KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığının ve yüksek yargının değerli bürokratları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demin bahsettim, bizim bu Plan ve Bütçe Komisyonunda en çok konuşacağımız konu demokrasi olmalı çünkü demokrasi o kadar çok tartışıldı, içi boşaltıldı ki biz bu kavramı unutunca da başımız pratik hayatta çok büyük belalara girdi. Bu demokrasinin en temellerinden biri kuvvetler ayrılığı, tek temeli değil ama en önemli felsefi temellerinden biri kuvvetler ayrılığı yani yasamanın, yürütmenin, yargının birbirinden bağımsız, birbiriyle uyum içinde ama birbirini dengeleyecek şekilde çalışması demokrasinin temeli ve bugün Türkiye'deki problemin de temeli bunun olmaması, fiilen bir kuvvetler birliğine doğru hızla geçişimiz, yasamanın ve yargının yürütmenin tahakkümü altına girmesi ve bunu da hayatın içinde görmemiz. 12 Eylül 2012'de bir referandum oldu. Uyardık, tehlikeli sonuçlarını anlatmaya çalıştık. O referandumda bize neler denildiğini, nasıl darbecilikle suçlandığımızı, hepsini hatırlıyoruz biz. Özellikle kamu kaynakları üzerinden beslenen televizyon kanallarında yapılan belgeselleri hatırlıyoruz, referanduma üç gün kala, enerji işlerinde çalışan falan çünkü basın da demokrasinin çok önemli bir ayağıdır. Sonuçta, o referandum geçti. Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Oda TV davalarında verilen kararları da gördük. O dönemde -bütün kayıtlarda var- Hükûmetin tutumu da ortada, muhalefetin tutumu da ortada. Ne oldu? Geçen, dün de söyledim, Genelkurmay Başkanı terörist ilan edildi -ordu sanki işgal altındaymış gibi- tutuklanıp Silivri'ye konuldu ve ondan sonra, aniden, HSYK'nın seçimlerinden sonra MİT Müsteşarı yargılanmaya çağrıldı. Hemen, apar topar bir yasa hazırlandı ve bir yıllık sürecin sonucunda da 17-25 Aralık davalarını gördük. Bizim gördüğümüz, 17 ve 25 Aralıkta -hukuken, kanuni yetkisi olan bir cemaatin, örgütün şeyidir, onu devlet yetkilileri bilecek çünkü o tarihe kadar onlar yürütüyordu- kesin delillerle, inandırıcı delillerle, bir hükûmetin çok büyük bir yolsuzluğuyla, önemli bakanlarıyla birlikte, hatta üst makamlarla ilgili de çok önemli iddialarla birlikte dünya tarihinin görmediği bir yolsuzluk davasıyla karşılaştık. Bize düşen, şeffaf bir ülkeyi savunmak anlamında hukuk içerisinde bunun yargılanmasıydı. Ama ne oldu? Türkiye Büyük Millet Meclisinde olay kapatıldı ve yargıda da ayarlanmış hâkimler üzerinden olay kapatıldı. Bakın, şu iddia önemli bir iddiadır: "Devlet içinde darbe yapılıyor." Bu ciddi bir iddiadır, bunun karinesi olabilir. Bizim de bu konuda şüphelerimiz vardı, anlatmaya çalıştık. Ama yapılması gereken şuydu: Adil bir yargılanma yapılması gerekiyordu. Eğer o hâkimler ve savcılar atanmışsa, görevlendirilmişse devlet hiyerarşisi dışında dahi olsa böyle bir iddia varsa -o da ayrıca yargılanmalıydı, adil yargılanmalıydı ama- aynı zamanda da yargıda bir dava dosyası açılmalıydı, mahkemenin önüne gitmeliydi. Mahkemenin önüne gitmeden cumhuriyet savcılığında dosyalar kapatılınca... Ve o cumhuriyet savcılığından yapılan atamalar, görevden almalar son derece şaibeli, son derece tehlikeli. Sonuçta, vicdanlarda bu açık kaldı. Emin olun, otuz sene sonra dahi tartışılacak, belki dört beş defa da yargılanacak, bir yargılama da yetmeyecek, dört beş defa daha yargılanacak; bu, Ergenekon'da yargılanacak, "FETÖ davası" dediğiniz davada yargılanacak, o davanın yargılanması da yargılanacak. Ve şunu unutmayın: Devlet hayatında çok güçlülük diye bir şey yoktur. 2012 yılındaki çok güçlüleri biliyoruz biz. Şimdi, kimse de, hiç kimse de çok güçlü değil. O dönemin Adalet Bakanına neler söylendiğini biliyoruz, bu dönemin Adalet Bakanına gelecekte ne söyleneceği, şu andan belirli tahminlerimiz var ama onları da göreceğiz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin en büyük problemlerinden biri yolsuzluk; ben bu konuda konuşmak istiyorum. Öncelikle, devlet yapısı ayarlandı; teftiş kurulları kaldırıldı, yetkiler elinden alındı. Sonra, birtakım kurumlar, mesela, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı gibi, korkunç yasal yetkilerle ve denetimsiz yetkilerle donatıldı. Enerji Bakanlığında, Ulaştırma Bakanlığında, torba yasalarla tek tek, madde madde olarak getirilen... Ve devlet sistemi köküyle çökertildi. Yolsuzluk yapmak son derece kolaylaştırıldı, yolsuzluğu tespit etmek, engellemek fonksiyonları ise tamamıyla zorlaştırıldı. Hesap Uzmanları Kurulunun başına gelenlerden Sayıştayın başına gelenlere, Kamu İhale Kurumunun yetkisinin alınmasından TOKİ'ye Türkiye belediyesi yetkisinin verilmesine kadar ve bunlar, adalet reformlarındaki şeylerle verildi, yasalarla yapıldı, HSYK kararlarıyla, müdahale edilmesiyle yapıldı ve öyle bir şey geldi ki; harbiden, üstünlerin hukuku vardı ya, tam bir üstünlerin hukuku fiilen, söylemde tersini söyleyenler tam bir üstünlerin hukukunu yarattı. Bugün, bu ülkede 1 milyar dolar nakdî olan bir iş adamı dumanı tüten bir silahla gözümüzün önünde birini vursa ne yazık ki yargıdan karar çıkarılması mümkün değildir, fiilen hayatın içinde olarak biliyoruz. Bugün 100 milyon doların üzerinde serveti olan birinin en açık yolsuzluklarla yani hepimizin kabul edeceği hukuki delilerle yargılanıp hüküm giymesi mümkün değildir arkadaşlar. Sistem muhakkak bir şekilde bu üstünlere yönelik bir kaçak verir ve bir düşman ceza hukuku uygulanmaktadır Türkiye'de şu an itibarıyla. Hukuk hiçbir şekilde iktidara uygulanmamaktadır, hukuk sadece muhaliflere uygulanmaktadır, hukuk sadece iktidar muhaliflerine uygulanmaktadır. Bunu görüyorsunuz işte "hakaret davaları" diye onlarca kişi tutuklanıyor. Benim çocuğum tehdit ediliyor, 13 yaşında çocuğum tehdit ediliyor ve siz hiçbir şey yapmıyorsunuz, beni korumuyorsunuz çünkü ben bir muhalifim ve ben bu durumunda farkındayım -kötü olan- ve temsil ettiğim kitle de farkında.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, Türkiye'nin kaynakları TOKİ'den, Enerji Bakanlığından, Ulaştırma Bakanlığından belirli gruplara aktarıldı, bunlar küçük işlerdi, 4734 sayılı Kanun'la yapılan; asıl büyük işler, yap-işlet-devret projeleriyle, özelleştirme projeleriyle, imtiyaz ve ruhsatlarla yapıldı ve bunlar belirli gruplara aktarıldı ama o belirli grupların yeterli sermaye birikimi olmadığı için, aslında ihale yapma yetkisi onlara verildi, onlar da açtıkları ihalelerde devletin ihale yetkisini en düşük fiyattan alıp kendilerinin yaptıkları ihalelerde hep yabancı sermayeye verdiler. Türkiye'nin millî serveti sizin ve bizim gözümüzün önünde yabancılara geçti; en stratejik sektörlerimiz, bankalar, kredi kartları kuruluşları, hava limanlarımız, cep telefonu şirketleri, sigara şirketleri, büyük tarım ve gıda şirketlerimiz, hepsi yabancıların eline geçti. Sizin ve bizim gözümüzün önünde yapıldı bu işler değerli arkadaşlar ve öyle dosyalar oldu ki mesela, bir kömür dosyası var. Ben, devletin, üç ülkede eğitim görmüş, dünyanın en iyi okullarında -bunu şu anlamda söylüyorum, kendimi övmek için değil, zaten halkın vergisiyle oldu bu işler- üç üniversitede okumuş ve uluslararası belgelere sahip bir denetçisiyim ve Türkiye kamu hukukunu bilen bir kamu denetçisiyim. Hayatımda yazdığım en sağlam rapor kömür yolsuzluğu raporuydu, 2009 yılında yazdım, o gün itibarıyla 2 milyar dolar civarındaydı, bugün 5 milyar dolar. Bu kamuya ait, bu yoksul halka ait kömürlerin paralarının 5-6 şirkete nasıl aktarıldığını bütün delilleriyle, belgeleriyle koydum. Şirketlerden biri Zonguldak'ta işçi cinayetlerindeki şirkettir, bir tanesi Elbistan'daki şirkettir, en kötüsü de Soma'daki şirkettir. 2009 yılında bu raporu götürüp cumhuriyet savcılığına mesleki hayatımı ve ekmeğimi riske atarak -çünkü yoksul bir aileden gelen iyi bir bürokrattım- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdim. Sayın Bakan, sayın yüksek yargı yetkilileri; dönemin cumhuriyet başsavcısına sorun, dört sene, beş sene bu rapor niye bekledi? Neden? Çünkü normalde bir cumhuriyet savcılığının iddianamesinin hazırlanması altı aydır, bilemediniz, bir yıldır; beş sene bekledi beş sene. Niye biliyor musunuz? O zaman Osman Kaçmaz diye bir hâkim vardı, eğer cumhuriyet başsavcılığında dava açılması reddedilseydi ben itiraz edecektim. Osman Kaçmaz -bakın, hukuk sistemine bakın, kişiye inmiş- görevde olsa kabul edecek korkusu vardı; Osman Kaçmaz gönderildi, o sırada bir af kanunu çıkarıldı, hüzün verici. Yani, o kadar açık bir yolsuzluk var ki "İhale Kanunu'na tabi değildir." denilmesine rağmen, hâlâ yolsuzluk devam ediyor. Sonuçta, gitti savcılık takipsizlik kararı verdi değerli arkadaşlar, ben buna itiraz ettim, bir bilirkişi raporu geldi yani o bilirkişi raporu -bakın, benim içimde bir vatana ihanet varsa budur- en sonunda, o zaman durdurulabilseydi, o zaman bu ülkede bağımsız bir yargı olabilseydi, yargı görevini yapmış olabilseydi, o Soma şirketi o faaliyetlerine o şekilde devam etmeyecekti, 302 kişi ölmeyecekti. Eğer yargı iktidara kendini beğendirmek uğruna anayasal yetkilerini ve halkın güvenini boşa çıkarmasaydı 17-25 Aralık olmayacaktı. Hükûmetin her yaptığı işte küçük küçük frenler koyarak, görevini yaparak bugün muhafazakâr kesimi temsil eden yüzde 50'lik bir partinin önümüzdeki iki asır boyunca yolsuzluklarla anılmasına engel olacaktı ama kendini beğendirmeye çalışan, terfi etmeye çalışan veya suçlarını gizlemeye çalışan ve ağırlıklı çok namuslu ve dürüst yargı camiasının içerisinde görevlendirilmiş birtakım adamlar, hem iktidar partisine hem muhalefet partisine hem de bu ülkeye çok büyük kötülük yaptılar. Siz sanıyorsanız ki bakın... Tarihte beş yüzyıl önceki şeyler bile yargılanıyor, Cumhuriyet tarihine bakın neler olduğunu göreceksiniz. Bu halk bununla hesaplaşmaya gittiğinde çünkü bununla bir hesaplaşma olacak, Türkiye ekonomisinin durumunu görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bunu rakiplerimiz ülkeyi berbat etti diye...

BAŞKAN - Ek süre veriyorum, lütfen toparlar mısınız.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Rakiplerimiz böyle yaptı ve biz bundan sonra iktidara geleceğiz mutluluğuyla söylemiyorum çünkü taşıyıcı sütunlar içten çürümeye başladı, bunun altında kalabileceğiz biz de, bunun altında kalacak bir partinin milletvekilleri olarak konuşuyorum. Elbette ki bir hesaplaşma olacak bizim için de onlar için de ama ilk şunu yapacağız: Bugünlere geliyorken, bu yargı yetkisi ve mührü elinde olup da bunu durdurması gereken... Çünkü üç güçten birisiniz siz yargısal olarak, biz bir gücüz, bir de yürütme gücü var. "Bunu durdurmanız gerekiyorken siz ne yaptınız?" diye ve ben bunu böyle bir öfkeyle, intikam duygusuyla söylemiyorum. Bunu, bakın, halk soracak bize. Size de soracak, bize de soracak çünkü Türkiye'nin ekonomisi çöküyor, Türkiye'nin sosyolojik durumu ortada, kutuplaşma ortada, büyük bir gettolaşma var. Bu, demokratik siyasetin alanını kısıtlıyor. Özellikle, dışarıdan başlamak üzere, içeriden antidemokratik yolların önünü açıyor. İçeride ve dışarıda büyük bir çatışmanın eşiğine gelmiş durumdayız, güçler ayrılığı ortadan kalkmış, yargı bağımsızlığı ortadan kalkmış, basın özgürlüğü ortadan kalkmış, bir yağma yılları serisini yaşıyoruz. Hiç kimse bu halkın mallarını yağmalayarak ebediyete kadar torunlarını zengin edeceğini düşünmesin. Yasalarda yazanlar vicdanlarda yazmadığı sürece hükmü yoktur. Bu yağma yıllarında bu vurgunları yapanlar, bu vurgunlara göz yumanlardan elbette ki hesap sorulacak ve çok ağır sorulmasından korkuyorum çünkü ekonomik krizler sonrasında yolsuzluk hesaplaşması bazen kanlı bile bitebiliyor. Bu zulüm düzeni de sonuna kadar sürmeyecek. O sırada halk büyük ihtimalle "Hepiniz oradaydınız arkadaşlar." diyecekler çünkü hepimiz buradayız, hepimiz bugün buradayız ve biz sadece azınlığız, 80 milyon insan bize "Hepiniz oradaydınız." diyecek.

Saygılar sunuyorum.