KOMİSYON KONUŞMASI

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Genel Başkan, sunumu açabilirsek tekrardan.

Hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dün bu kalkınma planının biraz daha kalkınma boyutuna değinmiştim. Bugün biraz daha önerilerde bulunmak istiyorum ve bu kalkınma planını nasıl iyileştirebiliriz, somut politika önerilerini nasıl zenginleştirebiliriz, ondan biraz bahsetmek istiyorum.

Şimdi, önümüzdeki On İkinci Kalkınma Planı'na baktığımız zaman en temel problemlerden bir tanesi şu: İş gücü verimliliğinde çok fazla bir artış görünmüyor. Bana göre son on-on beş yılın önemli hikâyelerinden bir tanesi iş gücü verimliliğinde artıştı fakat bu kalkınma planına, On İkinci Kalkınma Planı'na baktığımız zaman, özellikle 2023-2028 için bu çalışan saat başına üretimin yıllık büyüme hızında ciddi bir azalma öngörülüyor. Şimdi, ondan sonrasında da denilmiş ki: "İhracatımızdaki teknoloji yoğunluğunda rekor kıracağız." Bu ikisi birbiriyle çok fazla uyumlu değil yani sizin iş gücü verimliliğini artırarak ve benim eğitim politikasından daha fazla önemsediğim beceri politikalarını geliştirerek ancak iş gücü verimliliğini artırabilirsiniz, ücret problemini çözebilirsiniz ve o zaman da ihracatınızın teknoloji yoğunluğu, özellikle sanayi ihracatınızın teknoloji yoğunluğu artabilir. O bakımdan bence önümüzdeki beş yıl içerisinde, on yıl içerisinde ya da otuz yıl içerisinde burada en fazla önem vermemiz, özen göstermemiz gereken önemli konulardan bir tanesi iş gücü verimliliğidir. Daha sonrasında iş gücü verimliliğinin hangi sektörlerde daha fazla önemli olduğuna baktığımız zaman da şunu görüyoruz: İhracatçımız için özellikle beceri politikası ve iş gücü verimliliğinin önemi çok daha fazla artıyor. Baktığınız zaman yetersiz eğitilmiş iş gücü, bugün bizim ihracatçımız başta olmak üzere bütün sanayimiz için en önemli problemlerden bir tanesi anlamına geliyor.

Şimdi, burada izninizle birkaç dakika benim bahsetmek istediğim şey üniversite mezunlarımıza iş bulma konusunda başarısızlığımız ve yükseköğrenim politikamızın kalkınmayla beraber yeniden değerlendirilmesi. Şimdi, bizim üniversite mezunlarımızın ve yüksek gelirli yani gerçekten olmak istediğimiz, aynı ligde yer almak istediğimiz yüksek gelirli ülkelerin iş bulma oranlarına baktığımız zaman iyi durumda değiliz, üniversiteli işsiz sayımız çok fazla. Burada AK PARTİ'li ve MHP'li arkadaşlarımız üniversite sayısının artırılmasını önemli bir şey olarak görüyorlar. Ben yirmi sene boyunca hem yurt içinde hem de yurt dışında iyi üniversitelerde ders vermiş birisi olarak söylemeliyim ki bugün maalesef 200'den fazla üniversitenin -çok üzülerek söylüyorum bunu- yarısından fazlasını kapatsanız Türkiye çok fazla bir şey kaybetmez. Bugün, üniversiteler maalesef kent ekonomisine talep yaratmanın ötesinde bir yere geçmiyor. Bunu üzülerek ve Bilkent Üniversitesi, TOBB Üniversitesi ve Özyeğin Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmış, TÜBİTAK'ta görevler almış birisi olarak söylüyorum. Bizim burada yapmamız gereken şey... Burada çok güzel kampüsler yapıldı, buranın bilişim altyapısı, inşaat altyapısı iyi, bu üniversiteler kent ekonomisine destek veriyorlar, burası güzel bir şey fakat buradan çıkan üniversite mezunları hak ettikleri işi bulamıyorlar iki sebepten dolayı. Bunlardan bir tanesi, müfredatımız eski yani bugün dünyanın en önde gelen üniversiteleri bile müfredatlarını yenilemekte zorlanırken biz eski bir müfredatla devam ediyoruz. İkincisi ise çok merkezî bir sistem var. Bana göre sorulması gereken şeylerden bir tanesi -birazdan geleceğim bölgesel kalkınmanın önemine- bir öğrenci Anadolu'da bir üniversiteye gittiği zaman oradan mezun olduğunda o bölgenin, o coğrafyanın, o coğrafyadaki iş dünyasının taleplerini yerine getirebilecek becerilere sahip mi? Maalesef biz bunu da görmüyoruz. O bakımdan da Anadolu'daki üniversiteleri bitirse bile büyükşehirlerde devamlı iş aramaya çalışan üniversite mezunlarımız var. O bakımdan benim buradaki önerim şudur: Bu üniversitelerin bir kısmını biz beceri politikamızla da zenginleştirerek, birleştirerek iki senelik teknoloji kampüsleri hâline getirelim ve o bölgedeki iş dünyasının taleplerini karşılayacak becerileri bu çocuklara verelim. Ben hep aynı şeyi söylüyorum, Türkiye'nin bu kadar fazla üniversite mezununa ihtiyacı yok, Türkiye'nin becerikli ve kendi elde ettiği becerilerle yakışan işleri bulan kişilere ihtiyacı var. Bir kez daha söyleyeyim: Mesleki eğitim ve beceri politikası bizim önümüzdeki dönemde bu kalkınma planının hedeflerine yaklaşılması için en kritik noktalardan bir tanesi. O yüzden bizim ilk yapmamız gereken şeylerden bir tanesi yükseköğrenim politikamızı, üniversiteleri kalkınma planı hedefleri doğrultusunda yeniden revize etmek olmalıdır. Şimdi, birinci nokta bu yani yükseköğrenim politikamız ile sanayi ve dış ticaret politikamızı birleştirmek ve bölgesel kalkınmanın içerisinde üniversiteleri çok daha aktif hâle getirmemiz lazım.

İkincisi, benim bu kalkınma planında çok anlayamadığım şeylerden bir tanesi şu: 2026'dan sonra ne oluyor da bizim bir anda ihracatımız çok fazla artıyor ve -ihracattaki artış hızımız- daha sonrasında da biz bir anda bir sıçrama yakalıyoruz? Yani şu ana kadar benden önceki konuşmacıların da bahsettiği gibi, biz dış ticaret açığı ya da cari açık yaratarak büyürken 2026 sonrasında nasıl bir dönüşüm, yapısal dönüşüm gerçekleştiriyoruz ki bir anda sıfır cari açık veriyoruz? Ben kalkınma planına baktığımda bunu çok fazla göremiyorum. Bunun yapılmasının tek yolu, biraz önce bahsettiğim gibi iş gücü verimliliğini artırmaktır, ikincisi de teknolojiye uyum sağlamaktır.

Şimdi, bu ihracatımızı artırırken kalkınma planında benim olumlu bulduğum yeşil ve dijital dönüşüm konularından biraz daha bahsetmek istiyorum. Şimdi, burada sol tarafta, MIT'nin Yeşil Gelecek Endeksi'nde Türkiye'nin sıralaması var, 76 ülkeye bakılmış. Biz hangi alanlarda şu anda bir problem yaşıyoruz? Baktığınız zaman 2 tane şey var: Bir, iklim politikası. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına siz sadece "iklim değişikliği" adını koyarak iklim politikasını halletmiş olmuyorsunuz, orada çok daha hummalı bir çalışma var ama belki de daha da önemli olan, sanayimiz için, kalkınmamız için daha önemli şeylerden bir tanesi de karbon emisyonudur. Şimdi, buraya baktığınız zaman, bizim -bunu olumlu bir şey olarak söylüyorum- Türkiye'nin ihracatının yarısına yakını Avrupa Birliğine; bu önemli. Neden? Çünkü uluslararası ticarette çok bildiğimiz bir kuraldır; zengin ülkelere mal satarsan zenginleşirsin. O yüzden de bu önemli ama yine baktığımız zaman, bu yüksek emisyon yoğunluklu sektörlerde yani demir çelik gibi, kimya gibi, çimento gibi sektörlerde yani Avrupa Birliğinin bizim için çok kritik olduğu sektörlerde bizim bir karbon emisyon problemimiz var, bir yüksek emisyon problemimiz var. Yani bu sektörler önümüzdeki dönemlerde bu yeşil dönüşümü gerçekleştirebilecek teşvikleri almazlarsa bizim ihracatımızda sıkıntılar doğabilir. Benim bu kalkınma planına baktığımda -bunun tabii ki alt raporları da olacaktır- en fazla görmek istediğim şeylerden bir tanesi, bizim ihracatımızı destekleyecek bu yeşil dönüşümle uyumlu bir şekilde şirketlere nasıl teşvikler vereceğiz? Bu şirketlerin yeşil dönüşümünü gerçekleştirirken, organize sanayi bölgelerini çağımızın koşullarına göre yeniden planlarken ya da yeni OSB'ler yaparken bizler bu yeşil dönüşümle uyumlu teşvikleri nasıl sağlayacağız? Ben bunu oldukça önemli bir politika sepeti olarak, politika demeti olarak görüyorum. Biz, imalat sanayisiyle büyüyeceğimiz bu önümüzdeki dönemde -kalkınma planında bunu görüyoruz- yeşil dönüşümü gerçekleştirmek için OSB'lere, şirketlere nasıl teşvikler vereceğiz? Bu, bana göre oldukça kritik konulardan bir tanesi.

Şimdi, bir başka nokta da şu kalkınma planında benim eleştirdiğim konulardan bir tanesi: Bölgesel kalkınmaya iyi kötü değiniliyor ve bölgesel eşitsizliklerin azalacağı söyleniyor. Sonra, kritik sektörleri sizler kalkınma planında dile getirdiğiniz zaman, bu kritik sektörlerin neredeyse hepsinde merkezin tekrardan İstanbul olduğunu görüyoruz biz. Oysa, bizim Türkiye'deki sanayiyi, hizmetleri büyük şehirlerden, özellikle İstanbul'dan taşımamız için başka bir şeyin olması gerekiyor. Yani bu şirketlerin Anadolu'da tekrardan sanayi yatırımlarını yapabilmesi için ve böylelikle bölgesel eşitsizliklerin azalması için kalkınma planında belirtildiği gibi sadece doğurganlık hızının yakınsamasına bel bağlamamak gerekiyor. Yani bugün İstanbul'da finans merkezi olmasını ben önemsiyorum ve doğru buluyorum fakat diğer kritik sektörlerde bizim ne yapmamız gerekiyor, o kritik sektörlerde başkentleri ne olarak almamız gerekiyor? O, bence önemli konulardan bir tanesi. Dolayısıyla, bu bölgesel kalkınma perspektifinin de ben kalkınma planında biraz daha detaylı olmasını beklerdim.

Şimdi, hepimizin bildiği UNCTAD diye bir kurum var, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı; oldukça önemli çalışmalar yaparlar bunlar ve yine, ülkeleri üretkenlik açısından, üretkenlik kapasitesi açısından sıralarlar. Yani burada neye bakılır, verimliliğe bakılır; burada neye bakılır, girişimcilik ekosisteminin ne kadar zengin olup olmadığına bakılır. Şimdi, burada, Türkiye'de AK PARTİ'nin ilk döneminde, 2011-2012'ye kadar önemli bir başarı varken, bakın, son on sene içerisinde biz burada üretken kapasitemizde devamlı bir gerileme yaşıyoruz yani sıralamalarda gerileme yaşıyoruz. Dolayısıyla, şöyle bir problemimiz var: On sene içerisinde bizim problemimiz, verimliliğini artıramamış, girişimcilik ekosistemini yeterince geliştirememiş ve o yüzden de orta ve uzun dönemde sağlıklı büyümeyi sağlayamamış bir ülke konumundayız; işte, bizim bunu değiştirmemiz gerekiyor. Alt kırılımlarına baktığınız zaman peki bunu nasıl değiştireceğiz; Türkiye yeniden nasıl verimliliği sağlayabilecek, girişimcilik ekosisteminin daha zenginleştiği bir yer olacak? Üç tane temel alan çıkıyor. Bunlardan bir tanesi bilişim teknolojileri. Bilişim teknolojilerinde maalesef iyiye gitmiyoruz. İkincisi, dış ticaretin zorlaşması yani dış ticarette özellikle son üç dört sene içerisinde konan engeller, ihracat ve ithalat sürelerinin yabancı ülkelere kıyasla bir türlü azalamaması; bir de tabii ki kurumların işlevselliği ya da kurumların itibarı diye de söyleyebilirsiniz.

İzninizle ben bu üç alandan biraz bahsetmek istiyorum. Önümüzdeki dönem biz, sürdürülebilir bir büyüme yakalayacaksak, kalkınma planlarının hedeflerine ulaşacaksak ne olması lazım? İlk önce kurumsal bozulmayı bizim tersine çevirmemiz gerekiyor. Bakın, burada kurumsal bozulmadan neyi kastediyoruz? Teknoloji ve inovasyon yetkinlikleri, yasal süreçlerin etkinliği, güçlü yatırımcı mülkiyet hakları, genel güvenlik ortamı, dijital altyapının kalitesi, iş gücü havuzunda -benim çok önemli bulduğum- beceri ve yetenek düzeyi; bizim bunları mutlaka ama mutlaka düzeltmemiz ve esas herkesin söylediği ama bir türlü kimsenin altını dolduramadığı o yapısal reformları bu eksenlerde gerçekleştirmemiz gerekiyor.

Şimdi, bu kurumsal gelişmişlik göstergelerini önemsiyorum ben, bu iktisatın alanı olmasa bile iktisadi büyümeye, kalkınmaya etki veriyor. Mesela bakınız; düzenleme kalitesi. Tekrardan önümüzdeki hafta burada bütçe görüşmelerinde denetleyici ve düzenleyici kurumların kendileriyle de bu eleştirileri paylaşacağız ama Türkiye'nin düzenleme kalitesi oldukça kötü, denetleyici ve düzenleyici kurumların çok daha çağın gerekliliklerini yakalayan ve özel sektörün önünü açan nitelikte olması lazım. Hukukun üstünlüğü; çok fazla bahsetmeye gerek yok. Bunun dışında yolsuzluk... Biz demiyoruz, yurt dışındaki endeksler söylüyor. Bütün bunlarda biz iyileşmeyi sağlarsak eğer o zaman o üretkenlik kapasitemizi artırmış oluruz.

Şimdi, nasıl bir dünya bizi bekliyor? Madem 2053'ü konuşuyoruz, önümüzdeki otuz sene içerisinde yatırımcılar doğrudan yabancı yatırımlarını bizim ülkemize aktarmakta ya da başka ülkelere aktarmakta artık hangi kriterlere bakıyorlar? Ben bunu oldukça önemsiyorum yani önümüzdeki dönem vereceğimiz teşvikleri yabancı yatırımcıların önümüzdeki yıllarda arayacağı kriterlere göre düzenlememiz gerekiyor. Bakın en üstte; artık yabancı yatırımcı için dijital ve TELEKOM altyapısının kalitesi çok önem taşıyor. O bakımdan bizim bu dijital dönüşümü yaparken aynı zamanda bu altyapı kalitesini mutlaka iyileştirmemiz gerekiyor. Güçlü yatırımcı ve mülkiyet hakları; 4'üncü Sanayi Devrimi'nde bizim bunu yeniden tasarlamamız ve yatırımcı ve mülkiyet haklarından neleri kastettiğimizi iyi anlamamız gerekiyor.

Teknoloji ve inovasyon yetkinlikleri ve yatırımcılara hükûmet teşvikleri... Ama burada benim en fazla durmak istediğim konu: Artık sizin emeği daha ucuz hâle getirerek, ücretleri baskılayarak yabancı yatırımları çekmeniz çok zor. Yani Pakistan gibi, Mısır gibi, Ürdün gibi ülkelerle bizim yarışmamamız gerekiyor. Bizim, gerçekten, rakibimiz Doğu Avrupa ülkeleriyse, Avrupa ülkeleriyse yabancı yatırımcıları çekmek için bu alanlarda; dijital TELEKOM altyapısı alanında, AR-GE yetkinlikleri alanında, yetişmiş iş gücü alanında önemli bir aşama kaydetmemiz gerekiyor.

Peki, Türkiye bütün bunların dışında yatırım çekiciliğini artırmak için ne yapmalı? Biz bir çalışma yaptık; maalesef zayıf ve gerileme kaydedilen alanlara baktığımız zaman, yatırımcıların bizden şikâyet ettiği alanlara baktığımız zaman şunu görüyoruz: Bir, enflasyon. Enflasyon beraberinde bir belirsizlik getiriyor ve bu belirsizlik hem yerli hem de yabancı yatırımcılar için oldukça önemli.

Hesap verebilirlik, bütçe dengesi... Burada sizi çok fazla da eleştirmek istemiyorum çünkü önümüzdeki dönemde hepimizin içini yakan depremden dolayı bütçeye bir yük var ama kamu harcamalarının kalitesine baktığımız zaman belki de kamu harcamalarında gereksiz harcamaları kısarak bu bütçe açığını düşürmek mümkün olabilir. Hukukun üstünlüğü, ortalama okullaşma süresi; bunlar bizim maalesef -yabancı ülkelerle karşılaştırdığımız zaman- ilerleme kaydetmediğimiz, tam tersine gerileme kaydettiğimiz alanlar. Dolayısıyla benim naçizane tavsiyem sizlere, bu gerileme kaydettiğimiz alanlara bir öncelik verelim, önümüzdeki dönemin teşviklerini oluştururken de -bir önceki slaytta gösterdiğim gibi- yabancı yatırımcıların önümüzdeki dönem bekleyeceği, isteyeceği teşvikleri sağlayalım.

Biraz da verimlilikten bahsetmek istiyorum. Şimdi, bizim, üç tane temel problemimiz var: Enflasyon yani hayat pahalılığı, cari işlemler açığı -sıfırlamak istiyoruz- ve aynı zamanda istihdam yaratmak istiyoruz, işsizliği düşürmek istiyoruz. Bunların üçünü de aynı anda düşürmenin tek bir yolu var -ve hep bizim bahsettiğimiz ama bir türlü içini dolduramadığımız şey- verimliliği sağlamak. Verimliliği sağladığınız zaman enflasyonu düşürürsünüz, ücretleri artırırsınız, cari işlemler açığınız düşer ve kaliteli istihdam yaratırsınız. Peki, soru şu: Biz, bir ülkede verimliliği nasıl arttırırız? Bununla ilgili bir sürü çalışma var, bir ülkede verimliliği arttırmanın en kolay yollarından bir tanesi teknolojiye uyum sağlamaktır. Bakın, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki verimlilik farklarının neredeyse tamamı, yüzde 80'i, teknolojiye uyum sağlamakla açıklanabiliyor. O bakımdan önümüzdeki dönemde biz enflasyon, cari açık ve işsizliği bu ülkenin hafızasından silmek istiyorsak o zaman yapmamız gereken şeylerden bir tanesi bu teknolojiye özel sektörün, özellikle özel sektörün nasıl uyum sağlayacağına kafa yormak olmalıdır.

Şimdi, verimlilikte hangi konumdayız? İş gücü verimliliğine baktığımız zaman maalesef yüksek gelir grubu ortalamasına göre bizim sanayide çalışanımızın iş gücü verimliliği yüzde 42,3; bunu artırmamız lazım. Ama şimdi ilk slayta baktığımız zaman ben kalkınma planında önemli bir eksiklik görüyorum. 2023'ten sonra iş gücü verimliliğindeki artışın çok yüksek olmayacağı tahmin edilmiş, oysa bizim bütün amacımız o iş gücü verimliliğini artırmak olmalıdır. Bu, orta ve uzun dönemde Türkiye'nin en büyük problemi olarak gördüğüm ücretlerin de artmasına yol açacaktır. İkincisi toplam faktör verimliliği. Biz üretimde kullandığımız faktörleri, kurumsal kabiliyetimizi ne kadar iyi kullanabiliyoruz? Orada da mesela Doğu Avrupa ülkelerinden Polonya'yla karşılaştırdığımız zaman, onların faktör verimliliğinin artışının büyümeye katkısı ile bizimkine baktığımız zaman arada dağlar kadar fark var. Dolayısıyla bu toplam faktör verimliliğini bizim biraz daha fazla irdelememiz gerekiyor. Ve tabii ki enerji verimliliği... Burada şunu söylemek gerekiyor: Türkiye'nin enerji ithalatçısı olması cari işlemler açığı vermesinin tek nedeni olmamalı, neden? Çok basit bir sebepten dolayı; Çin de enerji ithalatçısı, Almanya da enerji ithalatçısı, Güney Kore de dolayısıyla enerji ithal etmeniz sizi otomatikman cari işlemler açığı veren ve dolayısıyla kırılgan bir ekonomi yapmaz. O yüzden de enerjiyi daha verimli kullanmanız gerekir ve burada da baktığımız zaman Türkiye'deki enerji verimliliği artışının Avrupa Birliğinin enerji verimliliği artışına oranı sadece yüzde 6,6. Bakın, bu da bizim mutlaka gelişme göstermemiz gereken eksenlerden bir tanesi; kalkınma planının bu konuda ben daha detaylı bir rapor sunmasını beklerdim.

Şimdi, teknolojiye uyumdan biraz bahsedeyim, sonra zamanımız kalırsa enerjiden bahsederiz. Verimliliği artırmanız için firmaların yeni teknolojileri kullanmasını sağlamanız gerekiyor. Burada da size çok önemli bulduğum bir slaytı sunmak istiyorum. Şimdi, bizim küçük ve orta ölçekli şirketlerimizin ve büyük ölçekli şirketlerimizin teknolojiye uyumuna bakmak istiyorum -yani bu bilişim teknolojilerini ne kadar iyi kullanabiliyoruz- ve orada da OECD'yle bir kıyaslama yapmak istiyorum. Gördüğünüz gibi bizim verimlilik farklarımızın önemli bir kısmı Türkiye'deki şirketlerin yüzde 98-99'unu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerin OECD ülkelerindeki işletmelere göre teknolojiye uyum sağlamamasından kaynaklanıyor. Mesela bulut bilişime baktığınızda aynı şeyi görüyorsunuz, ERP'ye baktığınızda aynı şeyi görüyorsunuz, CRM'ye baktığınızda aynı şeyi görüyorsunuz. Biraz önce Sayın Temelli'nin dediği, "Sanayi 3.0'a göre hazırlanmış bir kalkınma planından bahsediyoruz." derken benim de aklıma şunlar geliyor: Mesela ERP, CRM, bunlar Sanayi 3.0'ın icatları ama onlarda bile bizler, yarışmak istediğimiz, aynı ligde olmak istediğimiz OECD ülkeleriyle aynı durumda değiliz. O yüzden bizim yapmamız gereken şey özellikle küçük ölçekli işletmelerin hangi teknolojilere ihtiyacı olduğunu bulmak ve onlara "Bakın, sizin bu teknolojiye ihtiyacınız var ve bu teknolojiyi şöyle kullanmalısınız." diyen bir kuruma ihtiyacımız var. Daha öncesinde TÜBİTAK bünyesinde bir çalışma yaparken çok önemli bir bulguya erişmiştik. Bizim gelişme potansiyeli yüksek olan şirketlere baktığımız zaman onların bize dediği şeylerden bir tanesi şuydu: "Bize artık maddi teşvikler vermenize gerek yok, bize para vermenize gerek yok. Benim Almanya'daki, Avusturya'daki, Polonya'daki bir şirketle yarışmam için hangi teknolojiye ihtiyacım olduğunu bana söyleyin ve o teknoloji konusunda bana bir teşvik verin." Dolayısıyla bizim bunu yapmamız gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bitireceğim Başkanım.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bizim ilk başta yapmamız gereken şeylerden bir tanesi, küçük ve orta ölçekli işletmeleri geliştirmek istiyorsak onların hangi teknolojiye ihtiyacı olduğunu bulmalı ve ondan sonra bu alanda onlara bir teknoloji danışmanlığı vermeliyiz. Bakın, bunu Almanya'da mesela Fraunhofer Vakfı yapıyor, ondan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde (SBA) Small Business Administration bu işe odaklanmış durumda. O yüzden burada teşviklerin etki analizine bakarken firmalara ne kadar maddi teşvikler verdiğimizden ziyade o şirketlerin neye ihtiyacı olduğunu bulup, onları şirketlere söyleyip -çünkü şirketler bu konuda çok bilgili değiller- ve daha sonrasında onların teknolojiye uyumunu sağlamak gerekiyor.

Son olarak da enerjiyle ilgili bir iki dakikanızı alacağım. Enerji bizim için önemli konulardan bir tanesi. Sektörlerimizin, 12 sektörün 10'unda enerji tüketimi artarken birim enerji başına ciromuz düşüyor. Ben bunu oldukça önemli buluyorum, enerji verimliliği bizim temel problemlerimizden bir tanesi; bir örnekle açıklayayım, ondan sonra da izninizle sözlerime son vereyim. Mesela, plastik sektörü Türkiye'nin önemli sektörlerinden bir tanesidir ve çok ciddi girdi sağlar diğer sanayi sektörlerine de. Baktığınız zaman -AK PARTİ'li arkadaşlara katılıyorum, enerjide çok büyük sübvasiyonlar var, doğrudur- Türkiye enerjinin en ucuz olduğu yerlerden bir tanesi. O zaman özel sektör neden bu enerji fiyatlarından şikâyet ediyor ve hane halkı neden bu enerji fiyatlarından şikâyet ediyor? İkincisi çok kolay, hane halkının satın alma gücü azalıyor yani yoksullaşıyoruz. Peki, sanayimiz neden enerji maliyetlerinden şikâyet ediyor? Orada da çok basit bir örnek vereyim, plastikten vereceğim tekrardan örneği. Biz, 1 birim enerji kullanarak bir çamaşır leğeni üretirken Almanya, 1 birim enerji kullanarak "tupperware" üretiyor. Dolayısıyla, onların kullandığı 1 birim enerjiyle ürettiğinin katma değeri yüksek olduğu için Almanya'daki orta ölçekli...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Devam edin lütfen.

ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - ...bir plastik üreticisi için enerji maliyeti bizdeki kadar sorun olmuyor. Bizler ne kadar sübvanse edersek edelim, eğer o dönüşümü gerçekleştirmezsek, o 1 birim enerjiyi kullandığımız zaman ürettiğimiz ürünün fiyatını, kalitesini arttıramazsak enerji maliyeti bu ülke için her zaman problem olmaya devam edecektir. Ben kalkınma planında ve önümüzdeki on yıllık, yirmi yıllık, otuz yıllık planlarda bunun enerjiyle beraber değerlendirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim yani biz enerji verimliliğini sağlamalıyız. Peki, biz 1 birim enerji kullanarak ne üretiyoruz? Buna kafa yorarsak eğer o zaman belki bu kalkınma planında sizin koyduğunuz yüksek hedeflere de ulaşmamız mümkün olur.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum, sağ olun.