KOMİSYON KONUŞMASI

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Adalet Bakanı, sayın milletvekilleri, Değerli Bakan Yardımcısı, kıymetli bürokratlar, basınımızın değerli temsilcileri; Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, ceza infaz kurumları, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Adalet Akademisi, Kişisel Verileri Koruma Kurumu bütçeleri üzerinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, insanlık tarihi boyunca adalet kavramı üzerinde çok çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu yorumların ortak amacı insanın mutlu olmasıdır. Filozoflar, hukukçular, politikacılar, ahlakçılar "adalet" kavramını değişik yönleriyle tarif etmişler, izah etmeye çalışmışlardır. Bu arada "adalet" kavramı gerçekten siyaset felsefesinin en tartışmalı konularından biridir. Mevlâna Celâlettin Rûmi'ye adalet sorulduğunda "Ağaçlara su vermektir." demiş, "Peki, adaletsizlik nedir?" sorusuna cevabı ise "Dikenlere su vermektir." olmuştur. Platon'a göre adalet bütün erdemlerin toplamıdır. İslam filozofları, adaleti, ortak olarak tariflerinde bir şeyin yerli yerine koyulması olarak tarif etmişler. Gerçekten, dünyanın yaratılışında bir düzensizlik yoktur. Bir şeye hakkını vermek adalet ise, uygun olarak yapmak da hikmettir; "hikmet" ve "adalet"in birbirini tamamlayıcı kavramlar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bize göre adaletin bir de inanç tarafı vardır ve tevhit inancının yeryüzündeki tecellisidir. Bugün "adalet" kavramının şekillenmesinde önemli bir etkiye sahip olan Yusuf Has Hacib'in başyapıtı Kutadgu Bilig'de devletin ve yönetimin sürekli olmasının öncelikle adalet şartına bağlı olduğu anlatılır, adalet ile devletin varlığı ve bekası arasında doğrudan bir ilişki olduğu vurgulanır yani adalet olmadan devlet olmaz. Sevgi, nefret, heves, öfke gibi duyguların adaleti gölgeleyebileceğine dikkat çekilir. Adaletin hedefi olarak hakkın hâkimiyeti, kötülüğün izalesi Kutadgu Bilig'de şiirsel olarak anlatılır.

Sayın milletvekilleri, aşağı yukarı üç saattir tüm konuşmaların dokunduğu, doğrudan girdiği konuya hemen ben de gireceğim. Son yıllarda en çok tartışılan yargı organı, maalesef Anayasa Mahkemesidir. CHP'li arkadaşlar özellikle dinlerse sevinirim. Anayasa Mahkemesinin, millî iradeyi temsil eden yasama kurumunun çıkardığı kanunlara, siyasal tercihlerine karşı bir denetim yetkisi kullandığı açık ama denetim yetkisinin sınırları aşıldığında Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Anayasa Mahkemesi, maalesef karşı karşıya gelmektedir. Anayasa Mahkemesi, anayasa yorumunu anayasa yapıcının belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde yapmak yerine norm koyma yetkisinin yasama organına ait olduğunu unutarak, bazen görmezden gelerek yaptığı yetki tecavüzleri veya yetki gaspı bütün dünyada olduğu gibi ülkede de bir demokrasi sorunu olarak algılanmaya başlanmıştır. Demokratik meşruiyet sorunu olarak Avrupa'nın birçok yerinde de karşımıza çıkmaktadır. Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirlenmesinde yasama organının kısmen içinden seçilmesi yani etkisinin olması demokratik meşruiyet açısından önemlidir; bu, dünyanın birçok ülkesinde de yaygın şekilde kullanılmaktadır. Burada şu hususun altını çizmek zorundayız: Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında gelinen kaynağın doğrudan bir garantisi bulunmamaktadır.

İyi kararlar iyi hukukçular eliyle alınır. Avrupa Birliğinde anayasa mahkemeleri üyelerinin çoğunun hukuk doktorası yapmış olduğu görülür. Mesela, Almanya'nın 16 üyeli Anayasa Mahkemesinde tamamı hukuk doktoralıdır ve bunların 13'ü de profesördür. Yine Anayasa Mahkemesi üyelerinin yargısal bağışıklığı konusunda da elbette farklılık vardır ama mesela, Fransa ve Almanya'da bir bağışıklık söz konusu değildir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik bir hukuk devletidir. Hukuk devletlerinde anayasa mahkemelerinin siyasete şekil vermek, siyasi hedeflerini yönetmek, siyasi alanı tanzim etmek, iktidarın işlerine mâni olmak gibi bir görevi yoktur. Anayasa mahkemeleri elbette diğer mahkemelerden farklıdır, soyut norm denetimi yasama sürecinin de bir devamı olarak kabul edilmektedir; hatta anayasacı Kelsen bunu bir negatif kanun koyucu olarak tanımlamıştır. Yasamanın sahip olduğu yetki alanını daraltıcı yönde sonuçlar ortaya çıkmasına sebep olan uygulamalar yargısal aktivizm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavram 1940'lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanılmaya başlanmış; siyaset bilimcilerin, hukukçuların, çoğunluğun katıldığı görüşe göre yargı, anayasanın anlam ve yorumu hakkında son sözü söylerse, arkadaşlar, işte, orada yargısal aktivizm vardır. Anayasa mahkemelerinin siyaseti dizayn etmeye çalışan kararlarına karşı demokratik dünyada, biraz önce söylediğim gibi, ciddi eleştiriler gelmektedir ve mesele bir demokrasi sorunu olarak dünyanın çeşitli yerlerinde tartışılmaktadır.

Yargı tarafından alınan siyasal kararların bir de hesap verilir yanı yoktur. Bu kararların sık bir şekilde kullanılması yargısal aktivizm uygulamasını gösteriyor. Nedir peki bu yargısal aktivizm? Bazen yasama organının etkisizleşmesine, bazen yasama kararlarının iptal edilmesine, bazen yargının yasama organının yerine geçmesi durumuna kadar varabilmektedir. Yargının verdiği bu kararların meşruiyeti sorgulanacaktır elbette. Demokrasinin olmazsa olmaz şartı, kuvvetler ayrılığı prensibidir. Bu prensip yargısal aktivizmle tahrip edilmemelidir ama uygulamada edildiğini görüyoruz.

Yine, arkadaşların değindiği gibi, Anayasa Mahkemesi birkaç hafta önce bir kararında Anayasa'nın 14'üncü maddesini işlevsiz hâle getirmiştir. Ne diyor 14'üncü madde? "Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz." diyor, bunu hükme bağlıyor. 14'üncü maddedeki millî güvenliğe aykırı fiillerin kanun koyucu tarafından belirlenmediği gerekçesiyle bu suçları işleyenlerin dokunulmazlıktan yararlanacağı hükmü çıkarılıyor oysa 14'üncü maddesinin son fıkrası millî güvenliğe aykırı fiillerin yaptırımının kanunla belirleneceği belirtiliyor. Bu fiillerin yaptırımı da Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu'nda kanun koyucu tarafından belirlenmiş, yerli yerinde duruyor ama maalesef, bizim mahkememiz görmüyor. Eğer "Anayasa Mahkemesinin kararları doğru." dersek hakkında hüküm kesinleşmemiş ve mutlak terör suçu işlemiş tüm şüphelilere Türkiye Büyük Millet Meclisinin yolu açılır. Anayasa Mahkemesinin yaptığı tam da budur.

Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi Yargıtayın üzerinde bir süper temyiz mahkemesi değildir; artık bunu sokaktaki çocuklar da öğrendi, bilmektedir. Anayasa 154'e göre "Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir." Yine, bizim Anayasa Mahkemesi, maalesef, 154'ü de görmezden geliyor. Arkadaşlar hep 153'ten bahsederler, 154 de Anayasa'nın bir hükmü. Yine, 148/4'e göre "Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz." hükmü açık ama bu hükme rağmen bizim süper temyiz mahkemesi istediği gibi davranıyor hatta o kadar ileri gidiyor ki Yargıtayın kesin hükmünü tümden yok sayıyor.

Sayın milletvekilleri, demokrasilerde yönetenler ve temsilciler seçimler vasıtasıyla yönetim yetkisini kazanır, seçimler vasıtasıyla kaybederler. Şimdi görüştüğümüz bütçe harcamaları da denetim yetkisi de millî iradeden güç alıyor elbette; onun için buradayız, fikirlerimizi söylüyoruz ve millî iradenin tecelli yeri de Gazi Meclistir. Gazi Meclis üyeleri olarak görevimizi bir daha hatırlatıyorum: Demokrasimizi güçlendireceğiz, hak ve özgürlükleri koruyup geliştirirken asil Türk milletinin istiklalini, istikbalini, hakkını, hukukunu da sonuna kadar koruyacağız; bu konuda yemin ettik, her birimiz yemin etti. Bu faaliyetler sırasında yol göstericimiz elbette adalet olacaktır. Adalet siyasal bir ideal, hukuki bir olgu kadar ahlaki bir erdemdir arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin yükü ağır elbette, bireysel başvuruda yığılmalar büyük iş yükü oluşturmuştur. Kesinleşmiş mahkeme kararlarından sonra yapılan başvuruların büyük bir kısmı aslında kanun yolu şikâyetleridir. Şu hususun altını çizmekte fayda görüyorum: Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinden verilen kararları maddi ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir. Televizyonlara çıkıp maalesef hukukçu arkadaşlar bu gerçeğe rağmen neredeyse delil değerlendirmesi yapıyorlar, sabahtan akşama nöbetçiler var, televizyon nöbetçileri yani onları dinlemekten, takip etmekten de biraz uykusuz kalıyoruz. Vatandaşlarımız yanlış ve haksız, adaletsiz buldukları kararları bireysel başvuru yoluyla... "Bir de şuraya deneyeyim." diyor. Bunun içinde 550 binin üzerinde müracaat var, bunlardan 380 bini reddedilmiş.

Değerli arkadaşlar, yani hukuk incelemesi de dâhil olmak üzere -burada çoğumuz hukukçuyuz- bireysel başvuruda incelenmeyeceğini bir kere daha söyleyeyim yani 2012'den 2023 tarihine kadar 551.156 bireysel başvuru yapılmış, başvuruların 422 bini karara bağlanmış. Şu anda derdest dosya sayısı 129.140; Murat Bey, doğruysa, ben bunu sitenizden aldım. Sonuçlara baktığımızda 335 bin kabul edilemezlik kararı verilmiş. Bu konuda bir yanlış yapıyoruz, bunu düzeltmek zorundayız, bireysel başvuruya hangi sebeplerle başvurulacağı düzeltilmeli ki Anayasa Mahkemesi de önüne gelen dosyalara doğru dürüst bakabilsin.

Tekrara düşme pahasına şunu söyleyeceğim arkadaşlar: Yani bu meseleler kasaba politikacı ağzıyla yapılmaz. Bizim sistemimiz Kara Avrupası sistemidir. Bizim sistemimizde adli yargı, idari yargı, Anayasa yargısı birbirinden bağımsızdır, kendi alanlarında hüküm kurarlar. Amerika, Kanada gibi Anglosakson ülkelerinde tek bir yüksek mahkeme bulunur. Bu mahkemeler de hukukun temel ilkelerini öne çıkarır, yönlendirir, uygulamasını sağlar ama önüne gelen dosya sayısı yılda 150 ile 200'ü geçmez -bizde maşallah 100 bin dosya geliyor- onun dışında bakılmıyor.

Dengeyi, adaleti, en önemlisi de tarafsızlığı sembolize eden adalet terazisi ile oduncu kantarını birbirine karıştıranlar bize hukuk ahkâmı kesmesin yani arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi yasama organının yerine geçemez, norm ihdas edemez, mevcut normu görmezden gelemez, yasama organını etkisizleştiremez. Suç ve ceza politikasını belirleme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir, bunu başka hiçbir kurum kullanamaz.

Yine, değerli arkadaşlar, ceza kanunlarının yorum tekeli ceza hâkimlerine aittir. Hâkim yargı faaliyetinin de ayrılmaz bir parçası. Hâkim soruna ölçülü, duygusallıktan uzak, soğukkanlı yaklaşarak gerek metne bağlı dar yorumla gerekse kanun koyucunun iradesini ortaya koyan amaca yönelik yorumla meseleyi çözmeye çalışır ve doğru sonuca ulaşmaya çalışır. AYM kararları gücünü bir başka hukuki mercisinin denetiminden geçmeyecek olmasından, herkesi bağlayıcı olmasından değil yetkin ve tutarlı gerekçelerden almalıdır. Hukuk kuralı, uygulayıcının elinde değişmemelidir. Yani burada ne diyeceğiz biz? Hâkimler ne diyorsa Anayasa odur mu diyeceğiz arkadaşlar? Yani bir kontrol mekanizması olmaması... Dünyanın çoğu yerinde de yok elbette ama bunun bir eksiklik olup olmadığı da hukukçular arasında tartışılmalı. Yani Anayasa'yı Anayasa Mahkemesinin yeniden yorumlaması eşyanın tabiatına aykırı.

Bazı meselelerde çok hızlı davranıyor. Ben de kırk küsur yıl ceza avukatlığı yaptım İstanbul'da, bazı müracaatlarımızda üç yılda, dört yılda cevap alamadık ama bazı müracaatlar iki üç ay gibi bir sürede cevap alabiliyor, sonuçlandırılıyor. Mesela, bir HDP davası var, bir kapatma davası sürüyor, Anayasa Mahkemesi 5 Ocakta HDP'ye yapılacak hazine yardımına geçici olarak bloke koyuyor, 10 Ocakta siyasi partilere yapılacak yardım vardı, o zaman 180 milyon TL'ydi, Anayasa Mahkemesi bu bloke kararını 9 Martta 7'ye karşı 8 üyenin oyuyla kaldırıyor ve bu para veriliyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz ediyor seçimden sonra, 14 Mayıstan sonra "Bu parti seçime girmedi, 400 milyon 228 bin liralık yardımın blokesi gerekir." dediğinde Anayasa Mahkemesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına "Senin bu konuda talepte bulunma yetkin yoktur." diyor. Gerçekler biraz acı arkadaşlar ama bunları böyle dile getireceğiz. Seçime girmeyen bir partiye Anayasa Mahkemesi kararıyla 400 milyon lira para veriliyor. O 180 milyon lira verilebilir, partiye her yıl hazineden verilen yardım ama seçime girilen yıllarda, genel seçimlerde hazine yardımı 3 misline çıkarılıyor, Yargıtay Başsavcılığının iadesini istediği para 2/3'ü yani 400 milyon lira. Bu da maalesef doğru dürüst hiçbir gerekçe olmadan reddediliyor. Aradan sekiz ay geçti, bu partinin kapatılması konusunda herhangi bir karar da yok, daha da uzayacaktır. Ama burada size şu hususun altını çizerek söylemek zorundayım: Benim, Türk milletinin vergileriyle toplanmış o 400 milyon TL'nin peşini bırakmayacağız. Maliye Bakanlığı üzerine düşen hukuki ve idari görevi yapmazsa milletvekilleri olarak, vergi mükellefi olarak hukuka aykırı şekilde verilen paranın HDP'den tekrar alınması ve hazineye geçmesi için elimizden gelen her türlü hukuki girişimi yapacağız. Gerekirse de 7'ye karşı 8'le alınan kararda paranın verilmesine, hazine yardımının verilmesine sebep olan Anayasa Mahkemesi üyelerine de yolunu bulursak rücu davası açacağız.

Değerli arkadaşlar, her konuda AİHM kararlarını örnek gösteririz, ben de örnek göstereyim size: İspanya'da Batasuna Partisi vardı, bu parti ETA terör örgütü konusunda sessiz kaldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Yıldız, iki dakika ilave süre veriyorum, toparlayın lütfen.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Konuşacaklarımın dörtte 1'ine gelmedim.

Sağ olun.

Batasuna Partisinin akıbetini biliyoruz. AİHM ne demiş? "Örgütü kınaman gerekiyor, sessiz kalırsan, kınamazsan seni kapatırım." demiş, kapatmış. Bizim Anayasa Mahkemesi de üç yılda karar vermiyor.

Arkadaşlar, Anayasa'dan bahsetmişken Türklerde bilinen en eski yazılı anayasa 735 yılında Göktürkçe yazılmış, 33 maddeden oluşan Bilge Kağan yazıtlarıdır. "Töre" diye bilinir. 33 buyruktan bazıları şunlardır: "Kimse töreden üstün değildir." "Başkaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek." der. "Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak." der. Ne zaman? Bin üç yüz yıl önce. "Gereksiz yere ağaç kesilmeyecek, su kirletilmeyecek." der. "Kızı isteyen hakan da olsa kız istediğine verilecek." der. Bin üç yüz yıl önce. Şimdi, feministlik yapanlar biraz okusun da bazı şeyler öğrensin.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.