KOMİSYON KONUŞMASI

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, ben önce, Türkiye'nin "Hukukun Üstünlüğü Endeksi"nde nerede olduğunu bir paylaşalım, öyle genel bir değerlendirmeye gidelim diyorum Sayın Başkanım.

Bu arada, tüm hazırunu da saygıyla selamlıyorum.

2015'te Hukukun Üstünlüğü Endeksi açıklandı, bunun rakamları da muhtemelen sizin de bilginiz dâhilinde sunulmuştur. Geçtiğimiz yıl yani 2014 rakamlarıyla baktığımızda listede 59'uncu sırada olan Türkiye, 21 sıra gerileyerek 102 ülke içinde 80'inci sıraya geldi. Tabii, bu, çeşitli başlıklardaki sıkıntıları işaret ederek ortaya çıkan bir sıralama. Bunu değerlendirdiğimizde yani bu, 102 ülkenin içerisinde adalet sistemi üzerinde detaylı bir araştırmanın sonucunda çıkmış olan bir netice ve burada 100 bin hane ve 2.400 uzmanın ortaya koyduğu bir sonuç olarak açıklanmış istatistiki bir rakam.

Şimdi, baktığımızda, hukukun üstünlüğü bakımından dünyada en ileri ülkeler Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkeleri ve diğer taraftan, Finlandiya bu üst sıralarda yer alırken geriye doğru baktığınızda da yani Türkiye 80'inci sıradayken 75'inci sırada Rusya, 86'ncı sırada Mısır var. Yani bizim hangi kategoride, nasıl bir değerlendirme içinde olduğumuz ortaya çıkıyor.

Tabii "Temel sorun olarak ne tespit ediliyor?" diye baktığımızda, 8 alt faktör inceleniyor ve "Türkiye bu alt faktörler arasında nerededir?" dediğimizde, en kötü durumda "Temel haklar" başlığında yer alıyoruz ve sondan 6'ncı sıradayız 102 ülke içerisinde.

Burada "Devlet gücünün denetimi" diye bir başlık var. Devlet gücünün denetiminde de yine en alt sıralarda yer alan bir noktayız.

Yine, baktığımız zaman, yasal müeyyidelerin uygulanmasında nasılız? Orada yasal müeyyideleri uygulamada üst seviyeye çıkıyoruz ve bir anda 46'ncı sırada oluyoruz.

Genelde değerlendirdiğimiz zaman, hukukun üstünlüğünün tam olarak gerçekleşmediği, hukukun üstünlüğünün yaşanamadığı bir tabloyu görmekle karşı karşıyayız. Tabii, ekonomik sıkıntılar -ülkeler açısından baktığınızda- dünyada ve ülkemizde var olduğunda, yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili temelde bir düzenleme ve genişletme ihtiyacının olduğu dönemde baktığımız zaman, adil bir rekabet ortamı ortaya koyacak olan bir adil, genel ortamın ve yasalarla düzenlenmiş, garanti altına alınmış bir ekonomik ortamın yaratılması da çok çok önemli.

Sermaye yatırımlarının uygulanması açısından, uzun vadeli olabilmesi açısından da adli altyapının, hukuksal altyapının doğru işlemesi ve bu doğru işlemesinin akabinde de bir ülkede refah seviyesinin artması için gerçekten iyi işleyen bir hukuk sistemine ihtiyaç olduğu çok açık.

Şimdi, ben burada bir tespit okuyacağım ve bu tespit diyor ki: "Yargının kendi içinde problemleri giderek arttı, eski HSYK, yeni HSYK onun problemi. Hâkim ve savcıların adalet, hukuk ve vicdandan başka birtakım korkular ve vehimlerle hareket etmesi bugün en büyük sorun." ve devam ediyor "Belli yerlerden talimatlar almaktan korkuyor. Birileri oraya göstererek tayin olur, nakil olur, 'Meslekten çıkarılırsın, verilen talimatlara uymazsan başına neler gelir.' denilerek insanlara maalesef ceza veriliyor." Bu beyanın yani bu kelimelerin, bu cümlelerin sahibi Sayın Bülent Arınç. Yani, bir önceki dönem Başbakan Yardımcısı, partinin kurucusu Sayın Bülent Arınç, bu adalet sistemiyle ve Türkiye'deki hukuk sistemiyle ilgili olarak tespiti yapan kişi.

Yine baktığımızda, Türkiye'deki yargı, adil yargı ve hukukla ilgili bağımsız, tarafsız yargı açısından batığımızda iki yönlü bir değerlendirmenin de gerektiği düşüncesindeyim. Bir, yargı siyasallaşıyor. Bir de siyasetin yargısallaşması, yargının içerisinde kendine bir tanım bulması iki yönlü değerlendirilecek bir konu. Hukukun siyasileşmesi yani hem hukukun hem yargının siyasileşmesi temelde yasalarla ve yasaların getirdiği kararların hukuki araç olarak temelde kullanılması yerine, yani klasik bir evrensel yargı yerine daha çok hukuki sistem dışındaki kanaatlerin, deliller yerine siyasi değerlendirmelerin ortaya koyduğu bakış açısının geçerli olduğu ve bireylerin siyasi değerlendirmeler sonucunda hukukun terazisinde tartıldığı bir dönemle karşı karşıya kalıyoruz. Tabii, burada bir gerçek de var ki hukukun bu tür siyasi değerlendirmeler içinde ön plana çıkması, siyasetin de kendini meşrulaştırması noktasında bir görev ifa etmesini beraberinde getiriyor. Tabii, böyle olduğunda yani yargının siyasallaşması noktasında da yargıçlar da kendi o -asli ve gerçek anlamda değerlendirdiğimizde- hukuk nosyonu olarak taşıdıkları görev yerine, siyasi sistemin kendilerine biçmiş olduğu görevi, o görevin getirdiği sorumluluğu onu yerine getirirken de daha önceki Başbakan Yardımcısının, bir önceki hükûmetlerin Başbakan Yardımcısının yargıçlarla ilgili değerlendirmesini ispatlayan bir yaklaşım ortaya çıkıyor.

Şimdi, tabii, "Nereden bunları görüyoruz?" dediğiniz zaman, biz 2010 yılında bir anayasa değişikliği yaptık, anayasa değişikliğini demokrasi, özgürlükler, insan hakları açısından ve yargı açısından büyük bir açılım olarak ortaya koyarak bir anayasa değişikliği gerçekleşti. Ve o anayasa değişikliğini gerçekleştirdikten sonra baktık ki, ki o zaman biz sakıncalarını dile getirdiğimizde dikkate alınmayan pek çok başlıkta gördük ki bu anayasa değişikliğinden sonra farklı tablolar ortaya çıktı. "Hadi, bir daha değiştirelim." denilerek yeniden bir süreç ve orada işte yüksek yargıyla ilgili değişken kararlara, yüksek yargının içerisindeki yapılanmayla ilgili beklentilere veya düşüncelere veya tespitlere cevap verecek yapılanmalar kendini gösterdi. Sonra, bir sulh ceza hâkimliği çıkarıldı. Şimdi, "Yargı siyasallaştı mı?" dediğiniz zaman veya "Siyaset yargıyla hangi boyutta?" dediğinizde şu "sulh ceza hâkimliği" kavramını hep beraber değerlendirdiğimizde -ki DGM'lere bakış açısı Cumhuriyet Halk Partisinde çok netti- ve karar alma mercilerinde evrensel kuralların hâkim olduğu tarafsız ve bağımsız yargıyı savunan düşünceyle baktığınızda bu sulh ceza hâkimleri ne yapmakta ve hangi görevi yerine getirmekte Sayın Bakanım? Yani, bugün, Türkiye'de baktığınızda, çok hızla arttığını gördüğümüz, işte cumhurbaşkanına hakaret etti, hemen sulh ceza hâkimliğinden bir dava sayılarını karşılaştırdığımızda özel bir misyonla bir görev yapılıyor. Düşünce hakkıyla, düşünce özgürlüğüyle ilgili kişiler bir şey söylediğinde hemen sulh ceza hâkimi görev yapıyor veyahut bir bakıyorsunuz, toplumsal bir konu, gizlilik kararı yani paylaşılma, hemen gizlilik kararında yine bir sulh ceza hâkimi görev yapıyor. Baktığınızda bu sulh ceza hâkimliğinin yeni getirdiği görev sanki direkt olarak siyasi karar ve tercihlerin hukuki uygulama mercisine gelmiş bir yapıyla karşı karşıya bırakıyor bizi. O yüzden, baktığımızda, biz evrensel hukuk noktasında yaşayacağımız ilerlemeyi eğer ülke olarak ki değerlendirdiğimizde pek çok başlıkta yani ilk başta söylediğim o geriye gidişi düzeltecek adımları atacaksak bu karşımızdaki olan örnekleri iyi değerlendirmemiz lazım. Yani, Türkiye'yi bir iş cinayetleri davasıyla baktığınızda, Sayın Bakanım, daha evvelsi gün paylaştık, şimdi bir tazminat davası açıldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız.

Buyurun.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Çok kısa bir süre istiyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Tabii, iki dakika verdim.

Buyurun.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Soma davasıyla ilgili tazminat davalarında bilirkişi tayin ediliyor iki ayrı mahkemede ve bilirkişi suç oranlarını tespit ederken hem Maden İşleri Genel Müdürlüğüne hem de Sosyal Güvenlik Bakanlığına kusur açısından tespit yapıyor. Ama, nedir? Her iki bakanlık da kendisi kendi kararıyla bir koruma zırhı oluşturuyor. Yani, hukukun uygulanmasında eşitlik içerisinde bakılmasının çok önemli olduğu, bence, kanaatimce var olan bir konu.

Diğer taraftan, idari yargıyla ilgili, Sayın Bakanım, şimdi, İçişleri Bakanlığıyla ilgili bir baktığınız zaman çeşitli tespitler yapılıyor ve idari yargıyla ilgili yapılan bu tespitlerden sonra HSYK'ya İçişleri Bakanlığı isimler listesi sunuyor ve bu isimler listesinin sonrasında da yargıçların terfisiyle ilgili olarak bir süreç işletiyor yani bu kadar müdahale bu kadar net. HSYK'nın görevi bağımsız olarak kendi hukuki misyonu içerisinde süreci işletmek. Yani, o zaman HSYK talim noktası hâlinde mi çalışıyor, bu da çok açıkçası sorgulanacak bir konu.

Diğer taraftan, siz Anayasa Mahkemesiyle ilgili seçim beyannamesinde "Neler yaptık?" dediğinizde, evet, "Biz Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyu getirdik." diye yazıyorsunuz ama bir tutarsızlık var, arkasından da "Adalet Sisteminde Dönüşüm" başlığında da bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesine yük getirdiğini ve bu mahkemenin işlevselliğine zarar verme ihtimali karşısında bu uygulamayı... Yani, övünüyor musunuz, övünmüyor musunuz? Yani, böyle bir tutarsızlıkla karşı karşıya kalıyoruz.

Sayın Bakanım, ayrıca baktığınızda, biraz önce istinaf mahkemelerini dile getirdiniz, anayasa değişikliği sırasında istinaf mahkemelerinin ki onu 2014 öncesinde dile getirdiğinizde bu mahkeme...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Çok az, bir de kadın şiddetiyle ilgili bir iki şey söyleyeceğim.

İstinaf mahkemeleriyle ilgili olarak işte "Bunlar kurulacak, Yargıtay ve Danıştayın iş yükü azaltılacak." dediniz, değişikliği yaptıktan sonra tam tersi getirdiniz, Danıştayda ve Yargıtayda üye sayılarını artırarak yeni bir yapı kurdunuz. E, şimdi de "Tekrar istinaf mahkemelerini kuracağız, çalışmaya başlatacağız." diyoruz. Yani, durum ve siyasi gelişmelerin şekline göre veya yargı sistemi içerisindeki yapıya göre karar ve uygulama noktasında değişiklikler mi yapılıyor Sayın Başkanım? Artı, Anayasa Mahkemesi açısından baktığınızda da Anayasa Mahkemesine kimi geldi millîliğiyle ilgili kararlarına göre değerlendirildi ama bir yere baktığımızda yürütme uygulamaları açısından da Anayasa Mahkemesi çok önemli kolaylıklar sağladı.

Şimdi, kadına karşı şiddet. Kadına karşı şiddetle ilgili verilen kararlar açısından baktığımızda da bir siyasi idarenin kadına bakış açısının hangi yönde olduğunun, bu kadar yargının siyasallaştığı bir ortamda karar almayı etkiler mekanizma içinde nasıl bulunduğunun altını çizmek lazım. Eğer, bakın, kadınla ilgili...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Bir genç kız vefat etti, erkek arkadaşı tarafından öldürüldü, Münevver Karabulut. Bugün Sayın Cumhurbaşkanı, o gün için Başbakan olan Sayın Erdoğan yani "Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya gider." bir değerlendirmesiyle o günkü davadaki o hayatını vahşice kaybeden kız hakkında bir bakış açısı ortaya koydu. Şimdi, ondan sonra da işte Ceza Kanunu'nda yasal düzenlemeler yapıldı. "Karar nasıl işliyor uygulamada?" diye de baktığımız zaman da yani her yerde kadın cinayetleri, şiddet artarken alınan kararlara baktığınızda işte haksız tahrik indirimi... Yani öyle örnekler var ki zaman yetmediği için örnekleri vermiyorum ama bu haksız tahrik indirimi, haksızca yargının uygulanması olmuyor mu ve kadın cinayetleriyle ilgili uygulamada bu tür ortaya çıkan gerçeklerin nasıl bir etki yarattığını değerlendirebiliyor muyuz ya da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Bitiyor, 2-3 cümlem kaldı.

BAŞKAN - Peki.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - İyi hâl indirimi, iyi hâl indirimi nasıl değerlendiriliyor veya töre cinayeti veya namus cinayeti karmaşasının içinde ortaya çıkan veya çocuk gelinlere toleransın ortaya çıkışı ve hem kadının beyanı hem de tacizle ilgili ortaya çıkan cezalandırma açısından sorunlar bugün kadına karşı şiddet noktasında işleyen hukuki mücadelede ne kadar başarılı olduğumuzun sorgusu.

Bir de Sayın Bakan siz çocuklarla ilgili ortak uluslararası bir program yapmıştınız, çocuk suçlarıyla ilgili ve onların süre içerisinde, zaman içerisinde... 2014 yılındaydı sanırım, raporu da açıklandı, UNICEF'le beraber bir rapordu, bir çalışmaydı. Bununla ilgili, uygulamalarda neler yapıldı o konuda da... Çocuk suçlarıyla ilgili, çocuğa adaletle ilgili hangi noktadayız o konuda da biraz bilgi alabilirsem çok sevinirim.

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

BAŞKAN - Sayın Tamaylıgil, ben teşekkür ediyorum.