KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN UZ (ÇANAKKALE) - Sayın Başkan, saygıdeğer hazırun; Plan ve Bütçe Komisyonunda Enerji Bakanlığı ve faaliyetlerini konuşmak üzere, İYİ Parti Enerji Komisyonu üyesi olarak söz aldım. Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere dünya çapında artan sanayileşme, nüfus, tüketim harcamalarının yanı sıra, teknolojik gelişmeler gibi sebeplerden dolayı enerjiye talep her geçen gün yılda yüzde 4 ve 5 oranında artmaktadır. Malumunuz üzere bu enerjiye ulaşım kaynakları ikiye ayrılmaktadır yenilenebilir ve yenilenemez olarak. Şimdi bakalım; güneş, su, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından yani temiz enerji kaynaklarından faydalanmada dünya nerede, Türkiye nerede? Tabii, dünya bizden maalesef çok ileride. Pek çok açıdan birbirinden farklı ülkeden, 8 ülkeden örnek vereceğim. Bu ülkelerden bazısının gelir düzeyi yüksek, bazısının gelir düzeyi düşük, bazısının nüfus yoğunluğu az, bazısının nüfus yoğunluğu çok. Bunlar, Danimarka, Uruguay, Litvanya, Namibya, Hollanda, Filistin, Ürdün ve Şili; güneş ve rüzgâr enerjisi üretimini yüzde 12'den yüzde 41'e çıkarmayı hızlı bir değişimle başaran öngörülü ülkelerin başında geliyorlar. Danimarka'da kişi başına düşen rüzgâr santrali kurulu gücü 1.218 vat iken biz de 129 vatla dünyada ancak 30'uncu sıradayız. Avustralya'da kişi başına düşen güneş santrali kurulu gücü 716 vat iken bizde ise 98 vat, bunda da dünyada 35'inci sırada yer alıyoruz. Aslında öyle şanslı bir ülkeyiz ki Allah bize güneşin bakısını, rüzgârın her yönünü bahşetmiş ama biz hâlâ rüzgâr ve güneş enerjisi üretiminde hâlâ belirttiğim ülkeler gibi hızlı bir şekilde gelişme sağlayamıyoruz.

Evet, yenilenebilir enerjide yol katetmeye çalışıyoruz, güzel ama bu şekilde hızlı ve sağlıklı yol katetmemiz de imkânsız çünkü araştırma ve geliştirmeye gerektiği kadar kaynak ayırmıyoruz, projelere verdiğimiz taahhütlerimizi sürekli değiştiriyoruz, politikalarımız çok belirsiz. Örneğin, güneş projelerinde 2017 yılı ve öncesinde tamamlanan projeler için vergi oranı yüzde 5 belirlenmiş ve bu projeler bu rakama göre çalışılmıştır, sonrasında vergi oranı yüzde 10-11 olarak güncellemiş ve maliyet artışları yüzünden projeler fizibil olmaktan çıkmıştır; bir başka deyişle bir enerji santralinin yıllık vergisi 5 bin dolar iken 55 bin dolar mertebesine yükselmiş, tesisler zarar eder hâle gelmiştir.

Rüzgâr ve güneş enerjisi üreticilerini yeteri kadar teşvik edemiyoruz, alım garantisi sunamıyoruz. Bu yüzden, Türk yatırımcılar bile İtalya gibi yüzde 6 gibi düşük faizli finansman ve uzun süreli alım anlaşmaları sağlayan ülkelere yönelmek zorunda kalıyorlar. Rüzgâr türbinlerimizi kendimiz üretemiyoruz. Hadi bu konularda geriyiz, bu konularda ileri olan Danimarka'yı örnek alsak aslında yeterli olacak; 1970'li yıllarda rüzgâr endüstrisini ciddi anlamda geliştirmeye başladı, araştırma ve geliştirmeye diğer ülkelere göre çok fazla pay ayırdı, üreticileri ciddi destekleyici yasalar çıkardı ve en büyük rüzgâr türbini üreticisi Vestas'ı kurdu. Bizde nasıl? Rüzgâr türbinlerimiz belli başlı firmalar tarafından yurt dışında üretiliyor. Türbin aldığın yabancı firma seni kendine bağlamak için, sözleşmelerle, kurulum, işletme, yedek parça gereksinimlerini bu yurt dışındaki firmalardan sağlamak durumunda bırakıyor. E, böyle olunca, enerjide dışa bağımlılığımızı azaltabilecek aksiyonları almaya çalışırken yine dışa bağımlı kalıyoruz.

Ülkemizde rüzgâr türbinlerinin kanatlarını ve kuleyi üretiyoruz. Peki, bunun dışındaki diğer sarf malzemelerini -jeneratör, elektrik kontrol ünitesi gibi ürünleri- artık kendi ülkemizde üretmemiz gerekmiyor mu? Bu sarf malzemeler için gerekli kritik stratejik madenlerin birçoğu ülkemizde fazlasıyla mevcut; en basiti, elektriğin üretilip iletilmesinde kullanılan bakır ve diğer metaller. Enerjide olduğumuz gibi bunlarda da dışa bağımlıyız. Her ne kadar orta vadeli plan ve On İkinci Kalkınma Planı'nda madencilikten medet umulsa da bürokratik engeller, Cumhurbaşkanlığı onayı, orman izin bedellerinin yüksekliği, denetim yetersizlikleri hem yatırımcıyı madencilikten uzaklaştırdı hem de ortamı güvenilmez bir hâle getirdi. Bu yüzden biz mesela 6.500 ton altınımızı yer altından çıkaramıyoruz; yakın zamana kadar 1 gram altın üretimi olmayan Çin 375 ton üretirken, biz bu zenginliğe rağmen 2022 yılında ancak 30 tona ulaşabildik. Sizin TÜİK verilerinize göre on yılda altına 134 milyar dolar para ödedik. Hadi altını geçtim, güneş panelleri ve rüzgâr santrallerinin üretiminde lityum, kobalt, grafit, nikel, bakır ve alüminyum madenlerine ihtiyacımız var; daha say say bitmez. Hani yerli ve millî elektrikli arabamızı ürettik ya, pil yapacak madenleri de mi -kobalttır, manganezdir, nikeldir, alüminyumdur, grafittir- dışarıdan alıyoruz ve almak zorundayız? Bu mu sizin yerli ve millîliğiniz demek geliyor içimizden.

Değerli arkadaşlar, yer altı kaynaklarımızı kullanmamız gerekliliği bu kadar ortadayken şunu da belirtmeliyim ki Hükûmet tarafından iyi uygulanıp denetlense... Dünyanın en sıkı mevzuatlarına da sahibiz. Hükûmetin denetim eksikliği, yaptığı adamcılık yüzünden madencilik ülkemizde öcü hâle geldi. İşte bu denetim eksiklikleri yüzünden yol kenarlarında gördüğünüz yarım bırakılmış ham madde ocakları, taş ocakları içimizi karartıyor. Kontrolsüz, tedbirsiz bırakılan maden atıkları sularımızı, toprağımızı kullanılmaz hâle getiriyor; Zonguldak'ta, Soma'da, Ereğli'de, Bartın'da yüzlerce canımıza mal oluyor. Maden kazaları, göçük, yangın, grizu patlaması gibi olaylar kader denilip geçiştirilemez. Dünyanın en büyük kömür üreticisi Çin'de 100 milyon ton üretimde vefat sayısı 127, Amerika'da 6 iken bizde Amerika'nın tam 120 katı yani 722. İşte, sen tedbirlerini aldırıp aldırdığın tedbirleri denetlesen bu canlar hâlâ aramızda olurdu. Bütün bu kötü örneklerden sonra halkımız haklı olarak madenciliğe mesafeli; tüm bunlar kimin suçu diye sormak lazım. Peki, madenciliği layıkıyla yapabiliyor muyuz? Elbette yapabiliriz. İzinleri sarayın tekelinden çıkarırsak, yatırımcılar anayasal hakla ve kanunla düzenlenmiş ruhsat güvencesine sahip olursa, alınan tedbirleri adam gibi denetlersek, her türlü etki azaltıcı önlemleri -mesela toz, gürültü, biyoçeşitlilik, rehabilitasyon gibi faaliyetleri dünyanın diğer örneklerindeki gibi- alabilirsek yer altı zenginliklerimiz ülke ekonomisine kazandırılacaktır; döviz ülkede kalacaktır, katma değer vergisi ve istihdam sağlanacaktır, halkımız da madencilikle barışacaktır.

Bir de merak edilen başka bir konu: Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü varken Varlık Fonuna bağlı Maden AŞ'yi kurdunuz. Soruyorum: Kaç ruhsat aldınız, kaçında çalışma yaptınız, kaç milyon ons üretim yapıldı? Belli değil. Bu Maden AŞ'de yapılan sondaj ve ÇED çalışmalarından sonra bu sahaların kime satılacağı belli mi, yoksa sahibi gizli, 5'li çetenin içinde mi? Artık lütfen, ülkemiz için, bu fakirleşen halkımız için devletin köklü kurumları varken yandaşların nemalandığı muadil şirketler kurmak suretiyle birilerine para aktarmayı bırakın. Artık yandaşlarınıza kadro yaratmak için kurumlarımıza hiçbir icraat yapılmayan yeni birimler açmayı bırakın. MTA'da yurt dışı genel müdürlükleri açıldı; ne aradılar, ne buldular, ne ürettiler, çok merak ediyoruz.

Son olarak, yenilenemeyen enerji kaynaklarından doğal gaz ve petrolden, burada katettiğimiz güzel yollardan ve güzellikleri gölgeleyen sıkıntılardan bahsetmek isterim. Bildiğiniz üzere, Türkiye Petrolleri mühendisleri tarafından 2020 yılında bir keşfe imza atıldı. Kamuoyuna duyurulan 710 milyar metreküp Karadeniz doğal gaz rezervi projesi büyük umutlar ve beklentilerle karşılandı. Faz 1 kapsamında 2023'ün ilk çeyreğinde günlük gaz üretiminin 10 milyon metreküp olacağı, faz 2'de 40 milyon metreküp, faz 3'te ise 60 milyon metreküpe ulaşacağı kamuoyuna deklare edildi. Ancak bu projenin bazı yönleri ve taahhütler konusunda şüpheler ortaya çıktı. Projenin başlangıcından bu yana açıklanan günlük gaz üretim hedefleri ile son zamanlarda TPAO'nun Genel Müdürünün açıkladığı 4 milyon metreküp arasında önemli fark nedir, sormak isteriz. Bu, neredeyse kamuoyuna açıklananın yarısından bile aşağıdadır. Taahhüt edilen faz 1'deki kayıp düşünülürse faz 2 ve faz 3'teki hedefler fazlaca iyimser söylenmiş oluyor. Deklare edilmiş bu rakamlar seçim kaynaklı mı söylenmiştir? Neden şeffaf olmayı bir türlü beceremiyoruz? Ayrıca, Sakarya Projesi'nin maliyetlerinin şu andaki üretim değerleriyle öngörülen sürelerde karşılanamayacağına dair konuda da kamuoyunu bilgilendirmeye bir ihtiyaç vardır.

Bakın, Türkiye Petrolleri bizim millî petrol şirketimizdir; şimdiye kadar pek çok başarıya imza attı, atmaya da devam ediyor; bu, hepimizin kabulüdür fakat gelin görün ki Türkiye Petrolleri, kamu kuruluşu olarak petrol ve doğal gaz arama ve üretim faaliyetlerini başarıyla yürütürken TPAO'nun 12 Mart 2012 tarihli yönetim kurulu kararıyla Türkiye Petrolleri OTC kurulmuş ve deniz operasyonlarına özgü bir şekilde yapılandırılıyor. Sonra, bir yılda bu şirket amacını fazlasıyla aşıyor ve sadece haksızlıkların yuvası hâline geliyor. Nasıl mı? TPAO'nun başarılı keşifleri vitrine konuluyor, âdeta TPAO'nun başarıları paravan gibi kullanılıyor ve yönetim, kurulan bu OTC altında istedikleri gibi at koşturabiliyor. Bir zaman sonra bu hepimizi gururlandıran başarılı projeler, kara projeleri bile OTC'ye devrediliyor. Güya, OTC deniz operasyonlarına özgü kurulmuştu. Yani bakın, OTC nasıl kurulmuş, amacından nasıl sapıyor. Sonra, tabii ki OTC'ye devredilen bu başarılı projelere yönetimin dilediği adamlar, diledikleri maaşlarla geçiriliyor. Yani büyük bir hizmeti olan TPAO'nun başarısı OTC tarafından bir zafer hırsızlığına dönüştürülüyor.

Sayın Bakanım, sizin Bakan Yardımcılığı sürecinizde ülkemiz için yaptığınız pek çok başarılı faaliyeti takip ettik fakat medyatik aynı zamanda OTC Yönetim Kurulu Başkanımız olan TPAO Genel Müdürümüze sormak istiyorum: Aynı kampüs hatta aynı bina, biri kadrolu TPAO mühendisi diğeri OTC'ye geçirdiğiniz mühendis biri 1 alırken diğerinin 3, 4, 5 alması ne kadar adildir? TPAO'dan onlarca personelin iş akdini feshederken bazı çalışanları TPAO'dan emekli edip yeniden OTC üzerinden işe alınması ne kadar adildir? TPAO personeli ve OTC çalışanlarının büyük ücretlendirme farklarının dışında bir de sunulan diğer imkânlar ve muamele farklılıkları ne kadar adildir? Enerjide millîleşmenin büyük adımları olarak 2 sismik, 4 sondaj gemisinde çalışan etkin, yerli ve millî kamu mühendislerimize 1 verilirken gemi personelinin çoğunluğunu oluşturan elin yabancısına 10 verilmesi ne kadar adildir? Bu haksızlıkların yuvası olmuş, adaletsiz, çalışma barışı gözetlemeyen farkların zehirlediği ortamda çalışmakta zorlanan pek çok yetişmiş Türkiye Petrolleri personeli bilgi ve birikimiyle göç etmektedir. Onlarla gurur duyarken, onların başarılarını, keşiflerini, ürettiklerini seçim malzemesi yaparken iyiydi de eşit ve adil bir çalışma ortamı istediklerinde mi insanlarımıza gidiş kapısı gösterilmektedir. Sayın Genel Müdür, soruyorum, örnek aldığınız Hazreti Ömer'in adaleti bu mudur? Bütün bu haksızlıklardan dolayı kaçırdığınız başarılı, yetişmiş personelimizin vebali boynunuzdadır; bilmenizi isterim.

Bir de en önemlisi, kafaları en çok karıştıran bir durum, millî petrol şirketimiz TPAO'nun başarılı projeleri neden OTC'ye devrediliyor? Neden bu başarılı kurumun içi yavaş yavaş boşaltılıyor? Bunun amacı nedir, çok merak ediyorum; lütfen tehlikenin farkına varalım, millî petrol şirketimize sahip çıkalım. Yazık, devletimizin, halkımızın güvendiği, KİT'ler arasında en yüksek ödeneğin verildiği, bu güzide kurumumuzun bu şekilde yönetiliyor olduğunu bilmek inanın içimizi acıtmakta. Bir an önce OTC'ye devredilen projelerin tekrar TPAO'ya devredilmesini, TPAO'nun etkisini, yetkisini ve başarısını azaltmak üzerine kurulmuş, gereğinden fazla maaşlarla, gereğinden fazla personel barındıran OTC'nin kapatılarak TPAO'nun eski gücüne ve başarısına kavuşturulması gerekmektedir. TPAO'nun petrol ve doğal gaz arama ve üretim konusunda tek yetkili olması, bu ayrılığa bir son verilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkanım, sözlerime son verirken bütçenin ülkemize hayırlar getirmesini diler, Komisyonu saygıyla selamlarım.