Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Türk Akreditasyon Kurumu ç)Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı (Türkiye Ulusal Ajansı) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 20 .11.2023 |
BİLAL BİLİCİ (Adana) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım, Bakan Yardımcılarım, sayın milletvekilleri; İYİ Parti Grubumuz adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kurulmasının üzerinden beş yüz yıl geçmiş olan Dışişleri Bakanlığı bugün ne yazık ki birtakım eksikliklerle Türkiye'nin güncel ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap verebilmekten uzak hâldedir. Çok değerli ve işinin ehli kariyer diplomatlarımız olmasına karşın birçok temsilciliğe sahip bir ülke için yeterli sayıda kadromuz bulunmamaktadır. Bu durum çoğu temsilciliğimizi ihtiyaç duyulandan daha az sayıda personelle işleri yürütmek zorunda bırakmaktadır. Hatta Afrika'da açılan yeni misyonlarda sadece birkaç kariyer diplomat görev almaktadır. Bu durum da diplomasi açısından yeterli verimin elde edilmesini engellemektedir.
Bir başka sıkıntı ise Dışişleri Bakanlığının yapısının güncel değişimlere ayak uydurma gerekliliğidir. ABD için ayrı bir dairesi olan Bakanlığın süper güç hâline gelmiş Çin için henüz bir dairesi bulunmamaktadır. Güncel değişimlerin ve oluşan çok kutupluluğun sıkça dile getirildiği Bakanlığın yapısal olarak bu değişimlere ayak uyduracak şekilde kendisini yenilemesi gerekmektedir ve bu yeni yapı için yeterli olabilecek derecede personel alımı gerçekleştirilmelidir bir an önce. Ayrıca, dış politika kararları alınırken Bakanlığın dışlanması, tutarlı ve sürdürülebilir bir kurumsal dış politikanın oluşmasını engelleyerek diplomasideki güvenirliliğimizi zedelemiştir. Bu yaklaşım bizi Orta Doğu'da uyguladığımız ideolojik politikalarla kontrolsüz göç ve terör tehdidiyle baş başa bırakmıştır. Bir an evvel Bakanlığın dış politika kararlarında daha etkili bir biçimde rol almasının ülkemiz yararına olacağını belirtmek isterim.
Sayın milletvekilleri, şu an Gazze'de yaşananlar hem insani açıdan hem bölgesel açıdan, güvenlik açısından hem de Birleşmiş Milletlerin reforma ne kadar acil bir şekilde ihtiyaç duyduğunu gözlerimizin önüne sermesi açısından çok önemlidir. Hamas'ın İsrailli sivillere karşı gerçekleştirdiği eylem de kabul edilemezdir, asla olmaması gerekirdi ancak bu demek değildir ki bu saldırılar Filistinlilerin 1948'den beri süregelen bağımsızlık mücadelelerinden bağımsızdır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres'in de dediği gibi şu anki şiddet olayları geçmişteki olaylardan bağımsız değildir. Gerçek şu ki: Bu saldırılar elli altı yıldır süregelen ve siyasi bir çözümü yakınlarda görünmeyen bir uzun soluklu çatışma durumunun ürünüdür. Artık bu rezil nefret, katliam ve kutuplaşma döngüsüne bir son vermenin vakti gelmiştir.
İsrail'in, kuruluşundan bu yana Filistinliler şiddetin en onur kırıcı ve en sinsi türü olan yapısal şiddete maruz kalmaktadırlar. Yapısal şiddet, gözle görülmeyen, fiziksel zarar içermeyen ancak doğrudan şiddetten daha yakıcı bir şiddet türüdür. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin işgale son verilmesi hususundaki sayısız kararına rağmen Filistinliler her gün baskı ve abluka altındaki dayanılması güç koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1967 tarihli ve 242 sayılı Kararı'na göre İsrail'in işgal ettiği topraklardan derhâl çıkması gerekiyordu. BM Genel Sekreteri "elli altı yıl" derken atıfta bulunduğu karar da budur. Filistinli diplomat Afif Safieh'in trajikomik şekilde dile getirdiği gibi "İsrail, altı günde aldığı ve elli altı yıldır ihlallerle işgal ettiği toprakları isterse elli günde geri verebilir." Filistin'de nüfusun yarısı 18 yaş altı, yüzde 75'i 35 yaş altı; 35 altı nüfusun ise yüzde 65'i işsizdir. İş imkânı bulabilenler ise iş güvenliği olmayan daha alt seviye meslekler, düşük kazanç ve kötü iş ortamlarına maruz kalmaktadırlar. İşlerine gitmek için bile baskıcı izin sisteminden, güvenlik noktalarından geçmek zorunda kalıyorlar. Birleşmiş Milletler insani yardım ve koordinasyon ofislerinin verilerine göre Filistin'deki kontrol noktaları, barikatlar ve beton duvarlardan oluşan 565 tane hareket kısıtlayıcı engel var ve Filistinliler her gün işe gitmek için bu engellere maruz kalmak zorundalar. Bahsettiğim süregelen işgalin ve sebep olduğu yapısal şiddetin yansımalarını 1967'den beri aralıklı bir şekilde görüyoruz. 1973 senesi işgallerin sonlandırılması için yapılan Yom Kippur Savaşı'na sahne oldu. 1987 senesinde Filistin halkının tepkileri ayaklanmaya dönüşerek Birinci İntifada, Oslo sürecinin ikinci tarafı tatmin edecek bir çözüm getirememesiyle de 2000 senesinde İkinci İntifada gerçekleşti. Devamında süregelen birçok sayıda çatışma da bizi 7 Ekimde başlamış olan savaşa getirdi. Şu anda Gazze'de insani bir facia yaşanmaktadır. 2007 yılından bu yana uygulanan abluka nedeniyle açık hava hapishanesine dönüşen Gazze bugün hızla açık hava mezarlığına dönüşmektedir. 18 Ekimde kaldırılan tam ambargoyla yakıt hariç, ihtiyaçların Gazze'ye girmesine izin verilmiş olmasına rağmen BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in de belirttiği gibi geçmiş miktarlar yetersizdir. Örneğin çatışmalardan önce günlük 500 kamyon yardım alan Gazze'ye 21 Ekimden beri 500 kamyon ulaşabilmiştir. Cezalandırmak ve meşru müdafaa adına yapılan ve sivilleri de hedef alan bu hava bombardımanları başarılı olmak bir kenarda dursun, hatta yarattığı kutuplaşma ve nefret ortamıyla gelecekte daha kötü sonuçların oluşmasına ortam hazırlamaktadır. Ayrıca, sivillere yakın bölgelerde fosfor gibi yanıcı madde içeren mühimmatların BM'nin Bazı Konvansiyonel Silahların Yasaklanması Sözleşmesi'nin III. Protokolüne göre yasak olmasına rağmen kullandığı tespit edilmiştir. Tüm bunlar Gazze'de uluslararası insancıl hukukun yok sayıldığını ve savaş suçu işlendiğini gözler önüne sermektedir.
Sayın milletvekilleri, BM Antlaşması'nın 1'inci maddesinin (3)'üncü fıkrası der ki: "BM'nin kurulma amaçlarından biri de ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini sağlamak." Sayın Guterres de BM'nin bu görevi hakkaniyetle yerine getirebilmek için 9 Ekimden beri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin toplantılarında Gazze'ye acil yardımın ulaşmasının ehemmiyetini defalarca dile getirmiştir fakat ne yazık ki BMGK henüz Gazze'de yaşananlarla alakalı bir kınama kararı bile alabilmiş değildir. Ancak çatışmaların üstünden kırktan fazla gün geçtikten sonra Gazze'deki çatışmalara acil ve uzatılmış ara verilmesini talep eden bir karar alabildi. BM Güvenlik Konseyinin bu yetersizliği reforma ne kadar da ihtiyaç duyulduğunun göstergesidir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uluslararası düzene hâkim olmuş iki kutuplu dünyanın güç dengelerinin bir yansıması olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi günümüzün gittikçe daha da çok kutuplu bir hâle gelen dünyasını temsil etmekte ve ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Yeni ve karmaşık sınamaların ortaya çıktığı dünyamızda BM Güvenlik Konseyinin sabit kalması sadece etkinliğine ket vurmamakta, aynı zamanda da yenilenen dünyamızı temsil etmekte zayıf kalarak meşruiyetini de azaltmaktadır. Gazze'de yaşananlar karşısında BM'nin en asli görevlerinden birini yerine getiremiyor olması reformun aciliyetini ortaya koymaktadır.
1990'lardaki Oslo süreci barış için olgunlaşmış bir sürecin de sonucuydu. Çatışmanın devamlılığının sadece iki tarafa da zarar verecek bir açmaz olduğunu iki tarafta da anlayabilecek sağduyulu siyasetçiler varlığının yarattığı bir fırsattı ama yeterince fayda getiremedi. Bugün ise İsrail tarihinin en uç Hükûmetiyle en tahammülsüz, en dar görüşlü ve kuşatılma psikolojisi ile güvenlik paranoyasının en tepede olduğu bir dönemde yaşamaktadır. Üstüne üstlük, ABD'nin İsrail'e sağladığı koşulsuz destek İsrail için çatışmanın yaratacağı açmazların ertelenmesine sebep olarak İsrail'i cesaretlendirmekte ve çatışma sürecinin uzamasına da sebep olmaktadır. Bu sebeplerdendir ki Türkiye, İsrail ve Filistin arasındaki kalıcı barışın tesisi için garantörlük mekanizması önerisini gündeme getirmiştir. Bu güvenlik paranoyası ve İsrail'e koşulsuz askerî destekle şiddetin bu şekilde devam etmesi ne insanlık için ne de bölge güvenliği için sürdürülebilirdir. Bu çerçevede İsrail'i bir an önce ateşkesi kabul etmeye, insani yardımın Gazze'ye ulaşmasına izin vermeye ve iki devletli çözüm amacıyla Türkiye dâhil diğer ülkelerin garantörlüğünde bir an önce müzakere masasına oturmaya davet ediyoruz.
Filistin konusu her gündeme geldiğinde Filistin Kurtuluş Örgütünün eski lideri Yaser Arafat'ın durumu en etkili şekilde özetleyen sözü aklıma gelmektedir. Yaser Arafat şunu demişti: "Filistin ya Arap dünyasını birlikte tutan etken olacaktır ya da onu birbirinden koparacak bir patlayıcı olacaktır." Filistin'deki sorun, 93 yılında Oslo'da Yaser Arafat'la masaya oturmuş olan dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin'in de dediği gibi, siyasi sorundur ve çözümü askerî değil siyasi olmalıdır. Eğer bölge ülkeleri olarak bu duruma siyasi açıdan yaklaşıp doğru çözümlerin bulunmasına önayak olabiliyorsak Filistin, bölgenin barış ve huzur içinde -birlikte- durabilmesini sağlayabilen bir etken olacaktır; bunu başaramazsak mevcut durum sadece ölümlere ve yıkımlara sebep olmaya devam edecek, barışı uzaklaştırmaktan öteye gitmeyerek bölgedeki istikrarsızlık ve çatışma sarmalının devam etmesine sebep olacaktır. Çözüm için uluslararası toplumun her gün bir üyesi gerekli tepkiyi göstermeli ve bir daha benzer bir durumun gerçekleşmesine karşı caydırıcılığın tesis edilmesi için bir an önce BM reformu yapılmalıdır.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Sayın Bakan Yardımcıları ve değerli milletvekilleri; Türkiye'nin millî davası Kıbrıs'ta da adadaki Türk varlığının bekası, ülkemizin millî güvenliği ve stratejik dengelerle doğrudan ilgilidir. Kıbrıs Adası ve Kıbrıs Türk halkının güvenliği Türkiye'nin millî güvenliği açısından ihtiyacı... Ve bölgedeki stratejik dengelerin korunması için Türkiye ilk günden beri gerekeni yapıyor ve yapmaya devam da edecektir. Adada barış ve istikrarın devam etmesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin henüz tanınmamış ülkelerce de tanınması, KKTC'nin uluslararası kuruluşlara üye olması en önemli amacımız olmalıdır.
1974 yılından bugüne ara bölgede yaşayan Türk tarafının insani ihtiyaçlarını karşılamak, ekonomik kalkınmalarına destek olmak, sağlık, eğitim ve bunun gibi ihtiyaçları için gerçekleştirilen Pile-Yiğitler Yolu Projesi'nde BM'nin uyguladığı çifte standart can sıkmaktadır. Yirmi beş yılı aşkın geçmişi bulunan Pile-Yiğitler Yolu Projesi, Kıbrıs Türk tarafının yapıcı tutumu ve bu yönde yaptığı tüm iş birliği çağrılarına rağmen Birleşmiş Milletler Barış Gücünden karşılık görememiştir. Yolun tamamlanması için gerekli çalışmalar BMBG yetkililerinin bilgilendirilmesi suretiyle 17 Ağustosta başlatılmıştır. Ancak 18 Ağustosta BM güçlerinin yol çalışması gerçekleştiren kişilere fiziki müdahalelerde bulunduklarını öğrendik; bu durum asla kabul edilebilir değildir, bu adaletsiz, samimiyetsiz ve ikiyüzlü tutumla ilgili biz de Kıbrıs ziyaretimizde istişarelerde bulunmuştuk ve bunu gündemimize taşımıştık. Şimdi ise Rum kesiminin o bölgeye yeni bir kent kurma girişimini ve bu çabalarını ortaya attığını duyuyoruz. Kıbrıs'ta hiçbir konu ya da tek bir karış toprağın geleceği oldubittiye getirilemez ve getirilmemelidir. Merhum Rauf Denktaş'ın 1983 senesindeki Birleşmiş Milletler konuşmasında da dediği gibi "Biz Kıbrıs Türk tarafı; onların, Rum tarafının egemenliğimizi, bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü elimizden almalarına izin vermedik." Şimdi de izin vermeye hiç niyetimiz yok. Adadaki Türk varlığının bekası için, adil ve kalıcı bir barış için Türkiye elinden geleni yapmıştır, yapmaya da devam edecektir.
Kıbrıs'ta barış ve huzur için canını ortaya koyan kahramanlarımızı da bu vesileyle saygı ve rahmetle anıyorum.
Saygılarımı sunuyorum.