KOMİSYON KONUŞMASI

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli hazırun; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmanızı dikkatle dinledim, sonra tekste de baktım, cari açığı kapatmaktan petrol kaynaklarına kadar her şey var ama Sayın Bakan, hukuk devleti yok, hukuk yok, adalet yok. Oysa güvenlik hukuk devleti için çok önemli araçtır ama güvenliği amaç hâline getirip hukuk devletini arkaya koyarsanız, arabayı atların önüne koyarsanız o ülkede ne hukuk devleti gelişir ne o ülke demokratikleşir. Bakın, bunun ölçütleri çok sarih, açık, bütün dünyadaki istatistiklerde mevcut. Uluslararası bir sürü temasınız var, zaten gittiğiniz birçok ülkede de karşılaşıyorsunuz; demokratikleşmesini tamamlamış ya da tamamlamak üzere olan ülkelerde güvenlik konseptinin ne olduğu, bunun hukuk devletiyle ilişkisinin ne olduğu, adalet mekanizmasının nasıl çalıştığı ve güvenliğin buna göre nasıl konumlandığı artık çok net. Diğeri, ister istemez bir otoriter rejim inşasına hizmet eden bir güvenlikçi anlayıştır ki bizdeki de böyle, maalesef böyle. Böyle olduğu için de biz, burada, başta sizin dile getirdiğiniz birçok sorunla uğraşmaya devam ediyoruz ve bu sorunları sizin de halletmeniz -üzülerek söyleyeyim- mümkün değil. Deyim yerindeyse zaten bir enkaz devraldınız. Bu enkazın içinde siz de boğulur gidersiniz. Neden çünkü? Güvenlikçi anlayış aynen devam ediyor. Oysa önce hukuk devleti, önce demokrasi, önce barış ve bunları sağlayacak bir güvenlikçi anlayış ya da güvenlik politikası ancak bütün sorunlarımızı çözebilir.

Mesela, geçen gün burada da tartıştığımızda -siz yoktunuz- kolluk güçlerine dair eleştiriler... Kolluk güçleri suç işler mi? İşler ama kolluk güçlerinin içinde suç işlemeyenler de vardır. Siz, kolluk güçlerinin içinde suç işleyenleri ayıklamazsanız zaten bu anlamıyla bir hukuk devletini tesis etmemiz mümkün değil. Şimdi, buradan dönüp baktığımızda, bir sepet iyi elmanın içine bir tane çürük elma koyarsanız, hepsini çürütür Sayın Bakan, bütün iyi elmalar ne yaparlarsa yapsınlar o çürümeyi engelleyemezler; o yüzden, çürük elmaları sepetten çıkarmak zorundayız. Bunun yolu da hukuktur, bunun yolu da yasalardır, yasalara uymaktır. Oysa kolluk güçleri giydikleri üniformayı kendilerine kamuflaj yaparak çoğu zaman anayasal suç işleyebiliyorlar, en temel anayasal hakların önüne geçebiliyorlar. Sorduğumuz zaman... Mesela, bir basın açıklaması yapılacak, engelleniyor, soruyoruz: "Neden engelliyorsunuz?" diyoruz. Diyorlar ki: "Kaymakamın talimatı var. Valinin talimatı var." Şimdi, kaymakam ve vali yasalara rağmen bir talimat verebilir mi? Ama bu öyle bir uygulama hâline gelmiş ki bununla sürekli karşılaşıyoruz ve en basitinden, bu suçlar neredeyse olağanlaşıyor, normalleşiyor. Olağanüstü hâl uygulamaları bizim hukuk sistemimizde neredeyse istisna olmaktan çıkmış, olağanlaşmış, normalleşmiş; şimdi, bu, en tehlikeli durumlardan biri. Dolayısıyla biz bütün bu sorunları çözmek istiyorsak hepimiz için gerekli olan hukuk ve adalet konusunda samimi olmalıyız.

Muş'tan iki örnek vereceğim. Birincisi, üzülerek, doğrudan sizinle ilgili. Muş'taki bir işkence vakasıyla ilgili biz soru sorduk -altında imzanız var ama ben sanmıyorum ki bir İçişleri Bakanı böyle yanıt versin- şöyle yanıt vermişsiniz: "Bahsi geçen jandarma müdahalesi adli makamların koordinesi ve talimatları doğrultusunda gerçekleştirilmiş." Yani bu kötü muamelenin, işkencenin koordineli bir şekilde ve talimatla yürütüldüğüne dair... Şimdi, bu kabul edilebilir bir şey değil.

İkincisi, yine Muş'ta bir dinleme meselesi yaşandı. Dinleme cihazını bir eve yerleştirmek bir suç. Şimdi, bu suçu siz gereği gibi idari soruşturmaya tabi tutup bunu yargı mekanizması karşısına götürmediğiniz sürece bu suç tekrar etmeye devam eder.

Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, bazı vekil arkadaşlarımızın yurt dışına çıkış yasağı var. Bu yurt dışına çıkış yasağı neden var? Bir mahkeme kararı mı var? Yok. Peki, neden var? Oradaki bir memur arkadaşın ya da bir bürokratın keyfî tutumuyla var. Şimdi, bir hukuk devletinde bu olabilecek bir şey değil. Yani neresinden tutsanız patır patır dökülen bir sistemin, bir icraatın karşılığı bu; bu, kabul edilebilir bir şey değil. Buralardan düzeltmeye başlamak lazım. Bakanlığınızda bir hukuk disiplinine ihtiyaç var, hukuk anlayışına net bir şekilde ihtiyaç olduğu çok belirgin olarak bizim karşımızda.

Bir başka konu -burada yine çok tartışılıyor, Bakanlığınız vesilesiyle bunu değerlendirelim- bu sınır güvenliği, sınır. Bizim sınırlarla ilgili hiçbir derdimiz yok, bütün ülkelerin toprak bütünlüğünün korunmasını ısrarla belirten biziz. Asla bir sınır ihlali yapmıyoruz, sınır ihlali yapan zaten iktidar. Daha geçen ay Suriye tezkeresi geçti. Biz bütün ülkelerin sınır bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Böyle bir derdimiz yok ama biz sınırın içiyle ilgileniyoruz, siz de sınırın içiyle ilgileniyorsunuz. Sınırın içinde demokrasi varsa, barış varsa, hukuk varsa zaten sınır güvenliği tesis edilir; öbür türlü, istediğiniz kadar beton dökün, istediğiniz kadar duvar yapın sorunu çözemezsiniz. DAİŞ meselelerini biliyoruz, Ankara'nın göbeğinde 102 arkadaşımız katledildi, o kadar sınır güvenliği vardı. O bir güvenliğe karşılık gelmiyordu; sınırdan geçip geldiler, Suruç'ta katlettiler, Ankara'da katlettiler, Sultanahmet'te katlettiler. Dolayısıyla bu "sınır güvenliği" dediğimiz mesele bizim içimizdeki bir meseledir, toplumsal barışla alakalı bir meseledir.

Sayın Bakan, şimdi çok önemli bir süreçteyiz. Neden? Yerel seçimler geliyor ve bu yerel seçimler aslında Türkiye'nin demokrasisi açısından çok çok önemli seçimler olacak. Neden biliyor musunuz? Çünkü "sınır" dediğimiz "güvenlik" dediğimiz "adalet" dediğimiz "demokrasi", "barış" dediğimiz meselelerinin orta yerinde kayyumlar oturuyor. Bir kayyum rejimiyle mi devam edeceğiz yoksa kayyum rejiminden kurtulup bu ülkede yerel demokrasiyi, demokrasiyi güçlendirecek bir hatta mı geçeceğiz? Bunun yolu da Bakanlığınızı çok ilgilendiriyor. Geçmişteki deneyimlerimiz aslında hepimiz için hazindir, utanç vericidir. Seçim güvenliğini sağlamak gibi çok önemli bir göreviniz var.

Bir başka konu, mülteciler. Mültecilere karşı bu ülkedeki ırkçı söylemi bir an önce bitirmek gerekiyor. Mülteci meselesinin çözümü mültecilere karşı nefret söylemiyle, ayrılıkçı yaklaşımla, ayrımcılıkla değil mülteci haklarının gerçek anlamda savunulmasıyla mümkün.

ORHAN YEGİN (Ankara) - 2'nci turda seçim ortaklığı yaptınız aynı nefret söylemiyle.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Orhan Bey, lütfen...

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Biz kimseyle seçim ortaklığı yapmadık, HDP olarak girdik. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu ayrı bir tartışma konusu, bizim öyle bir şeyimiz yok. Lütfen sözümü kesmeyin.

Cenevre Sözleşmesi var, bu çok önemli; artı, mültecilerin de hakları var, bu çok önemli. Mülteci meselesini tabii ki çözmek lazım ama mülteci meselesinin çözümü Suriye'nin demokratikleşmesiyle mümkün, Rojava'nın statüsüyle mümkün. İstediğimiz kadar bunları görmezden girelim, görmezden geldiğimiz sürece bu ülke bu sorunla boğuşmaya devam eder. Bu, Türkiye'deki yoksulluğun da Türkiye'deki bir sürü krizin de nedenidir. Bugün ucuz emek ya da başka nedenlerle mültecileri de tasnif etmek, yok "düzenli"ymiş yok "düzensiz"miş gibi yaklaşmak yerine, mültecilerin geri gönderilmesi sözleşmesi dediğimiz meselelerden kurtarılıp Avrupa'ya gitmek isteyenlerin de önü açılmalıdır. Bütün haklarıyla mülteciler, mültecidir. Yoksa bu tür ikinci sınıf insan muamelesi görmeyi hiçbiri hak etmiyor.

Son olarak, AFAD bütçesi yetersizdir. Evet, Bakanlığınıza bağlı ama Bakanlığınıza bağlı olmaması gerektiğini savunuyoruz. Biz bir AFAD bakanlığının kurulmasını öneriyoruz ve bütçesinin de artırılması gerekiyor. Buradaki rakam ek bütçe zamanı konuştuğumuz rakamdır. Oysa 2024 yılında, hele hele enflasyonist bir dönemde bu bütçenin yeterli olmayacağını çok iyi biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Temelli...

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Biraz daha, araya girdi çünkü Orhan Bey.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - O kadar değil ama verelim.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bu bütçe muhakkak arttırılmalıdır.

"Çadırlar meselesi bitti." dediniz. Telefonumuza ha bire haber geliyor. Adıyaman'da, Malatya'da, Hatay'da hâlâ çadırlar var, köyler var. Şimdi köylerin adını vermek istemiyorum, insanlar tedirgin oluyor çünkü biz köylerin adını, muhtarın adını verdiğimizde gözaltına alınıyormuş. Şimdi, böyle bir şey olmamalı.

İÇİŞLERİ BAKANI ALİ YERLİKAYA - Yapmayın ya!

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Hayır, bu onların kaygı ve korkusu. Siz burada kabul etmeyebilirsiniz; işte, kolluk size rağmen bazı şeyler yapıyor, belki birçoğundan haberiniz yok.

Dolayısıyla çadırlar bitmiş değil; konteyner kentlerde hijyenik, sağlıklı koşullar sağlanabilmiş değil. Neden? Çünkü bu deprem meselesinin boyutu aslında buradaki bu rakamlarla filan baş edebileceğimiz bir duruma karşılık gelmiyor.

Biz 9 tane Meclis araştırması önergesi vermişiz, hepsi iktidar tarafından reddedildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen toparlayalım.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - İlk günden başlamışız. Bu konudaki araştırmaların yapılmasını, bu konuya ciddi yaklaşılmasını, Meclisin bu konuda aslında ciddi bir konsensüsü, ortaklaşmayı hayata geçirmesini savunmuşuz ama maalesef bu mesele yine mayıs seçimlerine giderken bir seçim anlayışının, seçim yatırımının içine çekilmiş.

Şimdi, uyarımız şudur: Yerel seçimlere gidiyoruz. Bugün depremzedeleri yerel seçim tartışmalarının içine çekmeden bunun bütçesini uygun bir şekilde yaratmak ve mağduriyetleri bir an önce gidermek en önemli sorumluluğunuzdur.

Teşekkür ederim.