KOMİSYON KONUŞMASI

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonun değerli üyeleri, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sunumunuz için teşekkür ediyorum, gerçekten hepimizi motive etti, uzay için biz de kendimize yer ayırtmak istiyoruz. Hayaller uzay yolu, gerçekler Gazap Üzümleri; maalesef öyle.

Şimdi, önce, tabii, konuşmama Filistin'le başlamak istiyorum.

(Uğultular)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, bir saniye.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; sizden bir istirhamda bulunmak istiyorum. Sayın Temelli'ye söz verdim, Sayın Temelli görüşlerini ifade ediyor. Kendi aramızdaki konuşmalarımızı, tartışmalarımızı... Eğer böyle yaparsak Sayın Temelli'ye haksızlık etmiş olacağız; o, kanaatlerini belirtmekte, insicamı bozuluyor ve biz anlayamıyoruz. Hem sayın milletvekillerimizin hem de ilgili bürokrat arkadaşlarımızın belki bazen kendi arasında konuşması gerekebilir, lütfen bunu salon dışında gerçekleştirelim ki hatipleri tam anlamıyla dinleyebilelim çünkü önümüzde uzun bir zaman var, nereden baksanız sekiz, on saat bugün çalışmak durumunda kalacağız.

Sayın Temelli teşekkür ediyorum, sürenize ekleyeceğiz bunu.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Peki.

Önce, tabii Filistin'le başlamak gerekiyor. Filistin'de yaşamını yitiren insanların sayısı 10 bin kişiye ulaştı ve bunların 4 binden fazlası çocuk ve hâlâ bu konuda büyük bir sessizlik var, hâlâ dünyadan yeterince güçlü bir tepkinin çıktığını söylemek mümkün değil. Dolayısıyla İsrail devletinin bu hain, soykırımcı yaklaşımı büyük bir insanlık faciasını gözlerimizin önüne sermeye devam ediyor; bu konuda bir şey yapmalı.

Tabii, bu konuda bir şey yapmak aslında Orta Doğu'ya barışçıl bir yaklaşımla yaklaşmaktan geçiyor. Orta Doğu'da savaşı körükleyen yaklaşımların nelere mal olduğunun en açık göstergesini bugün Gazze'deki Filistinliler yaşıyor. Çünkü bugün silah sanayisine yapılmış yatırımlar, silah teknolojisi üzerinden gelişimi, büyümeyi önüne koymuş olan iktidarlar âdeta bu insanlık dramının yaşanmasında birinci dereceden sorumludurlar; ülkemiz de öyledir, iktidarın da bu konuda projeksiyonu maalesef İsrail devletiyle örtüşmektedir. İHA'lar, SİHA'lar, silah sanayi; bunlar savaş demektir, bunlar ölüm demektir, buradan barış çıkmaz. Biz teknolojik olarak gelişmek istiyorsak, büyümek istiyorsak bunun barış eliyle yapılmasını savunmamız gerekiyor, silahların neler getireceği bellidir. Bugün Filistin halkına, Kürt halkına yönelik saldırılar yarın bugün bütün dünyayı büyük bir ateş çemberine sürükleyecektir. Üçüncü büyük dünya savaşı, üçüncü büyük paylaşım savaşının aslında bunlar belki de ilk adımları. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız, sürüklendiğimiz yer böyle bir şey.

Silah sanayi endeksli bu gelişimlerin insanlık açısından nelere mal olacağı aslında maalesef sizin sunumunuzun içinde de saklı, kalkınma planında da saklı, orta vadeli programda da saklı. Öncülük hep bu sektöre veriliyor, silah sanayisine veriliyor, savaş sanayisine veriliyor. "Savunma" adı altında geliştirilen... Hâlbuki savunma bir kamu hizmetidir ve kamu hizmetinin, o kamu hizmetinin amacı da çok net, bellidir ve hele hele bu ülkede bunun mottosu da çok önemli bir mottodur "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen bir mottonun dayandığı bir hizmettir. Oysa bugün dönüp baktığımızda neredeyse her yerde savaş, her yerde işte, silah sanayisini büyütecek projelerin önümüze geldiğini görüyoruz. Afrin'de yaşananlar, kuzey ve doğu Suriye'de yaşananlar, Şengal'de yaşananlar, bugün Batı Şeria'da yaşananlar, Gazze'de yaşananlar, Yemen'de yaşananlar. Orta Doğu coğrafyasına baktığımızda aslında bunun en önemli nedeninin işte bu silahlanma yarışı olduğunu, teknolojik yarış olduğunu görmezden gelemeyiz. Buna bir son vermenin yolu "Başka bir teknoloji mümkün, başka bir büyüme patikası mümkün." diyebilmekten geçiyor.

Batı merkezli teknolojik yarışın aslında bizi sürüklediği yer yeni bir bağımlılık çarkıdır, tıpkı İkinci Sanayi Devrimi'nde, Üçüncü Sanayi Devrimi'nde olduğu gibi, tıpkı kapitalizmin merkezlerinde üretilmiş aklın çevreyi nasıl boyunduruk altına aldığını tarihten çok iyi bildiğimiz gibi. Yeni teknoloji yarışı da yeniden bir bağımlılık eksenini çevremizde örüyor fakat biz ısrarla işte TEKNOFEST'lerle, silah sanayisindeki gelişmelerle âdeta bu kulvarda bir yarış yaparak öne geçip Türkiye'yi müreffeh bir düzeye taşıyacağımız gibi bir yanılgının içindeyiz. Bunun böyle olmadığını, olmayacağını hep beraber yaşıyoruz, yaşayarak da öğreniyoruz.

Teknoloji-sanayi ilişkisi gerçekten önemli ama dediğim gibi hangi patikada bunu ördüğünüz önemli. Şimdi biz burada en önemli şeyin, teknolojik gelişmede de en önemli şeyin bilimsel çalışmalar olduğunu biliyoruz, siz de rakamlar verdiniz. TÜBİTAK'tan, TÜBA'dan bahsedebiliriz fakat bunun menşesi üniversitelerdir. Mesela yayın sayısı verdiniz, "Bu kadar yayın yaptık." dediniz. Peki, Atıf İndeksi'nde durum ne? Yayın ile Atıf İndeksi birbiriyle paralel mi gelişiyor? Dünya bilimi ve bu anlamda özgün bir bilim üretme anlamında ne durumdayız?

Dün, tabii, Komisyon çalışmadı ama bugün belki düne dair konuşabiliriz. Dün 6 Kasımdı ve 6 Kasım biliyorsunuz YÖK'ün kuruluş yıl dönümü. 12 Eylül cuntasının üniversitelerin, bilimin başına musallat ettiği bir kurum. İktidara gelirken "YÖK'ü kaldıracağız." dediniz, tıpkı "Kürt sorununu çözeceğiz." dediğiniz gibi, ne YÖK kalktı ne Kürt sorunu çözüldü. Bırakın YÖK'ün kalkmasını, YÖK aslında çok daha otoriter bir bilim anlayışını üniversitelere dayattı. Bugün üniversite özerkliğinden bahsetmek mümkün değil, özerklik tümüyle tasfiye edilmiş durumda. Peki, bilimsel özgürlükten bahsedebilir miyiz? İşte, bahsedemiyoruz. Bakın, Atıf İndeksi'ne en çok giren akademisyenlerin barış akademisyenleri olduğunu biliyor musunuz? Biz bu barış akademisyenlerine ne yaptık? Üniversiteden kanun hükmünde kararnamelerle uzaklaştırdık bilimsel özgürlüğü savundukları için. Bilim muhaliftir, bilim biat etmez ama biz bilime öyle bir yaklaşıyoruz ki otoriter rejime biat etmesini isteyen bir yerden, bilim insanına da aynen bu çerçeveden yaklaştığımız gibi.

Bakın, bilimsel çalışmaların gelişebilmesinin yolu ülkenin demokratikleşmesiyle bire bir alakalı, o ülkenin hukuk devleti olmasıyla bire bir alakalı. Oysa bugün üniversitelerin performansı maalesef çok üzüleceğimiz bir noktada. Rakamlar büyüyebilir, üniversite sayısı artabilir, öğrenci sayısı artabilir; bu, nitelikte bir sıçrama yaptığınız anlamına gelmez. Eğer böyle olsaydı sonuçlar, bugün yaşadığımız gerçeklik bu olmazdı. Biz bugün kırk bir yıllık YÖK dönemi sonrasında geldiğimiz yerde artık gerçek anlamda bilimden konuşamıyoruz.

Şimdi, bu anlamıyla baktığınızda, siyasete, ekonomiye ve topluma baktığınızda biz teknolojik sıçramayı ya da bize uygun bir teknolojik patikayı neden üretemediğimizi konuşabiliriz çünkü siyaset bir kere demokrasiden kaçan, otoriter rejimi besleyen bir zemine kaydı. Şimdi, böyle bir siyasi anlayışın olduğu yerde bilimin özgürce gelişmesi, "akademia"nın özerkleşmesi ve bu anlamıyla da siyasetin özgürleşmesi çok mümkün değil. Ekonomiye bakıyorsunuz, belki de ekonomide sizi boğan en önemli şey... Sizin Bakanlığınız açısından çok çok önemli -biz burada mesela bazı bakanlıklara özellikle bunu vurguluyoruz; Çalışma Bakanlığına söyledik, Ticaret Bakanlığına söyledik, size de aynı şeyi söylemek istiyoruz; sizin Bakanlıklarınız çok önemli- kendi özerk programınızı mutlaka üretmek zorundasınız. Bugün Ticaret Bakanlığı da Çalışma Bakanlığı da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı da kendi özerk programını üretmelidir çünkü eğer teknolojik sıçrama istiyorsanız, ülkede farklı bir gidişatın önünü açmak istiyorsanız bunun yolu o özerklikten geçer. Oysa bakıyoruz, örneğin, sizin programınızın merkezine ne oturtulmuş? Sizin programınızın merkezine ekonomik büyüme oturtulmuş. Bu ekonomik büyümeden ne bekleniyor? Cari açığın kapatılması, ihracatın arttırılması ve dolayısıyla diğer bütün meselelerin çözülmesi, sizin de buna uygun eklemlenmeniz isteniyor. Şimdi, bunun hayalini kurduğunuz, hedef olarak önünüze koyduğunuz yolda yürümenizi sağlaması mümkün değil, hele hele bizim savunageldiğimiz yönde gelişmesi hiç mümkün değil, zaten siz de oraya dönüp bakmıyorsunuz. Mesela, hedef olarak uzaya birilerini göndermek; olabilir, gönderelim ya da işte, özellikle teknolojik alandaki gelişmeleri silah sanayisine endekslemek, "savunma sanayisi" adı altında bu silahlanma ve silah ihracatına odaklı program koymak. Oysa bu ülkede yoksullar var ve bu ülkede yoksulluğu ortadan kaldıracak, gıda yoksulluğunu, açlığı ortadan kaldıracak en önemli şey tarım teknolojilerindeki gelişme olmalıydı. Başköşeye oturtmamız gereken bu ama biz başköşeye silahı koyuyoruz, başköşeye savaşı koyuyoruz ve başköşeye işte bunları koyduğumuz için de bu ülke yoksul ve bu ülke yoksulların ülkesi oldu.

Bakın, kalkınma planına baktığınızda bu çelişkileri görüyorsunuz. Yoksullukta olumlu anlamda hiçbir gelişme yok ama biz baştan sona, sürekli olarak silah sanayisini konuşuyoruz ya da bir başka alan, enerji alanı. Enerji teknolojilerinin gelişmesi de size çok bağlı değil mi? Bu böyle fakat enerji alanındaki gelişmeler işte "Gabar'dan petrol çıkacak." "Sakarya'dan gaz çıkacak." Bu teknolojilerin aslında tam da bir tarım ülkesinin... Tarımı küçümsemeyin; tarım, insanlığın geleceğidir. İnsanlığın geleceği öyle uzay vatanda filan değil, tam da bu vatanda, tam da burada, bu coğrafyada. Dolayısıyla, tarım teknolojilerini kimse küçümsemesin; tarım alanlarının hızla yok olduğu bir ülkeyiz ve bu alanların bu yok oluş hızına karşı koyacak bir teknolojik atılım, bu anlamda sanayiyle barışık bir tarım politikasının üretilmesi çok çok büyük önem taşıyor fakat bizim başköşede başka bir şey var. Mesela, yeşil dönüşümü ısrarla bütün bakanlar kullanıyor, bütün bakanlıklar kullanıyor fakat bu yeşil dönüşüm bir yere sanayi tesisi koyup etrafını ağaçlandırma değil, bu yeşil dönüşüm tam da bizim söylediğimiz "Başka bir teknoloji mümkün." diyenlerin aslında uzun süredir dünyada dile getirdiği bir şey. Temiz içme suyundan temiz gıdaya, kirlenmemiş topraklara kadar, kirlenmiş toprakların yeniden temizlenmesine dair bir şeylerden konuşmamız lazım yoksa mevcut firmaların etrafını ağaçlandırmakla olacak bir şey değil ki bu yeşil dönüşüm. Bunun gibi teknolojiye dair meseleleri konuşmaya başladığımızda tabii bir de mevcut yapının gerçekliği var.

Şimdi, kapitalizmin tarihi yaratıcı yıkımlar tarihidir. 1'inci endüstri devriminden 2'nciye, 2'nciden 3'e, 3'ten 4'e, şimdi 5'e doğru yol gidiyor. Bu ne demek? O yaratıcı yıkım anlayışı şudur; eskiden kopuşu ortaya koyacak bir endüstri devrimiyle gelişir. Şimdi, eskiden kopuşu önünüze koymadan... Çünkü şöyle bir laf ettiniz, çok iddialı bir laf: "Teknolojide paradigma değişiminin öncüsü olacağız." dediniz, bu, müthiş iddialı bir laf. Bunun öncüsü olmak demek geçmişten kopmak demek. Peki, geçmişten nasıl kopacaksınız? İhracata bakın, büyüme programlarınıza bakın, siz bizatihi geçmişi güçlendiriyorsunuz yani o inovasyon dediğimiz, o sıçramayı yapmak dediğimiz bambaşka bir şey. Şimdi, şöyle bir yanılgı var: Bu yarış, ülkeler arasındaki bu yarış ya da bölgeler arasındaki bu yarış bir kulvar yarışı değil, bir boyut yarışı. Dolayısıyla, biz bölgemizde barışı tesis edecek ve toplumsal barış üzerinden kendi teknolojimizi kendi gerçekliğimize uygun geliştireceksek bir anlamı olabilir yoksa öbür yarışta paradigmanın öncüsü olmak güzel ama hangi paradigmanın? O paradigmayı bize zaten üretip satmışlar ve biz onun alıcısı olmuşuz, şimdi diyoruz ki: Biz daha iyisini yapıp sizi geçeceğiz. Kırk yıl boyunca bu anlayışla devam edegeldik, önümüzdeki kırk yıl da böyle gidebilir, bu büyük bir risk ve sonuç; çok daha büyük, bölgede yaşanan faciaların bir parçası olmak anlamına gelebilir.

Bakın, neden bunları söylüyorum? Büyümenin motoru istikrarsız bir ortamda, kriz ortamında... Sayın Bakan, sanayideki 500 büyük firmaya bakmışsınızdır, bu 500 büyük firmanın hangi iş kollarında olduğunu da çok iyi biliyorsunuz. Hangi teknolojiyi kullanıyor bunlar? Bunların çoğu petrokimya, petrol, enerji. Burada, bugün itibarıyla yüksek teknolojiye geleceğin teknolojisine odaklanmış firma bulamadım içinde; belki gözümden kaçmıştır, bir tanedir ama ben bulamadım. Ama neyi buldum? Bu firmaların kârı bir senede 342 milyardan 671 milyara çıkmış. Asgari ücretteki artışı hep söylüyorsunuz ya, esas bakılması gereken yer bu; imalat sanayisinde çalışanlar bugün çoğunlukla asgari ücretle çalışıyorlar ama o sanayideki firmaların kârı 342 milyardan 671 milyara çıkıyor.

Peki, bu firmalar AR-GE'ye -çünkü kalkınma planında "Teknolojik sıçrayış özel sektör eliyle olacak." gibi bir laf var- ne kadar ayırıyor? 16 milyar ayırmışlar sadece ve bu düşmüş; 18 milyardan 16 milyara düşmüş, seneye 14 milyara düşecek, bahaneleri kriz. Oysa kâr elde ediyorlar, niye kârlarını AR-GE'ye ayırmıyorlar? Çünkü düzenleyici bir politikanız yok, özel sektörün iyi niyetine bırakmışsınız. Özel sektörün önceliği kârdır, rasyolarını korumaktır. AR-GE'yi, teknolojik gelişmeyi o zaman bir kamu politikası olarak üretip düzenlemek gerekiyor. Bu, TEKNOFEST'lerle olmaz. O tamam, iyi bir şov, Türkiye'nin her yerinde yapabilirsiniz ama bu söylediğimiz düzenleme başka bir şey.

Peki, bu firmaların bize söyledikleri en önemli şey neydi? "Finansman maliyetlerimiz çok yüksek." Finansman giderlerinin 500 büyük firmadaki ağırlığı yüzde 61'den yüzde 41'e gerilemiş yani fonlanmışlar, bu bahaneleri de yok hatta öyle bir fonlanmışlar ki bu fonun bedeline biz emekçiler, yoksullar katlanıyoruz çünkü enflasyon olarak bize geri dönüyor bu; ticari kredilerin artışında bu enflasyon olarak geri dönüyor ve biz bu fonun bedelini ödüyoruz ama nimetlerinden yararlanamıyoruz. Nimetlerinden kim yararlanıyor? İşte, kâr oranları ortada.

Peki, sanayinin yapısı nasıl? Orta-yüksek teknoloji ve orta-düşük teknolojilerin payı yüzde 60'ın üzerinde, düşük teknolojilerin payı yüzde 30, burada konuştuğumuz mevzuları içeren o yüksek teknolojilerin -orta değil, gerçek yüksek teknolojilerin- payı ise yüzde 6 sadece. Şimdi, bu yüzde 6 üzerinden teknolojik devrimi yapmak mümkün mü? Çok mümkün değil. Peki, ötekileri dönüştürebilir miyiz? Dedim ya, onlar kopmak istemiyorlar; kârları iyi, böyle devam etmek istiyorlar ve fonlanıyorlar. İşte, yaman çelişki burada.

Dolayısıyla, ne silah sanayisiyle olur ne de petrokimya sanayisiyle olur; teknoloji ve sanayinin önümüzdeki dönem yeniden yapılanmasını istiyorsak o zaman başka bir perspektife ihtiyacımız var. Gerçek anlamda bir paradigma üretimine ihtiyacımız var. Bu, demokrasiden geçer, demokratik cumhuriyetten geçer; bu, toplumsal barıştan geçer. Bakın "Bunların teknolojiyle ne ilgisi var?" diyebilirsiniz ama çok ilgisi var çünkü bu minvalde üretilmeyen teknoloji toplumsal barışı dinamitliyor. İşte, İHA, SİHA hikâyemiz bizim, budur. Dolayısıyla, bu ilişkiyi iyi görmek gerekiyor.

Bakın, çok ilginç şeyler var: İmalat sektöründe katma değer artışını sağlayan nedir? İmalat sanayisinde, bu sektörde ihracatın esnekliği nedir, neye dayanır? Çünkü önümüzdeki dönem her şey ihracata bağlı, cari işlem açığı kapanacaksa bu esnekliği neyle ölçüyoruz? Yine, bu sektör büyüme, kriz dönemlerinde kendini nasıl korumaya alıyor, bununla ilgili ölçümleriniz var mı? Sanayi sektörünün, imalat sektörünün yüksek teknoloji paylarını bu 500 büyük firmada nasıl kullandığını söyledik; buna yönelik bir değiştirici, dönüştürücü girişiminiz var mı? Bütün bunları alt alta koyduğumuzda aslında imalat sektörünün fotoğrafı, bunun teknolojiyle olan ilişkisi ve bizim gelecek tahayyüllerimiz ortaya çıkıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Temelli, iki dakika ek sürenizi verdim.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Ve buradan şunu anlıyoruz ki aslında bizim bu senaryomuz kurgusal, kendi gerçekliğimizle kopuk, kopmamız gereken yerden kopmuyoruz. Kopmamız gereken, tamamen bizim çevre ülke olma koşullarından kaynaklanan durumumuzun aslında sürdürülebilir kılınmasıdır. Bu, tam da kapitalizmin merkezlerinin ürettiği dogmatik yaklaşımdır, nitekim de bu bize dayatılmaya devam ediyor. Bizim bu teknoloji anlayışımızla yol almamız mümkün değil.

KOBİ'ler... Çok çok önemli. KOBİ'lerin işletme sayısı yanılmıyorsam 3 milyon 400 bin, fazlası var. Bu KOBİ'lerin üretimdeki payı yüzde 76, istihdamdaki payı çok çok önemli fakat bu KOBİ'lerin fotoğrafına baktığımızda çoğunlukla küçük işletme, mikro işletme; bunların gerçek anlamda desteklenmesine ihtiyaç var ekonominin demokratikleştirilmesi açısından.

Şimdi, biz KOBİ'lere bu teknoloji perspektifinden, penceresinden baktığımız için aslında üvey evlat muamelesi yapıyoruz, bunlar treni sallasın, biz işte uzay vatan, yok İHA'sı, yok siber dünyamız, yok iletişim teknolojileri gibi alanda yoğunlaşalım; buradan çıkan ürünleri de bunlar kullansın. Bunların durumu, mikro ve küçük boy orta işletmelerin durumu o kadar vahim ki. Mesela, hiç Muş'a gittiniz mi, Van'a gittiniz mi, hiç Hakkâri'ye, Ağrı'ya gittiniz mi? Mesela oralara gittiğinizde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Muş'tan uzaya öğrenci gönderecekler.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Temelli, süreniz doldu.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bitiriyorum, sürekli kesiliyor.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen, lütfen, buyurun.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Muş'la sanki alay ediyorsunuz gibi geldi bize biliyor musunuz? Yani Muş'ta bu kadar acımasız koşullarda yaşanırken oraya Muş'u yazmak... Ya, önce bir Muş Ovası'na gitmek lazım, o bereketli, o şahane ovanın yaşadığı ızdırabı yaşamak lazım, bugün serhaddi dolaşmak lazım. "Muş'tan bir öğrenciyi yollayacağız." Muş halkının karnı doyar mı sizce böylece, Muş Ovası verimli hâle gelir mi? Gönderin tabii Muş'tan da, her yerden gönderin.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Ufku açılır, ufku açılır.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bir de hakaret ediyorsunuz!

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Arkadaşlar, lütfen.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Lütfen, rica edeceğim, İsmail Bey, bu hakaretlerinize artık bir son verin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Son kez Sayın Temelli, lütfen toparlayalım.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Dolayısıyla, küçük işletmeler çok çok önemli. Bu konuda küçük işletmeleri, mikro işletmeleri önceleyecek ve bunlara teşvik verecek yönden bir planın, programın bugün gündeminizde olmasını tercih ederdik. Maalesef biz kalkınma planında olduğu gibi sizin Bakanlığınızda da yine bolca hayal dinledik.

Teşekkür ediyorum.