Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) İçişleri Bakanlığı b) Emniyet Genel Müdürlüğü c) Jandarma Genel Komutanlığı ç) Sahil Güvenlik Komutanlığı d) Göç İdaresi Başkanlığı e) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 08 .11.2023 |
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, kamu kurum ve kuruluşlarımızın temsilcileri, basınımız; konuşmaya başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Sayın Bakan, tabii, İçişleri Bakanlığını konuşuyoruz. İçişleri Bakanlığı, temel anlamda güvenlik politikalarından sorumlu olan bakanlık yani aslında siz de zaten öyle tanımlıyorsunuz; yaptığınız sunuşta da zaten daha çok güvenlik politikaları üzerine, o alanlardaki bir takım, işte terörden tutun, bilmem, uyuşturucuya kadar farklı farklı alanlarda neler yapılacağını, neler yaptığınızı anlattınız. Şimdi şunu söylemek lazım: Tabii ki güvenlik önemli fakat demokrasilerde özgürlük ve güvenlik arasındaki bir ikilem, bir dengenin sağlanmasına ihtiyaç var. Bakın, bugün, Sayın Bakan, demokrasileri otoriter rejimlerden, totaliter rejimlerden, diktatörlükten ayıran en büyük şey özgürlük; bu güvenlik ve özgürlük ikileminde özgürlükten yana alınan tavırdır. Bu, güvenliği ihmal edeceğimiz anlamına gelmez ama temel anlamda ikisinin arasında bir denge kurulması ve bunun özgürlükten yana olması beklenir. Her ne kadar siz güvenlik politikalarından sorumlu olsanız da ama tabii, elbette de sonuçta Kabinenin bir üyesisiniz.
Şimdi, 1 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne göre, Bakanlığın görev ve yetkileri tanımlanmış, -geçmişte kanunda da vardı- orada diyor ki: "Yurdun iç güvenliği ve asayişi, kamu düzeni ve genel ahlak ve Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumak." Yani aslında sadece güvenlik değil özgürlük, hak ve hürriyetleri korumak da sizin görev alanınız içinde tanımlanmış. Şimdi, oradan devam ettiğimiz zaman şuna geliyoruz; temel hak ve hürriyetler Anayasa'da ve özellikle sizi de ilgilendiren 25'inci madde düşünce ve kanaat hürriyeti; 26'ncı madde düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti; 28'inci madde basın hürriyeti ve 34'üncü madde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı. Bütün bunların hepsi aslında sizin Bakanlığınızın uygulama alanıyla da bir araya geliyor yani özet olarak sadece güvenliği sağlamak değil, Anayasa'da tanımlanmış ve teminat altına alınmış hürriyetleri de korumak ve onların hayata geçmesini sağlamak Bakanlığınızın görevleri arasında. Şimdi, tabii, Anayasa'da birtakım haklar sayılıyor ama aynı zamanda bunların kanunla sınırlanabileceği de söyleniyor ve buna bakarak da birçok uygulama yapılıyor ama şunu unutmamak gerekiyor: Anayasa'da tanımlanan hak ve hürriyetlerin kullanılmasını engelleyecek, bunların özünün ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde sınırlamalar yapılamaz. Bu, Anayasa'nın ruhuna aykırı yani sonuç itibarıyla bir hak tanımlanıyor; o zaman alın altına da "Kanunla sınırlanabilir." deyin, onun bir süre sonra uygulanmasını, hayata geçmesini imkânsız hâle getirin. Bu da ciddi bir sıkıntı oluşturuyor. Bu, aslında bizi hukuk devleti-kanun devleti tartışmasına getiriyor. Sonuç itibarıyla dünyanın bütün ülkelerinde, diktatörlükle yönetilen ülkelerde dahi kanunlar var ama bu onların hukuk devleti olduğu anlamına gelmiyor. "Hukuk devleti" demek, belli ilkeler demek; demokrasinin ayrılmaz bir parçası ve onunla birlikte işleyişi açısından düşündüğümüzde Türkiye'nin gerçek bir demokrasiye ve hukuk devletine ihtiyacı var ve bu doğrultuda güvenlik politikalarının da bununla uyum içinde olması gerekiyor çünkü demokrasilerde eleştiri hakkı önemli. Demokrasi sadece çok siyasi partili bir düzen, belli aralıklarla sandığa gitmek, oradaki, sizi yönetecek olan insanları seçmek değil. O tabii ki var, o sonuç itibarıyla olmazsa olmaz ama onun dışında vatandaşların çok sesli... Demokrasi "çok seslilik" demek, "farklı fikirlerin ve düşüncelerin birlikte yaşaması" demek. O anlamda, eleştiri hakkı, toplumun beğenmediği uygulamaları eleştirebilme, protesto edebilme; bu doğrultuda biraz önce Anayasa'da söylediğim maddelerin içeriğinin uygulamaya, hayata geçmesini sağlama, toplantı, gösteri yürüyüşleri yapma hakkı en önemli haklar fakat o alana baktığımız zaman çok ciddi sıkıntılar görüyoruz, özellikle sizin Bakanlığınızın görev alanıyla ilgili. Tabii, aynı zamanda Anayasa madde 34 var ama 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da var ama sonuç itibarıyla bu, Anayasa'da tanımlanan, teminat altına alınmış olan hürriyetlerin uygulanmasına engel olamaz, ona aykırı olamaz. Tabii, şunu söylemek lazım: Kolluk kuvvetleri aslında vatandaşlarımızın, değişik kesimlerin bu eleştiri hakkını kullanabilmesi için gerekli tedbirleri almakla sorumludur.
Şimdi, bu, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının kullanılmasında ne yazık ki çok ciddi müdahaleler var ve bunları son dönemde çok akut biçimde yaşıyoruz. Bunun bir yöntemi; valilik ve kaymakamlık gibi idari makamlar daha toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmadan önce gösteri yeri, zamanı konusunda ya da gösterinin yapılmaması konusunda bir kısım sınırlamalar getiriyorlar, "Hayır, yapamazsınız." diyorlar, "Şurada yapacaksınız." diyorlar, "Bu yerde yapamazsınız." diyorlar falan. Bu, ciddi bir sınırlama. İkincisi, daha yaygın olan sınırlama ise müdahale; gösteri gerçekleştirilirken kolluk güçleri antidemokratik ve orantısız güç kullanarak müdahale ediyorlar. Bakın, bunun örnekleri çok. Gezi Parkı olaylarından tutun Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde madencilik faaliyetine karşı yapılan çevreci eylemlere, sendikal hakları için mücadele eden işçilere olan müdahalelere; aynı şekilde ekonomik kriz nedeniyle geçim sıkıntısı yaşayan ve bunu protesto eden vatandaşların hepsinin aslında burada çok ciddi anlamda güvenlik kuvvetleri, kolluk kuvvetleri tarafından orantısız güce, orantısız güç kullanımına tabi olduğunu, bu şekilde bunun üzerlerinde o müdahalelerin yapıldığını görüyoruz. Cumartesi Annelerine yapılan müdahaleler, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi ve öğretim üyelerine yapılan müdahaleler... Yani burada güvenlik kuvvetleri, İçişleri Bakanlığı bürokrasisi şunu diyemez Sayın Bakan: Yani kanun var ya da yukarıdan bize talimat geldi, o talimatı uyguluyoruz diyemez. O zaman ne anlamı var? Yani o zaman, dediğim gibi, demokrasi olmaz bu. "Demokrasi" demek sonuç itibarıyla bunun kullanılmasının sağlanması demek.
Gene aynı şekilde şunu söylemek lazım: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilmiş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne sayısız aykırılık kararları var, bunlar uygulamaya geçmiyor, hayatta uygulanmıyor. Yani ciddi anlamda baktığımız zaman ben güvenliği sağlarım noktasındaki bir yapı bugün birçok antidemokratik uygulamayı, antidemokratik müdahaleyi bu toplumda yaşayan herkesin üzerinde yaygın bir biçimde tatbik ediyor.
Şimdi son olarak şunu söylemek isterim: Aslında hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de ölçülülük ilkesi yani ölçülülük, gücün sınırlı şeyi içinde kullanılması ve bunların, bu anayasal hakların kullanılmasının teminatı da sizin Bakanlığınızın en çok üzerinde duracağı konu olmalıdır diye düşünüyorum.
Bu, göç ve sığınmacılar sorunu, vatandaşlık konusu gene sizin Bakanlığı ilgilendiriyor. Siz biraz önce açıkladınız Sayın Bakan "4 milyon 643 bin 986 kişi" dediniz ama kamuoyunda kaçak sığınmacıların da çok olduğu ve rakamın bunun çok üstünde olduğuna ilişkin çok yaygın bir inanış var. Yani bu konuda ne düşünüyorsunuz, nedir, gerçekten böyle bir şey var mı? Çünkü sonuçta bu bir inandırıcılık sorununu ortaya çıkartıyor ve zarar veriyor. Bugün en büyük sıkıntılardan biri, devletin bir kısım organlarına, devletin kurumlarına -aynı şeyi Türkiye İstatistik Kurumunda yaşadık, Merkez Bankasında, birçok şeyde- olan inandırıcılığın azalmasının aslında sistemin işleyişine ve mevcut yöneten Hükûmete de ciddi zarar verdiğini biliyoruz. Yani bu konuya ilişkin herhangi bir çalışma var mıdır, yok mudur, yoksa hepsi bu kadardır, başka kaçak sığınmacı yok mu diyorsunuz?
Bir de tabii, bu sığınmacı, göçmen konusunda da şöyle bir şey söylemek lazım: Türkiye'de baktığımız zaman özellikle düşük teknolojili sektörlerde örneğin, tekstilde, gıdada çok ciddi anlamda bu iş gücünün kullanıldığını görüyoruz fakat bu iş gücü piyasasının işleyişini bozan bir şey çünkü çalışanların büyük bir kısmı kayıt dışı çalışıyorlar, zaten sendika mendika diye bir şey söz konusu değil, asgari ücretin altında rakamlarla çalışıyorlar. Yani, aslında iş gücü piyasasını da son derece... Zaten işsizliğin yüksek olduğu bir yerde, bir taraftan bunları da koyduğumuzda... Ki bunların hemen hemen hepsi kaçak çalışıyor. Yani, bugün gittiğimiz zaman, özellikle güney illerimizde bu konuları arkadaşlarla da oranın yöneticileriyle de belediye başkanlarıyla da konuşuyoruz. Onların hiçbirinin kayıt içinde çalıştığını düşünmüyorum. Aslında, baktığımız zaman Türkiye'nin yapısı son derece bu açıdan sıkıntı gösteriyor.
Sayın Bakan, hâlbuki, şimdi On İkinci Kalkınma Planı geldi, orta vadeli program geldi; hepsinde şu vardı: "Yüksek katma değerli mal ve hizmet üretelim, teknoloji yoğunluğunu artıralım, yüksek teknolojiye gideceğiz, yeni teknoloji, uzaya çıkma..." İyi ama bugünkü bu göçmen politikası -ki bunun aynı zamanda teşvik edildiğini de düşünüyorum- bir anlamda insani amaçlarla gerçekleştirilen misafirperverliğin çok ötesine geçmiş durumda. Bu anlamda, bu politika da aslında bugün ciddi anlamda planda, programda söylenen hedeflerin de amaçların da çok dışında gibi gerçekleşiyor.
Bakın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı... Hani, Nasrettin Hoca'nın bir lafı vardır ya, biliyorsunuz: "Parayı veren düdüğü çalar." diye, aynı öyle bir durumda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, ilave bir dakika veriyorum.
Buyurun lütfen.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim.
Gayrimenkul alımı önce 250 bin dolardı, şimdi 400 bin dolara çıktı, 400 bin doları veriyorlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oluyorlar; böyle bir şey olmaz, bu son derece bir utanç kaynağı. Bunun cari işlemler açığını kapatmak için kullanıldığını görüyoruz; çok ilginçtir, cari açığın finansmanında doğrudan yabancı yatırımlar vardır, doğrudan yabancı yatırımların yüzde 80'i gayrimenkul yatırımları yani böyle bir şey olabilir mi? İtibar, devletin itibarı böyle mi sağlanır? Bütün bunlara baktığımız zaman aslında bir kafa karışıklığı görüyoruz. Yapılmak istenen bir şeyler var; söylenenler, amaçlar, hedefler var ama uygulamalar bunun tam tersi yönde gelişiyor.
Aslında zaman... Biraz daha zamanımız var mı? Neyse, burada şey yapalım o zaman, sorularda birkaç hususu da tekrar belirteceğim.
Teşekkür ediyorum.