KOMİSYON KONUŞMASI

SELCAN HAMŞIOĞLU (Tekirdağ) - Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yazılı sorularımıza geri dönüşleri için ben hem Bakan Bey'e hem bürokratlarına teşekkür ediyorum. Bugüne kadar verdiğimiz önergelere büyük oranda cevap alabildik biz, çoğu Bakanlıkta bu özeni göremiyoruz.

Buradan hareketle aynı özeni millet adına paylaştığımız sorunların çözümünde de sergileyeceklerini düşünerek seçim bölgem Tekirdağ'dan hayati bir durumu paylaşmak istiyorum. Zira mecaz olarak değil, gerçekten hayati. Biz Tekirdağ'da özellikle Çorlu ve civar ilçelerde nefes alamıyoruz. Çok ciddi bir kimyasal koku problemimiz var ve kaynağı maalesef kaş yapayım derken göz çıkaran sanayi politikası. Durumun ciddiyetinin anlaşılması bakımından hatırlatayım: Dünya Sağlık Örgütüne göre her yıl 7 milyon insan hava kirliliğinden ölüyor, sadece 2020'de Avrupa Birliği ülkelerinde 238 bin kişi havadaki küçük parçacıkların neden olduğu kirlilikten erken öldü. Sadece Avrupa'da her yıl 18 yaşın altında 1.200'den fazla çocuk ve genç hava kirliliğine bağlı hastalıklardan ölüyor. Havadaki parçacıklı maddelerin solunum yoluyla ciğer ve kan dolaşımına girerek felç ve solunum yolu hastalıklarına yol açabildiği bilimsel bir gerçek. Keza, önlenebilir çevre sorunları nedeniyle de her yıl 13 milyondan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanıyor bu süreç. Tekirdağ Türkiye'de bu tehdidin en yoğun olduğu yerleşim merkezlerinden. Öyle ki TÜİK'in 2019 verilerine göre iyi ve kötü huylu tümörlerden kaynaklı ölümlerde 2'nci sırada, kanserin toplam ölümlere oranı açısından da ilk 10 il arasında. Çorlu, Çerkezköy, Ergene, Kapaklı bölgesinde kanser vakaları her 5 haneden 1'inde görülür seviyede yaygınlaşmış durumda ve bu durum 15 adet organize sanayi bölgesi, 1 adet Avrupa Serbest Bölgesi ile 300'e yakın münferit sanayi tesisinin yükünü taşımak durumunda bırakılan Ergene havzasındaki yoğun kirlilikten bağımsız gelişmedi. Bu farkındalıkla Türkiye'de ilk defa bir sanayi odası, bir sanayi bölgesi girişimine karşı çıktı; PAKOP'tan söz ediyorum, süreci takip etmişsinizdir herhâlde. Açılan davada sanayiciye karşı taraf oldu bir sanayi odası ve yargı süreci, şimdilik şehrin lehine sonuçlandı.

Bölgede bulunan boyama, apre yıkama ve kimyasal üretim yapan endüstriyel tesislerdeki işlemler sırasında açığa çıkan maddeler suyu da toprağı da havayı da maalesef zehirliyor. Biz bu şikâyetlerimizi elbette Çevre Bakanlığının birimleriyle de paylaştık ama meselenin kaynağı sanayi uygulamalarındaki yanlışlıklar olduğu için sizden de bölgedeki endüstriyel tesislerin teftiş ve denetleme mekanizmalarının gözden geçirilmesi, yaptırımların caydırıcı boyuta taşınması, analiz laboratuvarlarının yaygınlaştırılması, izleme istasyonu ve "drone"la izleme sistemleri kurulması konusunda destek ve Çevre Bakanlığıyla özellikle ruhsatlandırma konusunda iş birliği bekliyoruz.

Aynı bağlamda, Ergene Havzası Koruma Eylem Planı'nın ve Derin Deşarj Sistemi'nin zehirli atıkların ancak hedefini değiştirebildiğini söylemek ve bu havzanın Yunanistan ve Bulgaristan'la birleştiği göz önünde bulundurulunca önümüzdeki dönemde Ergene kaynaklı sorunların uluslararası boyuta taşınacağı uyarısını da yapmak durumundayım. Sanayi tesislerinin tamamına yakınının çok acı şekilde birinci sınıf tarım arazileri ve su kaynakları üzerine kurulmuş olmasının -Tekirdağ için söylüyorum- ufukta beliren su ve gıda krizinde ülkemizi en mümbit, besleyici damarlarından da mahrum bırakacağı aşikâr.

Trajikomik de bir not: Bu kadar dev sanayi kapasitesi bulunan bir ilde Şarköy ilçesi hâlâ küçük bir sanayi sitesinden mahrum bulunuyor. Uzun uğraşlar sonucu kredi aşamasına getirildi. Umarım yatırım programında da yer bulur.

Yine hayati bir konu, dış ticaretin yüzde 48,7'sinin, vergi gelirlerinin yüzde 48,2'sinin, yabancı sermayeli şirketlerin yüzde 62'sinin 7,5 şiddetinde bir depremin beklendiği İstanbul'a sıkıştırılmış olmasını, İstanbul'daki sanayi ve üretim alanlarının yüzde 60'ının fay hattı üzerinde yükselmesini, son tahlilde depreme bu şartlarda yakalanılması hâlinde öngörülen tahminî 300 milyar dolarlık zararın göze alınmasını akla ve mantığa uygun buluyor musunuz? Bulmuyorsanız nasıl bir alternatif planınız var? O plana Trakya da dâhil mi? Zira, İstanbul'dan kaçan sanayinin kapasitesini zaten çoktan doldurmuş ve deprem riskinden de muaf olmayan Trakya'ya akın etmesi neyi değiştirmiş olacak?

Teşekkür ediyorum.