizi selamlıyorum.