KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle şunu söyleyeyim: Tarihî olaylara bakınca hangi perspektiften baktığınız sizin de pozisyonunuzu belirler ama özellikle cumhuriyet tarihine bakarken tek tipçi, katliamcı, bilmem ne, bunun üzerinden kurucu kadroların çok ağır mahkûm edilmesini, bütün gerçekliklerin anlaşılmadan, bilinmeden şey yapılması beni üzüyor. Çünkü, cumhuriyet, modernite, çağdaşlaşma Orta Doğu toplumlarında kolay bir şey değil. Verilen emekleri, yapılan işleri, çekilen acıları, tamamını bir bakış açısıyla anlatmayı çok doğru görmüyorum. Ben -gençliğimi de- sol bir görüşten geliyorum. Genelde -komutanlar ve bürokratlar yanlış anlamasın- hani, duruş anlamında söylüyorum ama eleştirilerimizin tahkir edici, hüküm verici, özellikle burada konuşma şansı olmayanlara yönelik kırıcı da olmamasına özel özen göstermeye çalışıyorum ben. Hayatım boyunca etnik milliyetçiliğe karşı geldim. Çünkü, bizim toplumumuzda, bu topraklarda, bu kadim topraklarda etnik milliyetçiliğin aynı zamanda bölücülük de olabileceğini, her anlamda olabileceğini hep düşündüm ama aynı zamanda da Türk halkının da mağdur edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ne Kürt'ün ne Türk'ün, bunların çok dikkatli lisanlarla kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta Silahlı Kuvvetler -evet, bir sürü şikâyet ettiğimiz iş var ama- hepimizin ordusu; Kürt'ün de ordusu, Türk'ün de ordusu. Ve son dönemde, mesela ben de komutan olsam patlatılan mayınlarla çok canımın yanacağını düşünüyorum -yani gördüğümde- tabii tıpkı sivil kayıplara canımın yandığı gibi. Başınız sağ olsun diyorum, Allah şehitlerimize rahmet eylesin diyorum. Mekânları, makamları cennettir, bunu biliyoruz.

Artı, çok da mağdur da edildiğini düşünüyorum Silahlı Kuvvetlerinin, Ergenekon, Balyoz, Oda TV, askerî casusluk davalarında. O dönem, 2002-2011 yılları arasında, hatırlıyorum, böyle bir psikolojik ortam yoktu. Her televizyon programında darbeler tartışılıyordu. Artık ordunun subayları... Gerçekten sivil insanların "merhaba" demeye korktuğu dönemleri gördük, geçirdik. AB raporlarından tutun, bilmem neye kadar, camileri bombalayacaklardı, kendi uçaklarını düşüreceklerdi. O zaman biz de derdimizi anlatmaya çalıştık: "Yapmayın, etmeyin, bu hukuki değil, bu deliller sahte." Oradaki davaları izliyoruz. Sanki işgal altına düşmüş bir ülkenin ordusu durumu söz konusu. Yüzlerce subay var orada, generalinden astsubayına kadar ve "Ciddi haksızlıklar var." dediğimizde bize "darbeci" diyorlardı. Bize söylenen: "Siz darbecisiniz." işte "Darbeleri savunuyorsunuz." Sonra ne oldu? Genelkurmay Başkanı "terörist" ilan edildi.

Çok ağrıma gittiği için tekrar söylüyorum: O müebbet hapis cezaları açıklandığında Twitter'da -özellikle iktidar partisi taraftarları- "müebbet kuşları" denmişti. Yüzlerce insanın -çoluğu var çocuğu var, eşi var bu insanların- müebbet hapis cezası aldığı gün Twitter'daki Top Tweet "müebbet kuşları"ydı. Ondan sonra ne oldu? Bir MİT Müsteşarının tutuklanması, yolsuzluk iddiaları, bir soruşturma, bütün her şey değişti: Kumpas. Bilmiyorum, tabii, o davalarda çok mağdur edilen... Beş yıl, altı yıl içeride yatmak kolay değil, insanların hakları nasıl ödenecek, nasıl bir plana bağlanacak, onu bilmiyorum ama önemli mağduriyetler yaşandığını düşünüyorum. Ve bir sosyal demokrat olarak, bir solcu olarak ama aynı zamanda bir Atatürkçü ve cumhuriyetçi olarak bunu söylemek de bize düştü, bütün bu süreci anlatmak.

Ben Türk Silahlı Kuvvetlerine şunu tavsiye ediyorum: Aman mevzuata uyun; aman hukuka uyun çünkü bu talimatlar... Söz uçar, yazı kalır. Tarih hepimizi yargılayacak. Vicdana uyun çünkü bu ülkenin her yurttaşının -kimliği, kökeni ne olursa olsun- aynı zamanda bu ordu üzerinde hakkı vardır; hepsini de korumak zorundadır. Bize ilk düşen, bu iç çatışmayı... Biz siyasiler becerebilseydik, bunlar olmasaydı, ne şehitlerimiz ne sivil kayıplarımız, bu şeyi yaşamamış olsaydık... Bu bizim başarısızlığımız. "Bizim başarısızlığımız" deyince, tabii, tam bir demokrasi olsa bizim başarısızlığımız olup olmadığını düşünürdük.

Bakın, Millî Savunma Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz. Üç kuvvet var dedik: Yasama, yürütme, yargı. Burası karar organı. Evet, iktidar burada çoğunlukta olabilir ama karar organı buranın milletvekilleri ve en önemli kararlar, savaş kararı -bu milletin bütçe kararı hakkından daha yüksektir savaş kararının alınıp verilmesi- ama yürütme organı -yani, başında Cumhurbaşkanı, Başbakan veya bakan- bizi bir savaşa mecbur bırakır hâle getirdikten sonra bu karar için buraya gelmenin anlamı yok.

Şimdi, ben bütçeye baktım. Tamamıyla teknoloji projeleri var, stratejik anlamda çok değerlendirmeler yok. Bekaroğlu söyledi, anlıyorum tabii ki birtakım hassasiyetler olacağını ama bu stratejik konuları o milletvekilleri ve bu milletvekilleri bilmek zorunda çünkü yarın, öbür gün -Allah göstermesin- bir savaş çıktığında sadece AKP'liler gitmeyecek; benim seçmenim, benim çocuğum, benim halkım... Ki ben bütün Türkiye'yi temsil ediyorum, yani, ben AKP seçmenini de temsil ediyorum, herhangi bir AKP milletvekili de benim seçmenimi temsil ediyor; seçildikten sonra biz Türkiye milletvekiliyiz.

Şimdi, ben bakıyorum, yani, Türkiye Büyük Millet Meclisine bu Millî Savunma Bakanlığı sunumunu, Sayın Bakan, ben de yetersiz gördüm. En azından projeksiyonlarımızı oraya koyabilirdik, güvenlik risklerimizi ortaya koyabilirdik. Ben Silahlı Kuvvetlerde bunun çok derin analiz edildiğini, bütün eleştirilerimize rağmen analiz yeteneği itibarıyla, bilgi birikimi itibarıyla Türkiye'nin en köklü kurumlarından biri olduğunu düşünüyorum. Keşke paylaşabileceğimizi paylaşabilmiş olsaydık.

Bir iç çatışma ve dış çatışma ortamının eşiğindeyiz; iç çatışma bütün şiddetiyle sürüyor, dış çatışmanın eşiğindeyiz. Eğer bir yetkisiz karar alınırsa bu, Hükûmetin sorumluluğu olacaktır. Bugün güç kullanmak çok hoş bir şey gelebilir ama bunun iki yıl sonrasında, üç yıl sonrasında, çok acı olaylarda özellikle yetkisiz alınan kararların çok ağır bedeli olabilir. Bunu korkutmak, bilmem ne yapmak için söylemiyorum; bunu ciddi bir uyarı olarak da, bu ülkenin bir milletvekili olarak da söylüyorum. Mesela, Suudi Arabistan uçakları gelmiş. Yarın, öbür gün ne olacak? Bu uçakların gelmesinin hukuki boyutu nedir? Bildiğim kadarıyla Suudi Arabistan ordusunun Türkiye'ye yerleşmesi üzerine bir karar alınmadı Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Hukuki altyapısı nedir? Çünkü çok farklı şeyler söyleniyor; ortak hava operasyonlarından bahsediliyor, başka bir şeyden bahsediliyor.

Ayrıca, millî mutabakattan bahsediyoruz. Millî mutabakat noktası Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Millî mutabakatı sağladığımız takdirde biz bütün kararların arkasındayız ama Hükûmet parti mutabakatını sağladıktan sonra ve bunu da sık sık değiştirdikten sonra... İktidar milletvekili arkadaşlar söylüyor, diyor ki: "Değişen şartlarda değişen kararlar alınabilir." Evet, mantıklı -bir genç milletvekili arkadaşım söylemişti- değişen şartlarda muhakkak değişen kararlar alınabilir ama bu kadar değişmez, öncelikler bu kadar değişmez, zikzaklar çizilmez. Yani, bu, işte "Kardeşim Esad"dan "Katil Esad"a giden yöntemi anlatırken bir fenomen üzerinden, bir olay üzerinden anlatmıyoruz; ta Arap Baharı sürecinden başlayarak, buradaki gidişatımıza bakarak söylüyoruz. Biz şimdiye kadar, bir muhalefet olarak, bütün muhalefet partileri de -ben, gerçi, güzel bir şey söylesem de bazen şey olabiliyor, onun için kendi adımıza konuşayım- biz ana muhalefet partisi olarak Dışişleri bütçesinde de elimizden geldiğince özenli bir dil kullanmaya çalıştık ama Dışişleri Bakanlığı bizim için tam bir hayal kırıklığıydı; üslubu, tarzı, verdiği cevaplar. Oysa, "millî mutabakat" diyorsak bunlar da onun bir parçasıdır. Kendi adıma Dışişleri Bakanlığının bütçesi tam bir hayal kırıklığı oldu.

Şimdi, bir Arap Baharı başladı. Arap Baharı sürecinde yine "NATO'nun Libya'da ne işi var?" dedik ama bir anda gittik, Libya'da olayın parçası olduk, diğer ülkelerde olayın parçası olduk. Ama ta o Libya olayları olurken, Suriye'nin içi de karışmaya başladığında Batı'daki birçok makalede "Suriye Pandora'nın kutusudur." dendi. Çünkü sanmayalım ki bölgede yaşadığımız için bütün gerçekleri biz biliyoruz. Batı medeniyeti, mesela Fransızlar Suriye'yi çok yakından takip eder, tarihî hakkı olduğunu düşünür; İngilizler Irak'ı çok yakından takip eder; Amerikalılar Ermenistan'ı çok yakından takip eder. Ta o Kurtuluş Savaşı öncesi dönemlerden gelir bu işler. Bugün yaşadığımız sorunların da yüzyıl önce kökleri vardır, Şerif Paşa-Boghos Nubar Anlaşması vardır, ondan sonrası vardır.

Bu memlekette Batı medeniyetinin çözmek istediği üç temel problem vardır: Birincisi Kıbrıs meselesidir, ikincisi Ermenistan meselesidir, üçüncüsü de Kürdistan meselesidir. Biz kendi sorunumuzu kendimiz çözmeliyiz, Anadolu halkları çözmeli, emperyal güçlere bunu teslim edemeyiz.

Şimdi, bakın, Suriye'de Pandora'nın kutusu açıldı. Mezhep eksenli bir savaşın eşiğindedir bölge. "Peki, bu mezhep eksenli savaşın sonuçları ne olacaktır? Kimin işine yarar, kimin işine yaramaz?" diye bakmak zorundayız. Buranın, bu coğrafyanın en hassas noktası nedir? Filistin meselesidir. Orada sonradan kurulmuş bir İsrail devleti mazlum bir halkı mağdur ederek topraklarını genişletmektedir. Bütün İslam âleminin ve Batı medeniyetinin gözü Filistin üzerindedir. Peki, şimdi ne olacak, bu aşamadan sonra? Mezhep eksenli bir savaş çıktığında -demin dış işlerinde anlatmaya çalıştığım gibi- İran arkasına Rusya ve Çin'i alarak, öbür tarafta ise Arabistan, Katar... Bizi de sokmaya çalışıyor orada eksene, biz hep tarafsız kaldık bu meselede çünkü İran-Irak savaşı bunun kökleri ta oradan gelmektedir. Şimdi, bu Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, hatta kısmen sokabilirseniz -Sisi'yle ara yok da- Mısır gibi ülkelerin arkasında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - ...ABD, İngiltere, İsrail gibi şeyin açacağı bir savaşı ve bu kontrollü savaş sırasında bölgenin mazlum halklarına ne olacağını düşünün. Yıllar süren bir savaşı düşünün. Bu yıllar süren savaşta ne olacak? Gözler İsrail'den, Filistin'den bu noktaya kaymış olacak. Batı medeniyeti açısından ne olacak? Birincisi: Orada petrol kaynakları var, o petrol kaynaklarındaki üretim azalacak. Petrol fiyatlarının yükselmesi kimin işine yarar, bunu düşünmek zorundayız. Bu petrol fiyatlarının yükselmesinden sonra petrolünü kendi şirketleriyle... Çünkü bugün Orta Doğu'da Orta Doğu halklarının petrol şirketi yoktur. "Suudi Arabistan" diyoruz ya biz, hani, bizim kutsal topraklar olduğu için çok kutsal sanıyoruz; değil. Aramco şirketi, Arap-Amerikan Oil Company, yani, onların yönetimi tamamen Amerika'nın elindedir, öyle bizim düşündüğümüz gibi bir şeyi yok. Oranın büyük güçlerinin, bugün Kürt petrollerini aldığı gibi o petrolleri alıp sürekli, bitmeyen savaşta taraflara silah vereceği bir ortamı düşünün. Bu bir felaket olur bizim adımıza ve biz buna hızla gidiyoruz.

Uçağın düşürülmesi var. Ya, elbette ki biz kendi sınırlarımızın ihlaline karşıyız, bir sürü hamaset yapabiliriz, duygulu konuşmalar yapabiliriz ama bir de teknik ve stratejik konuşmak zorundayız. Bu uçak niye düşürüldü? "Hava sınırlarımızı ihlal etti." Ya, arkadaşlar, bizim hava sınırlarımızı İsrail uçakları bin kere ihlal edip depo bırakıyorlar ya, altta biz depolarını görüyoruz, kaç kere haber oldu. Yunanistan her gün hava sınırlarımızı ihlal ediyor, o it dalaşlarının hepsini biliyoruz. Uçağın düşürülmesinin bir stratejik anlamı var. Bu karar nedir, ben anlayamadım. Bu kararı kim verdi, anlayamadık. Yani, gerçekten, bunun altındaki gerçeği bile bilmek bu bölgeyi okumak için çok önemlidir. Bugün elbette ki sahip çıkıyorsunuz karara, biz de kısmen bir şey demiyoruz ama bunun üç beş yıl sonrasında bu karardan başlayan bir süreç var.

Bugün PYD hatlarını bombaladık. Reuters başka bir şey diyor. 100 askerimizin girdiği söyleniyor. Şimdi, PYD hatlarını ve PYD ve PKK üzerinden... Çünkü bu ülkede -demin anlattım ya- terörle mücadele boyutuyla halkların birbirinden nasıl koparıldığını.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Toparlayacağım Sayın Başkan.

PYD ve PKK'nın bize ateş ettiği söyleniyor; sonra biz onlara ateş edeceğiz; sonra biz belki bir kara müdahalesinin veya hava müdahalesinin bir parçasını bekleyeceğiz. Ama -Dışişlerinde Rusya'ya "ayı" denir- Rus ayısı da orada bizi bekliyor. Ha, bu arada, onlar kızmıyorlar, sakın sanmayın, onlar Dışişlerinde "Rus ayısı" olarak adlandırılır, gücünden dolayı. Altta hemen bir Rusya bekliyor. Ve bizim, hani, NATO üzerinden müttefik olduğumuz Amerika Birleşik Devletleri'nin de böyle çok bizi destekler bir şeyini göremiyoruz açıklamalarında. Sanki bu mesele üzerine, Rusya ve Amerika üzerinde bir mutabakat var. Bu, Rusya ve Amerika'nın mutabakatı bölgenin Türkleri ve Kürtleri için bir felaket getirebilir. Bu, Kürtler için de fayda getirmez çünkü Kürtlerin çoğu da bizim şeyimizde yaşıyor, bizim halkımız, bizim unsurumuz. Bunun çok çok ağır sonuçları olabilir. Hükûmet eminim ki... Yani, ben şeyi tahmin edebiliyorum, o psikolojiyi de anlıyorum, uçakta çok önemli konuşmalar, çok gizli bilgiler falan filan ama sonuçta şu kadarcık bir duruma gelebiliriz, şu kadarcık bir sonuca gelebiliriz. Millî mutabakat arıyorsanız millî mutabakat sağlayacaksınız. Millî mutabakat da şu demektir: Böylesine önemli bir konuda stratejik güvenlik bilgilerini bir tarafa koyarak bu Mecliste bilgi verirsiniz, samimi bilgiler verirsiniz, biz de o bilgileri alırız, hep beraber kararın içerisinde oluruz. Eminim ki ortak akıl tek aklın üstündedir. Ondan sonra, kararın arkasında dururuz. Ama, bizim anlayamadığımız, bizim gördüğümüz kadarıyla da çürümüş ve bozulmuş ilişkiler üzerine bir karar verirseniz bunun sorumlusu siz olursunuz. Biz yine elimizden geldiğince... Bir savaş çıksa elbette ki halkımızla birlikte savaşacağız. Ama, bu halkın mazlum çocuklarını, hatta sadece bu halkın değil, Suriye'nin, Irak'ın mazlum çocuklarını emperyalist güçlerin askerlerine teslim etmek, onların parasıyla aldığımız silahlarla öldürmek ahlaki değildir. Hep söylüyorum, dış politika -"çıkar" diyorlar, bilmem ne diyorlar- iş, ahlak ve ilke işidir. Sayın Bakan, ayrıca, samimiyetle bir şey söyleyeyim, Dışişleri Bakanının...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım artık, üçüncü kez veriyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Evet, bitiriyorum efendim.

Dışişleri Bakanının buradaki üslubu, tavrı, konuşması beni çok hayal kırıklığına uğratmıştı. Biz bu konuşmaları son derece eleştirel bir noktaya taşıyabilirdik, MİLGEM Projesi'nden, BMC'ye verilen işlerden, bilmem neden... Büyük bir nezaketle konuşuyoruz. Sizden ricam, soracağımız sorulara verebileceğiniz cevapları verin ve aynı üslubu sizden de bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum.