KOMİSYON KONUŞMASI

NAMIK TAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, Meclisimizin değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Değerli Bakan Yardımcılarımız, aramızda bulunan değerli bürokratlar; bugün Dışişleri Bakanlığı 2024 yılı bütçesi için Dışişleri Komisyonu Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü sıfatıyla söz aldım.

Hepimizin bildiği üzere Dışişleri Bakanlığımızın en öncelikli görevi ülkemizin dış dünyayla sağlıklı bağlar kurmasını sağlamak ve bu sayede Türkiye'nin güvenliğini ve bütünlüğünü teminat altına alacak politikalar üretmektir. Bu açıdan Dışişleri Bakanlığı bütçesinin iyi planlanması ve harcamaların titizlikle yapılması gerekiyor.

Bu yıl önümüze gelen rakamlar, geçen yılın 16 milyar TL'lik bütçe ödeneğinin bu yıl 31 milyara yani neredeyse 2 katına çıktığını gösteriyor fakat muhalefet şerhimizde de belirttiğimiz üzere, son yıllarda Dışişleri Bakanlığına ayrılan ödeneğin genel bütçe ödeneğine oranı sürekli düşüyor; normalde binde 4,5 civarında seyreden bu oran 2023 bütçesinde binde 3,75'e ve bu yıl, 2024 bütçesinde binde 2,89'a gerilemiş. Dünyada siyasi gerilimlerin ciddi şekilde arttığı, Türkiye'nin dış ilişkilerinde çok yoğun bir gündeme sahip olduğu bir dönemde bu oransal düşüş bizler açısından son derece düşündürücüdür. Cumhurbaşkanlığı sarayının günlük harcamalarının, basın haberlerine göre, yarım milyon doların üzerine çıktığı kaydedilmişken Bakanlığınızın bütçesinin yıllar içerisinde düşmesinin sebebi nedir? Bu bütçenin gerçek anlamda iyileştirilmesi için herhangi bir çalışmanız veya girişimizin var mı, var ise bunlar hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?

Yüz elli yılı aşkın geçmişiyle ülkemizin en köklü bürokratik geleneklerinden birine sahip olan Dışişleri Bakanlığı, AKP hükûmetleri döneminde ne yazık ki sistemli olarak dış politika yapım süreçlerinin dışında bırakıldı; özellikle son on yılda Bakanlığın en üst düzey bilgi ve birikimine sahip kadroları siyasi gerekçelerle geri hizmetlere çekildi, meslek dışı büyükelçi atamalarının sayısı giderek artırıldı. Bu noktada, meslek dışı atamaların yanlış olduğunu söylemiyorum; görev yapacağı ülkede belirgin bir ağırlığı olan doğru kişiler meslek dışı büyükelçi olarak atanırlarsa ülkemizin çıkarları açısından elbette çok büyük faydalar da sağlanabilir; sadece küçük temsilciliklere değil büyük temsilciliklere de meslek dışı atama yapılabilir, yeter ki o kişiler bu görevi kaldıracak liyakate ve ağırlığa sahip olsun.

Size, sonuncusu Türkiye Cumhuriyeti Washington Büyükelçiliği olmak üzere 3 ayrı dönemde görev yaptığım Amerika Birleşik Devletleri'nden örnek vermek isterim. Bugün Washington'a meslek dışından birinin, örneğin Muhtar Kent'in tayin edildiğini farz edelim; Muhtar Kent Amerika'da zirveye çıkmış bir Türk olarak, Avrupa'nın önde gelen devletlerinin büyükelçilerinin dahi istedikleri zaman kolaylıkla ulaşamadıkları Beyaz Saray'a onlardan çok daha rahat ulaşabilecek ağırlığa sahiptir. Böylesine istisnai birikime ve ağırlığa sahip bir kişinin Washington Büyükelçiliğimizin görünürlüğünü ve erişim gücünü ne kadar büyük ölçüde artırabileceğini herhâlde takdir edersiniz. Şimdi size sorum şu: Washington'a örneğin Muhtar Kent gibi bir kişinin yerine hangi gerekçeyle eski bir siyasetçiyi atamayı tercih ettiniz? Kişilik özelliklerini hiçbir şekilde sorgulayamayacağım bu siyasetçi yerine Bakanlığınızdaki yetkin meslek memurlarından birini bu göreve getirmeyi hiç düşünmediniz mi?

Sizin döneminizde başlamayan ancak hız kesmeden devam eden siyasi üst düzeyli atamalar sonucunda, Türkiye'nin yurt dışındaki büyükelçilerinin mesleğin dışından gelen ve siyasi atamayla belirlenmiş olanlarının sayısı 22'ye ulaştı. Merkezde genel müdürlük seviyesindeki 30'a yakın makamın 10'u sizin de katkınızla meslek dışı kişiler tarafından yürütülüyor; bu yaklaşım, Bakanlığınızın yüzyıllara dayalı mesleki uygulamalarına aykırıdır. Bu uygulamanın somut katkısı olduğunu düşünüyor musunuz; varsa iddia edilen, somut, ölçülebilir ve fark yaratan katkı nedir açıklar mısınız? Muhtar Kent gibi birisinin büyükelçi olarak atanması çok tepki çekmez ama sadece Cumhurbaşkanlığı sarayında basın danışmanlığı yapan birisinin büyükelçi olarak atanması Bakanlık içerisindeki huzuru bozar.

Ben Dışişleri Bakanlığında kırk yıla yakın bir süre görev yaptım ve görevimin son dönemlerinde, şimdi aramızda olan Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan'la da yakın mesai içinde bulunduk, birbirimizi iyi tanırız. Sayın Bakan da bizim Bakanlığımızın iç yapısını çok iyi tanır, Bakanlığın personelinin nasıl bir aile ortamı içinde çalıştığını ve meslekten diplomatlarımızın zorlu kariyer yollarını ne şekilde aştıklarını da gayet iyi bilir. Dışişleri Bakanlığında görevli diplomatlarımızın yıllarca yurt dışında, farklı ülkelerde, mesleki kariyerleri uğruna, bazen kendi hayatlarından büyük fedakârlıklar yaparak aile birliklerinin zarar görmesi ve hatta çocuklarının eğitim haklarında, hayatlarında aksamalar olması pahasına aileleriyle birlikte sorumluluk altına girmekte tereddüt etmediklerini ve ülkemizin ali çıkarları uğruna bazen ağır bedeller ödediklerini de çok çok iyi bildiğinize inanıyorum. Hâl böyleyken meslek dışı atamaların bu kadar çok olmasının ve mesleki müktesebatı bulunmayan, liyakati ve ehliyeti sorgulanabilecek kişilerin siyasi mülahazalarla bu makamlara getirilmesinin görevdeki diplomatlarınızın çalışma şevkini ciddi anlamda kırdığını herhâlde en iyi bilenlerden biri olduğunuzu düşünüyorum. Muhalefet şerhimizde de göreceğiniz üzere öyle atamalar yapılmış ki eleştirilmeyecek gibi değil, örneğin Cakarta Büyükelçiliğine atanan eski AKP Milletvekili tarafsız bir bürokrat gibi davranmak yerine eski seçim bölgesindeki partili arkadaşlarını büyükelçi olarak kullandığı resmî Twitter hesabından kutluyor. Bu konuda soru önergesi veriyoruz, karşılığında bu büyükelçiye yönelik herhangi bir idari işlemin ya da hiç olmazsa Bakanlık kanalıyla uyarı yapılıp yapılmadığının cevabını alamıyoruz. Libya'ya büyükelçi olarak atanan şahsın özgeçmişi ne elçilik sayfasında ne internette ne de herhangi bir yerde mevcut; bu bilgi sanki internetten özellikle sildirilmiş yani iktidarınızın, Doğu Akdeniz'de stratejik ortaklık planladığı Libya gibi kritik bir ülkeye, kamuoyunun hakkında en basit bilgiye bile ulaşamadığı birini yerleştirmiş olduğunu anlıyoruz. Basında Cezayir'e büyükelçi olarak atanan eski Cumhurbaşkanı danışmanının adli sicil kaydında tehdit ve yaralama suçları olduğu iddiası yer alıyor. Biz bu konuda Sayın Bakanımıza bir soru önergesi veriyoruz, âdeta aklımızla alay edilircesine "Bakanlıktaki atamalar bilmem hangi sayılı kanuna göre yapılmaktadır." şeklinde bir iki cümleden ibaret bir cevap alıyoruz. Başka Bakanlıkların usulüne hâkim değilim ama soru önergesi gibi bir müesseseye en azından Dışişleri Bakanlığımızın gerekli saygıyı göstermesi gerekiyor. Bunu da Sayın Bakandan hassasiyetle talep ediyor ve yüce Meclisimizden gelen soruların böylesine ciddiyetsizlik ve umursamazlıkla cevaplanmasının sebebini sormak istiyorum.

Bu atamaların nasıl yapıldığına baktığımızda daha vahim bir durumla karşılaşıyoruz. Dışişleri Personel Genel Müdürü Bakanlık dışından ve bundan bir önceki görevinizden çok yakın tanıdığınız bir isim yani Bakanlığınızdaki kilit bir makama dışarıdan atama yapıyor ve kurum içindeki aile ortamına müdahale etmiş oluyorsunuz. Üstelik Bakan Yardımcılıklarından birine de uzun süredir siyasi atama yapılıyor. Hâl böyle olunca Bakanlık birimleri tamamen devre dışı bırakılmış oluyor. Ayrıca bu durum Bakanlığın iç huzurunu bozduğu gibi siyasi baskıya ve mobbing uygulamalarına da zemin hazırlıyor. İktidarınızın ve bizatihi sizin, Bakanlık kariyer memurlarına olan güvensizliğinizin sebebini lütfedip açıklamanızı istirham ediyorum Sayın Bakan. Nitekim bu güvensizliğinizin son tezahürüne yeni meslek memuru alım süreci çerçevesinde geçen hafta yapılan ve sizin de bizzat katıldığınız mülakatta soruları yönelten üst düzey Bakanlık heyetinde kariyer meslek mensuplarından sadece iki kişiye yer verildiğine üzüntüyle, görerek şahit olduk.

Geçenlerde Dışişleri Bakanlığının zihinsel kodlarının değiştirileceği Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir öncelik olarak açıklandı. Bu ifadenin anlamı nedir? Var olduğu iddia edilen ve değiştirilmek istenen zihinsel kodlar neden sizi rahatsız ediyor? Buradaki ima Dışişleri Bakanlığının kadrolaşma yoluyla siyasileştirilmesi midir?

Dışişleri Bakanlığımızın karşılaştığı bir başka sorun da Bakanlığın profesyonel kadrolarının mevcut iş yapma biçimlerinin Cumhur İttifakı iktidarının dış politika anlayışıyla uyumsuzluğudur. Türk diplomatları, Sayın Bakan, dış politikayı yürütürken hamasetten ve duygusal tepkiler vermekten, kişisel dostlukları veya husumetleri öne çıkarmaktan, ideolojik önyargılarla hareket etmekten özenle kaçınmışlardır. Dış politikada içi boş, hamasi söylemleri kullanarak kitleleri heyecanlandırmakla sonuç almak ve çıkarları korumak arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını, duygusallığın bir dış politika tarzı ve yöntemi olarak çok maliyetli olduğunu, usta çırak eğitimi almış bütün Türk diplomatları bilir. En büyük hatalardan biri de dış siyaseti iç siyasete, tabanın duygularına ve desteğine, ideolojik saiklere göre yapmaktır. İdeoloji esaslı diplomasi zaman içerisinde sizi bütün sorunların tarafı hâline getirir; giderek yalnızlaşır, tıpkı bugün Türkiye'nin yaşadığı gibi dostlarınızı ve müttefiklerinizi kaybetmeye başlarsınız.

Bu noktada öncelikle Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize değinmek istiyorum: Yıllardır ekonomik bunalımdayız, gümrük birliği güncellemesine acil ihtiyacımız var, vize serbestisi konusu tıkanmış, iktidardan ses yok. Siz, gümrük birliğinin güncellenmesini ve vize serbestisinin sağlanmasını görünür gelecekte mümkün görüyor musunuz? Türkiye'nin Avrupa Birliği değerlerine meydan okuması, ilişkilerin geleceği için karamsar bir tablo yaratıyor. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin artık yeni bir dönemeci geçerek iş birliği yerine mecburi angajman ve restleşme dönemine girdiği ve bunun Türkiye'ye yarar sağlamayacağı görüşüne katılıyor musunuz? Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin merkezine mülteciler konusu oturmuş gözüküyor. Dünyadaki genel algı: "Türkiye, mültecilerin geri kabulü konusunda Avrupa'yı haraca bağladı." şeklinde. Oysa biz, Geri Kabul Anlaşması imzalandığında bunun karşılığında vize serbestisi talep etmiştik; üzerinden neredeyse on yıla yakın zaman geçmesine rağmen, neden doğru düzgün adım atılamadı? Milyonlarca vatandaşımız neden iktidarın eksik ve hatalı politikaları yüzünden vize kuyruklarında perişan oluyor? Ülkedeki ekonomik darboğaz ve otoriterleşme, yüz binlerce insanımızın yurt dışında yaşama planları yapmasına sebep oluyor. Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye'deki iktidara güvensizlikleri yüzünden vatandaşlarımızın sıradan seyahatlerinde "iltica ederler" korkusuyla vize zorluğu çıkarıyor.

Avrupa Birliği haricinde diğer Batılı kurumlarla, özellikle üyesi olduklarımızla da çok çok önemli sorunlar yaşıyoruz. Ülkemiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın keyfî tutumuna binaen tanımıyor. Selahattin Demirtaş'ın, Osman Kavala'nın, Can Atalay'ın ve nicelerinin hukuka aykırı usullerle yargılandığına ve cezaevine atıldığına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hiçe sayılıyor. Anayasa'nın amir hükümleri uyarınca, Sayın Bakan, Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini iç hukukuna ithal etmiştir ve uygulamak zorundadır. O hâlde, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını neden uygulamıyoruz?

Hepsinden daha vahim olmak üzere Türkiye'ye hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlükler konusunda bu veya başka kurumlardan bir eleştiri geldiğinde Dışişleri Bakanlığından eski yıllarda hiç alışkın olmadığımız bir üslupla anlamsız açıklamalar yapılıyor. Bu açıklamalar çoğu zaman aleyhte söylenen sözleri tamamen reddeden, saldırgan ve tehditkâr bir dille kaleme alınıyor. Politikacılar böyle bir üslup kullanabilir fakat Bakanlığın bunu benimsemesi bizce kabul edilemez. Dışişleri Bakanlığı diplomasi kurumudur, diplomasi de fikir ve taleplerin saygılı bir üslupla karşı tarafa aktarılmasına dayanır. Açıklamalarda külhanbeyi üslubu kullanmak Dışişleri Bakanlığına yakışmaz.

Amerika Birleşik Devletleri'yle ilişkilerimizin önemi izahtan varestedir. Ancak bu ilişkiler, AKP hükûmetleri sırasında son yıllarda âdeta çürümeye terk edilmiştir. Türkiye, ABD tarafından ciddiye alınmak isteyen, mütemadiyen tekrarlanan ulusal çıkar ve beka söylemiyle öfke nöbetleri geçiren bir ortak ve müttefik görünümü veriyor. Sizin de bildiğiniz üzere, Suriye meselesinin başladığı 2011 yılından bu yana ABD'yle ilişkilerimiz istikrarlı bir şekilde bozuluyor; bu sürece Trump yönetimi de dâhildir. Uzun bir sorunlar listemiz var. Halkbank davasından F-35'lere ve F-16'lara, Kuzey Suriye'den S400'lere, Amerika Birleşik Devletleri'ni sürekli olarak şeytanlaştırırken uygun koşullu kredi aramaya uzanıyor bu liste.

Son olarak, listemize İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliklerinin ikili ilişkilerin doğasına aykırı şekilde pazarlık ve rehine kartı olarak kullanılmasını ekledik. Bu konudaki sorularımız şöyledir: ABD'yle devlet başkanı düzeyinde ikili ziyaret yapılmasına hangi nedenle ara verilmiştir? Ziyareti biz istiyoruz da ABD mi istemiyor? 1980'li yıllarda Türkiye'de montaj üretimi yapılan F-16 muharip uçaklarını artık satın almakta bile neden bu kadar zorlanıyoruz? Öncelediğimiz ikili ticaretin artmasının siyasi, askerî, stratejik, teknolojik, ekonomik ilişkilere hangi somut katkısı olmuştur? İsveç'in NATO'ya katılım protokolü geçtiğimiz hafta perşembe Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuna getirildi fakat dört saatlik yorucu tartışmalardan sonra beklenmedik şekilde ertelendi. Yaşananlar Cumhur İttifakı'nın kendi aralarında bazı fikir ayrılıkları olduğu şeklinde bir izlenim bıraktı. İsveç'ten terörle mücadelede biraz daha ön alması konusunda meşru taleplerinizin olduğu ve İsveç'in anayasa değişikliği de dâhil olmak üzere ciddi adımlar attığı bilgisine dayanarak İsveç'in katılım protokolünün geciktirilmesinin iktidar bakımından gerekçesi nedir?

Uzun yıllardır karşılıklı sert söylemlerle gerginleşen Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde başlaması öngörülen normalleşme ne aşamadadır? Bu konuda ne gibi girişimleriniz olacaktır? Yunanistan'ın Ege ve Akdeniz'de dengeleri bozacak şekilde giderek güçlenmesini görmezden gelmek yeni politikamız mıdır?

Bir başka konu da Sayın Bakan, Kıbrıs meselesidir. KKTC'nin yalıtılmış durumu maalesef sürmektedir. 3 Kasımda Astana'da Türk Devletleri Teşkilatı Zirve Toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıya Teşkilatta gözlemci üye yapıldığı duyurulan KKTC her nedense ev sahibi Kazakistan tarafından davet edilmedi. 2020'de duyduğumuz KKTC'nin de dâhil ve davet edileceği bir Doğu Akdeniz Bölgesel Konferansı da bir kenara itildi. Bu meyanda Kıbrıs'taki çözüm süreci de bu arada çıkmaza girdi. Şimdi soruyoruz: Akdeniz'de doğal gaz arama çalışmaları aniden neden durduruldu? KKTC'nin en yakın dostumuz ve müttefikimiz olan ülkeler tarafından dahi tanınmaması çözüm süreci konusunda izlediğimiz politikanın başarısızlığıyla bağlantılı olabilir mi?

Bir başka can yakıcı mesele olan İsrail-Filistin çatışmasına da kısaca değinmek istiyorum. Partimiz adına bu çatışmada sivillere kurşun sıkan herkesi kınıyoruz. İsrail'in Gazze'yi işgal girişimini kınıyor ve hastaneler başta olmak üzere sivil hedeflere yönelik saldırıları ve masum sivillerin katledilmesine göz yumulmasını lanetliyoruz. Ateşkesin bir an önce sağlanması ve artık bir tek sivilin dahi katledilmemesini temenni ediyoruz.

Bu noktada Sayın Bakana birkaç sorum olacak: Önce taraflara itidal çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sonradan Hamas'a doğrudan sahip çıkan açıklamaları Türkiye'den beklenen arabulucu rolüyle ne ölçüde örtüşüyor? Bakanlığımız arabuluculuk ve ortaya attığı garantörlük kapsamında nasıl bir yol izlemeyi planlıyor? İsrail'i telin anlamında artık gülünç hâle gelmiş içecek boykotları yapılırken iktidara yönelik İsrail'e kapsamlı askerî, ticari ve siyasi anlaşmaların tek taraflı askıya alınması talepleri neden duymazlıktan geliniyor? Türkiye'nin sivil halkın katliamını durduracak bir caydırıcılığa sahip olmaması çok düşündürücüdür. Ne caydırıcılığa ne yapıcı arabuluculuk kapasitesine çatışmaları durduracak etkiye sahibiz. Doğru dürüst çalışılmadan ortaya attığımız garantörlük önerimizin üzerinde tartışılmadı bile. Bunlar dış politikamız bakımından önemli zaaflara işaret ediyor. Bu durum Türkiye'nin bir dış politikadan ziyade savruk ve parçalanmış bir dış ilişkiler manzumesi üzerinden el yordamıyla ilerlediğini, büyük maliyetli hatalara ve zafiyetlere açık duruma geldiğini ortaya koyuyor. İsrail'in katliama dönüşen askerî harekâtı genişlerken bölgedeki buhranın Türkiye'nin sınırlarına dayanabileceğini beyanatlarınızda ileri sürdünüz, bu sözlerinizle Hamas'ı savunan bölgedeki diğer ülkeler bile mesafeli tutum alırken Türkiye'nin sıcak çatışmaya gireceğini mi ima ediyorsunuz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tan, ilave süre ekliyorum.

Buyurun lütfen.

NAMIK TAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Gazze'deki trajediye son vermek amacıyla Kahire, Riyad ve İstanbul'da düzenlenen 3 büyük uluslararası toplantıya katıldınız. Bu toplantılarda somut içerikli, inandırıcı ve ciddi bir yaptırım kararı alınamadı. Riyad'daki Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı ortak zirvesine sunulan bölgedeki ABD üslerinin kullanılmaması, İsrail'e silah ve askerî malzeme sevkiyatının durdurulması, ambargo uygulanması, diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi öneriler kabul edilmedi. Bu hususlar Arap basınına da yansıdı. Arap İslam âleminde ortak bir cephe oluşturulamadı, buna rağmen "Büyük bir birliktelik sağlandığını." Al Jazeera televizyonunun Arapça kanalına verdiğiniz mülakatta açıkladınız. Bu ifadeleriniz gerçeklerle örtüşüyor mu? Örtüşmüyorsa bu beyanlar Türkiye'nin ciddiyetine ve ağırlığına zarar vermiyor mu?

Sözlerimi tamamlarken Komisyona gelen sunumdaki açıklamalara da dikkat çekmek istiyorum. "İkili ilişkiler" başlığında Filistin ve Rohingya'daki Müslümanların haklarının korunması Bakanlığın amaçları arasında belirtilmiş. Bizim merakımız şu: Rusya işgalindeki Kırım'da gayrimeşru Rus yönetimi altında baskı gören Kırım Tatarları ve on yıllardır Çin'in baskı politikaları altında en temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan Uygur Türklerinden ve Türkiye'nin buralara yönelik eğer varsa siyasetinden ilgili Bakanlık sunumunda neden bahsedilmiyor? İki Müslüman halka yapılan vurgunun hem Türk hem Müslüman olan bu iki halk için yapılmaması bizi ziyadesiyle üzmüştür. Türkiye'nin Müslüman Uygurlara uygulanan etnik temizlik endoktrinasyon ve asimilasyon politikasına sessiz kalmasının nedeni nedir? Bu neden ekonomik ve ticari çıkarlarla, Çin'den alınan ödünç rezervlerle bağlantılı mıdır?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Tan, mikrofonunuzu açıyorum.

Toparlayın lütfen.

NAMIK TAN (İstanbul) - Tamamlıyorum.

Bu yaklaşımınız ahlaki ve vicdani midir?

Sayın Bakana ve Dışişleri Bakanlığı temsilcilerimize partim ve milletvekillerimiz adına teşekkür ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.