KOMİSYON KONUŞMASI

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı; bir kez daha kalkınma planını tartışmaya başlıyoruz. Bildiğimiz gibi, kalkınma planları Türkiye'de 63 yılından itibaren devlet tarafından hazırlanan; ekonomi, sağlık, eğitim, ulaşım, sosyal güvenlik, adalet ve benzeri konularda gelişme ve kalkınmayı gerçekleştirmek amacıyla kamuda uygulanacak siyaseti belirleyen planlardır ama maalesef 2011'den itibaren bu özelliği kaybolmuştur kalkınma planlarının. 8 Haziran 2011'de Devlet Planlama Teşkilatı lağvedilmiştir ve böylelikle hükûmetin dışındaki planlama kapasitesi hükûmetin karar alanına dâhil edilmiştir. Bu tarihten sonra ise hem kalkınma planlarının dili değişmiş hem siyasi metinler hâline gelmişler hem de hedefler açısından maalesef ciddiyetini kaybeden metinler olmuşlardır.

Beş yıllık kalkınma planları 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na göre bütçeleme sürecinin başlangıcını oluştururlar. Özellikle beş yıllık plan hazırlanır, sonra bu plana uyumlu olarak orta vadeli program hazırlanır, sonrasında ise bu plana uyumlu bir şekilde yıllık bütçe oluşturulur fakat bu yıl kanuna bile riayet edilmemiş, OVP'den önce hazırlanması gereken On İkinci Kalkınma Planı OVP'den sonra hazırlanmıştır. AKP iktidarı 2003'te kendi yaptığı 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'na bile uymamış, bu süreçte de keyfî uygulamalarına devam etmiştir.

Önce temel bir konudaki itirazımızı dile getirmek istiyorum, bunu daha önceki planlarda da tartıştık. On Birinci Kalkınma Planı'nda da gördüğümüz gibi, son tartıştığımız planda ekonomik alan ile siyasal alanın birbirinden ayrıştırılmasıyla karşı karşıyayız, hatta âdeta birbiriyle ilişkisiz alanlar olarak tanımlanıyor bu iki alan; bunun doğru ve sağlıklı bir yaklaşım olduğunu düşünmüyoruz, neden olduğunu biraz sonra açıklayacağım. Ekonomiden ayrıştırılan siyasal alan teknikleştiriliyor, idareye dönüştürülüyor; siyasal alandan ayrıştırılan ekonomi de teknikleştiriliyor ve sayılar ve oranlardan oluşan bir veri bankasına âdeta indirgeniyor. Ekonomi toplumsal olandan, siyasal olan ekonomik olandan böylelikle soyutlanıyor; bunun doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyoruz ve maalesef bu kalkınma planının ruhu da tam bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Kalkınma planında kalkınma meselesi basit bir ekonomik büyüme meselesi olarak değerlendiriliyor, hatta ekonomik büyümeyle özdeş tutuluyor önemli bir süredir, 2018'den bugüne kadar. Kalkınmadan kastedilen şey birtakım makroekonomik hedefler olarak karşımıza çıkıyor. Oysa Türkiye'nin büyük ekonomik sorunları olduğu kadar büyük demokrasi sorunları da vardır, büyük bir bütçe açığı olduğu kadar büyük bir demokrasi açığı da vardır ve bu büyük demokrasi açığını çeşitli uluslararası endekslerden de güvenilir endekslerden de görmek mümkündür. Ülkemiz son yıllarda baktığımızda, uluslararası endeksler açısından içler acısı bir durumdadır, aynı zamanda uluslararası kurumlarla ilişkiler açısından da benzer bir durum söz konusudur. Uluslararası kurumlara baktığımızda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden Avrupa Konseyi ve alt kuruluşlarına -Venedik Komisyonu gibi- ve Avrupa Parlamentosuna kadar bütün kurumlarla ciddi sorunlar yaşayan bir ülke hâline gelmiştir. Aralarında seçim süreci, çoğulculuk, hükûmetin işleyişi, siyasi katılım, politik kültür ve sivil özgürlükler gibi 60 farklı gösterge göz önünde bulundurularak hesaplanan Demokrasi Endeksi'nde, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde, Uluslararası Şeffaflık Örgütünün Yolsuzluk Algı Endeksi'nde, bağımsız yargı endeksinde, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde, hükûmetin gücünün sınırlaması sıralamasında ve temel haklar kategorisinde maalesef Türkiye hep son sıralarda yer almaktadır; bunu iktidar da yakinen takip etmektedir. Sadece bu birkaç endeks bile Türkiye'deki demokrasi açığının ne denli vahim bir durumda olduğunu göstermektedir.

Bu endeksler aynı şekilde son yıllarda Türkiye'nin AKP iktidarı yönetiminde demokrasi, adalet ve özgürlükler alanında açık irtifa kaybının da net göstergesidir. Kalkınma planında maalesef demokrasinin "d"sini, özgürlüğün "ö"sünü pertavsızla aramak zorunda kaldık. Ruhen demokrasi ve özgürlük kalkınma planına uğramamıştır. Bir önceki On Birinci Kalkınma Planı'nda da durum aşağı yukarı böyleydi; istikrarlı bir şekilde bu tutum devam ettirilmektedir. Hâlbuki demokrasi ve özgürlükler olmadan adil bir ekonomi kuramazsınız, toplumsal adaleti sağlayamazsınız, toplumda vicdanı, adaleti, güveni ortaya çıkartamazsınız ve bu kalkınma planındaki rakamların ciddiyeti de aslında ortada kalmaz. Kalkınma, siyasi, ekonomik, kültürel boyutları içeren adaletli ve bütünsel bir proje olmalıdır; uluslararası alanda da böyle anlaşılmaktadır. Kalkınma, salt ekonomik büyümeye indirgenmiş bir proje değildir, aksine toplumsal gerçekliğin tüm boyutlarında gelişmeyi, özgürlüğü, refahı, zenginliği sağlamaya yönelik bir toplum modeli projesi olmalıdır. Dediğim gibi, uluslararası alanda da böyle kavranmaktadır ve böyle ele alınmaktadır.

Öte yandan, şunu da ifade etmemiz gerekir ki kalkınma salt ekonomik bir mesele ve veri seti olarak ele alınacak olursa siyaseten antidemokratik rejimlerin ve yönetimlerin de aklanması riski açığa çıkar çünkü kalkınma salt ekonomik bir içerikle tanımlanacak olursa, pekâlâ baskı ve zor yoluyla otoriter veya totaliter bir rejim de ekonomik kalkınma hedeflerine ulaşmış olabilir, dahası özellikle ağır sanayileşme gibi hamlelerin muhalefetin var olmadığı otoriter ve totaliter sistemlerde -ki dünyada böyle örnekleri vardır- daha hızlı sonuçlar verdiği de pek çok kez deneyimlenmiştir. Dolayısıyla, kalkınmanın salt ekonomik bir mesele olarak ele alınması, siyasal alandan, özgürlükten ve demokrasiden söz edilmemesi bir ülkedeki rejimin niteliğinin de anlaşılmasında önemli bir göstergedir ve maalesef, Türkiye açısından baktığımızda bu gösterge çok iç açıcı değildir. Bugün devlet-piyasa-toplum ilişkilerinin uluslararası alanda yeniden dizayn edildiği tarihsel bir aralıktan geçerken, uluslararası alana baktığımızda korumacı politikalar daha da gelişirken, hatta ticaret savaşlarının başlayacağı gibi öngörüler her geçen gün daha fazla dillendirilir ve tartışılırken On Birinci Kalkınma Planı da On İkinci Kalkınma Planı da bu tartışmalara uygun bir şekilde maalesef hazırlanmamıştır yani önümüzdeki beş yılı planlayanlar dünyadaki olası gelişmelere ve değişimlere duyarlı bir planla karşımıza çıkmamıştır. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi hatada ısrar etmektedir, ekonomi olarak tarif edilen alanın kendinden menkul bir gerçek olduğu fikrini sahiplenme hatasına düşmektedir, kalkınmayı salt birtakım makroekonomik sayısal verilerin alçaltılması ya da yükseltilmesi olarak görme yanlışını sürdürmektedir. Hâlbuki, yapılması gereken, ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırmadan, her iki alanı bir arada ele alan bir refah ve gelişme düzeyini hedeflemektir. Unutulmamalıdır ki demokrasi olmadan adil ve sağlıklı ekonomi olmaz, ikisinden birinden feragat etmek zorunda değiliz; hem demokrasi hem de ekonomi birlikte, bir arada gelişebilir, hem özgürlüğe ve eşitliğe hem de maddi refaha ve zenginliğe bir arada ulaşılabilir ancak ne yazık ki On İkinci Kalkınma Planı böylesi bir bakış açısından mahrum bir biçimde yazılmıştır. Dünya bugün sağlıklı kalkınmayı konuşmaktadır ama biz bundan çok uzakta duruyoruz.

Diğer temel bir itiraz noktamız ise hedeflerle ilgilidir. On İkinci Kalkınma Planı, Türkiye'nin ekonomik kalkınmasını, istihdam artışını, enflasyon kontrolünü ve diğer temel ekonomik göstergelerde büyümesini öngörmektedir ancak bu hedeflerin ulaşılabilirliği konusunda ciddi şüphelerimiz vardır. Nereden çıkarıyoruz bu şüpheleri? Adalet ve Kalkınma Partisinin geçmiş planlama hedeflerinin gerçekleşmemiş olması bize bu planın da uygulanabilir olmayacağını göstermektedir, şüpheler buradan kaynaklanmaktadır. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı istikrarlı bir öngörüsüzlük iktidarı hâline gelmiştir, temel özelliği hâline gelmiştir.

Bakın, Onuncu Kalkınma Planı'nda 2018 yılı için planlanan hedefler gerçekleşmemiş; büyüme hızı, millî gelir, kişi başına düşen gelir, işsizlik ve genç işsizlik gibi konularda hedeflenen oranlara ulaşılamamıştır. Onuncu Kalkınma Planı'nda "2018 yılı için ortalama büyüme hızı yüzde 5,5" denmiş ama gerçekleşme yüzde 4,9 olmuştur, sapma oranı yüzde 11; millî gelirin 1 trilyon 286 milyar dolar olacağı ifade edilmiş ama gerçekleşme 784 milyar dolar olmuştur, sapma oranı yüzde 39; kişi başına gelir 15.996 dolar olarak ifade edilmiştir, gerçekleşen ise 9.632 dolar olmuştur, sapma oranı yüzde 40; işsizlik oranının yüzde 7,2 olacağı ifade edilmiş ancak işsizlik yüzde 11 olmuştur, sapma oranı yüzde 52; genç işsizlik oranının yüzde 13 olacağı ifade edilmiş, gerçekleşme yüzde 20,3 olmuştur, sapma oranı yüzde 56. Bunlar öyle hafife alınabilir sapma oranları değildir ve çok ciddi bir sorundur.

Aynı şekilde, Adalet ve Kalkınma Partisinin 2011 yılında -cumhuriyetin 100'üncü yılı yani şimdi- 2023 için gerçekleştirmeyi vadettiği hedeflere baktığımızda bugün gerçeklikten çok uzak bir tablo karşımıza çıkıyor yani gerçekleşmeler iddia edilen hedefin yarısını dahi yakalayamamıştır, bu kadar ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Yani sadece kalkınma planları değil, orta vadeli planlar ile Merkez Bankası tarafından açıklanan hedef enflasyon oranları da gerçek hayattan kopuk bir şekilde belirlenmiş ve ciddi sapmalar ortaya çıkmıştır, öyle ki neredeyse hiçbir hedef tutturulamamıştır. 2011 yılında, cumhuriyetin 100'üncü yılı olan 2023 için hedeflenen gayrisafi yurt içi hasıla 2 trilyon dolar, kişi başı gelir 25 bin dolar, işsizlik yüzde 5, enflasyon tek hane, ihracat 500 milyar dolar olarak açıklanmıştır; Adalet ve Kalkınma Partisinin hedefidir bu. 2023 için gerçekleşmesi beklenen rakamlar ise şöyle: Gayrisafi yurt içi hasıla 1 trilyon dolar; kişi başına gelir 12 bin dolar; işsizlik yüzde 9,2; enflasyon -resmî veriler- yüzde 61,5; ihracat 250 milyar dolar; inanılmaz bir sapma yani söz konusu hedeflerin yarısı bile yakalanamamıştır. Dolayısıyla bu hedeflerin kâğıt üstünde, rastgele, propaganda amacıyla yapıldığına dair bizde ciddi şüpheler vardır. Mesele tek başına hedef koymak değildir, mesele sorunları gerçekçi bir yerden tespit ederek hedefleri gerçekçi belirleme meselesidir ve maalesef, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu ekonomik krizin sebebi de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının yanlış ekonomi politikalarıdır.

On İkinci Kalkınma Planı, Türkiye'nin ekonomik kalkınma, istihdam artışı, enflasyon kontrolü ve diğer temel ekonomik göstergelerde büyümesini öngörmektedir, doğal. 2053 vizyonunun yer aldığı planda, 2028 sonunda enflasyonun yüzde 4,7'ye ve cari açığın 2,8 milyar dolara gerilemesi beklenmekte, kişi başına düşen millî gelirin 17 bin dolara çıkması hedeflenmektedir. On İkinci Kalkınma Planı'nın büyüme ve ekonomi hedefleri doğrultusunda cari yılın ekonomik göstergelerine ilişkin hedefler 2024-2026 dönemini kapsayan orta vadeli programla paralellik taşırken 2028 sonunda gerçekleşmesi beklenen göstergelerde tahminler önemli ölçüde iyileşme göstermiştir. Türkiye ekonomisine yönelik göstergeler -IMF tahminlerine göre verilen- yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomilerle paralellik taşımaktadır; bu önemli bir durum, IMF tahminlerine uyum sağlanmıştır. On İkinci Kalkınma Planı'nın hedefleri ise hukukun üstünlüğü -planda ifade edildiği şekliyle- demokrasi, temel hak ve hürriyetlerin güçlendirilmesi, iyi yönetişim anlayışının pekiştirilmesi ve kurumsallaştırılması; ailenin, beşerî ve sosyal yapının güçlendirilmesi; afetlere dirençli yaşam alanları ve medeniyet temelli, akıllı, sürdürülebilir şehirler; makroekonomide istikrar ve sürdürülebilirlik -devam ediyor, gidiyor- ve en son, enerji ve gıdada arz güvenliği, kendine yeterlilik; uluslararası iş birliklerinin ve stratejik ortaklıkların güçlendirilmesi olarak açıklanıyor; plandan alıntı, çok uzatmadım. Bu hedefler On Birinci Kalkınma Planı'na ilişkin bir öz eleştiriyse ciddiyetle tartışırız elbette ki. Yok, bunlar uluslararası alana yeterli kaynakları bulabilmek için bir göz boyama ifadeleri olarak bir kez daha plana yazıldıysa bunların ciddiyetten uzak olduğunu doğrusu düşünürüz.

Niye böyle diyoruz? Bir iki örnek vermek istiyorum: Öyle bir kalkınma planı hazırlamış ki hazırlayanlar, iktidarın 31 Mart seçimlerinden henüz bir gün sonra belediyelerimize kayyum atama yazısının gönderilmesinden âdeta habersizler, sanki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı tarafından neredeyse tüm belediyelerimize kayyum atandığını bilmiyorlar planı hazırlayanlar, halkın özgür iradesiyle seçtikleri belediyelere iktidarlarının el koyduğunu hiç duymamışlar sanki. Deniyor ki On İkinci Kalkınma Planı'nda: "Belediyelerin karar alma süreçlerinde vatandaşların ve muhtarların katılım rolü güçlendirilecek." Sayın Yılmaz, gerçekten insaf demek istiyorum. Yurttaşın özgür iradesine ipotek koyan, halkın iradesini tanımayan bu iktidar değil mi? Şimdi, nasıl oldu birdenbire böyle bir noktaya gelindi? Yine şöyle bir ifade var: "Kadın, genç, yaşlı ve engellilerin yerel yönetimlerdeki temsil ve karar alma süreçlerine katılım mekanizmaları güçlendirilecek." diyor On İkinci Kalkınma Planı. Çok güzel, yani bizim kadın ve gençlik yapılarımızı kayyumlar yasakladı, engelledi ama şimdi bu iktidar aslında kadınların ve gençlerin yerel yönetimlerdeki temsil ve karar alma süreçlerine katılımından bahsediyor. 2024'te yerel seçimler var, bu seçimlere giderken iktidar ne demiş oluyor, biz bunu merak ediyoruz yani kayyumlar konusunda ne demiş oluyor? "Kayyumlara devam edeceğiz." mi diyor yoksa "Halkın iradesine saygı duyacağız." mı diyor; bunu mesela öğrenmek istiyoruz. Katılımcı ve müzakereci bir demokrasi ve yerel demokrasi olacak mı olmayacak mı; bunu merak ediyoruz. Plana yazmışsınız ama biraz bunları da konuşmamız gerekiyor.

On İkinci Kalkınma Planı'ndaki iki noktaya daha kısaca değinmek istiyorum, sonrasında zaten bunları daha detaylı tartışacağız. Bir tanesi, emeklilik meselesi. Maalesef, hani hep söylenen bir söz vardı "mezarda emeklilik meselesi" diye; gerçekten emeklilik meselesine dair söylenenler bunu çağrıştırıyor, bütün önerileriyle bunu çağrıştırıyor. Âdeta IMF'siz bir IMF programı uygulamayı vadeden bir On İkinci Kalkınma Planı'yla karşı karşıyayız emekliler meselesinde. İkinci konu, emek sömürüsü meselesi, esnek istihdam meselesi. Bu konuda On Birinci Plan'da da bunları tartıştık, On İkinci Plan'da yine karşımıza çıkmış vaziyette. "Esnek çalışma biçimlerini etkinleştirmek" "esnek istihdam" gibi kavramlar aslında mutlak bir emek sömürüsü ve iş güvencesinden mahrum olmak anlamına geliyor. Zaten bunu On Birinci Plan döneminde yaşadık, belli ki On İkinci Plan döneminde de yaşanacak ve aslında iş güvenliği kriterlerini esnetebilme rahatlığını emek sömürüsünün yeni bir imkânı olarak da gündeme getirecek. Yani işçiler ve emekçiler dayatılan ağır çalışma koşullarının yanında iş yerlerinde uğradıkları haksızlığa ses çıkaramama, örgütlenememe, haklarıyla ilgili söz ve karar sahibi olamama, koşullara rıza gösterme ve tabii ki sömürü düzenini sorgulayamama gibi gayriinsani şartlara razı olmak zorunda bırakılıyorlar. On İkinci Plan'a baktığımızda bunun bütün özelliklerini görüyoruz.

Şimdi, ekonomik göstergelerde maalesef kamu kurumları kendi aralarında bile anlaşamıyor bizim gördüğümüz. Normal şartlar altında kalkınma planı ile orta vadeli plan arasında bir uyum olması gerekirken açıklanan rakamlar bunun böyle olmadığını bize gösteriyor. Hazine ve Maliye Bakanlığının hazırladığı OVP'ye göre işsizlik oranı 2024'te yüzde 10,3'e yükselecek, sonra peyderpey düşerek 2026'da yüzde 9,3'e gerileyecek ama Cumhurbaşkanlığına bağlı olan kurumun hazırladığı 2024-2028 arasını kapsayan beş yıllık plana göre, beş yıllık planın sonunda, işsizlik oranı yüzde 7,5'e düşecek, 2027 ve 2028'de büyüme oranı yüzde 5 olmasına rağmen işsizlik oranı 2 puan birden düşecek gibi görünüyor. OVP'ye göre 2026'da kişi başına düşen gelir 14.855 dolara yükselecek, beş yıllık plana göre 2028'deki kişi başına düşen gelir 17.554 dolar olacak. Yani özetle beş yıllık plan ile OVP arasında uyum yoktur. Ayrıca, planda beş yıllık dönemde her yıl için yüzde 5 büyüme öngörülmekte ancak Türkiye, büyümesini dış kaynaklarla finanse eden bir ekonomi olmasına rağmen, 2028 cari açık hedefinin sadece 2,8 milyar dolar olacağı varsayılmaktadır. Yani keşke olsa ama günümüzde bir yıllık cari açığın 55 milyar dolar civarında olduğuna ve bir yandan ekonomik büyüme hedeflenirken diğer yandan da daha az dış kaynak kullanmanın nasıl mümkün olacağına dair sorular maalesef bu planda cevapsız bırakılmıştır. Çünkü biliyoruz ki iç tasarruflar bunu sağlama konusunda yetersizdir.

Şimdi, bu hedeflere ulaşmanın çok mümkün olmadığını bize geçmiş deneyimler gösteriyor, hani biz yorum yapmıyoruz. Baktığımızda, Onuncu Plan, On Birinci Plan, hazırlanmış olan OVP'ler... Başka planlar da hazırlandı -Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, sizden önceki dönem için söylüyorum- işte "Yeni Ekonomik Plan" adı verilen planlar da hazırlandı. Gerçekten, baktığımızda hiçbirinin öngörüsünün tutmaması ve birbirleri arasında büyük çelişkilerin olması açıklanabilir bir şey değil. Ama var herhâlde bir açıklaması sizin tarafınızda, onu da duyacağız inşallah; anlatacaksınız, hep birlikte konuşacağız.

Yani biz On İkinci Planı değerlendirirken şöyle düşündük: Sanki yirmi iki yıllık iktidar değilsiniz, yeni iktidara gelmişsiniz ve böyle bir planla muhalefetin karşısına çıkıyorsunuz gibi. Yani vaatlerin gerçeklikle bağı olmadığını düşünüyoruz; dediğim gibi, öngörüler tutmuyor. Bu iktidar son 2 bütçede bile 2 kere ek bütçe yapmak zorunda kaldı bu öngörüsüzlük yüzünden, bunu da geçtiğimiz beş yıl içinde yaşadık.

Şimdi, Türkiye'nin ihtiyacı olan alanlarda ileriye doğru adımlar atmak ortak iyinin gereğidir, bu konuda fikrimiz çok net. Türkiye'nin önümüzdeki beş yılının onlarca yıl geriye gidişe sebep olmaması için atılması gereken adımlar da açık ve nettir. Öncelikle -başta da belirttiğim gibi- Türkiye'de demokrasi açığına çözüm bulmak şarttır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Toparlıyorum efendim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim.

Kuşkusuz ki bu açığı kapatmanın yolu demokratik anayasayı bir an önce yürürlüğe koyarak demokratik cumhuriyeti, ortak katılım ve müzakereci demokrasinin araçlarını inşa etmekten geçmektedir. İktidarın sınırlandırılmasının mekanizmalarını oluşturmuş bir rejim için, yerel demokrasiyi esas alan bir ademimerkeziyetçiliği, evrensel hukuku ve hukukun üstünlüğünü zemin edinen güçler ayrımını kuvvetli bir şekilde tesis etmek gerekir. Halkın egemenliğinin verdiği güçlü meşruiyetten hareketle Parlamentonun yasama ve denetleme işlevlerinin güçlendirilmesi ile yine aynı meşruiyetten gücünü alan yurttaşlık haklarının güçlü şekilde tesisi demokratik cumhuriyetin olmazsa olmazıdır. İfade özgürlüğü başta olmak üzere, her türlü evrensel yurttaşlık hakkının güçlü şekilde güvence altında olduğu; iktisadi, sosyal ve kimliğe dayalı her türlü farklılığın bir çokluk ve eşitlik içerisinde, karşılıklı saygı içerisinde tahkim edildiği bir sistem olmalıdır ve Kürt sorununun demokratik barışçı çözümü hem bölge açısından hem ülke açısından son derece önemlidir. Bunları konuşmak istiyoruz ve bunları konuşup, tartışıp sonuçlara ulaşmak istiyoruz. On Birinci Kalkınma Planı'nı tartışırken demişiz ki en sonunda: "2023'e gelindiğinde beş yıl öncesinin hedeflerini kapsayan bu planın dahi varmak istediği menzile ulaşamayacağı aşikârdır. İktidarın bu yol ve yöntemlerinde ısrarcı olması durumunda 2023 yılında hazırlanması muhtemel On İkinci Kalkınma Planı'nın bu ülkeyi 2013 yılının bile gerisine düşürmesi kaçınılmaz bir son olarak görülmektedir." Bu öngörümüz doğru çıkt; umarız, On İkinci Plan'la ilgili öngörülerimiz de aynı şekilde doğru çıkmaz, siz haklı çıkarsınız ama göstergeler maalesef onu bize göstermiyor.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim.