| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) a) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı b) Mesleki Yeterlilik Kurumu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, ç) Devlet Personel Başkanlığı d) Avrupa Birliği Bakanlığı e) Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 13 .02.2016 |
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Teşekkür ediyorum. Şansımızı deneyelim.
Öncelikle çok teşekkür ediyorum bütün görüş ifade eden sayın Komisyon üyelerimize, milletvekillerimize. Gerçekten sizlerin soruları da bizim için bir anlamda sizin nabzınızı tutmak bakımından yarar sağlıyor, tenkitleriniz olsun, görüşleriniz olsun, hepsi değerlendiriliyor.
FARUK ÇATUROĞLU (Zonguldak) - Sayın Bakanım...
BAŞKAN - Sayın Çaturoğlu, sözleriniz kayda geçmedi, bir daha tekrar eder misiniz efendim?
FARUK ÇATUROĞLU (Zonguldak) - Sayın Bakanımıza görüş belirtmeyenlere de teşekkür edin diyorum, gecenin bu vakti oldu, biz vakit uzamasın, sabahı bulmasın diye görüşlerimizi beyan etmedik.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Sessiz kalarak yüz ifadeleriyle verdiği destekten ötürü de bazı milletvekillerimize ayrıca teşekkür ediyorum.
Öncelikle, izin verirseniz, ilerleme raporuyla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. Şimdi, ilerleme raporları aslında komisyonda... Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde maalesef daha önce Yunanistan'la aynı sepette üye olmaya doğru giderken bana göre kendi yanlış kararı nedeniyle kendisini bu sepetten çıkarttığı için sonraki aşamada kendisiyle hiç ilgisi olmayan başka ülkelerle birlikte bu üyelik müzakerelerine yaklaşma mecburiyetinde kalmıştır. Bu ülkelere baktığınızda, Malta ve Kıbrıs haricindeki diğer ülkelerin hepsi eski komünist sistemden gelen ve gerçekten bir harita üzerinde yapılan pazarlıkla kırk beş sene komünist idare altında yaşamak mecburiyetinde kalmış ülkeler ve bunlar için o günün psikolojisinde ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliğine üye olmak veyahut özellikle de NATO'ya üye olmak saikı var. Bunun için de tabii, Avrupa Birliğinin bütün verdiği kâğıtları hemen yerine getirmek, hiçbir sıkıntı çıkarmamak, süreyi mümkün olduğu kadar kısaltmak gibi bir psikoloji içinde oldular. Türkiye bu ülkelerle aynı sepette olunca da maalesef Avrupa Birliğinde bir psikoloji oluştu yani "Avrupa Birliğine girmek isteyen böyle davranır. İtiraz olmamalı, Avrupa ruhuna uygun şekilde davranılmalı." şeklinde bir psikoloji ve Türkiye, tabii, bu ülkelerle aynı kategoride değil. Biz önümüze konan kâğıtları "Al, bunu yap." şeklinde değerlendirmediğimiz için, bizim de söz hakkımız olduğunu ifade ettiğimiz için birçok bakımdan da burada aynı yöntem içinde olmadık.
Şimdi, tabiatıyla ilerleme raporları da aslında bu yeni sepetin başlangıcıyla birlikte çıktı ve diğer ülkeler bakımından "Alın bunu yapın, ondan sonra gelin, üye olun." şeklinde bir psikolojiyle yazılmaya başlandı. Türkiye için de 2000 yılı raporu böyle bir rapordu ve şimdiye kadar yazılmış en kötü rapor 2000 yılı raporudur ve ben de gittim, bu raporu yazan arkadaşı buldum Brüksel'de. Şu sizin oturduğunuz masa kadar bir odada oturuyor, dedim ki: Sen bu raporu yazdın da Türkiye'ye hiç geldin mi? "Hiç gelmedim." dedi. Senin Bram Stoker'la bir alakan var mı? Drakula'yı yazan Bram Stoker da hiç Romanya'yı görmeden Londra Kütüphanesi'nde oradan bakarak yazmıştır ve coğrafi şeyler bile tutmaz. Onun üzerine biz de yeni bir sistem kurduk ve dedik ki: Yani önce bizden bilgileri alın, kendi kaynaklarınızdan da alın, bunları mukayese edin ve bu raporu bir anlamda birlikte hazırlayalım ama bu rapor komisyonun raporu olamaz, bu raporun bizim ortak raporumuz olması lazım, birlikte değerlendirdiğimiz bir rapor olması lazım ki o zaman bu ilişkinin ileriye gitmesine katkı sağlayacak bir belge olsun ve son zamanlarda da bunu gerçekleştirmeye başladık. Gayet tabii, raporun içinde tenkitler olacak, öneriler olacak, takdir ifadeleri de olacak ama bunlar içinde şayet hak etmediğimiz tenkitler varsa, yanlış bilgiler üzerine yazılmış tenkitler varsa da birkaç yıldır biz şu usulü uyguluyoruz: Biz bunları basın önünde tartışmayız diyoruz. Bunun doğrusu, biz yazılı olarak bildiririz, şunlara katılıyoruz, bunlara katılmıyoruz. Görüşürüz, ikna etmeye çalışırız ve sonunda ortaya çıkan bir sonraki noktada bu rapor Türkiye ile Avrupa Birliğinin ortak kâğıdı hâline gelir. Şimdi, dolayısıyla, bu anlayış içinde bu raporun içindeki tenkitleri tenkit olarak alıp da buradan bir başka noktaya getirmek bence doğru değildir. Bunları kendi çerçevesi içinde değerlendirmemiz lazım, yoksa bunlara bir talimat şeklinde, "Burada yazıyor, dolayısıyla bunlar yapılmalıdır." şeklinde bir psikolojiyle bakarsak bu yanlış olur. Bir husus bu. İkincisi...
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Ama üçüncü bir gözün eksikleri, eksiklerinizi görmesi açısından önemli.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Ben yararlı diyorum yani tenkit de olmalı ve biz aşağı yukarı on dört yıllık, on beş yıllık süreç zarfında bu tenkitlerden yararlandık ama yeter ki bu tenkitlerin doğru olduğuna inanalım ve yanlış bilgiler üzerindeki bir tenkit olmadığına inanalım. Ama, orada yazıldı diye bizatihi bunu bir talimat olarak diğer bazı ülkelerde olduğu gibi almayalım.
Hatırlayacaksınız, geçen sene bu ilerleme raporunun üzerine Parlamento her yıl bir de Parlamentonun Türkiye raporunu yayınlar. Bu yılki raporda 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen bir Parlamentonun yanlış kararına atıf olduğu için biz bu raporu iade ettik ve bunu kabul etmeyeceğimizi ifade ettik. Bu yıl şayet yine Türkiye'nin en hassas noktalarında ilerleme raporunda böyle bir ifade, buna benzer başka tür ifadeler yer alırsa da aynı şekilde davranma hakkımızı mahfuz tuttuğumuzu hem Türkiye raportörüne hem Parlamentodaki bütün temaslarımızda ifade ettik. Bunları onurlu bir ülkenin yapması gereken ama demokratik bir ülkenin de kale alması gereken belgeler olarak düşünüyoruz, çerçevesi bu.
Şimdi, buradan hareketle Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisinde de bu son geldiğimiz canlanma sürecini de doğru değerlendirmemiz lazım. Şimdi, Türkiye gerçekten çok farklı bir ülke ve Avrupa Birliği kurulurken aslında kendine göre bir mekanizmayla kurulmuştur. Nasıl ki Birleşmiş Milletler savaş sonrasında kendine göre bir mekanizma kurup 5 ülkeye veto hakkı vererek aslında bütün sonradan üye olanların kararlarını kontrol etme imkânı sağlamışsa Avrupa Birliği içinde de aslında böyle bir mekanizma vardır. Nitelikli oy dediğimiz, ülkelerin coğrafi büyüklüklerine göre, nüfuslarına göre bazı ülkelerin daha çok oyu vardır, bazılarının daha az vardır. Mesela Almanya'nın 29 oyu vardır, Kıbrıs'ın 4 oyu vardır ve 91 oyla da herhangi bir kararı bloke etme imkânına sahipsinizdir. Şimdi, Türkiye bakımından aslında en büyük sıkıntı üye olmasında, arkasında bu yatmaktadır çünkü hiç hesapta olmayan bir şekilde Türkiye hep şaşırtarak bugünkü noktaya gelmiştir ve Türkiye bugün üye olsa 29 oyu olacaktır, Parlamentoda 100 parlamenteri olacaktır ve öngörülen sistemde de Türkiye yoktur. Neden yoktur? Çünkü Türkiye o günün şartlarında siyasi kriterleri yerine getiremeyeceği düşünülen, asker-sivil dengesi itibarıyla, koalisyonlar itibarıyla hızlı hareket edemeyeceği düşünülen bir ülkeyken 2 bin yasayı değiştirerek müzakereleri başlatmıştır. Müzakerelerin tarzı o noktada Türkiye için değiştirilmiştir. Açılış, kapanış kriterleri eski müzakere sisteminde yoktur, Türkiye için konulmuştur, bizim itirazımız üzerine bütün diğer ülkelere geçerli hâle getirilmiştir ve bugün müzakere yapmak için imkân yoktur aslında elinizde. Eskiden bütün fasıllar açılırdı, sonra kimi kapanırdı, sonra tekrar açılırdı. Şimdi açılış kriterlerini yerine getirirseniz fasıl açılıyor, yerine getirmezseniz açılmıyor. Dolayısıyla, müzakerelerin esas amacı olan, üyelikten sonra o ülke için sıkıntılı olan konulardaki geçiş dönemlerini müzakere edemiyorsunuz. Ne yapıyoruz biz? Rekabet faslı ve kamu alımları faslında olduğu gibi açılış kriterleri öncesinde bu müzakereyi yapıyoruz ve eğer Türkiye zarar görecekse, bazı sektörlerimiz rekabet faslının açılmasında sıkıntı yaşayacaksa bu faslı açmamayı tercih ediyoruz yani böyle bir yeni şeye adaptasyon... Ve gerçekten bütün bunlara rağmen, Türkiye'nin bu fasılları süratle açıp kapayabileceği anlaşıldığında bu sefer siyasi blokaj başlamıştır. İşte 8 fasıl askıya alınmıştır, onun akabinde ülkeler tek taraflı deklarasyonlarla fasılları bloke etmeye başlamışlardır. Ama Türkiye yine bir karar alarak yine şaşırtmıştır. Bütün fasılları Türkiye'de açma kararıydı. Bu teknik olarak mümkündür. Çünkü bir tarama süreci yapılıyor, Türkiye'nin müktesebat ile Avrupa Birliği müktesebatı mukayese ediliyor ve aslında müzakerede o eksikliğin tamamlanmasından ibaret hâle geliyor. Biz on senedir bütün bu çalışmalar sonrasında çok önemli bir noktaya getirdik Türkiye'yi. 15 fasıl açtık, 1 fasıl kapatabildik, çünkü hiçbir faslı kapatamıyoruz askıya alınan o konsey kararıyla. Ama bugün gerçek durum, 28 faslı açtık, 15 faslı kapattık. Şimdi diyoruz ki Avrupa Birliğine: Biz istediğiniz faslı açmaya hazırız, yeter ki siz siyasi kararı alın. Ve hakikaten de herhangi bir faslı... Bu demin söylediğim, rekabet ve kamu alımları hariç olmak üzere, onu biz istemiyoruz açmayı, sektörlerimiz zarar görecek diye, üyelikle birlikte açarız." diyoruz. Hatta ben espri yapıyorum, "Bir tombala gibi torbaya fasıl numaralarını atın açılmamış, hangisini çekerseniz iki ayda açarız." diyoruz. Böyle bir durumdayız.
Dolayısıyla, bu on yıllık emek boşa gitmedi ve bugün Kıbrıs sorunu inşallah çözülürse, çözüleceğini ümit ediyoruz, biraz sonra oraya tekrar döneceğim. 8 artı 5 fasıl açılabilir hâle gelecek bir anda. Eğer bu on senelik çalışma olmamış olsaydı belki bizim beş sene daha çalışarak o fasılları açılabilir hâle getirmemiz gerekecekti. Ama bugün Kıbrıs sorunu çözülsün, siyasi karar alınsın, iki ay sonra biz bu 13 faslı açabilecek konumdayız. Bunun ne faydası oldu? Bir, Avrupa Birliğine inanmış, Avrupa Birliği alanında çaba sarf eden, devlet görevlisi olsun, sivil toplum olsun, akademisyen olsun, mahalli idareler olsun, çok sayıda, milyonun üzerinde insan vardır. Eğer biz bu çalışmayı yürütmeseydik bunları kaybedecektik. "Fasıl açtıkça gel, beraber çalışalım." deseydik bunları orada bulamayacaktık. Bu enerjiyi kaybetmedik. Demin söylediğim gibi, açılabilir hâle getirdik. Bir de, tabii bu fasılları, 28 faslı açtık, 15 faslı kapattık derken de bütün bu fasıllar itibarıyla Türkiye'nin seviyesini standartlarını daha yukarıya getirmiş olduk. Bundan hep Türkiye'nin önemli kazancı oldu.
Şimdi, yeni kurulan bu paradigma değişikliği nedeniyle içinde olduğumuz ilişki aslında gerçekten çok önemli bir platform hâlinde ortaya çıktı. Burada birbirini etkileyen ve birbirini etkilediği için de ileriye doğru yürümesi çok kuvvetle muhtemel olan yeni bir platformdan bahsediyoruz. Bu aslında üç tane unsurdan bu paradigma değişti. Bir tanesi ekonomidir. Yıllarca, Avrupa Birliği, ekonomik olarak sıkıntı içine düşeceğini -bizim bütün ikazlarımıza rağmen- ya görmezden geldi ya fark edemedi. Maastricht Kriterleri'ne uyan bir tek Almanya var. Uymamanın cezaları var, bunları uygulamadılar. Uygulamadıkları hâlde bazı ülkelerin de euro sisteminde aslında Bileşik Kaplar Teorisi'ndeki gibi bir ülkenin camının çatlaması hâlinde, bu tüplerden, bütün sistemin çökeceğini ya görmezden geldiler yahut da fark edemediler. Ama neticede bu dönem zarfında Avrupa Birliği gerçekten çok büyük bir sıkıntıya duçar oldu. O arada da Türkiye bütün rakamları üçe katladı yani bir tarafta biz diyoruz ki: Biz doğru politika uyguluyoruz, biz bu krizi yaşadık, krizi yaşadığımız için 2000 yılında tedbirler aldık ve o tedbirler sayesinde de sizin yaşadığınız sıkıntıları yaşamıyoruz, Maastricht Kriterleri'ne biz üye olmadan uyar hâldeyiz, siz de uymadığınız hâlde bunları uygulamıyorsunuz. Ve dolayısıyla bu kriz patladı, bizim bütün ikazlarımıza rağmen. Paradigma değişikliğinin birinci nedeni budur. Avrupa Birliği bugün, dışarıya yatırım yapmak mecburiyetinde. Yani içerideki yatırımla bu krizden çıkamayacak. Dışarıda yatırım yapacak, katma değer yaratacak, bunu Avrupa'ya getirecek, ülkeye getirecek, o katma değerle istihdam ve ekonomik büyüme yaratacak. Yatırım yapılabilecek ülke sayısı da çok fazla değil ve en kolay yatırım yapılabilecek ülkelerin başında da Türkiye geliyor. Dolayısıyla, bu ilişki gerçekten geleceğe dönük yeni dünyamızın önemli bir unsuru.
Gümrük Birliği ilişkisini de buraya oturtursak 150 milyar dolarlık bir ticaret hacmimiz var, 13.400 kalem mal mübadele ediliyor ve gerçekten de dengeli bir ticaret var. Şimdi, Gümrük Birliği'ni güncellediğimiz zaman, 3 konuyu dâhil ettiğimiz zaman 300 milyar dolara çıkmayı ümit ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ticaretinin 700 milyar dolar olduğunu düşünürsek ne kadar büyük bir rakamdan bahsettiğimiz ortaya çıkıyor. Ortak çıkar bakımından bu ilişkinin kıymeti orada gözüküyor.
İkinci unsur, mülteci konusu oldu. Türkiye yıllardan beri, Türkiye olsun, Osmanlı Devleti olsun, kapısına gelen, duçar durumda insanlara hep kapısını açmıştır, misafir etmiştir. Bu yıl Sefarad Musevilerinin engizisyondan kaçarak Osmanlı topraklarına gelişinin 522'nci yıl dönümüdür ve Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olarak yaşadığımız, bundan mutluluk duyduğumuz bir başlangıcın 522'nci yıl dönümüdür. 1988 yılında Halepçe'de kimyasal saldırı olduğunda Saddam Hüseyin tarafından, 500 bin Iraklı kardeşimizi biz bu ülkede iki sene misafir ettik. 1989'da Jivkov soydaşlarımıza baskı yaptığında 350 bin soydaşımıza yine kapımızı açtık, misafir ettik. Dolayısıyla, Suriye'de böyle bir gelişme olup. Dolayısıyla, Suriye'de böyle bir gelişme olup evlerini, barklarını terk etmek, canlarını kurtarmak zorunda kalan bu insanlara Türkiye'nin kapısını açması da gayet doğal bir şey ve bu kadar yıl zarfında da Türkiye'de hiç kimsenin sesinin çıkmaması "Niye ekmeğimi paylaştım? Niye işimi paylaştım?" dememesinin altında da aslında bizim övüneceğimiz bir hasletimiz yatıyor. Ama burada...
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Bakan, doğru da çomak sokmayalım yani biz Suriye'nin işlerine çomak sokuyoruz.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Geleceğiz oraya.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Ek süre verecek misiniz Sayın Bakan.... Yazdınız da.
BAŞKAN - Efendim, şu anda sizin yapabileceğiniz bir şey yok, Sayın Bakan konuşuyor.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Ben başarmaya çalışacağım.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Yok, keyifle dinliyoruz, gerçekten.
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Şimdi, burada, Avrupa Birliği ülkelerine, batıya dedik ki bu sorun, bu göç sorunu bir Tsunami gibi geliyor. Biz üzerimize düşeni yapıyoruz ama bu bir noktada bir tek Türkiye'nin omuzlarına yüklenerek kaldırılması mümkün olmayan bir sorun hâline geliyor. Bu illegal göç size de gelecek. Ve gerçekten temmuz ayında söylediğimizde dahi durumun vahametini anlayamayan Avrupa ülkeleri, ekim ayında bu darbeyi yediler ve o zaman panik atak şeklinde gerçekten anlamsız önerilerle, anlamsız tedbirlerle karşımıza çıktılar.
İlk başta, geldiler bize "Biz size 500 milyon euro verelim, bunu da IPO fonlarından verelim, siz buna mani olun." şeklinde yani hakikaten izahı mümkün olmayan bir panik atak psikolojisi içerisinde böyle bir teklifte bulundular. Biz de dedik ki bizim para falan istediğimiz yok. Biz 10 milyar dolar zaten kamplara, bu işe harcamış bir ülkeyiz, paraya da ihtiyacımız yok ama sen buna sadece "Para vereyim, sen bunu hallet." zihniyeti içinde yaklaşırsan o zaman sen git başka bir ülke bul, onunla konuş. Ve dedik ki: Biz müzakere eden, Avrupa Birliğine üye olmak isteyen bir ülkeyiz. Dolayısıyla, bu sorunu biz ancak kendimizi aile içinde hissedersek o zaman çözebiliriz. Ve bu varılan mutabakat da bu yaklaşımın sonrasında ortaya çıktı. Müzakere sürecinin tekrar canlanması, vizenin kalkmasının daha erkene alınması, ekonomik platform, enerji platformu, siyasi platform, Gümrük Birliği güncellemesi bütün bunların sonucunda ortaya çıktı.
Üçüncü değişiklik de, paradigmayı değiştiren unsur da terör konusudur. Biz dedik ki terör örgütleri arasında ayrım yapmayın, bütün terör örgütleri aynı amaca yöneliktir; insan huzurunu bozmaya yönelik ve bu örgütler arasında "Bu daha az zararlıdır ben buna göz yumayım, bu daha çok zararlıdır buna göz yummayım." diye bir anlayışta olursanız bu terör sizi de vuracak ve neticede bu üç unsur bir araya geldiği içindir ki bu yeni tablo içinde bu süreci yürütüyoruz.
Burada "3 milyar verdiler, işte ondan dolayı bu yürüyor, işte bu göç sorunu olmadığı takdirde yürümez." şeklinde bir düşünce olursa bu çok basite indirgemek olur. Çok daha büyük bir tablo içinde devam ediyoruz ve burada iki taraf da bunun yararlarını giderek anlayacak ve daha güçlenecektir.
İzin verirseniz, mültecilerle ilgili sorulara da çok kısa cevap vereyim: Bir defa, mülteci sorunu aslında bir insanlık dramıdır yani "mülteci" derken illegal şu anda bir insanlık dramıdır ve bu dünya üzerinde 2,5 milyar euroluk bir ekonomidir. Dünyada uyuşturucu kaçakçılığı gibi, silah kaçakçılığı gibi bu illegal göç organizasyonlarını yapan çok güçlü mekanizmalar vardır ve burada bir hareket gördükleri için de dünya çapında bir mekanizmayla karşı karşıyayız. Bunu Türkiye sahillerinden Yunanistan'a giden illegal göçmenler gibi basite indirgersek o zaman bu sorunu hiçbir şekilde çözemeyiz. Burada sorun Suriye'den kaynaklanıyor. Suriye sorunu çözülemediği takdirde hem terörle mücadelede hem illegal göçle mücadelede başarı elde etmek mümkün değildir. Çeşitli filtrelerle Suriye birinci filtredir, Suriye sınırı ikinci filtredir, Yunanistan'a kadar giden bölüm üçüncü filtredir, Türkiye sahillerinden Yunanistan dördüncü filtre, Yunanistan'dan Almanya'ya giden o süreç de beşinci filtredir. Ve bunlar üzerinde gerçekten ortaklaşa çok önemli çalışmalar yapıyoruz. Geçen sene günde 146 bin göçmen illegal yakaladık, 4.300 insan kaçakçısını yakaladık, bir kısmı tutuklandı, bir kısmı ceza yedi ve aşağı yukarı aralık ayında günde 520 civarında illegal göçmeni Türkiye yakaladı ama o günlerde 3 bin göçmenin illegal olarak Avrupa'ya ulaştığı iddiaları vardı. Hollanda Dönem Başkanlığından son aldığımız rakamlara göre 3 bin olan rakam 300'e düştü. Dolayısıyla, bu ortak iş birliğimiz olumlu sonuçlar veriyor ve inşallah illegal göçün sona ermesi ve bunun legal göç hâline gelmesi, esas operasyonun amacı da bu. Legal göç yani Avrupa Birliği kotalar açıklayacak ve bu insanlar denizlerde boğulup hepimizin içini yakan manzaralarla göç etmeyi tercih etmek yerine, sıralarını bekleyecekler ve oraya gidebileceklerini bilecekler, insan onuruna yakışır bir şekilde, legal bir şekilde gidecekler.
Burada çok önemli...
GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayılı mı, seçilecek mi?
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Şöyle çok önemli bir kıstas var burada yani "Ben sadece mühendisleri alırım, ben sadece doktorları alırım." Biz bunu kabul etmeyiz, böyle bir şey olmaz. Burada yaşlı da alacak, engelli de alacak, iş yeteneği olmayanı da alacak, yeteneği varsa onu da alacak yani bu mekanizma böyle işleyecek. Bu konuda da en ufak bir tereddüt yok.
3 milyar euro, bizim arzu ettiğimiz, ihtiyaç duyduğumuz bir para değil ama Avrupa Birliğinin belki de kendi vicdanını rahatlatmak için bugüne kadar hiçbir şey yapamamış olmasından dolayı belki de bu kendi kamuoylarına ve Avrupa Birliği değerlerine karşı sorumluluğunun bir nişanesi olarak vermeyi düşündüğü bir para. Bu para tamamen Suriyelilerin Türkiye'deki okulları için, hastaneleri için, mevcut oldukları kampların daha iyi şartlara kavuşması, mümkünse kamp yerine daha yaşanabilir konutlara geçmeleri için ve bir de tabii öyle illerimiz, ilçelerimiz var ki Suriyeli nüfusu Türk vatandaşı nüfusundan daha fazla. O ilçelerimize, illerimize de altyapı tesisi olsun, onların kaybettiklerinin biraz telafisi olması anlamında katkı olarak kullanılacak. Buna ilişkin bir ihtiyaç listesi hazırladık. İlk başta hemen 500 milyon euro için ivedi bir ihtiyaç listesi ve 3 milyar euro için de tamamen bir liste. Bunu Dönem Başkanlığına üç gün önce tevdi ettik. Mutabık kalınır kalınmaz bu kendi mekanizmaları içinde Türkiye'ye intikal edecek. Türkiye bugüne kadar, demin arz ettiğim gibi 4,5 milyon euroyu harcadı, Mekanizmaları var, 1 kuruş en ufak bir tereddüt olmayan güzel bir ilişkiden bahsediyoruz ve onun mekanizmaları içinde de bu para yine harcanacaktır. Komisyonla birlikte bir kurul çerçevesinde de bu ortaya çıkacaktır.
Diğer bir husus Gümrük Birliği-TTIP ilişkisiyle ilgiliydi, Sayın Erhan Bey sordu hem de siz sordunuz. Şimdi, burada, Türkiye Gümrük Birliğine üye olmadan giren tek ülkedir. Ve ilk başta belki sıkıntılar yaşanmıştır ama bugün, demin verdiğim rakamlarla da hem sanayilerin değişmesi, yeniden yapılanması mümkün hâle gelmiştir. İlk başta Gümrük Birliğine en çok karşı olan sektörler bugün en çok Gümrük Birliğinden istifade eden sektörler hâline gelmiştir. Ve inşallah bu yeni güncellemeyle de çok daha verimli bir hâle gelebilecektir.
Şimdi, burada bizim büyük bir sıkıntımız var. O zaman müzakere edilirken belki de STA anlaşmaları gibi mekanizmanın gündemde olmaması nedeniyle veyahut işte çok aceleyle müzakere ediliyor olması nedeniyle veyahut da unutulmuş olması nedeniyle, bilemediğimiz nedenlerle Avrupa Birliğinin üçüncü ülkelerle STA anlaşması imzalaması hâlinde bunun otomatik olarak Türkiye'ye uygulanacak şartı konulmamış. Dolayısıyla, şimdi Avrupa Birliği bir ülkeyle STA anlaşması imzaladığında o ülke malları Türkiye'ye gümrüksüz giriyor, bizim oraya ihracatımız gümrükle devam ediyor ancak o ülkeyle bir STA imzalarsak o zaman bu sıkıntıdan kurtuluyoruz. Güney Kore'yle ilk defa karşılaştık, yüzde 8 piyasa kaybımız oldu. Güney Kore'yle imzaladık, bunu telafi ettik ama Cezayir, Meksika ve Güney Afrika'yla bunu başaramadığımız için hâlen sıkıntı devam ediyor. Bunlar yönetilebilir boyutlardaki zararlar ama Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliğinin imzalama aşamasında olduğu TTIP çok daha farklı boyutlarda çok önemli bir anlaşmaydı yani bu yüzyılın belki de bütün ticari, ekonomik yapısını değiştirecek nitelikte bir anlaşma. Amerika Kıtası ile Avrupa, bugünkü Avrupa Birliği Gümrük Anlaşması'nın benzeri bir yapı kuruyorlar. Sadece STA da değil ama sırf STA bölümü dahi şayet biz bunun için de yer almazsak bütün Amerika Kıtası mamullerinin Türkiye'ye gümrüksüz girdiği, karşılığında Türkiye'nin hâlâ gümrük ödeyeceği bir ilişki. Bunu çözmek için bu Gümrük Birliği güncellemesinin bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Bu güncellemeyle Gümrük Birliği Anlaşması yenilenirken bu maddeyi oraya koyacağız ve Gümrük Birliği Anlaşması yani STA anlaşması imzaladığında Türkiye'yi otomatik uygulanır hâle getireceğiz ve bir düşünceye göre de biz bunu TTIP'in yürürlüğe girmesinden önce başarma şansına sahibiz. O takdirde, TTIP imzalandığında bu madde zaten bizim gümrük anlaşmasında olacağı için TTIP anlaşması da Türkiye için otomatik uygulanır hâle gelecektir. Şayet, TTIP önce olur da biz Gümrük Birliği güncellemesini daha geç yapacak durumda kalırsak o zaman da TTIP anlaşmasına böyle bir madde konulmasını talep ettik, herkes derdimizi anladı yani bir cümle koyacaklar: "TTIP anlaşması Gümrük Birliği ülkelerine uygulanır." Bir cümle yani çok basite indirgendiği takdirde, o zaman da böyle bir sıkıntıyla karşılaşmayacağız. Tabii, yılda yaklaşık 5 milyar dolar kadar bir zarara uğrayabileceğimiz hesaplanıyor, ta ki biz Amerika Birleşik Devletleri'yle bir STA anlaşması imzalayıncaya kadar. Bu, tabii, önemli bir zarar ve onun için diyoruz ki, bu kadar güzel bir ilişki, Türkiye altından kalkamayacağı bir sonuçla zarara uğrayacaktır, bizi TTIP anlaşmasının hükümlerini uygulamayı dondurma mecburiyetinde bırakmayın ve...
ERHAN USTA (Samsun) - TTIP'e dâhil olmazsak mı bu 5 milyar dolar zararımız olacak?
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Evet yani aşağı yukarı.
Amerika Birleşik Devletleri olsun, Avrupa Birliği Komisyonunda bu müzakereleri yürüten Ticaret Komiseri Malmström olsun, bunu gündeminde tutuyor ve sorunumuzu anlamış vaziyetteler.
ERHAN USTA (Samsun) - Gümrük birliği güncellemesinin ekonomik etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANI VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Şimdi, Gümrük Birliği güncellemesi, bu yıl Avrupa Birliği bir etki analizi yapıyor, Dünya Bankasının bir etki analizi yapıldı, biz de yapıyoruz; bunun sonucunda Komisyon bir görev alacak