| Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
| Konu | : | Avrupa'da Yükselen Irkçılık ve İslamofobi İnceleme ve Araştırma Alt Komisyonu Raporunun görüşülmesi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 09 .03.2023 |
BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Değerli üyelerimiz, şimdi gündemimizde yer alan raporun görüşmelerine başlayacağız.
Sayın üyelerimize söz vermeden önce, Alt Komisyonun da Başkanı olarak rapor hakkında Komisyonumuzu bilgilendirmek istiyorum.
İnsan haklarını siyasetüstü bir mevzu olarak gören ve bu bağlamda hem vatandaşlarımızın hem de dindaşlarımızın Avrupa'da her gün yaşadıkları sorunlara kayıtsız kalamayan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu "Avrupa'da yükselen ırkçılık ve İslamofobi" sorununu incelemek amacıyla bir alt komisyon kurulması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bunun neticesinde, tüm siyasi partilerden milletvekillerimizin oy birliğiyle Avrupa'da Yükselen Irkçılık ve İslamofobi Araştırma ve İnceleme Alt Komisyonu kurulmuştur. Alt Komisyon, kuruluşundan raporun tanzim edildiği ana kadarki çalışmalarını tam bir uyum ve arkadaşlarımızın, üyelerimizin büyük bir özverisiyle gerçekleştirmiştir; kendilerine huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Alt Komisyon çalışmalarını hem teorik hem de yerinde incelemeler yapmak suretiyle pratik boyutta olmak üzere çok yönlü biçimde gerçekleştirmiştir.
Yerinde incelemeler kapsamında alt komisyon Fransa, Almanya, Hollanda ve İngiltere'de inceleme ziyaretleri gerçekleştirmiştir. Aslında bu ziyaretlerini daha da fazla sayıda ülkede gerçekleştirebilirdi ama bizim açımızdan gidilen bu ülkelerdeki yaptığımız araştırmalar neticesinde fotoğraf aşağı yukarı netleşmiş oldu. Bizler de bu konuda Avrupa'daki durumu kendi penceremizden gördük.
Bu ziyaretlerde öncelikle vatandaşlarımız, ırkçılık ve İslamofobik konularında çalışan sivil toplum örgütleri temsilcileri ve kanaat önderleriyle toplantılar yapılmıştır. Bu toplantılarda dile getirilen ve alt komisyonun bizatihi kendi tespit ettiği sorunlar, o ülkedeki kamu kurumlarıyla paylaşılmış ve çözüm önerilerine dair fikir teatisinde bulunulmuştur.
Alt komisyonumuz, çalışmalarında ırkçılık ve daha çok da ırkçılığın yeni bir türü olarak kabul edilen kültürel ırkçılığın tezahürü olan "İslamofobi" üzerinde yoğunlaşmıştır. Irkçılık her ne kadar insanları mensup oldukları ırk özelliklerine göre ayrıştırma esasına dayalı olsa da zamanla ırkçılığın farklı türleri ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda son zamanlarda "kültürel ırkçılık" ırkçılığın yeni bir türü olarak Batı toplumlarında yaygın olarak görülmektedir. Kültürel ırkçılık, azınlıktaki grubun veya yabancıların alışkanlıklarının, inançlarının, davranışlarının ve değerlerinin kültürel olarak aşağıda olduğu varsayımına dayanmaktadır. Dinin bir toplumun en önemli, kültürel unsurlarından biri olması nedeniyle "İslamofobi" günümüzde din temelli kültürel ırkçılığın en yaygın biçimi olarak göze çarpmaktadır.
"İslamofobi" son zamanlarda gündemi sıklıkla meşgul eden ve toplumların her kesimi tarafından bir şekilde aşina olunan bir kavramdır. İslam İşbirliği Teşkilatının 2014 yılına ait raporunda da belirtildiği üzere İslamofobiyi en kısa biçimde Müslümanlara ve İslam'a karşı temelsiz korku, güvensizlik ve nefretten kaynaklanan yeni bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olarak tanımlamak mümkündür.
Burada "İslamofobi" terimini tercih etmemizin nedenini de kısaca ifade etmek isterim. İslamofobinin bütün dillerde ortak bir anlam taşıması ve her dilde artık bu kavramın kullanılması bu kavramı tercih etmemizde etkili olmuştur. Bu kavram yerine örneğin "İslam düşmanlığı" kavramı tercih edilmiş olsaydı her dilde farklı anlamlar taşıyabilme ihtimali söz konusu olabileceğinden bu yönde bir tercihte bulunulmamıştır. "İslamofobi" terim olarak çok eski bir geçmişe sahip olmamakla birlikte ifade ettiği karşıtlık ve düşmanlık bir düşünce ve davranış biçimi olarak Avrupa'nın İslam'la ilk tanıştığı dönemlere kadar götürülebilir. Başka bir deyişle "İslamofobi" aslında tarih boyunca Batı'da var olan İslam ve Müslüman karşıtlığı ve düşmanlığının ifadesi olarak yakın tarihte kullanıma sokulan, kendisi yeni ancak kökleri eski bir kavramdır. İslam'ın erken dönemlerine kadar götürülebilecek olan İslamofobinin çok çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerden bir kısmı İslam'dan ve Müslümanların kendisinden kaynaklanmayan ve esasen İslam'ın yanlış anlatılmasından ve anlaşılmasından kaynaklanan Batı'ya ilişkin içsel nedenlerdir. İkinci kısmı ise bizatihi Müslümanların kendisinden kaynaklanan nedenler oluşturmaktadır.
Batı'ya ilişkin nedenleri kısaca; tarihsel ve düşünsel nedenler, ekonomik nedenler, medya ve siyasetten kaynaklanan nedenler, Batı toplumlarında Müslüman görünürlüğünün artması, soğuk savaşın sona ermesi ve siyasi nedenlerle yeni "öteki" oluşturma ihtiyacı, 11 Eylül saldırıları, Müslümanların tek tipleştirilmesi ve Avrupa'nın yaşadığı dinî kimlik krizi şeklinde sıralamak mümkündür. Bu başlıklar detaylı bir şekilde raporumuza dercedilmiş ve orada izah edilmiştir.
Müslümanların kendisinden kaynaklanan nedenleri ise düşünsel temeller, Orta Doğu'da yaşanan istikrarsızlıklar, Avrupa'da yaşayan Müslümanların yaşadıkları toplumlara uyum sağlayamamaları, kendi aralarında birlik olamamaları ve bazı örgütler tarafından gerçekleştirilen eylemler üzerinden oluşturulan algılar şeklinde sıralamak mümkündür.
Avrupa'da son zamanlarda gittikçe yaygınlaşan ve hayatın her alanında karşılaşılan ırkçılık ve İslamofobi, ulaştığı seviye itibarıyla ivedi tedbir alınmasını ve bütün paydaşların bu sorun üzerine eğilmesini gerekli kılmaktadır. Bu noktada Türkiye ve Pakistan'ın İslam İşbirliği Teşkilatı adına sunduğu tasarı ile Birleşmiş Milletler tarafından 15 Mart tarihinin Uluslararası İslamofobiyle Mücadele Günü ilan edilmiş olmasını farkındalık oluşturması bakımından önemli bir adım olarak gördüğümüzü ifade etmek isterim.
Avrupa'da yükselen ırkçılık ve İslamofobi, Avrupa'nın toplumsal barışının bozulmasına neden olmaktadır. Toplumsal barışın bozulması, yabancılar ve Müslümanlara karşı ön yargıyı, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, dışlamayı, çoğulcu yaklaşmamayı, yabancılaştırmayı, kin gütmeyi, saldırganlığı, şiddeti ve düşmanlığı beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan ırkçılık ve İslamofobinin Avrupa'da giderek yaygınlaşması resmî kurumlarda yabancılara ve Müslümanlara karşı ayrımcılığı ve kötü muameleyi beraberinde getirmekte ve bu ayrımcılık her geçen gün daha da kurumsallaşmaktadır. Kurumsal ırkçılık, belirli bir kurumsal düzen içerisinde uygulandığından genellikle bireysel ırkçılık kadar açık değildir ve bu nedenle yaşanan mağduriyetleri tespit etmek çoğu zaman daha zordur.
Birtakım terör eylemlerinin faillerinin kendilerini Müslüman olarak tanımlaması, bunun bazı kesimler tarafından İslam karşıtlığının meşrulaştırılması amacıyla kullanılmasına ve eylemlerin kişilerden ziyade İslam'a isnat edilmesine fırsat tanımaktadır. Ancak şurası kesindir ki bir terör eylemi kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin bu eylem onu gerçekleştiren faile aittir ve bu eylem failin mensubu olduğu din veya topluluğa isnat edilemez. O nedenle "İslami terör" kelimesine şiddetle karşı çıkıyoruz ve men ediyoruz.
Irkçılık ve İslamafobi, mağdurların toplumsal ve ekonomik hayatını da olumsuz etkilemektedir. Yabancılar ve Müslümanlar eğitim hayatından ekonomik ve sosyal hayata katılmaya kadar birçok alanda bu sorundan kaynaklanan mağduriyetler yaşamaktadır. Avrupa'nın birçok ülkesinde ve özellikle de en çok Türk barındıran Almanya'da aradan geçen yaklaşık altmış yıllık süreye rağmen, Türk vatandaşlarının ve diğer yabancıların topluma yaptıkları ekonomik ve kültürel katkılarından çok, hâlen daha dinî ve kültürel farklılıkları bağlamında değerlendirilmeleri ve öteki olarak görülmeleri köklü ırkçılık ve İslam karşıtlığının da bir neticesidir.
Alt komisyonumuz gerek yaptığı teorik çalışmalarla gerekse yerinde incelemelerle çok kapsamlı çalışmalar gerçekleştirmiştir ve alt komisyon raporunda da belirtildiği üzere sorunun çözümüne ilişkin çok yönlü çözüm önerileri geliştirmiştir. Bu önerilere geçmeden önce yapmış olduğumuz incelemelerdeki tespitlerimizden birkaçının Avrupa'daki ırkçılık ve İslamofobinin ulaştığı merhale bakımından yol gösterici olması amacıyla sizlerle paylaşmak istiyorum.
Fransa gündemini uzun süre meşgul eden Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendirme Kanunu'nun Parlamentoya sunulan ilk hâlindeki başlığı -dikkatinizi çekmek istiyorum- İslamî Bölücülükle Mücadele Kanunu'ydu. Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron tarafından Ekim 2020'de yapılan ilk açıklamada kanun teklifinin amacının ilerici, aydınlanmacı, liberal bir İslam oluşturmak olduğu ifade edilmiştir. Bu açıklama kanunun esas amacının -tırnak içinde söylüyorum- Fransa İslam'ını oluşturmak olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da açıkçası İslam'ın kendisinden başka bir şeyi dayatmak demektir.
Almanya'da yapılan bir araştırmaya göre toplumun yüzde 54'ü İslam'ı bir tehdit unsuru olarak algılamakta, bununla birlikte Budizm, Hinduizm ve benzeri inanışlar zenginlik olarak kabul edilmektedir. Avrupa'da ırkçılık ve İslamofobinin her geçen gün artmasında "PEGIDA" ve benzeri yapılanmalar ile aşırı sağ partilerin rolü büyüktür. PEGIDA'nın açılımı, değerli katılımcılar, değerli milletvekilleri; "Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar" anlamına gelen örgütün salt adı dahi Müslümanların Avrupa'da ne denli bir tehditle karşı karşıya olduğunu ve Müslümanlara karşı bakış açısını net bir biçimde göstermektedir.
Daha önce de ifade ettiğim üzere İslamofobinin artmasında Sovyet Rusya'nın dağılması ve bunun sonucunda da Berlin duvarının yıkılması önemli bir köşe taşıdır. Batı ve Doğu Almanya'nın birleşmesi sonrasında ırkçılık daha da yaygınlaşmış; kendisine siyasette ve bürokraside yer bulmuştur. Almanya'da yapılan incelemelerde bir sivil toplum kuruluşu temsilcisinin "Berlin duvarı göçmenlerin üzerine yıkıldı." şeklindeki açıklamalarının bu noktada hayli dikkat çekici olduğunu ifade etmek isterim.
Hollanda'da vergi dairesi tarafından yapılan incelemelerde "yolsuzlukla mücadele" adı altında gerçekleştirilen risk analizlerinde Batılı olmayan görünüm, bir camiye bağış yapmak veya hediye vermek gibi nesnellikten uzak kıstaslar kullanıldığı ayrıca köken, dil ve yaş gibi kaydedilmesine gerek olmayan verilerin sisteme kaydedildiği tespit edilmiştir.
Değerli arkadaşlar, 2001 yılından 2020 yılına kadar sürdürülen bu sistemle ilk belirlemelere göre yaklaşık 270 bin kişi vergi dolandırıcılığı şüphesiyle kara listeye alınmıştır. Yani Batılı olmayan görünümü nedeniyle yani bir camiye bağış yaptığı nedeniyle. 4'üncü Rutte Hükûmeti, bu uygulamaların ayrımcılık olduğunu ve vergi dairesinin kurumsal ayrımcılık yaptığını kabul etmiştir. Hollanda'da Ayrımcılıkla ve Irkçılıkla Mücadele Ulusal Koordinatörlüğünün kurulması da esasen bu kabulün bir sonucudur. Hollanda'da cami ve derneklerin hesapları ayrımcılık ve İslam karşıtlığının sonucu olarak para aklama şüphesi gerekçe gösterilerek kapatılmaktadır. Bu şekilde Müslümanlar ve özellikle de Türkler baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Ayrıca kiliseler vergiden muaf tutulurken ve bağış toplama kampanyalarında herhangi bir sorun yaşamazken camiler vergi incelemelerine tabi tutulmakta hatta camilere yapılan bağışlardan dolayı inceleme ve soruşturmalar yapılabilmektedir. Hollanda Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele Koordinatörlüğü -ki resmî bir kurumdur arkadaşlar-tarafından kamuoyuna bir rapor sızdırılmıştır, Müslümanların radikalleşmeye yatkın oldukları yönünde gerçeğe aykırı bilgilere yer verilerek toplumda Müslümanlara dair olumsuz kanaat oluşturulmaya çalışıldığı görülmüştür. Raporda yer alan bu hususların gerçeği yansıtmadığı daha sonra ifade edilse de oluşan olumsuz algının düzeltilmesi pek de mümkün olamamıştır.
Yine Hollanda'da yayın yapan "NOS TV" adlı televizyon kanalı tarafından seçim öncesinde yapılan "Hollanda'yı Bekleyen Tehlikeler" konulu ankette seçeneklerden birinin de "İslam" olarak ankete katılanlara sunulması Hollanda'da ırkçı ve İslamofobik medya dilinin somut örnekleridir. "Hollanda'yı Bekleyen Tehlike" anketi, bu başlıklardan bir tanesi "İslam"...
Hollanda'da yaşayan Türkler ve Müslümanlar ırkçı ve İslam karşıtı uygulamalara en çok eğitim, barınma, staj ve istihdam alanlarında maruz kalmaktadırlar. Yabancılar ve Müslümanlar eğitim için daha zayıf eğitim kurumlarına yönlendirilmekte, ev kiralamakta zorluk çekmekte ve eğitimlerini tamamlamak için zorunlu olan stajlarını yapacak bir kurum dahi bulamamaktadırlar. Bu duruma dair en somut ve çarpıcı bir örnek aynı kişi, her şeyiyle birlikte tek kişi olan bir örnek üzerinden bu kişinin doğduğu, yaşadığı yer, yaş, eğitim bilgileri ve diğer özellikleri birebir aynı olarak bırakılıyor, 2 başvuru yapılıyor; bu başvurulardan bir tanesinde isim "Muhammed" diğerinde bir başka isim var ve birisi kabul edilmiyor. İngiltere'nin başkenti Londra'da din ve inanç özgürlüğü iklimi çok belirli olsa da diğer şehirlerde bu hoşgörü iklimi daha sınırlı düzeyde gözlemlenmektedir. İngiliz hükûmetinin yakın zamanda uyguladığı Prevent Projesi, Önle Projesi, aşırıcılık karşıtı önlemler alma amacıyla yürürlüğe konulmuştur. Proje, Müslümanlara karşı olumsuz ve ayrıştırıcı etkiler yaratmıştır. Proje kapsamında terörizmle mücadeleye dair herhangi bir temeli veya eğitimi olmayan, terör uzmanı niteliği taşımayan, kamu hizmeti vermekte olan doktor, öğretmen, hemşire ve buna benzer diğer kamu görevlileri okulda, hastanede ve diğer kamu hizmeti alanlarında gördükleri olayları terör veya radikalleşme eğilimi olarak raporlayabilmektedir. Bu konuda hiçbir eğitime ve bilgiye sahip olmayan kişilerin tespitlerine dayanan bu iddialar sonucunda, çocuğun veya hastanın ya da kamu hizmeti almakta olanın kendisi ve ailesi terör şüphelisi olarak takip altına alınmaktadır. Bu yönüyle Prevent Projesi toplumu zehirleyen bir proje olarak gösterilebilir.
Raporumuzda yer verilen ırkçı ve İslamofobik uygulama örneklerinden birkaçına atıfta bulunduktan sonra şimdi Alt Komisyonumuzun soruna ilişkin kapsamlı çözüm önerileri hakkında sizleri kısaca bilgilendirmek istiyorum. Irkçılık ve İslamofobinin nedenleri ve ortaya çıkardığı derin ve çok yönlü sonuçlar doğal olarak çözüm önerilerini de bir hayli çeşitlendirmektedir. Avrupa'daki ırkçılık ve İslamofobi konusunda yapılması gerekenlerin başında gerek Batılıların gerek Müslümanların birbirlerini öteki olarak görmekten vazgeçmesi, birbirlerini farklı dinlere, farklı dünya görüşlerine ve kültürlere ait insanlar olarak görmeleri ve bu farklılıklarının bilincine vararak sorunları çözme iradesini ortaya koyabilecekleri bir zemin oluşturmaları gerekmektedir. Avrupa'daki ırkçı ve İslamofobik eylemlerin esas amacının göçmenlerden ve Müslümanlardan arındırılmış bir Avrupa tesis etmek olduğu gerçeği karşısında bu tarz düşünce ve eylemlerin Avrupa'nın demokratik hukuk düzenini ve toplumsal barışını bozduğu gerçeği ortaya konulmalıdır. Avrupa'nın toplumsal barışını bozan bu sorunlarla mücadele edilebilmesi için hem ekonomisine hem de çok kültürlü yapısına ciddi katkıları bulunan göçmenlerin toplumsal hayata katılımlarının ve korkudan arınmış bir yaşam sürmelerinin temin edilmesi gerekir. Bunun için de hem tek tek devletler özelinde hem de tüm Avrupa'da gerekli çalışmaların ivedi bir biçimde yapılması gerekmektedir. Bu çalışmaların eş güdümlü ve etkin bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için Avrupa'nın tamamında faaliyette bulunabilecek bir organizasyon ve gerektiği durumlarda bu organizasyon teşkilatlanması içerisinde her ülkede ayrı bir alt organizasyon kurulmalıdır. Bu organizasyon kurulurken de tüm Avrupa sathında faaliyette bulunabilecek kapasiteyi haiz bir yapı oluşturulmalıdır.
Avrupa'da hâkim olan ötekileştirici düşünce karşısında yabancıların ve Müslümanların öncelikli olarak yapması gerekenlerden bir diğeri de kendilerini ikinci ve belki de üçüncü sınıf gören bu sorunlu düşünce tarzını kabul etmemeleri ve her zaman bu uygulamalara karşı seslerini yükseltmeleridir. Örgütlü itiraz yükseltilmediğinde, örgütlü ayrımcılık ve uygulamaların artmasının önüne geçilmesi her geçen gün daha da zorlaşmaktadır.
Avrupa'da yabancılar ve Müslümanlar tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarının etkin temsil üzerine yoğunlaşmaları hayata geçirilmesi gereken bir diğer önemli tedbirdir. Etkin temsille hem sahip olunan değerlerin toplumun diğer kesimlerine aktarılması ve anlatılması hem de daha geniş toplum kesimlerine ulaşılması kolaylaşmaktadır.
Batı medyasının yanlı, yanıltıcı ve popülist anlayışının ırkçılık ve İslamofobinin artmasında önemli bir etkiye sahip olduğu tartışmasızdır Bu nedenle aslında sorunun çözümünde belki de en önemli sorumluluk medyaya düşmektedir. Medyanın asli görevini yerine getirerek kitlelere her şeyi olduğu gibi aktarması İslamofobiyle mücadeleye büyük katkı sağlayacaktır ancak her şeyin olduğu gibi aktarılması da tek başına yeterli olmayıp bu görev ifa edilirken kullanılan medya diline de dikkat edilmelidir. Avrupa'daki ırkçılık ve İslamofobinin en büyük nedeninin medyada yer alan yayınlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu şekilde yayın yapan medya organlarıyla iletişim kanallarının açık tutulmasında fayda mülahaza edilmektedir. Diğer taraftan doğru habere ulaşmak amacıyla alternatif medya yapılanması konusunda ciddi adımlar atılarak insanlara alternatifler sunulmalıdır. Alternatif medya yapılanması oluşturulurken dünyadaki hâkim batı menşeli birkaç haber ajansının olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalı ve bu bağlamda alternatif medya yapılanmasında yerellikten ziyade uluslararası alanda faaliyette bulunabilecek kapasitede bir medya oluşturulmalıdır.
Müslümanların sinema sektöründe artık izleyici olmaktan çıkarak gerçek İslam'ı ve Müslümanları anlatan iddialı bir sinema sektörü oluşturulmalıdır.
Buna ilave olarak, dijital oyunların kullanıcı kitlesinin büyük oranda çocuklar olması nedeniyle bu sektör üzerinde de özellikle durulmalıdır. Dijital oyun üreticileri artık İslam karşıtı temalı oyun üretmekten vazgeçmelidir. Diğer taraftan kullanıcıların da oyunlar konusunda seçici davranması gerekmektedir.
İslamofobi ve ırkçılıkla mücadelenin en önemli aracı hukuktur. Irkçı ve İslam karşıtı eylemlere karşı caydırıcılığın tesis edilebilmesi için bu fiillerin ayrı suç tipleri olarak düzenlenerek cezalandırılması gerekmektedir yani İslamofobinin ayrı bir suç tipi olarak ceza kanunlarında yer bulması gerekir. Sadece İslamofobi değil, kişinin ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engellilik durumu, siyasi veya felsefi düşüncesi nedeniyle veya nefret saikiyle maruz kaldığı eylemler de ayrı bir suç tipi olarak düzenlenerek caydırıcılık sağlanmalıdır. Bu konuda yapılacak yasal düzenlemeler yalnızca bu tür fiillerin kanunda suç olarak düzenlenmesinden ibaret değildir. Bu bağlamda yabancıları ve Müslümanları ötekileştiren, ayrıştıran ve bir anlamda içinde bulundukları toplumda yaşamalarını zorlaştıran her türlü engelin yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılması gerekir. Irkçı ve İslamofobik eylemlere maruz kalan kişiler ya gerekli takibatın yapılmayacağı düşüncesiyle ya da şikâyet hakkını kullandığında hangi muameleyle karşılaşacaklarına dair duyduğu endişe nedeniyle bu haklarını kullanmaktan imtina etmektedirler. Bu hakkın kullanılmamasının bir diğer nedeni ise yapılan başvurular sonucunda failler hakkında verilen kararlar ve tesis edilen işlemlerin caydırıcı olmaması ve çoğu zaman şikâyetlerin işleme dahi alınmamasıdır. Bu bağlamda ırkçı ve İslamofobik eylemlerin mağdurlarının gerek hukuki gerekse siyasi mecralarda haklarını aramaktan ve kendilerini savunmaktan imtina etmemeleri gerekmektedir.
Avrupa'da ırkçılık ve İslamofobinin kurumsallaştığı ortadadır. Kurumsallaşmanın daha da derinleşmesinin önlenmesi ve en nihayetinde ortadan kaldırılması amacıyla özellikle kolluk teşkilatı başta olmak üzere kamu personelinin bu konuda ciddi bir eğitimden geçirilmesi gerekmektedir. Kurumsal ırkçılığın en yoğun yaşandığı kurumun kolluk teşkilatları olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu çalışmalara kolluk teşkilatlarından başlanması çok çok önemlidir.
Avrupa'daki yabancılar ve Müslümanlar şiddete başvurmaktan çekinmeyen bireysel veya örgütlü ırkçılığın ve İslam karşıtlığının hedefindedir ancak örgütlü olarak gerçekleştirilen eylemlerin de genellikle bireysel bir suç olarak takip edildiği gözlenmektedir. Ne gibi? İşte, yalnız kurt, arkasında herhangi bir organizasyon yok, tek başına işlenmiş bir suçmuş gibi akıbeti araştırılmadan cezalar tayin edilmekte ve dolayısıyla da arka plan, arka fon görülmediği için bu tehlike tehdidi sürmeye devam etmekte. Aslında yargı mecralarının bunları, bu işlemleri yapanları bir yalnız kurt olarak değil de arkasındaki düşünce planını ve şemayı, organizasyonu ortaya çıkarması gerekir. En bariz nerede gördük bunu? NSU davasında gördük.
Diğer taraftan Avrupa'da yaşayan yabancıların ve Müslümanların toplumsal hayata katılma konusunda daha istekli ve girişken olmaları gerekir. Toplumsal hayata katılmama, içinde yaşanılan topluma yabancılaşmaya, toplumun diğer kesimleriyle iletişimsizlik nedeniyle kendilerini anlatmakta güçlük çekmeye veya hiç anlatamamaya neden olmaktadır. Dolayısıyla, Avrupa'da yaşayan yabancıların ve Müslümanların yaşadıkları sınırlı alanlardan çıkarak sanat, kültür, siyaset, eğitim, spor ve benzeri faaliyet alanlarının içerisinde daha çok yer alması gerekir. Bu soyutlanmanın önüne geçilerek insanların toplumsal hayata katılımlarını sağlamak amacıyla mağdurlara başta psikolojik olmak üzere her türlü yardımı sağlayacak bir mekanizma kurulmalıdır.
İslamofobiyle ilgili yapılan birçok araştırma, İslamofobinin aslında var olmayan korku ve endişelerin bir şekilde körüklenerek toplumun bu yola kanalize edilmesinden kaynaklandığını göstermektedir. Dolayısıyla, İslam hakkında doğru bilgilendirmenin önemi bu aşamada net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu bilgilendirme İslam'ı ve İslam kültürünü doğru anlatmakla mümkün olabilir. Bu bağlamda Batı'nın, İslam ve Müslümanları -tırnak içinde- çağ dışı, şiddet ve teröre eğilimli gibi gösteren ve ötekileştiren çalışmalarından çok, daha fazlasını Müslümanların üretmesi gerekir. Bu eserler üretilirken savurmacı bir yaklaşımla değil, objektif bir şekilde hareket edilmesi en az bu eserlerin üretilmesi kadar büyük önem taşımaktadır.
Değerli arkadaşlar, tabii raporumuz 156 sayfalık bir rapor olarak hazırlandı. Ben bu aşamada özellikle Komisyonumuzun üyelerine, yine uzman ekibi arkadaşlarımıza, başta Taner Bey ve Furkan Çözme arkadaşımız olmak üzere, huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Raporumuzda birçok husus aslında örnekleriyle belirtilmiş; mesela bir tanesini burada -hepsini anlatamadığım için- size söyleyeyim. Bu bir dijital oyun arkadaşlar; minare var, minarenin üzerinde insanlar var ya da asker kimlikli kişiler var. Oyun konsepti bunları vurdukça kazanma üzerine kurgulanmış bir konsept. Yani bunun bilinçaltına minaredeki bulunan insanın ya da minareyle iliştirilen kimsenin vurulması gereken tehlike olarak imajı genç dimağlara vermeye çalışılıyor. Bu çok tehlikeli bir şey. Bakın, burada yine bir oyun; bir sahne var, üzerinde bir gitarist bir de solist var; hemen onların bulunduğu sahnenin altında, ayaklar altına alınan şey Allah yazısı ve Muhammed yazısı. Bunun gibi çok sayıda örnek var. Biz bunu Avrupa ülkelerinde gittiğimizde anlattık, bazı ülkelerde tehlikenin farkındalığının oluştuğunu da gördük. Almanya'da yeni kurulan hükûmetin bununla ilgili bir eylem planı hazırlığında olduğunu, hatta 90'lı yıllardan itibaren yaklaşık 3 bin adet cinayet dosyasının bu vesileyle yeniden açılacağına ilişkin hazırlıkların da bulunduğunu bize söylediler. Hep şunu ifade ettik: Bu sadece Müslümanların ve yabancıların sorunu değil; bu, aynı zamanda Avrupa'nın terörünü üretecek, oluşturacak bir sorun; mesela, Almanya'da Kassel Valisi sırf Müslümanlara ve yabancılara hoşgörülü davranış düşüncelerini izhar ettiği için öldürüldü arkadaşlar. Yani bu konu sadece Avrupa'da yaşamakta olan Müslümanların ve yabancıların meselesi olmaktan çıkmış, bizatihi Avrupa'nın kendisi için büyük bir tehlike hâlini almış duruyor. Biz bunları anlatmaya çalıştık, son derece detaylı bir rapor hazırlandı. Ben bu vesileyle tekrar çok çok teşekkür ediyorum arkadaşlarıma.
Şimdi eğer söz almak isteyen arkadaşım varsa onlara bu konuda söz vermek istiyorum.
Buyurun Salih Bey.