Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Ticaret Bakanlığı b) Rekabet Kurumu c) Helal Akreditasyon Kurumu |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 01 .11.2023 |
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakanım, bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İlk önce, ikiye böleceğim sunumu dış ticaret ve iç ticaret olarak fakat bütün bunlara başlamadan önce, kalkınma planında dün Sayın Şimşek'i dinlerken de gördüm, temel motto şu: "İhracatla büyüyeceğiz." Şimdi, ihracatla büyüme fikri çok olumlu, bence de doğru. İhracatla büyüyen ülkeler neler yapmışlar? Yani bu Asya Kaplanlarına baktığımız zaman çok basit bir şey yapmışlar, ilk önce bakanlıkların organizasyon şemasını buna göre düzenlemişler. Mesela Ministry of International Trade and Industry (MITI) diye yazarsanız onlar uluslararası ticaret ile sanayiyi birleştirmişler. Bizde böyle bir durum var yani Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı var ve Ticaret Bakanlığı var, ticaretin içinde ihracat var, ihracatın en önemli "component"i imalat sanayisi, o da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının kapsamında. O bakımdan, burada sizlerin doğal olarak ihracatı savunurken sanayi politikasından bahsetmeniz lazım fakat o sizin Bakanlığınızın çalışma alanında değil. Şimdi, burada Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Kacır'ı ağırlayacağız, aynı şeyi ona da soracağız, ihracat da onda değil. Dolayısıyla eğer biz gerçekten ihracatla büyümek istiyorsak o zaman Bakanlığın organizasyon şemasını değiştirmemiz lazım ya da Ticaret Bakanlığı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının çok daha entegre bir şekilde, çok daha sıkı bir şekilde çalışmasını sağlamamız lazım.
Şimdi, 1830'larda II. Mahmut -sizi biraz yoğun gündeminizden böyle uzaklaştırayım- Moltke isimli bir Prusyalı subay çağırır, ondan Türkiye'yi anlatmasını ister, Osmanlı İmparatorluğu'nun temel problemlerini. Ondan sonra, Falih Rıfkı Atay hatıratında şunu yazar: "Türk ham maddesi kendi toprağında yetişen 1 okka dokunmuş kumaşa 10 okka ham ipliğini verir." Yani biz devamlı burada bütün bakanlıklarla konuşurken hep aynı şeyi söylüyoruz: Ham maddeden yüksek bir katma değer üretebiliyor muyuz? İki yüz yıldır üretemiyormuşuz yani Prusyalı subay da iki yüz yıl önce geldiğinde sizlere aynı raporu yazmış. O yüzden, biz hani verimlilikten bahsediyoruz, yüksek katma değerden bahsediyoruz ya, bunun gerçekten bu ülkede bir karşılığı var.
Şimdi, ihracattan bahsettiniz, böyle bir coğrafyada bu kadar büyük avantaja sahipseniz ihracatınızın bunun 3-4 katı olması lazım yani sizin karşınızdaki ihracat verilerinin çok daha yüksek olması lazım. Bakın, nüfus yoğunluğunu tam merkeze aldığınız zaman 3 bin kilometre ötede bu dünyanın yüzde 42'sinin ithalat yaptığı bir coğrafyadan bahsediyoruz, müthiş bir coğrafya yani dünyadaki ithalatın yaklaşık yarısı bizim 3 bin kilometrelik çapımızda oluşuyor. Böyle bir yerde bizim ihracat hedefimizin 500 milyar doların falan çok üstünde olması gerekiyor. Demek ki biz burada bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Yanlış yaptığımız şeylerden bir tanesi... Tabii, bu ihracatın 500 milyar dolar olamaması sadece son on beş yirmi yılın hikâyesi değil, biz bir türlü doğru ihracat politikasını geliştirememişiz.
Şimdi, kısa dönemde de baktığımızda ihracat artsa da dış ticaret dengesi bozuluyor gördüğünüz gibi. Burada mesela ihracatımızdan daha fazla ithalatımız artıyor ve öyle hani Türkiye'nin ihracat şampiyonu olup ithalatını azalttığı gerçeği de doğru değil. İşte burada baktık, küresel ihracattan en fazla pay itibarıyla ilk 16 ülkede Türkiye 16'ncı, ithalatta ise 3'üncü; dolayısıyla bizim problemlerimiz hâlâ azalmıyor.
Sayın Bakan altın ithalatından bahsetti. Altın ithalatına bir açıklama getirmek gerekiyor. Altın ithalatı Türkiye ekonomisine duyulan güvensizliğin bir sonucudur. Türkiye neden bu kadar fazla altın ithal ediyor? Para politikasına güvenmediği için. Yani biz onu imalat sanayisinde kullanmıyoruz ki. Altın ithal etmemizin sebebi, buradaki ekonomi politikasına güvenmediğimiz için buradaki vatandaş daha fazla altın talep ediyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde gerçekten bu ithalat tablosunu azaltacaksak ilk olarak doğru bir ekonomi politikası izlememiz gerekiyor. Yani "Altın ithalatını çıkardıktan sonra aslında dış ticaret dengemiz iyileşiyor." demek çok inandırıcı değil çünkü ekonomi politikamızın kötü tasarlanmasından dolayı bu ithalatı yapıyorsunuz.
Şimdi, tabii, bizde çok önemli hedefler var; bu 2028, bundan beş sene sonraki hedef. Yani imalat sanayisinde yüksek teknolojili ürünlerin payına biz yüzde 5,5 demişiz; bizim ortalamamız yaklaşık 3,44 son on senenin ortalaması ama bunun nasıl yapılacağına dair ne kalkınma planında ne de Hazine ve Maliye Bakanlığının dün bütçesini görüştük, bütçenin tamamına dair görüşlere baktık, Ticaret Bakanlığının bütçesine baktık, hiçbir şey yok. Benim gördüğüm temel eksiklik bu. Yani biz son on senenin ortalamasından yüzde 50 daha fazla yüksek teknolojili ürün ihracatı yapacağız. Nasıl yapacağız? "Yapacağız." Yani "Nasıl yapacağımızı karıştırma, yapacağız." İthalatımızda da orta yüksek teknolojili... Ki Türkiye'nin iyi olduğu alandır ve Doğu Avrupa ülkeleriyle rekabet ettiği bir alandır, birazdan bu konuya geleceğim. "Bunda da artıracağız." Nasıl arttıracağız? "İşte, artıracağız." Yani ne kalkınma planında ne bütçenin tamamına dair görüşlerde bunun nasıl artırılacağına dair herhangi bir plan, herhangi bir vizyon, bir program ben maalesef göremiyorum.
Şimdi, bir başka nokta da şu: Bizim bütün bu yüksek nitelikli ihracatı yapmak için en temel ihtiyacımız nedir? Nitelikli iş gücü. Peki, bu nitelikli iş gücü için bizler ne yapıyoruz şu anda? İşte, çok yüksek hedeflerimiz var; Türkiye'den 5 tane üniversiteyi dünyanın ilk 100 tane üniversitesi arasına koymak. Nasıl yapılacağı belli değil çünkü yükseköğrenime ayırdığınız pay artmıyor. Yani burada Millî Eğitim Bakanlığı bütçesini de tartışacağız, Millî Eğitim Bakanlığının bütçeden aldığı pay seneler içerisinde, son beş altı sene içerisinde artmış durumda değil.
Burada temel noktalardan bir tanesi de şudur: İhracatçımızın en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerden bir tanesi nitelikli iş gücü ihtiyacı. Nitelikli iş gücünden de sadece üniversite mezunu ya da meslek lisesi mezununu anlamamak gerekiyor. Sayın Bakan, sizden önceki dönemlerde de biz bunu çok dile getirdik, Türkiye'de çıraklık müessesesi bittiği için bizim küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz çok ciddi eleman ihtiyacı çekiyor. Dolayısıyla bu işte "4+4+4" denen eğitim sistemine geçtikten sonra maalesef Türkiye'de çıraklık müessesesi tamamıyla bitti ve işte, birazdan kayıt dışı ekonomiyle mücadelede ne kadar etkili bir yol aldığını söyleyeceksiniz, Türkiye'de şu anda düzensiz göçün en fazla gittiği yer çıraklık, çıraklığa gidiyorlar. Oysa o bizim için çok önemlidir yani ben her zaman söylüyorum, herkes üniversite mezunu olmak zorunda değil ama herkesin bir zanaat sahibi olması gerekiyor. Özellikle ihracatla büyüyeceksek bir an önce çıraklık müessesesini küçük ve orta ölçekli işletmelerin hizmetine sokmak gerekiyor. Tabii, çırakların insanca yaşamalarını sağlayacak bütün çalışma koşullarını ve ücretlerini temin etmemiz ve aynı zamanda da yükseköğrenimini sizin revize etmeniz gerekiyor. Bunun dışında...
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Çıraklığı 180 binden 1 milyona çıkardık.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Yani nereye giderseniz gidin, biz sizinle hangi sanayi sitesine, sanayi bölgesine gidersek gidelim hep aynı şeyi görüyoruz maalesef.
Bu küresel tedarik zincirleri... Türkiye'nin kendi bölgesine entegre olması çok önemli. Sizler de biliyorsunuzdur, dış ticarette geri yönlü ve ileri yönlü entegrasyon vardır. Geri yönlü de sizin ihracatınız başkalarının katma değeri, ileri yönlü de başkalarının ihracatı sizin katma değeriniz. Bakın, şimdi, Türkiye'nin burada başkalarının ihracatına katkı yapması gerekiyor. Burada çok önemli bir potansiyel var, kimler yapabiliyor bunu? Doğu Avrupa ülkeleri yapabiliyor. Mesela, Polonya'yla, Romanya'yla, Çekya gibi ülkelere baktığınız zaman özellikle orta ve orta yüksek teknolojili ürünlerde onların giderek daha fazla küresel tedarik zincirine ileri yönlü entegre olduğunu görüyorsunuz. Mesela beyaz eşya bizim çok rekabetçi olduğumuz bir alandır, çok da iyiyizdir, İtalya ile Almanya'nın boşalttığı yeri biz alıyoruz orada ama orada bizim çok daha fazla ileri yönlü entegrasyonu sağlamamız lazım, orada çok iyiye doğru bir gidişat yok maalesef.
Ne yapmanız lazım? Ne yapmamız lazım çok açık: İş gücünün niteliğini ve sanayinin üretim kapasitesini artırmalıyız. İş gücü niteliğini artırdığınız zaman ve kayıtlı ekonomiyi desteklediğiniz zaman Türkiye'nin en önemli problemi olarak gördüğüm düşük ücret ya da açlık sınırının altında kalan asgari ücret problemini de çözersiniz, bu da çok ciddi bir organizasyonu yani bakanlıkların içerisinde olduğu bir organizasyonel çalışmayı gerektiriyor. Yapılacak şey basit, ne yapmanız gerekiyor? Sizin nitelikli istihdamı sağlamanız gerekiyor onun için de yüksek öğrenim ve beceri politikanızı yeniden tasarlamanız gerekiyor. En büyük avantajımız hâlâ bulunduğumuz coğrafya ve özellikle Çin'in Bir Kuşak Bir Yol Projesi'nde orta kuşağın tamamıyla Türkiye'den geçmesi özellikle batıdaki limanların potansiyelini çok daha fazla artırıyor. Belki sizin Bakanlığınızda olmayabilir bu iş ama buna çok özen gösterilmesini size tavsiye ederim. Pire Limanı'nın kapasitesi dolduktan sonra özellikle İzmir tarafındaki limanların çok büyük bir potansiyeli olacak Çin'in bu Bir Kuşak Bir Yol Projesi'nde orta kuşağın bizim oradan geçmesinden sonra, özellikle demir yolu yatırımları o bakımdan çok daha büyük önem taşıyor. Demir yolu ile limanların birbirine entegre olması -işte Ulaştırma Bakanlığı gelince konuşacağız- onlar da tekrardan çok önem taşıyan konular.
Şimdi, burada ben sizin sunumunuzu dinlerken bir şeyi göremedim, çevrenin korunması. Dünya Ticaret Örgütüne üye ülkelere baktığımız zaman -sunumunuzda gördüğüm eksiklerden bir tanesi de oydu Sayın Bakanım- ülkeler dış ticarette karşılaştıkları engeller konusunda giderek daha fazla o ülkenin çevre regülasyonlarına uyum sağlayamadığından dolayı ihracat yapamadıklarını söylüyorlar; bu, Dünya Ticaret Örgütünün verileri. O yüzden ben, hem Bakanlığın strateji raporunda hem de sizin bütçenizde bu yeşil dönüşüme çok daha fazla pay ayırmanızı tavsiye ederim çünkü önümüzdeki dönemde sizler başka ülkelere ihracat yaparken -burada biz bütçenin tamamına yakın görüşmelerde de aynı şeyi söyledik- bu çevreyle ilgili regülasyonlar, bizim ihracatımız, özellikle Avrupa Birliğine olan ihracatımız konusunda çok ciddi engeller çıkaracak gibi duruyor.
Göz ardı ettiğimiz bir konu şu: İhracatta hızlı değiliz. Gemilerin limanda ortalama bekleme süresine baktık; şimdi, burada Türkiye iyi bir durumda değil, o yüzden ihracatı artık yeterince, çok daha hızlı bir şekilde yapmanız lazım. Bana göre önümüzdeki dönemde hem Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı hem Ticaret hem de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının ortaklaşa, üzerine eğilmesi gereken konulardan bir tanesi, gemilerin limanda ortalama bekleme süresinin azaltılması. Bu konuda iyi ülke örnekleri var; bunun nasıl yapılabileceği, mevcut limanların nasıl rehabilite edilip oradaki bu elleçleme süresinin düşürülmesinde neler yapılabileceğine dair bence daha fazla çalışma yapılması gerekiyor. Bir de limanların performansını iyileştirmemiz lazım. Türkiye çok iyi bir coğrafyada, ihracatımızın da çok önemli bir bölümü deniz yoluyla. Şimdi, bizim seçilmiş limanların performans indeksine baktık, 350 tane liman arasında gördüğünüz gibi bir tek İzmir Limanı'nda bir iyileşme var. Yarımca'ya baktığınız zaman, Ambarlı'ya baktığınız zaman, Mersin'e baktığınız zaman, Borusan'a baktığınız zaman; bu limanların hepsinde konteyner liman performansında bir düşme var. Dolayısıyla -biz bunu Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına da söyleyeceğiz- önümüzdeki dönemde ihracatı hızlı yapmamız için bu liman rehabilitasyonunu mutlaka gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Şimdi, bir başka nokta da gümrüklerimizin etkinliğini arttırmak. O yüzden 1 ile 5 arasındaki bir şeyde biz 3'üz yani ne iyiyiz ne de kötüyüz; çok ufak da olsa bir iyileşme var. Benim burada size önereceğim şeylerden bir tanesi, insanların sadece kripto varlıktan ibaret sandığı blok zincir teknolojilerini bu gümrük süreçlerine sizin dâhil etmeniz. Bu konuda çok ciddi iyileştirmeler yapılabilir Sayın Bakanım, blok zincir teknolojisini gümrük süreçlerine daha fazla dâhil etmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Şimdi, benim dış ticaretle ilgili diyeceklerim bu kadar. Biraz da iç ticaretle ilgili yorumlarda bulunmak istiyorum. Bu enflasyonla mücadele konusunda ticaret politikasının ilk yapması gereken şey, üretim zincirinin tekelleşmesini önlemek. Bakın, mesela, Orta Anadolu'da geçen sene seçim öncesi ziyaretlerimizde çok sık gördüğümüz, çok ufak bir örnekten bahsedeyim. Mesela, bir süt üreticisiyle konuşuyorsunuz, ürettiği sütü oradaki süt fabrikasına satacak fakat süt fabrikası da aynı zamanda yem satıyor ve yemi o süt üreticisine satıyor. Siz sütü daha pahalıya sattığınız zaman fabrikaya, o fabrika da yeme zam yapıyor ve böylelikle ortadaki o süt üreticisi o üretim zincirindeki işte o tekelleşmeden dolayı bir türlü kârını artıramıyor. Yani ilk olarak yapmanız gereken şey... Bakın, Türkiye'de üretim zincirinde ortadaki üreticilerin istedikleri kârı bir türlü elde edememesinin sebeplerinden, bu fahiş fiyat artışının olmasının sebeplerinden bir tanesi üretim zincirinin tekelleşmesidir. Büyük marketlere de baktığınız zaman sıfırdan bizim tüketiciye kadar bütün o zincire farklı şirketlerin sahipliği olarak hâkim oldukları için orada büyük bir monopol oluşuyor ve fiyat artışlarının temel sebebi de bu. Dolayısıyla sizin ticaret politikanızı şekillendirirken ilk olarak yapmanız gereken şeyin o üretim zincirini kontrol edip orada esas o tekelleşmeyi engellemek olması gerekiyor.
Zayi oranlarından bahsetmek istiyorum biraz da. Bu sektörde kabul edilen zayiat oranı 2022'de yüzde 25-30, bu çok yüksek bir oran yani milyarlarca TL'lik bir kayıp var orada. Bu zayiat oranlarının düşürülmesi için mutlaka soğuk zincirlere çok daha fazla yatırım yapılması gerekiyor. Yatırım yapılmıyor demiyorum, daha fazla yatırım yapılması gerekiyor diyorum. Düşünecek olursanız, yüzde 25'lik, yüzde 30'luk bir kayıp oranının olduğu yerde siz bunu Avrupa standartları olan yüzde 5'e indirirseniz daha ilk baştan itibaren zaten üreticiler de bundan fayda görür, fiyatlar da düşer. O yüzden ben sizin sunumunuzda da bu zayi oranlarının nasıl düşürüleceğine dair fazla bir şey göremedim ama o önemli, bizim hem tarım üreticimiz için, çiftçimiz için önemli hem de tüketicimiz için önemli.
Şimdi, tabii, kooperatifçilik çok bahsettiğimiz şeylerden bir tanesidir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sebze ve meyve ticaretinde üretici örgütlerinin payı yüzde 46'ymış, bizde yüzde 2 bile değil. Yani kooperatifçilik benim çocukluğumdan beri duyduğum, neredeyse böyle son derece duygusal, romantik bir kavram fakat bizde neden, sizler daha fazla destek vermenize rağmen, hâlâ üretici örgütlerinin tüketiciye ulaştırdığı ürünlerdeki oranı yüzde 2; buna iyi bakmak gerekiyor. Bizim kooperatifçilik anlayışını yeniden revize etmemiz gerekiyor. Avrupa'da yüzde 46, bizde maalesef yüzde 2... O kadar verilen desteğe rağmen neden kooperatifler istediğimiz seviyede değil, neden Türkiye'deki üretici örgütleri hâlâ can çekişiyor ve yolsuzluğun, rüşvetin neden önemli bir bölümü de orada dönüyor; bizim ona biraz kafa yormamız gerekiyor.
Onun dışında, toptancı halleri... İyi dünya örneklerini bence mutlaka düşünmelisiniz. Ben size söyleyeyim: Londra, Paris, Madrid; buradaki toptancı hallerine bakarsanız, modern altyapının o şehrin ekonomisine ve oradaki üreticilere nasıl hizmet ettiğini anlarsınız. Bu hal yasasındaki son durum nedir, onu tam olarak bilmiyorum ama 2017'den beri devamlı tartışılan bir hal yasası var, onun bir an önce hayata geçmesi gerekiyor.
Esnaf ve sanatkârlar... Onlardan bahsetmek lazım. Ben bunun ikiye ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Çok basit bir örnek vereyim: Diyelim ki bir mahallede çok büyük bir üreticinin çikolatasını satıyorsanız esnafsınızdır, çok büyük ihtimalle beş on sene içerisinde de maalesef ticari faaliyetinize son vereceksinizdir ama kendi çikolatanızı üretiyorsanız, kendiniz bir zanaat sahibiyseniz o zaman bizim onu yaşatmamız lazım. Yani esnaf ve sanatkârdan bahsederken özellikle sanatkâr tarafına bizim çok büyük önem vermemiz lazım. Avrupa ülkelerine gittiğinizde, gelişmiş ülkelere gittiğinizde o küçük, kendi ürününü, kendi hizmetini üreten, niş bir ürün üreten üreticinin iyi para kazandığını ve onun korunduğunu görürsünüz. İlk önce bence burada bu ayrımı yapmak lazım.
Bir ayrımı da bence bu esnaf ve tacir ayrımında yapmak gerekiyor. Bu da yılların hikâyesidir, diyelim ki Ankara'da bir kasap dükkânı açacaksınız, daha ilk günden tacir misiniz, esnaf mısınız, hangi odaya bağlısınız; ticaret odası mı, esnaf odası mı, ona göre hayatınız değişiyor. Yani aynı mahallede iki kasabın birinin ticaret odasına, birisinin esnaf odasına bağlı olmasının açıklanabilir hiçbir tarafı yok. Biliyorum, bu biraz da kurum içi siyaseti de gerektiriyor; Odalar ve Borsalar Birliği ile Esnaf Birliğinin arasındaki bu güç dengesi de orada önemli, bunun farkındayım ama hakikaten açıklanabilir bir tarafı yok yani bağlı olduğunuz ticaret odasıysa tacirsiniz, esnaf odasıysa esnafsınız aynı işi yapan, yan yana iki kasap olsanız bile; bunun mutlaka düzeltilmesi gerekiyor.
Bu market zincirlerine -halk arasında "üç harfliler"- tabii ki düzenleme gelecek ama önemli olan noktalardan bir tanesi, bizim önerilerimizden bir tanesi şu: Mesela Bingöl'e gittiğinizde, Aksaray'a gittiğinizde bunları görüyorsunuz. Tamam, bunlara bir kısıtlama getirin ama yapabileceğiniz şeylerden bir tanesi de şudur Sayın Bakanım: Mesela Bingöl'deki bir bal üreticisini hatırlıyorum "Ya, BİM'le, A101'le benim bakkalım rekabet edemiyor ama en azından benim buradaki yerli üreticim, Bingöl'deki bir yerli bal üreticisi BİM'in, A101'in rafına kendi ürettiği ürünü soksun." diyor. Yani Bingöl'deki BİM, Bingöl'deki üreticinin ürettiği ürünü en azından rafına koysun; bunların hepsi Ankara'dan, İstanbul'dan, büyükşehirlerden geliyor. Yani bizler gerçekten bu "üç harfliler" ile oranın bölgedeki üreticileri arasında bir huzur yakalayacaksak ilk yapmamız gereken şeylerden bir tanesi, böyle bir düzenlemeye gidip bu market zincirlerinin kendi raflarına o şehirdeki üreticilerin de malını koymaları ve buradan bir raf parası almamaları... Bakın, bunu yaparsak o zaman en azından o şehirdeki küçük ölçekli üreticiyi korumuş olabiliriz; ben bunu oldukça önemli buluyorum.
Şimdi, bir başka nokta da şu: Türkiye'de işletmelerin yüzde 70'i hizmet sektöründe fakat onların bağlı olduğu yer KOSGEB, o da Sanayi Bakanlığında. Şimdi, burada temel bir problem var; bence Ticaret Bakanlığının içerisinde KOSGEB gibi bir kurum kurulsun ve bu kurum da oradaki hizmet sektörüne danışmanlık yapsın, bir KOBİ danışmanlığı yapsın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Hocam, ilave süre veriyorum.
Buyurun lütfen.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - O yüzden mesela siz esnafla konuştuğunuz zaman, KOSGEB desteklerini almak için gittiğinizde "Ben KOSGEB'e gittiğimde istediğim karşılığı bulamıyorum." diyor; ne KOSGEB'in hatası ne esnafın hatası. O yüzden bence KOSGEB'vari bir kurumun Ticaret Bakanlığı içerisinde olması gerekiyor.
Bunun dışında, perakende işletmelerin yer seçimi çok önemlidir. Hangi gelişmiş ülkeye bakarsanız bakın, eczaneyi de bakkalı da kafanızın estiği yere göre açamazsınız. O yüzden bence en azından şu aşamada buna bir düzenleme gelmesi lazım ve o önerilecek alanlarda yer seçimi yapan işletmelerin mutlaka desteklenmesi gerekiyor; o da bence önemli konulardan bir tanesi.
En önemli konulardan bir tanesini de sona sakladım; Rekabet Kurumuyla ilgili ve atamalarla ilgili, buradaki çıkar çatışması ve örtüşmesiyle ilgili.
Şimdi, bakın, direkt olarak bir soru sorayım, ilk önce Rekabet Kurumu Başkanımızdan başlayayım: Herhangi bir yere yönetim kurulu üyeliğiniz var mı sizin ya da bir Başkan Yardımcınızın? Varsa olamaz, eğer böyle bir şey varsa olamaz.
Rekabet Kurumunun 4054 sayılı Kanun'a göre Rekabet Kurumundaki üst düzey yöneticilerin, Başkanın herhangi bir yönetim kurulu üyeliği olamaz. Bu, Türkiye'de eğer biz gerçekten rekabeti tesis edeceksek özellikle denetleyici ve düzenleyici kurumların üst düzey yöneticilerinin görevden ayrıldıktan sonra herhangi bir yerde çalışmalarının önüne geçilmesi lazım, hele görevdeyken bir yerde yönetim kurulu üyesi olmaması lazım. Ya, bu, rekabetin temeliyle, rekabetin kendisiyle ayrışan, örtüşen bir şey değil taban tabana zıt olan bir şey. Denetlediğiniz, düzenlediğiniz bir yerdesiniz, o kurumun başındasınız; daha sonra oradan ayrıldığınız zaman bir ay önce denetlediğiniz, düzenlediğiniz bir kurumun yönetim kurulu üyesi olamazsınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Hocam, devam edin.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bakın, bir örnek vereyim size, çok sağlam bir örnek: BDDK Başkanı Sayın Mehmet Ali Akben Mayıs 2023'e kadar BDDK Başkanıydı, şimdi bir katılım bankasının yönetim kurulu üyesi; olamaz. Dünyanın hiçbir yerinde siz bir ay önce, iki ay önce denetlediğiniz, düzenlediğiniz bir kurumun yönetim kurulu üyesi olamazsınız. EPDK'de aynı şey geçerli; Tarifeler Dairesinde görev alıyorsunuz uzman olarak, daire başkanısınız, ondan sonra gidiyorsunuz, denetlediğiniz bir şirketin başına geçiyorsunuz, yönetim kurulu üyesi oluyorsunuz; olamaz. Yani dolayısıyla eğer biz gerçekten Türkiye'de ticaretin iyileştirilmesini istiyorsak, rekabeti bütün her şeyiyle tesis etmek istiyorsak ilk başta bence dikkat etmemiz gereken konulardan bir tanesi denetlediğiniz, düzenlediğiniz... Ki Türkiye ekonomisi için çok önemli kurumlardır bunlar; EPDK, BDDK, Rekabet Kurumu. Oralarda görev alan üst düzey yöneticilerin görevden ayrıldıktan sonra denetledikleri herhangi bir kurumda yönetim kurulu üyesi olmamalarıdır. Rekabetin tamamıyla, rekabetin kendi içindeki "rekabet" kavramıyla örtüşen bir şey değildir, tamamıyla yüzde yüz aykırıdır diyorum.
Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.