Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Gençlik ve Spor Bakanlığı b) Spor Toto Teşkilat Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 03 .11.2023 |
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Herkesi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Konuşmama ünlü Yazar Amin Maalouf'un bir cümlesiyle başlamak istiyorum, beyin göçünü en iyi anlatan cümlelerden bir tanesidir: "Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir." Dolayısıyla beyin göçünü tartışırken esasında bizim o gençleri burada kalmaya ikna etmemiz gerekiyor; bir ülke olarak, siyasi partiler olarak, toplumun tamamı olarak.
Şimdi önümüzde benim çok değerli bulduğum bir çalışmanın bulguları var, daha sonrasında da sunuma geçmek istiyorum. GYİAD'ın bir çalışmasına göre, 18-22 yaş arasındaki gençlerin yüzde 74'ü yani her 4 gencin 3'ü, 23-26 yaş arasındaki gençlerin yüzde 61,6'sı, yaklaşık üçte 2'si öz geçmişini zenginleştirmek için sadece ulaşım ve yemek masraflarının karşılanmasına razı yani karnının doyurulmasına razı bir gençlikten bahsediyoruz. Bu çok önemli yani artık, gençlerin şu anda beklentisi "Ulaşımımı karşılasın, yemek masrafımı karşılasın ve benim öz geçmişimi zenginleştirsin." Önemli ve güncel bir çalışma, ben bunu sizin dikkatinize sunmak istedim. Dolayısıyla son yıllarda gördüğümüz beyin göçüne bizim mutlaka iktisadi saiklerle yaklaşmamız gerekiyor.
Peki, başka neler var, onlardan bahsedelim. Bakın, burası yoksul ve kendini dışlanmış hisseden gençlerin ülkesi hâline geldi. Geçenlerde bütçenin geneline dair görüşmelerde de bu slaytı kullanmıştım. Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olan 0-17 yaş grubunda bizim oranımız yüzde 45 yani 0-17 yaş arası çocuklarımızın yüzde 45'i, yaklaşık yarısı yoksulluk ya da sosyal dışlanmışlık riski altında; bunu mutlaka bizim düzeltmemiz lazım. Çocuk yoksulluğu ve genç yoksulluğu bizim önemli problemlerimizden bir tanesi. Bakın, ne demek istediğimi buradan çok daha iyi anlayabiliriz. Bu, TÜİK'in anketi, TÜİK'in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması ve Türkiye'de yoksulların yarısı 25 yaşın altında Sayın Bakanım yani 97 sonrası doğumlu. Türkiye'nin bir yoksulluk problemi var fakat daha önemli olan şeylerden bir tanesi şu: Her 2 yoksuldan 1'i 25 yaşın altında. O yüzden bizim ilk önce bu gerçekle bir karşılaşmamız lazım. Yine, TÜİK'in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması'ndan, bizzat TÜİK'ten benim toparladığım bazı veriler var sizlerle paylaşmak istediğim: 15-24 yaş arasındaki 11,7 milyon gençten 2,13 milyonunun evinde bilgisayarı yok, 853 bini evinde internet bağlantısına sahip değil, 1,29 milyonu eskimiş giysilerinin yerine yenisini alamıyor, 1,13 milyonu ikinci bir ayakkabı alamıyor, 1,78 milyonu sosyalleşmek için spor, sinema, konser gibi ücretli bir boş zaman faaliyetine katılamıyor, 1,44 milyonu da -küçük bir miktarı- kendini iyi hissetmek için harcayamıyor; bizzat TÜİK'in Yaşam Koşulları Araştırması.
Daha sonrasında, başka bir şey daha var, son on dört-on beş sene içerisinde genel mutluluk düzeyleri devamlı düşen bir gençliğimiz var. Bu çok önemli problemlerden bir tanesi, üniversitelerde öğretim üyeliği yapmış birisi olarak her seferinde gördüğüm ve çok üzüldüğüm manzara şu: Öğrenciler son dönemlerde daha çok "Peki, okuyacağım da ne olacak Hocam?" diyerek üniversiteye geliyorlar. Aslında, bunun arkasında bir gerçeklik de var. Bakın, çok değil, on sene önce 20-24 yaş grubunda üniversite mezunu bir çocuğumuz asgari ücretin 1,73 katını alırken şimdi 1,32 katını alıyor. Yani üniversite öğrencilerimizin üniversiteyi bitirdikten sonra iyi işlerde, kendilerinin hayatını, geçimini sağlayabilecek işlerde çalışma oranı gün geçtikçe düşüyor. Dün Çalışma Bakanlığı vardı, başka slaytlarla gösterdik ama bu, aynı zamanda, çocukların üniversiteye gitme isteğini, eğitimden beklentilerini de azaltan bir şey. Ben son dönemlerde bu cümleyi gençlerimizden çok daha fazla duydum: "Peki, Hocam, okuyup da ne olacak?" Mesela, üniversiteli Genç İşsizler Platformu var, onlarla birkaç toplantı yaptığınızda -bunlar her siyasi gruptan öğrencileri kapsıyor- çoğunun dediği şey şuydu; ODTÜ'yü, Hacettepeyi bitirmiş bir genç çiftle görüştüğümde bana şunu demişlerdi: "Biz 2 mühendis olarak ancak yirmi, yirmi beş sene içerisinde bir konut sahibi olabiliriz. Oysa, bugün üniversite okumayan birisi daha rahat bir şekilde konut sahibi olabilir elde ettiği network'lerden dolayı."
Genç işsizliği, Türkiye'nin en kronik sorunlarından bir tanesi. Genç işsizliği kadar daha büyük problem olan şey de şudur: Bundan bir sayın vekil de daha önce bahsetti, bu ne istihdamda ne eğitimde... Şimdi bildiğiniz gibi bu çocuklar işsiz sayılmıyorlar. Neden? Çünkü herhangi bir şekilde iş başvurusunda bulunmuyorlar; Selim Bey'in bahsettiği gibi, bu çocuklar ev gençleri. Bakın, şimdi, seçilmiş ülkelerde 2022 verisidir -2023 verisi çıkmadı- Dünya Bankası ve TÜİK verisidir; ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı Türkiye'de yüzde 24, bu oran kadınlarda üçte 1'e; yüzde 33'e kadar çıkıyor. Biz, bizden daha kötü olan ülkelere baktığımız zaman çok üzücü bir tabloyla karşılaşıyoruz; Botsvana, Güney Afrika, Guatemala, Ruanda, Filistin, St. Lucia, Kolombiya gibi ülkeler ancak bizden daha kötü durumdalar. Yani o bakımdan, bizim mutlaka bu çocukları eğitime ve istihdama yönlendirmemiz gerekiyor.
Dün Çalışma Bakanlığının bütçe görüşmelerinde de bu konu sık sık gündeme geldi ama ben Gençlik ve Spor Bakanlığının, bütçemizden en fazla ödeneği alması gereken bakanlıklardan bir tanesi olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye çok şükür ki doğal kaynağıyla büyüyecek bir ülke değil, Türkiye beşeri sermayesiyle büyüyecek bir ülke, gençliğiyle büyüyecek bir ülke. O bakımdan, bizim beşeri sermayeye daha fazla yatırım yapmamız gerekiyor; işte, biraz bu konulardan, politika önerilerinden bahsetmek gerekiyor.
Şimdi KYK meselesi... KYK meselesinin tartışılacak bir tarafı yok, bu, siyasetüstü bir meseledir çünkü o KYK yurtlarında her türlü siyasi görüşe, her türlü farklı kimliğe sahip bizim öğrencilerimiz kalıyor. Sayıştay raporları burada bir problem olduğunu gösteriyor. Metropoll Araştırma Şirketinin verilerine göre, halkımızın yüzde 63'ü devlet yurtlarının yetersiz olduğunu düşünüyor; yüzde 80'i cemaat, tarikat, dernek ve vakıfların öğrenci yurdu işletmesini doğru bulmadığını söylüyor; yüzde 81'i ise mümkünse çocuğunu bu tür yurtlara vermek istemediğini söylüyor. Şimdi, hâl böyleyken bizim siyasetüstü yaklaşmamız gereken bir Kredi Yurtlar Kurumu problemi var.
Mesela, en son hepimizin içini yakan asansör meselesine gelmek istiyorum; kızımızı kaybettik burada. Ben o yurttaki asansörün denetlendikten sonra kazanın olmasını çok daha korkutucu buluyorum. Neden? Çünkü bir kamu hizmeti veriyorsunuz, bu kamu hizmetini özel sektörü taşere ediyorsunuz ve özel sektöre taşere ettiğiniz zaman artık onun insafına kalıyorsunuz. O özel sektör alelade bir kontrol yapıyorsa -ki bize gelen bilgiler sadece oraya imza atıldığı yönünde- bu o zaman problemin çok daha büyük olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bizim burada ilk yapmamız gereken şeylerden bir tanesi, özel sektöre bu kamu hizmetlerini taşere ettiğimiz zaman onu çok daha sıkı denetleyip düzenlememiz lazım. Çünkü bu özel sektör tanımı gereği kâr güdüsüyle çalışıyor, sizin, benim kadar olaylara hassas da yaklaşmayabiliyor. O yüzden, burada, bu konuda yapılması gereken şey, devletin, gerçekten taşere etmesi gerekiyorsa taşere ettiği özel sektörü çok ciddi yaptırımlarla ve çok iyi bir şekilde denetleyip düzenlemesi.
Bunun dışında, KYK borçları meselesinde -hep söylüyorum, o konuda biraz farklı düşünüyorum- ben KYK borçlarının silinmesine karşıyım -ama sonuna kadar dinleyin- çünkü KYK borçlarını zamanında ödeyen öğrenciler ile onu bir şekilde ödemeyen, erteleyen öğrenciler arasında bir haksızlık oluşuyor. Ben KYK borçlarının sosyal sorumluluk projelerinde çalışılarak ödenebilmesinin önünün açılmasını istiyorum. Dolayısıyla biz bunu yaparsak bir çocuk üniversite mezunu olduktan sonra, bir sosyal sorumluluk projesinde çalışarak KYK borcunu öderse o zaman toplumun ihtiyaçlarından da kopmamış olur ve toplumu daha iyi anlar. Gelin, böyle bir proje başlatalım. Göreceksiniz ki üniversiteden sonra yaşam derdine düşen öğrenciler yani mahallesinin, toplumunun dertlerine yabancılaşan öğrenciler bu sosyal sorumluluk projelerinde çalışarak borçlarını öderler. Dolayısıyla bizler her seferinde "KYK borçları silinsin mi, ödenmesin mi?" tartışması yerine bunu başka şekilde ödemenin, topluma bu sefer iş gücüyle, üniversitedeyken öğrendiğiniz, elde ettiğiniz becerilerle ödenmesinin yolunu açarsak herkesin mutlu olduğu bir çözüm bulabiliriz. Burslar meselesinde önümüzde İstanbul Planlama Ajansı'nın verileri var, artırılan burs miktarları sevindiricidir ama hiçbir şekilde, maalesef, yeterli değildir.
Şimdi, burada bir başka mesele daha var, spor politikasından da bahsetmek istiyorum ben. Spor politikasında yetenek yönetim merkezleri, bütün...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Bir dakika ekliyorum.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Bizim 12 yaşında, 14 yaşında, 16 yaşında dünyada sayılı derecede başarılar elde etmiş bir sürü yeteneğimiz var. Peki, neden bu yetenekler 20 yaşına, 22 yaşına, 24 yaşına gelince kayboluyor? Şimdi bizim sahamızda bir dünya şampiyonumuz var, bizim millî gururumuz, neden bundan daha fazla çıkmıyor ve neden başka alanlarda çıkmıyor? Neden 12 yaş... Şöyle söyleyeyim: Siz TOHM'dan bahsettiniz, ben ay yıldızlı formayı defalarca giymiş, Türkiye şampiyonu olmuş bir çocuğun babasıyım, onunla gurur duyuyorum. O TOHM'da öğrencilerin, hak eden öğrencilerin nasıl haksızlığa uğradığını, hak etmeyen öğrencilerin de, hak etmeyen sporcuların da nasıl kayrıldığını, TOHM her yerde açılmadığı için bazı şehirlerdeki çok başarılı çocukların nasıl kaybolduğunu bizzat ben bir çocuğun velisi olarak gördüm.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Peki, toparlayın.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - O bakımdan, yetenek yönetim merkezleri -ki TOHM da bunun pilot projelerinden bir tanesidir- önemlidir ama bizim bütün kamuya sirayet etmiş bir hastalığımız var, kayrılma hastalığı, orada olmasın çünkü bu çocuklar daha sonradan hepimizi gururlandıracak çocuklar. Yetenekleri keşfedelim, onları yönetelim. Yetenek yönetilmediği zaman biz hak ettiğimizden, bu nüfusu hak ettiğinden çok daha az dünya şampiyonu çıkartırız diyorum.
Sözlerime Nazım Hikmet'in "Dünya Adaletsiz Çocuk!" şiirinden bir dizeyle son vermek istiyorum. Şöyle demiş büyük usta: "Dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umut." Bizim, umutlarımızın bu ülkedeki çalınan umutların hepsinin çocuklarımıza ve gençlerimize gitmesini diliyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.