KOMİSYON KONUŞMASI

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Evet, ben de Hatay Milletvekiliyim.

Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri, AFAD'ın çok Değerli Başkanı ve çok kıymetli genel müdürleri, öncelikle hepinize hayırlı günler diliyorum.

6 Şubat günü yaşamış olduğumuz depremde 11 ilde kaybettiğimiz canlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Bu depremde birçok insanımız da yaralandı, onlara da inşallah acil şifalar diliyorum.

Orhan Hocamın bir okul arkadaşı vardı, kendisi de jeolog -profesör- onu aradım depremden sonra; Ergül Hocam, kulakları çınlasın. Ergül Hocama dedim ki bu Mercalli ölçeğinde 11'den sonrasıyla ilgili gri bir alan var, bizi bir bilgilendirir misiniz? "Lütfi, 11'den sonrası kıyamet." dedi.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Küçük kıyamet.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Evet.

Yine, bir arkadaşımız da Hatay'da her akşam devam eden AFAD'daki toplantılarda yaşanan depremi "kıyametin bir fragmanı" olarak değerlendirdi.

Ben de o gün Hatay'daydım, Antakya ilçesindeydim. Antakya ilçesinde zeminin en kötü olduğu kesim olan Asi Nehri'nin hemen yanındaki konutumdaydım. Burada konuşurken çok ölçülü kelimeler kullanmak istiyorum. Depremden sonra ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisine geldim ve bir açıklama yapıyorum Sayın Başkanım, o yüzden süre konusunda da biraz pozitif ayrımcılık da sizden hassaten rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ben 7,7 ve akabindeki tüm depremlerde Hatay'daydım, hep de kapalı alanlarda denk geldim. Daha önceki Türkiye Büyük Millet Meclisi Deprem Araştırma Komisyonunda da Sayın Başkanımızın Başkanlığında yine görev aldık.

Müzeyyen Hanım gidiyor ama...

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) - Yo, yo, geleceğim, hemen geliyorum.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - O toplantıda Müzeyyen Hanım'la beraber, Müzeyyen Hanım'la birlikte her toplantıda "Hatay, Adana, Osmaniye ve Kahramanmaraş'ta bir deprem beklendiğini, dolayısıyla buralarla ilgili özel bir hassasiyet gösterilmesi gerektiğini" toplantılarda ifade ettik. Özellikle, Elâzığ depreminden sonra Orhan Hocam veya gerçekten bu alanda saygın diğer bilim insanlarının işaret ettiği üzere Kahramanmaraş ve Doğu Anadolu fay hattının o son deminde bir deprem bekleniyordu. Sürpriz mi oldu? Hayır, sürpriz olmadı. Belki şiddeti, belki süresi bakımından bilim insanları bunu önümüzdeki günlerde daha anlamlı bir şekilde ifade edeceklerdir ama biz bu depremi bekliyorduk.

Bu depremde bu kadar büyük bir yıkımın olması, yine bu konuyla ilgilenen tüm arkadaşlar tarafından muhtemelen bir sürpriz olarak da karşılanmadı hatta AFAD bu depremle ilgili Hatay ölçeğinde bir senaryo yapmıştı. 7,4 büyüklüğünde bir deprem Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde, yerin 18 kilometre derinliğinde meydana geldiği zaman neler olacak diye. O senaryoya şöyle bir baktığımız zaman o senaryoda gerçekleşmeyen sadece bir olay kaldı, o da Belen Geçidi heyelandan dolayı kapanacaktı, dolayısıyla başta Antakya ilçemize, Samandağ ilçemize insani yardım ulaşmayacaktı ama çok şükür o yol açık kaldı.

Bunu neden söyledim? Bu deprem bekleniyordu, bu depremin bu kadar yıkıcı etkisi olacağı da yine biliniyordu, özellikle Antakya ilçemiz. Ben Kırıkhanlıyım, Kırıkhan da depremin çok yoğun etkisini hissettiği ilçelerimizden biri oldu ama özellikle Antakya'da yapı stokumuz çok kötüydü. Her bulduğumuz platformda, yapı stokunun yenilenmesiyle ilgili açıklamalar yapıyorduk. AFAD Başkanımız da, Orhan Hocam da veya diğer siyasi parti milletvekillerimiz de, özellikle Gökhan Bey'le görüşemedik ama ben Hatay'da olduğunu duydum. Gökhan Bey de Antakya'yı hem depremden önce hem de depremden sonra gezdi. Yani yapı stokunun, hiçbir mühendislik hizmeti almayan birçok binamız vardı. Bunların 7 ve üzeri bir deprem değil, 6 ve üzeri bir depremde dahi yıkılacağını biliyorduk. Ben deprem öncesi risk azaltmayla ilgili değil, deprem sonrasıyla ilgili sadece AFAD'a, orada bir AFAD gönüllüsü olarak -yıllar öncesinden, 2012'de askerden geldikten hemen sonra AFAD'a başvurup, AFAD gönüllüsü olma yolunda bir adım atan kardeşiniz olarak- depremi orada yaşayan ve depremden sonraki birçok olayı da gören birçok arkadaşınız olarak gördüğüm bazı eksikleri burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Evet, çok büyük bir depremdi, çok büyük yıkıcı etkisi oldu öyle ki "Antakya" dediğimiz, yaklaşık 350 bin insanımızın yaşadığı Suzan Hanım İskenderun ilçemizden ama ben İskenderun ilçesini gördüm fakat Antakya'yı gördükten sonra başka bir ilçeye gidemedim, konsantre de olamadım.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Kesinlikle; Defne, Samandağı ve Antakya.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Antakya çok kötüydü o yüzden burada vereceğim örnekler hep Antakya üzerinde olacak.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Kırıkhan.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Kırıkhan benim ilçem, doğup büyüdüğüm ilçem.

SUZAN ŞAHİN (Hatay) - Oralar da felaket, doğru söylüyor Antakya, Defne, Samandağı.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Evet, ailemin kaldığı evin yıkıldığı bir ilçe, dostumu, arkadaşımı, akrabalarımı kaybettiğim bir ilçe ama Antakya kadim bir şehir, Türkiye için de çok önemli, büyük bir miras. Düşünün ki kiliseler yıkıldı, Habib-i Neccar Camisi yıkıldı, binlerce yıllık Ulu Cami yıkıldı. Yani yıkılan sadece binalarımız değildi, bir tarih de yıkıldı. Devletimiz büyük, Allah izin verirse bu yapıların hepsinin ayağa kalkacağını biliyorum, gördüm de. O yüzden depremde Antakya'daydım, depremden sonra da hemen Antakya'daydım. AFAD binasına saat 10.30'da ulaştım. AFAD İl Müdürümüz ayaktaydı, ekibiyle bir toplantı yapıyordu ancak değerli arkadaşlar, insanın aklının beyninden çıktığı bir ortam yani burada kurumları sorgularken, devleti sorgularken bir de işin bu tarafıyla, insani yönünden de bakmamız lazım. Ben depremde doktora yaptım, inşaat mühendisiyim; kendim de çevremde çok sakin bir insan olarak bilinirim ama ilk depremin hemen akabindeki bir saati hatırlamıyorum. Dolayısıyla şimdi, mesela Hatay'daki AFAD Müdürümüzü yerden yere vurdular.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Siz o gün tam nerede, hangi noktadaydınız?

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Ben Antakya'da, Asi Nehri'nin hemen kenarındaydım, Asi Nehri'yle aramızda bir yol vardı. Benim bulunduğum adada 200 bina vardı, herhâlde 3 tane bina ayakta.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Evet, orası maalesef yıkılmış.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Ben depremde ablamla beraberdim, deprem olduğu zaman ablamla koridorda buluştuk ve çok inandığım çök-kapan pozisyonunu ablama yaptırıp kanepenin hemen baş kısmında, kiriş ve kolondan uzak bir yerde ablamı eğdim, ben de ablamın üzerine eğildim. Ablam bana yalvarıyordu "Çıkalım Lütfi." diye, ben de klasik depremler gibi yirmi saniye, otuz saniye sürer, biter diye bekledim. Abla biraz daha bekleyelim, biraz daha bekleyelim diyerek ablama bir mukavemet uyguluyordum yani ablam kaçma eğilimindeydi; ben eğer ona baskı uygulamasam ablam çıkıp gidecekti; işte, bu bir can. En son iki, üç saniyelik bir boşluk oldu, o boşlukta hadi abla, çıkıyoruz dediğim zaman bu sefer daha şiddetli olanı geldi, ikimizi ayrı bir duvara fırlattı. Biz Türk sinemasındaki gibi böyle sürüne sürüne kavuştuk ve bana orada bir cümlesi vardı, çok acıydı mesela: "Lütfi niye bırakmadın, niye çıkmama müsaade etmedin?" Bu, çok acı. Şimdi, bu benim yaşadığım olay; binlerce, on binlerce insan orada travma yaşadı yani ailelerini kurtarmak adına. Ben birçok babanın çocuklarının üzerine kapanıp bu şekilde öldüğünü gördüm yani bu olay gerçekten insanlarda büyük bir travma yarattı. O yüzden "Kurumlar geç kaldı, hızlı hareket etmedi..." İşin bu tarafını muhakkak tartışacağız fakat devletin de insan olduğunu unutmamak lazım. Her zaman derdik: Devlet, millet demek. Sonuçta, devlet adına karar vericilerin, oraya gelip orada çalışma yapan insanların da aynı zamanda, etten kemikten yaratıldığını, bir duygu taşıdığını, acılarla ilgili aynı hassasiyeti yaşadığını da bence unutmamak lazım.

Ben AFAD Hatay İl Müdürüne çok üzüldüm yani on beş gün boyunca AFAD Müdürü gelenden fırça yedi, gidenden fırça yedi. Gelmeden önce de helalleştik kendisiyle. İlk gün on buçukta orada, ekibinin başında... Korkmuştu ama bunu da belirtmek istiyorum, korkmuştu ki hepimiz korktuk. Yani bu kadar büyük bir felaketten korkmamak zaten başka bir duyguyu içerisinde barındırır.

Değerli Başkanım, ben AFAD'ın çok fazla sorumluluk aldığını düşünüyorum. Arama kurtarma mı yapacaksınız, milletin yeme içme ihtiyacını mı karşılayacaksınız, çadıra mı bakacaksınız? O kadar büyük bir sorumluluğunuz var ki. Bu bölünürse, paylaşılırsa daha mı rahat olur; bu konuyu lütfen önümüzdeki süreçte aranızda tartışın. Yani AFAD sadece arama kurtarma yapmıyor ki; tuvaletten duşa kadar, beslenmeye kadar, çadıra kadar, çadırların altyapısına kadar, mezar yerine kadar o kadar çok konuyla uğraşıyorsunuz ki. Acaba sadece arama kurtarma ayrı bir şekilde mi değerlendirilmeli? Bu, birincisi.

Yine, ikinci bir konu: özellikle arama kurtarma ekipleri gelene kadar o bölgedeki sivillerin basit bir eğitimden geçirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle şehir merkezinde değil de kırsalda yaşayan vatandaşlarımız daha dirençli. Ben kırsaldaki insanlarımızın kürekle, kazmayla çok fazla insan kurtardığını orada gördüm. Acaba bu gücümüzü organize edip, bu gücümüzü bilinçlendirip olası depremlerde, özellikle kırsaldaki insanımızın hızlı bir şekilde şehre gelip arama kurtarma faaliyetlerine destek vermesi sağlanabilir mi?

Bir diğer husus: Maden kazasında da bir araştırma komisyonu kurulmuştu, ben o araştırma komisyonunda da vardım Müzeyyen Hanım'la beraber. Evet, AFAD'a bağlı arama kurtarma ekiplerimiz çok profesyoneller fakat madencilerimiz tam da bu milletin evlatları; hiç önünü arkasını hesaplamadan enkazlara girip yüzlerce insanımızı kurtardılar. Bu manada... Aslında çok eleştirildiler madencilerimiz "Türkiye Taşkömürü zarar ediyor, Türkiye Kömür İşletmeleri zarar ediyor." diye. Sırf bu sebepten dolayı dahi bu kurumların ayakta kalması sağlanmalı ki size ne kadar önemli katkı sunduğunu gördüm.

Yine "enkaz" dediğimiz mesele aslında inşaatı ilgilendiren bir hadise. Burada da inşaat ustaları, kalıpçılar, demirciler çok basit eğitimlerle aslında sürecin ortağı olabilirler. Çok teknolojik tesisatlar var, bunların hepsini gördük, evet, çok önemli fakat Sayın Başkanım, ilk yirmi dört saatte bu cihazlar olmadan sadece balyozla, çekiçle, keserle dahi insanların enkazdan canlı çıkarıldığını gördük. O yüzden, şayet bu malzemeler vatandaşın ulaşabileceği yerlerde olsaydı ben inanıyorum ki birçok ilçemizde vatandaş bu aletlerle arama kurtarmada çok önemli bir mesafe alabilirdi. O yüzden teklifim şudur, değerlendirmenizi canıgönülden isterim: Özellikle afet riski olan bölgelerde mahalle bazlı, afet anında kullanmak için ihtiyaç duyulan aletlerin muhafaza edildiği, saklanabileceği, gerektiği zaman vatandaşın gidip alabileceği konteyner depoların oluşturulması lazım. Bunları muhtarlarımıza emanet edebilirsiniz, bunları kaymakamlıklarla paylaşabilirsiniz. O kadar önemli bir ihtiyaç ki yani bir balyoz, küçük bir el çekici, bir... Benle beraber söyleyin şimdi, hafızama gelmiyor.

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) - Hilti.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - "Hilti" demiyorum, hadi onlar elektrikle çalışacak ama elektriksiz dahi hareket edebilecek özellikte olan kesici... Yani bunlar olduğu takdirde insanların neler yapabileceğini orada çok rahat bir şekilde gördüm.

İnşallah süreç içerisinde fikirlerimizi burada çok kıymetli kurumlarımızla tekrardan paylaşırız. Ben depremde yakınları ölmüş bir kardeşiniz olarak... Evet, burada siyaset yapabilirsiniz, çok önemli bir mesafe de alabilirsiniz ama bugün söyledikleriniz yarın sizlerin de başına gelebilir; lütfen bunu unutmayın.

İkincisi, ölümlerle ilgili mesele. Bakın, ben kırk gündür Sayın Bakanlarımızın, Valilerimizin koordinasyonundaki toplantılara katılıyorum. Devlet ölülerle ilgili o kadar hassas ki şu an kimliksiz olan 870 cenaze var, bu cenazeleri tespit etmek için Suriye'nin Sarmada kasabasına Sağlık Bakanlığına ait bir tır gönderip "Bu ölenlerden bir kısmının akrabası Suriye'ye gitmiş olabilir; dolayısıyla, oraya da bir tır gönderelim, oradaki insanların DNA testlerini alalım." diye bir faaliyetin içerisinde olduğunu daha bir hafta önce alınan bir kararda gördüm. Cenazelerle ilgili, evet, herkeste bir hassasiyet var ama Türk milleti ölüsünün peşini kesinlikle bırakmaz. Dolayısıyla eğer açıklanmayan hususlar varsa -ki ben buna inanmıyorum- bunlar da zaten önümüzdeki günlerde bir bir ortaya çıkar.

Son olarak, Orhan Hocamın ifade ettiği gibi, fay hattının üzerine kurulan bir şehirdi; Hassa ilçemiz, Kırıkhan ilçemiz, Antakya ilçemiz, Samandağ ilçemiz, Defne ilçemiz. Herhâlde bir süre daha devam etseydi Nurdağı'ndan bir kamyon sürüye sürüye Samandağ'a enkazı dökerdi gibi geliyor.

O yüzden, ben ölenlere tekrardan Allah'tan rahmet diliyorum. İstanbul depremi çok konuşuluyordu, biz Müzeyyen Hanım'la beraber hep itiraz ediyorduk "Evet, İstanbul depremi konuşulsun ama Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, buralar da çok büyük illerimiz, buralara da biraz eğilelim, buralara da biraz bakalım." diye. Biz bunu başaramadık fakat depremi yaşayan bir ilin milletvekili olarak şu an ne düşünüyorum diye sorarsanız; Adana'yı düşünüyorum ve İzmir'i düşünüyorum. İzmir'i gittim, gördüm. İstanbul'u herkes konuşuyor, İstanbul'u herkes düşünüyor; devletimizin bütün konsantrasyonu zaten İstanbul. İstanbul'la ilgili harcanan bütçeleri biliyoruz, yapılan çalışmaları biliyoruz. Olmalı mı? Evet, olmalı ama -Orhan Hocam süreci daha yakın takip ediyor, biz de bilgisine kesinlikle inanıyoruz- Adana'yla ilgili süreci, İskenderun'la ilgili süreci ve İzmir'le ilgili süreci bundan sonrasıyla ilgili bence yakından takip etmeli.

Orhan Hocamın bir itirazı vardı, her gün televizyon kararlarında onlarca farklı bilim insanının, onlarca farklı konuyla ilgili görüş beyan ettiğiyle ilgili. Bu nasıl önlenebilir, bilmiyorum.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Çok zor.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Siz bana itiraz ettiniz ama sizin gibi insanlar daha fazla ön planda olursa... Hatırlar mısınız, bir Twitter adresinizi bulamadım Orhan Hocam sizin dediğim zaman...

AFAD DEPREM VE RİSK AZALTMA GENEL MÜDÜRÜ ORHAN TATAR - Yine bulamayacaksınız.

LÜTFİ KAŞIKÇI (Hatay) - Evet, bana yine bu soruyu sormuştunuz. Ben insanların sizin gibi bilim insanlarına daha kolay ulaşması ve birinci ağızdan değerlendirmeleri dinlemesi gerekir diye düşünüyorum.

Ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza başsağlığı diliyorum.

Bir husus daha var canımı çok acıtan. Bizim şehrimizin büyük bir kısmı boşaldı ve bu vatandaşlarımızın büyük bir kısmı devletimiz tarafından başta Muğla'da olmak üzere birçok otele yerleştirildi, hepsi çok iyiler. Kendi imkânlarıyla da şehri boşaltan vatandaşlarımız oldu, Ankara'ya da çok fazla insan geldi. Üzüldüğüm nokta şu: Kiralar çok hızlı bir şekilde 2 katına çıktı. Ya, biz bu yaraları bu şekilde saramayız. Biz bu millet değiliz. Bir tarafta "Benim evim senin yuvan olsun." diyen, bir tarafta da bu krizi fırsata çevirmeye çalışan insanlar. Onları da Allah'a havale ediyoruz.

Sayın Bakanım, ben tekrardan teşekkür ediyorum, sağ olun.