Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı b) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu c) Nükleer Düzenleme Kurumu ç) Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü d) Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü e) Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 17 .11.2023 |
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonun değerli üyeleri, değerli hazırun, basın emekçileri, emekçi arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, dün Savunma Bakanlığı görüşülürken burası ana baba günüydü, oturacak koltuk bulamıyorduk fakat bugün yeterince ilgi yok; orada hamaset vardı, burada insanlığın geleceği ama aynı ilgiyi aslında bugün burada yaşamak gerekirdi. Burada gerçekten meseleleri enine boyuna tartışmak gerekirdi, maalesef bunu göremiyoruz. Bakanlığınız önemli, insanlığın geleceği burada saklı biraz da. Çok büyük bir krizin içinden geçiyoruz çünkü ve bu krizin nereye evrileceği aslında başta bizim gibi ülkelerin atacağı adımlarla belirlenecek. Bu, çok açık, net bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Sayın Bakan "yeşil dönüşüm" meselesi -kalkınma planını konuşmaya başladığımız günden beri neredeyse her bakanlıkta konuştuk- sizin Bakanlığınızda da önemli bir başlık. Şimdi, bu mesele nereden geliyor, bu neden girdi bütün bu metinlerin içine? 2018 yılında "The Green New Deal" başlıklı bir çalışma Massachusetts eyaleti senatörü, Porto Riko kökenli Cortez tarafından Amerikan Parlamentosuna sunuldu. Daha sonra dünyanın birçok yerinde bu kavram kullanılıyor. Emperyalizmin merkezlerinde, sermayenin merkezlerinde hazırlanmış bir projedir, girdi.
Yeşili savunmak önemli, ekolojik mücadeleyi savunmak tabii ki önemli ama bu mesele sadece bu anlayışla savunulduğunda aslında esas meselenin, esas çözümün buradan bu anlayışla üretilemeyeceğini de anlamamız gerekiyor. Neden? Çünkü Sayın Bakan, kapitalizm büyük bir krizde, çok uzun süredir büyük bir krizde ve çıkış yolu arıyor. Sermaye merkezleri sürekli olarak, kapitalizm merkezleri sürekli olarak bu çıkışın peşindeler fakat ilginç bir şey daha oldu dünyada, özellikle son yıllarda: Buna bir de iklim krizi eklendi. Kapitalizm iklim krizini yarattı, iklim krizi kapitalizmin krizden çıkışını engelliyor. Dolayısıyla yeşile sarılmanın nedeni aslında bu. Bu, şu demek: Önümüzdeki süreçte kapitalizm, sıfır emisyon... Onlar 2050'yi hedef koymuş, Türkiye 2053'ü hedef koymuş. Bu sıfır emisyon meselesi çözülürse belki de kapitalizmin krizini aşmak anlamında bir adım atılabileceği düşünülüyor çünkü durum gerçekten bir felaket senaryosudur. Biz burada "Kıyamete dört dakika kaldı." dediğimizde bunu çok ciddiye almadı ilgili bakanlık fakat "iklim kriziyle mücadele" adı altında Bakanlığın yeniden örgütlenmesi bizzat sizin çatınız altında olmalı yoksa öyle Şehircilik Bakanlığı... Onlar sonuçlarına katlanıyorlar ama krizi yaratan sizsiniz yani enerjiciler. Tabii "siz" derken de dün yaratmadınız, elli yıllık bir serüveni var, sanayileşme dediğimiz bir mesele var. Şimdi, buradan baktığımızda, burada, sermaye odaklı bakıldığında, kapitalist sistem şöyle bakar, kârlılığa bakar; hele hele finans-kapital fonlamaya bakar, fon maliyetlerine bakar, fon getirilerine bakar. Enerji sektörü bu anlamda çok önemli bir sektör, buradan fonlanırken şimdi riskler başladı. Neden riskler başladı? Bu "iklim krizi" dediğiniz şey, iklimi değiştirdikçe fonlanmış bütün yatırımları riske attı Çin'den Amerika'ya kadar. HES projelerinin birçoğu büyük risk altında, yağış iklimi değişiyor çünkü, madenleri su basıyor. Dolayısıyla kapitalizminin önüne koyduğu otuz yıllık, kırk yıllık o fon projeksiyonları çöküşe geçti, şimdi alarm zilleri çalınca da yeşile sarıldılar. Sermayenin gözüyle yeşile bakarsanız, o yeşil olsa olsa doların yeşili olur, başka bir şey olmaz, olmuyor da. Başka bir yerden, ekolojik toplum anlayışıyla biz bu yeşile bakmak zorundayız.
Dolayısıyla buradan baktığınızda, hem kalkınma planında hem sizin hesaplarınızda büyük hatalar var. Neden? Çünkü bütün bakanlıklar sektörel gözle bakıyor; dolayısıyla, sermayenin gözünden, sektörel gözle bakıldığında, her bakanlık kendi projeksiyonunu buna göre hazırladığında, aslında, enerjide bir dönüşüm ya da çeşitli alanlarda bir dönüşüm değil, enerji eliyle iklim krizini belki de körükleyecek bir yere gidiyoruz. Bakın, neden var? Şimdi, yüzde 5 büyüme hedefi konuyor, Enerji Bakanlığı da siz de yüzde 4,5 büyüme hedefi koymuşsunuz -yanılmıyorsam metninizde öyle geçiyor- niye bu kadar büyütüyorsunuz, hani, yeşilse niye bu kadar enerjiyi büyütüyoruz? Acaba gerçekten enerjiye bu kadar ihtiyacımız mı var, santral çöplükleri mi yaratacağız? Şimdi, hem yeşil hem termik santral, hem yeşil hem nükleer santral, hem yeşil hem doğaya aykırı HES projeleri. Dolayısıyla bu planlamada ciddi sorunların olduğu bir gerçeklik.
Artı, büyümeyi forse edecek güç imalat sanayisi, değil mi? Şimdi öyle demişler bize. Şimdi, imalat sanayisinde de teknolojik değişim deniyor, imalat sanayisi bu kadar enerjiye ihtiyaç duymayabilir. Kafalar karışık, net bir projeksiyonunuz yok; sadece hoşa giden şeyler yazılmış ve karman çorman bir şey var karşımızda. Eğer biz gerçekten 2053 sıfır emisyon ve yeşil meselesinde samimiysek bu kadar enerji alanının büyümesine gerek yok, farklı bir büyüme patikasına ihtiyacımız var. Biz bunu kalkınmada da anlattık, orta vadeli programda da anlattık, çeşitli bakanlıklarda da anlattık, burada da tekrar ediyoruz. Dolayısıyla neye ihtiyacımız var? Bir, bu özelleştirme aklından çıkmak gerekiyor, bu bir kamu politikası olmak zorunda; ekolojik yıkımla mücadeleyi, iklim kriziyle mücadeleyi önceleyen bir enerji politikasının demokratik merkeziyetçi bir anlayışla üretilmesi gerekiyor. Şirket aklından, özelleştirme aklından, sermaye aklından çıkarak Türkiye'nin, artı Orta Doğu'nun, bu anlamdaki önümüzdeki beş, on yılda karşılaşacağı olası krizleri hesaplamak gerekiyor. Şu an için belki Afrika coğrafyası ya da yağmur ormanlarındaki kadar bir kriz henüz bizi vurmadı ama kıyımızda, geliyor, bu hissediliyor; iklim kuşaklarının değişimini incelediğimizde bunu görmemiz mümkün. Dolayısıyla bizim, enerjiye yönelik bu merkezî demokratik planlamayı yaparken tabii ki yerel yönetimlerle de koordineli bir şekilde bu planlamayı gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Şimdi, arkadaşlar Gabar'la övünüyorlar; sürekli Gabar, Gabar, Gabar; kafamızın etini yediler. Gabar'da petrolü otuz sene, kırk sene önce bulsak hep beraber sevinirdik ama şimdi tehlike çünkü fosil yakıt, küresel ısınma, sera gazı etkisi. Yani kömür bulmak ne kadar kötüyse petrol bularak bütün yatırımları onun üzerine inşa etmek de o kadar riskli. Ha, enerji maliyetimiz var, cari açığımız var ama bununla mücadele edecek başka alanlar var; bu, illaki doğayı katlederek, ülkeyi bu anlamda çökerterek mücadele edeceğiniz bir alan değil ki. O zaman başka yöntemler buluruz, dolayısıyla her yerde toprağın altını üstüne getirmeye devam ederiz.
Şimdi, doğanın da bir yasası var, doğanın da bir adaleti var. Gerçi, bu, adalet konusu tabela meselesi değil, tabelanıza "adalet" yazdınız diye adalet olmuyor; geliyor, bir bakıyorsunuz, Yargıtay darbesiyle karşılaşıyorsunuz. Ama doğanın adaleti çok acımasız, mutlaka hesap sorar. Doğanın adaletini belirleyen toprak ana; siz toprakla çok fazla boğuşuyorsunuz, toprağın altını üstüne getirdiniz. Her madeni çıkartmak için bu kadar toprakla boğuşursanız, o toprak bunun hesabını bizden sorar.
Bakın, bu ülkenin geleceği, bölgenin geleceği aslında bizim izleyeceğimiz ekolojik politikalara çok bağlı; bu denli yüksek bir riskle karşı karşıyayız. Yerel yönetimler bu yüzden önemli çünkü neden önemli? Yerel halk, kendi geleceğini merkezden, sermayeden, şirketlerden daha öncelikli düşünür çünkü o onun toprağıdır, yerelidir, hayatıdır. Biz ne yapıyoruz? Kayyum atıyoruz. O "Gabar" dediğiniz bölgede kayyumlar var; tabii petrol çıkartacak, çok umurunda mı, emekliliği gelmeden belki de çekip gidecek ama orada yerel halk, aslında gelecektir, her yerde olduğu gibi. Aynı şey, termik santraller, Muğla'da termik santralleriniz var, 3 tane termik santral o güzelim doğayı katlediyor. Neden? Bir termik santralin ömrü kaç yıl? Ondan sonra ne olacak? Ondan sonraki kuşaklar ne olacak? Dolayısıyla bizim, bu alanda merkezî, demokratik planlama ve yerellerle koordineli planlama ve iklim kriziyle mücadele, enerji yatırımlarından çok daha öncelikli stratejimiz, politikamız olmak zorundadır. Bunu başarabilirsek o zaman belki de enerji politikalarını sağlıklı bir şekilde konuşabiliriz. Ama enerji politikalarına baktığımızda, bu, nükleer santralden tutun termik santrallere hatta "temiz enerji" denen, rüzgâr enerjisinden güneş enerjisine kadar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Temelli, bitirelim.
SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bitireceğim.
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki her enerji yatırımı, aslında en temizinden en kirlisine kadar, doğayla karşı karşıya gelir. Örneğin, rüzgâr türbinlerini öyle yerlere kurarsınız ki orada tarımı, orada kuş yollarını, göç yollarını olumsuz etkilersiniz. Örneğin, "güneş enerjisi" dediğimiz öyle yerlere kurarsınız ki orada mera alanlarını, aslını ortadan kaldırır, hayvancılığa, belki de oradaki tarım alanlarının körelmesine neden olabilirsiniz; o yüzden planlama diyoruz, o yüzden demokratik planlama diyoruz, o yüzden yerelin bu konuda önemli olduğunu özellikle vurguluyoruz.
Biz HEDEP olarak ekolojik toplumsal paradigmamız çerçevesinde enerji meselesine de ülkenin çok daha uzun vadeli yaklaşımı üzerinden bakıyoruz. Bu konunun tüm insanlığın, tüm bölge halkının geleceği açısından çok çok kritik önemde olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Teşekkür ederim.