KOMİSYON KONUŞMASI

ORHAN ERDEM (Konya) - Sayın Başkanım, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri, değerli Bakanım, değerli Bakan Yardımcıları ve bürokratlar, salonumuzda bulunan basın mensupları, tüm görevliler; ben de hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.

Tabii, tüm birimlerde olduğu gibi Hariciye Bakanlığımız AK PARTİ iktidarlarında çok farklı süreçler yaşadı; kapatma davaları, sokak kalkışmasıyla iktidarı devirme operasyonları, ekonomik saldırılar, e-muhtıra, fiziki darbe teşebbüsü, kapsamlı terör saldırıları ve daha onlarca örtük operasyonun hedefi hâline gelen Türkiye hepsinin de üstesinden gelmeyi bu yirmi yılda başardı. Böylece, bağımsızlığını yavaş yavaş çok daha güçlü hâle getiren, konsolide eden bir ülke olduk. Aradan geçen yirmi bir yıl sonunda şimdi çok daha çetin kavgalarla da karşı karşıyayız. Tabii, geçmişten bugüne sürece bakarsak 2002 öncesi savunmacı bir dış politika zihniyetinin hâkim olduğu yapı söz konusuydu, dış politikada paradigmaları yerinden ederek yeni bir paradigma AK PARTİ'yle birlikte devreye sokuldu. Bu süreç öncesinde içe kapanık, dışlayıcı bir milliyetçiliğe dayalı bir ulus devlet anlayışı söz konusuydu, Batı eksenli jeopolitik düzenin ayrılmaz bir parçası olarak kurguladığı Türkiye'yi, bölgesinin düzeninin pasif bir öznesi olarak konumlandırmıştı. Psikolojik korkulardan beslenen, toprak kaybetme ve küçülmenin korkusunun hâkim olduğu bu savunmacı, jeopolitik vizyon Türkiye'yi sınırlarının hemen yanı başına hapseden bir dış ve güvenlik pratiği geliştirmesini de beraberinde getirdi ve Türkiye'ye minimize edilmiş bir hareket alanı bırakılmıştı. Bu hareket alanının neden olduğu sınırlı jeopolitik etkinlik alanı Türkiye'yi her dış politika krizinde reaktif bir tepkiye iterek savunmacı bir pozisyona mahkûm etti. Bu dönem, aynı zamanda kurumsal olarak ordunun dış politikanın tayin ve tespit edilmesinde özne olduğu bir dönem olarak da hepimizin bildiği gibi tarihe geçti. Tekrar edersek, Türkiye'nin temel dış politika sorunlarının yönetiminde hükûmetler iktidar olarak yürütme erkinde bulunsa da ordunun bütün dış politika konularında tanımlayıcı özne olarak ortaya çıktığı dönemlerdi. Peki, AK PARTİ'den sonra, AK PARTİ'nin iktidara gelmesiyle birlikte yeni bir jeopolitik vizyon ortaya konuldu; dışlayıcı ulus devlet anlayışından demokratik bir millî devlet modeline geçiş, dış politikanın motoru olarak iş gören demokratikleşme hamleleriyle de bu yeni yapı güçlendirildi. Böylece hem içeride dış politikanın tayin ve tespit edilmesinde yeni bir kamusal alan oluşturulurken hem de dış politikanın aktörleri değişmeye başladı ve bölgesel ölçekte Türkiye'nin yeri yeniden konumlandırıldı. 2007'ye kadar dış politikada paradigmal olarak birçok değişimle uğraşan AK PARTİ, bu dönemde Batı'nın temsilcisi ve sözcüsü olmaktan çıkmaya çalışarak coğrafi olmayan bir kimlik inşasıyla medeniyet eksenli yeni bir dış politika oluşturmaya başladı. Amaç, büyük...

VELİ AĞBABA (Malatya) - Allah nazardan saklasın Sayın Erdem(!) Maşallah, maşallah(!)

ORHAN ERDEM (Konya) - Veli Bey, yine başladınız, yine...

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Ağbaba... Sayın Erdem...

VELİ AĞBABA (Malatya) - Allah nazardan saklasın diyorum. Türkiye'ye, bölgeye, dünyaya istikrar getirdiniz dış politikada, maşallah(!)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Ağbaba, Sayın Erdem'den sonra size söz vereceğim.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Tamam, laf atmayım o zaman.

ORHAN ERDEM (Konya) - Allah'a bin şükür, milletimiz "Maşallah, maşallah." diyerek yirmi bir yıla getirdi.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Maşallah, maşallah(!)

ORHAN ERDEM (Konya) - Elhamdülillah.

VELİ AĞBABA (Malatya) - "Maşallah" dediğiniz çocuk kırk gün yaşıyor, üflediğiniz ocak su istemiyor maşallah (!)

ORHAN ERDEM (Konya) - Amaç, büyük ölçüde tarihinin normalleştirilerek Türkiye'nin mücavir coğrafyasıyla kurduğu ilişkilerin bütünleştirici bir söylem ve pratikte yeniden tesis edilmesiydi. Avrupa Birliği ekseninde yakaladığı dış politika ritmini bölgesel ve küresel ölçekte diplomatik aktivizmle besleyerek bu dönemde uluslararası algıda da büyük bir değişim sağlandı. Yine, 2007-2012 yılları arasında, AK PARTİ bu dönemde dış politika ufkunu küresel ölçeğe demirleyen iddialı bir rol tanımlaması sağladı. Bölgesel ölçekli diplomasi ağını küresel ölçekli bir yapılanmaya doğru dönüştürerek, cumhuriyet tarihinin rekorunu kırarak diplomatik temsilcilik noktasında dünyada 5'inci sıraya yükseldi. Bu diplomatik genişlemeyi tabii ki ekonomik genişleme de besledi. Türkiye, diplomatik derinleşmeyle de yakın coğrafyasında birçok meselede inisiyatif alarak bu süreci destekledi, âdeta bölgesel ve küresel sorunların çözümünde aktif bir ara bulucu rolü alarak Türk diplomasisinin hareket alanını küresel ölçeğe taşımış oldu. Bu dönemde Türkiye için en kritik yıllar tabii 2010 sonrasında başladı. Orta Doğu'da başlayan önce Tunus'ta devrim dalgası, daha sonra Mısır'da kırk yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek'in yönetiminin yıkılması, Libya'da Kaddafi'nin -69'dan beri- iktidarının bitmesi Türkiye'nin bölgesel ölçekli bir dış politikasını yeniden oluşturmasına neden oldu. Türkiye'nin temel düşüncesi, Arap ayaklanması ekseninde gelişen demokratik dalganın, Orta Doğu'daki halkların iktidara gelmesini sağlaması ve böylece bölgesel düzenin yeniden tesis edilmesi yönündeydi ancak gittikçe işler değişti. Tabii, 2016'da Türkiye için bu yeni gelişmeler bir kaosa doğru dönmeye başladı çünkü Suriye'deki krizin politik bir kriz olmaktan çıkarak silahlı çatışmalara dönüşmesi, 1.600'den fazla kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan kimyasal silah saldırıları sonucu Amerika'nın ilgisiz kalışı -her zamanki gibi- Suriye'de Türkiye'nin geriden idare etme stratejisine yeniden bir bakış açısı getirdi. Bu dönem de Obama yönetimi ve Avrupa'nın, Mısır'da Muhammed Mursi'nin kanlı bir darbeyle iktidardan devrilerek hapse atıldığı ve dünyanın sessiz kaldığı bir dönemdi.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Erdem, Sisi'ye lütfen laf söylemeyin; Sisi'ye lütfen laf söylemeyin, yeni dostumuz, Cumhurbaşkanıyla el ele tutuştular.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Ağbaba, kanaatlerinizi almak için süre vereceğim efendim.

ORHAN ERDEM (Konya) - Arap Baharı da Türkiye'nin yakalamayı umduğu yeni jeopolitik oryantasyon fırsatını büyük ölçüde zayıflatmış ya da ortadan kaldırmıştı. Bu dönemde Libya da fiilî olarak ikiye bölündü, bölünmeye çalışıldı. Söz konusu süreçte askerî gücünün de FETÖ nedeniyle bölgesel meselelerde gerektiği şekilde bir kaldıraç olarak kullanılamadığı -daha sonra hepimizin anlayacağı- ve Suriye krizinin silahlı çatışmadan çıkarak bölgesel ve küresel ölçekli yeni bir askerî ve jeopolitik çatışmaya dönmesiyle sınır güvenliği dâhil kapsamlı bir güvenlik kriziyle Türkiye'miz karşı karşıya kaldı.

Suriye eksenli Arap Baharı stratejisine sahip olduğu pozisyonda Türkiye değişime giderek krizin neden olduğu güvenlik sorunlarından kaçınmayı sağlayacak yeni bir strateji oluşturdu. Bu dönemde PKK Türkiye'ye karşı yürüttüğü terör stratejisinde kapsamlı bir değişime giderek alan kazanmak ekseninde Suriye'de ABD sayesinde kazandığı ve genişlettiği alanları Türkiye'nin bölgesel güvenlik siyasetini âdeta derinden sarsan bu sorunlarla, Türkiye hemen aldığı kararlarla uzun sürmeden DEAŞ ve YPG-PKK'nın neden olduğu güvenlik tehditlerini yeni bir askerî stratejiyle aşmayı başardı. Yeni dış politika ve güvenlik anlayışında, 2016'dan sonra FETÖ tarafından organize edilen darbe girişimi, Türkiye'nin dış politika ve güvenlik siyasetindenin yeni hareketlere -ve asabiyetlere, tabii- dönüşmesine neden oldu. Yeni strateji önce Fırat Kalkanı Harekâtı'yla başladı, Zeytin Dalı Harekâtı'yla devam ederek Barış Pınarı Harekâtı'yla derinleşti. 2016 sonrası yeni bir bölgesel askerî stratejiyi devreye sokan Türkiye, bir taraftan sınır ötesi askerî hareketliliğini artırırken öte yandan Katar ve Somali gibi örneklerle güç projeksiyonunu artırarak bölgesel oyuncu olma rolünü güçlendirdi. Dolayısıyla 2012 yılı öncesinde yumuşak gücüyle ve ticaret devletinin imkânlarıyla bölgesine nüfuz etmeye çalışan Türkiye'miz 2016 sonrasında askerî imkânlarını da daha fazla kullanabilen bir dış ve güvenlik politikasına geçti; Libya'da meşru Hükûmetle kurduğu ilişki üzerine Suriye ölçekli stratejisini Akdeniz'de önemli bir noktaya getirdi, mücavir bölgesinde askerî caydırıcılığı devreye sokarken bölgesel krizlerde kararlı diplomatik ve askerî adımlar atabilme kabiliyeti ise pekiştirilmişti; Libya, Akdeniz hamlesiyle mücavir deniz alanlarında stratejik manevra ve operasyonel kabiliyetini genişletme imkânını da yakaladı.

Türkiye, bölgesel güç olarak Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle yapılan 2019 tarihli anlaşmayla da Doğu Akdeniz ölçekli jeoekonomik rekabette aktif bir pozisyon da almış oldu. Dış politikada yaşanan gelişmeler Orta Doğu'yla da sınırlı kalmadı. Balkanlarda bölgesel güvenliğini riske eden gelişmelerin aksine Türkiye'nin bölgesel güç statüsünü pekiştiren bir süreç yaşansa da önce Rusya ve Kırım'daki olaylar, işgal ve ilhak girişimi, sonrasında Ukrayna, birçok olay, tabii, Türkiye'nin Rusya'yı bölgesel bir oyuncu olarak daha yakından hissetmesine ve farklı politikalar geliştirmesine de neden oldu.

Değerli Başkanım, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri; geride kalan yirmi bir yıl AK PARTİ'nin, Türkiye'nin dış ve güvenlik siyasetinde kendinden önceki kalan bütün sorunları önemli ölçüde değişime uğrattığı yıllar oldu ancak Türkiye'nin jeopolitik ortamı bu dönemde önemli değişimler de geçirdi. İkinci yüzyılımıza girdiğimiz bu dönemde AK PARTİ ve hükûmetleri -Dışişleri- Türkiye'yi dış ve güvenlik siyasetinde geride kalan tecrübesinin muhasebesini de devamlı yaparak bu ikinci yüzyılımızda bölgesinde büyük stratejiye sahip bir aktör hâline dönüştürme sorumluluğunun bilinciyle hareketlerine, politikalarına devam edecektir.

2023 yılı ayrıca -cumhuriyetimizin 100'üncü yılını bitirdik- Hariciyenin de 500'üncü yılına tekabül ediyor. Sayın Bakanımızı, tüm heyetini kutluyoruz; nice yıllara ebet müddet diyorum.

Türkiye Yüzyılı'nda hedeflerimiz nasıl büyükse sorumluluklarımızın da bir o kadar büyük olduğunun bilincindeyiz. Bunu hâlihazırda Filistin'de yaşanan gelişmelerde rahatlıkla görebiliyoruz. Ülkemiz her platformda girişimci ve insani bir dış politika ilkesiyle hareket etmekte, gelişmelere ön alıcı bir siyaset izleyerek davranmaktadır. Mevcut uluslararası sistem maalesef dünyanın büyük bir bölümü için barış, istikrar ve adalet üretmemektedir. Cumhurbaşkanımızın "Dünya 5'ten büyüktür." ve "Daha adil bir dünya mümkün." söylemiyle uluslararası platformlarda verilen destek bunun en güzel de örneğidir. Yine, Cumhurbaşkanımızın "Cumhuriyetimiz içeride ve dışarıda kimsesizlerin kimsesi olmaya devam edecektir." ifadeleri her zaman yerini bulmaktadır. Dünya geneline bakıldığında; göç, iklim değişikliği, terörizm, yabancı ve İslam düşmanlığı, uluslararası gündemi meşgul eden başlıca sorunlar olarak öne çıkıyor. Sayın Bakanımızın da dediği gibi, Türkiye, çatışmaların ve istikrarsızlığın ortasında âdeta bir istikrar, huzur ve refah adası olarak durmaktadır.

Coğrafya olarak bu istikrarsızlığın hâkim olduğu bölgede, iktidarlarımız döneminde, yabancı yatırımların en güvenle geldiği ülkelerden biri olduk. Türkiye, küresel barışa en fazla katkı veren ülke konumundadır ayrıca. Aktif diplomasisiyle küresel sistemde tansiyonu düşüren ve krizleri yatıştıran; sorun değil, çözümün parçası olan bir ülke konumundayız. Çok boyutlu ve etkin dış politikamızda ara buluculuk faaliyetlerimizle; savunma sanayimizde kültür, eğitim diplomasimizle tüm dünyada saygı gören ve imrenilen bir aktör hâline geldiğimiz, hepimizin gurur duyduğu bir husustur. Yine, Cumhurbaşkanımızın Ukrayna ile Rusya savaşındaki tutumu, esir değişiminden Karadeniz girişimine ve tahıl koridoruna, dünyada -belki- hızla artan enflasyonu durdurmakta önemli adımlar olduğunu hepimiz biliyoruz.

Kafkasya'da artık yeni bir dönem başladı, Azerbaycan'a verdiğimiz destek bu yeni sürecin âdeta anahtarı olmuştur ve Türk Devletleri Teşkilatı çok daha güçlenmiş ve heyecanla devam etmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 2 egemen millet olarak eşit şartlarda masaya oturulabileceği söylemi ve yeni atılan adımlarla kapalı Maraş'ın açılması, Azerbaycan'dan artık politik ve siyasi adımların atılması, inşallah, tanınma süreçlerinin de başlatılacağını bize göstermektedir.

Değerli Başkanım, çok değerli Komisyon üyeleri; gerçekten, hani, siyasetten önce de dış politikayı izleyen bir yurttaş olarak, AK PARTİ hükûmetleri öncesi -bunu hiç kimseyi rencide etmek için demiyorum, konuşmamda da dedim- sınırlayıcı bir politika vardı. Benim hatırladığım, Türkiye'nin bir Kuzey Kıbrıs bir de "sözde Ermeni soykırımı" diye 2 politikası dışında ben bir şey hatırlamıyorum; her yıl mart gelince işte bir hareketlilik olur, arkasından işte birkaç ülkeye gidilir gelinir. İşte Kıbrıs'la ilgili bir süreçten bugün gelinen noktadaki diplomasi ve Dışişleri Bakanlığının konumunu takdirle karşılıyorum; bu, Cumhurbaşkanımızın ufku ve hariciye deneyimlerimiz.

Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Tan atamaları eleştirdi, kendisi de liyakatiyle bu Hükûmet döneminde çok görevlere getirildi; kendisi getirildiği gibi, liyakate uygun başka kişilerin de görevlere getirilmesi Hükûmetin en doğal hakkı. Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyükelçisi atandığında baktım, bir kongre üyesi, Senatör, Afrika'da misyoner. Yani o çok methettiğiniz Amerika bunları yapınca bir şey yok, Türkiye geldiği bu gücüyle bunları yaptığında eleştiriliyor. Ki hariciyedeki hiç kimsenin alanı da daraltılmadı, 260 yeni temsilciliğiyle içeride de zaten çok insana görev verdi ve geldiği noktayı da gördük.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Erdem, sizin de büyükelçi olmaya niyetiniz var herhâlde? Siz de mi büyükelçi olacaksınız?

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Olabilir.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Olabilir, alıştık biz.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Erdem, Veli Bey'e söz vereceğim, toparlayın lütfen.

VELİ AĞBABA (Malatya) - Biraz daha övmeniz lazım, dış politikayı biraz daha övün ki Sayın Fidan belki atar o zamana kadar kalırsa.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Ağbaba, böyle yaptıkça size söz verme sürecim gecikiyor, lütfen.

ORHAN ERDEM (Konya) - Yine, HEDEP'ten konuşmacının hepimizi rencide eden söylemleri; barışa, birliğe, beraberliğe hiç katkı vermeyecek ifadeleri hepimizi üzdü. Türkiye, hiçbir ırk, dil, din ayırmadan her zaman... Geçtiğimiz konuşmada da söyledim, adı "Anadolu" olan dünyada bir başka coğrafya yok, ana kucağı gibi herkesi kucaklamış bir ülke. Nasıl ki Halepçe'den 500 bin kişinin geldiği gibi, Kobani'den, diğer yerlerden de yüz binlerce insanı Türkiye misafir etti, her zaman güvenlikle korumaya çalıştı. Amerika'nın, Türkiye'nin düşmanlarının diliyle konuşmak bu ülkeye bir şey getirmez. Bizim birliğimiz, beraberliğimiz için seçilmiş olduğumuz ülkenin Anayasası ve kimliğiyle ülkemizi güçlü kılacak ifadeler kullanmamız lazım. Başkalarının eline koz verecek ifadelerin hiçbirimize faydası yok. Türkiye huzurun merkezi, bütün yaşayanlarının da barış ve huzur içinde yaşadığı güvenli bir limandır; hep de böyle kalacaktır.

Sayın Bakanımıza, muhterem heyetine başarılı çalışmalar diliyorum. 2024 yılı yeni Türkiye vizyonuna, yeni yüzyılımıza yakışır olsun. Allah yardımcınız olsun. Başarılar diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.