KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Dışişleri Bakanı, değerli milletvekilleri, dışişlerinin saygın bürokratları; Komisyonumuza hoş geldiniz, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, tabii, bir tek hanımefendinin olması bile bizi mutlu ediyor, çünkü kadınların bürokrasideki görevleri üzerine bizlerin bir teşviki söz konusu ama, değerli arkadaşlar, Müsteşar Beyefendi'yle Müsteşar Yardımcısı Hanımefendi'nin eş ilişkisi... Elbette ki Hanımefendi çok saygın bir büyükelçiymiş, takdirle karşılıyorum ama bir başka ülkeye gitsem ve böyle bir durum görsem ne düşünürdüm, bence bu durumu böyle değerlendirmek lazım, çünkü normalde de, yani hükûmet ilişkilerine baktığınızda bir hanedan görüntüsü vermemek durumundayız, bunu mümkün olduğu kadar nazik ifade etmeye çalışıyorum ama özellikle Dışişleri Bakanlığı gibi bir yerde.

İkinci mesele, Garo demin anlattı, herhâlde Garo'yla atalarımız aynı topraktan ve bu 1915 olayları meselesinde Garo'nun açılan davayla ilgili tutumuna katılmıyorum, çünkü bizim kendimizi ifade etmemizin suç sayılmasını hiçbir şekilde demokratik görmüyorum, hakkaniyetli görmüyorum.

Evet, Garo'ya gözümüzün nuru gibi bakmalıyız, biz aynı ülkenin eşit yurttaşlarıyız ama ben de Amerika'da yaşadığımda, Ararat filmi gösterildikten sonraki ertesi günü de düşünüyorum, nasıl büyük bir kampanyayla yargısız infaza uğradığımızı da düşünüyorum.

Evet, çok büyük acılar yaşanmıştır ama benim babaannemden dinlediğim acılar da bu acıların bir parçasıdır. O coğrafyada Türkler, Kürtler, Ermeniler büyük bir acı yaşamıştır. Acıları yarıştırmamak durumundayız ama herkes bizim kadar iyi niyetli olmayabilir, bu acıların 3 T'ye dönüşmesi, yani "tanıma", "tazminat" ve "toprak" talebine dönüşmesi gibi bir durum da söz konusudur.

Onun için, biz, kendi yurdumuzda demokrasiyle, eşitlikle, anlayışla çözmeliyiz ama emin olun ki ben her zaman ezilen halkların yanındaydım ve bu konuda Türkler ezilmektedir. Gerçekten ezilmektedir, haksızlığa uğramaktadır bir konuda. Hükûmetin o anlamdaki önerisini de yerinde buluyorum, arşivleri açalım ve bakalım. Yani hiçbirimizin diğerini yargısız infaza tabi tutmaması gerekiyor, acılardan ders çıkarmamız ve bir daha bu acıları da yaşamamamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Dış politika, evet, hep böyle büyük laflar edilir, dengeler, güçler, çıkarlar falan ama dış politikada en önemlisi ilkeler ve ahlak meselesidir. Yani bize dayatılan bu sürekli çıkar üzerinden bakmak, ama bir ilke meselesi vardır.

Evet, dış politika bir millî meseledir, millî meselede de hepimizin, bütün yurttaşların ortaklaşması gerekiyor ama millî mesele diye de hükûmetin her hatasını kabul edip hatalı işlemlerin peşinde koşmamak da gerekiyor, bu dengeyi oluşturmak da çok önemli bizler açısından.

Bir diğer önemli mesele de geçmişin bürokratları devletin bürokratlarıdır ve bugün milletvekilleridir ve milletvekillerinin anayasal hakkı vardır, bazı milletvekilleri de bakan olarak görevlendirilir, hakları ve yükümlülükleri vardır.

Türkiye'nin dış politikası 1950 yılında çok önemli değişikliğe uğramıştır, NATO üyeliğiyle eksen değişmiştir, bir de 2002 yılında değişmiştir ama bir eksene oturtulamadı ne yazık ki.

Türkiye bir Avrasya ülkesi, yani Avrupa ülkesi, Asya ülkesi, hatta Orta Doğu ve Afrika ülkesi. Bu Türkiye'ye büyük sorumluluklar yüklüyor.

Avrupa ülkesi, evet, Avrupa Birliği önemli bir hedeftir. Ben bir antiemperyalistim ama Avrupa Birliği müktesebatının bize önemli bir avantaj sağlayacağını düşünüyorum çok dikkatli olmak kaydıyla.

Mesela "Onlar ortak bir pazar." Millî Görüşün bir dönemki sözünün önemli bir şekilde doğru olduğunu da düşünüyorum.

Onun için, böyle Avrupa Birliği rüyalarına çok kapılıp da, evet, önemli avantajlar sağlayacak ama bazı çıkarlarımızdan, tarım gibi, pazar gibi çıkarlarımızdan çok da vazgeçmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Biz aynı zamanda bir Orta Doğu ülkesiyiz ve Orta Doğu kadim bir topraktır. Tarihî olarak kadimdir, aynı zamanda artı olarak da bu dönemde bir enerji kaynağıdır. Onun için, bu iki meseleyi birden bilmeden Orta Doğu'yu anlamak mümkün değil. Mesela Orta Doğu halkları bizim gözümüzde dünyanın ezilen mazlum halkları -başka bir disiplinde başka bir gözle görebilirsiniz- büyük acılar çektirildi değerli arkadaşlar ve bütün bu radikalliklere bakın, arkasında emperyal işgaller söz konusudur.

Afganistan bir dönem çok laik, demokratik bir ülkeydi. Afganistan işgali sonrasında Afganistan'da çıkan Taliban hareketi, Irak işgali sonrasında çıkan hareket, Suriye'nin bölünmesinden sonra çıkan... Emperyal güçlerin bu evrensel ilkelere uymadan dokunduğu her yerden büyük acılar çıktı. Irak'ta yaşananların altında Ebu Garib Hapishanesinde yaşanan büyük zulümler vardır, mazlum Irak halkına yapılanlar vardır. Biz ülkemizde yeterince bunları konuşamadık ama Batı medeniyetinde iktidarlar değişti bu yüzden, Irak'ta işlenen insanlık suçları dolayısıyla.

Şimdi geldik, Suriye meselesini bir Esad meselesine indirgedik. Ben de çok -uygun kelimeyi bulamıyorum ama- doğru bulmuyorum. "Kardeşim Esad, katil Esad, şu Esad, bu Esad..." Ve muhalefetin de buna zorlanarak, iç politika malzemesi yapılarak bunu söylemesini... Arkadaşlar, Orta Doğu'da temiz lider bulmak çok zordur. Yani, Esad antidemokratiktir de Suudi Arabistan Kralı çok mu demokrattır? Veya Ömer el Beşir'in durumu çok mu şeydir? Hakkında hüküm var. Ve biz bu Orta Doğu meselesine kendi akrabalıklarımız, kendi hassasiyetlerimizden, kendi kimliklerimizden bakarak büyük bir hataya düşebiliriz. Çünkü, resmin üstüne çıkıp baktığınızda, kendileri de zaten ifade ettiler; büyük devletler, süper devletler bu toprakların mazlum halklarına, sahip oldukları enerji kaynakları dolayısıyla işkence ediyorlar. Enerjinin sadece kaynağı değil, hat ülkesi olması dolayısıyla da büyük acılar çektiriyorlar. Bunu bir dönem kontrollü bir şekilde İran-Irak savaşı üzerinden yaptılar. Şimdi daha büyük bir resimle karşı karşıyayız. Çünkü, bölgede kilit bir ülke var; İsrail ve bu İsrail'in de mazlum Filistin halkına yaptığı haksızlıklar söz konusu. Ve bu İsrail'in güvenliği söz konusu olduğu gibi Batı medeniyetinin petrole ve pazara ihtiyacı var. Şu an nefis bir tabloyla karşı karşıyalar. Çünkü, benim gözümde mazlum Orta Doğu halkları ama bir başka disiplinin gözünde ümmet-i Muhammed iki parçaya bölüştürülmüş bir şekilde Sünni ve Şii çatışması sonucunda bir vekâlet savaşında katledilirken bu insanların kanı üzerinden, bu insanların kanını ve petrolünü alarak bu insanlara silah satmak, gelişmiş pazar arayan ve insanlığın tarihî, ilkesel, evrensel değerlerine uymayan süper güçler için nefis bir alan oldu ama bizim için hüzün verici bir alan olmuştur.

Mesela, bu kapsamda, 1 Mart tezkeresi Türkiye Cumhuriyeti'nin verdiği en namuslu karardır. Elbette ki bedelleri olacak bunun. Bunu CHP'ye de çektirecekler, AKP içindekilere de çektirecekler. Ama diyorum ya dış politika sadece çıkar, denge, bilmem ne işi değildir; dış politika ilke ve ahlak meselesidir öncelikle. Ve bu ilke ve ahlaktan baktığınızda, o tezkere sonrasında mazlum Irak halkına çektirilenleri düşündüğünüzde keşke ben de o Mecliste olsaydım ve "hayır" oyu verebilseydim diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu bölgenin temel ülkesi İsrail'dir. Biz geldiğimiz disiplin olarak, sol disiplin olarak insanların etnik kimliğine bakmayız ama devletlerin politikasına bakarız. İsrail devleti, mazlum Filistin halkına haksızlık ettiği için biz onlara karşıyız ve bu İsrail devleti iç politikaya malzeme edilmiştir. Ben siyonist olarak suçlanan bir partinin milletvekiliyim, iktidar partisi odakları tarafından. Bunu iç politikada böyle malzeme kullanırken... Çünkü "one minute" olaylarını hatırlayın. Mavi Marmara'da benim yurttaşlarımdır onlar. Ben bu ülkenin milletvekiliyim ve haksızca katledilen o insanlar benim yurttaşlarım. Ama Sayın Dışişleri Bakanı "one minute" ve Mavi Marmara olaylarından sonra bizim bugünkü onayladığımız bütçeden hangi hak ve yetkiyle bazı lobi şirketlerine AKP'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin aynı tarihlerde olmak üzere "pro-İsrail, pro-Jewish" denilerek yani İsrail yanlısı ve Yahudi yanlısı olduğunu ispatlayabilmek amacıyla Fleishman-Hillard gibi bir sürü lobi şirketine ödemeler yapılmıştır. Belgelerini bütün milletvekillerine sunarım. Umuyorum ki bu MRA'dan yani Amerika Birleşik Devletleri'nin resmî otoritesinden temin edilen bu belgeler doğru değildir. Ama bir taraftan Mavi Marmara'ya gözyaşı döküp bir taraftan "one minute" dedikten sonra bu ülkelere bizim bütçemizden bu kaynakların aktarılarak aynı Hükûmetin kendisini İsrail ve Amerikan yanlısı ve Yahudi yanlısı olarak göstermek amacıyla bu şirketlere para ödemesini doğru ve etik bulmuyorum değerli arkadaşlar.

Son olarak Suriye'deki göçmen meselesiyle ilgili şey çok önemli olduğu için Sayın Başkanım, bir ek süre bunun için rica ediyorum.

Değerli arkadaşlar...

BAŞKAN - Ben size on dakika vereyim ek süre, sorun yok.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yok, teşekkür ederim yani o kadar vaktinizi almamaya çalışacağım ama...

BAŞKAN - Peki, buyurun.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, bugün Suriye'de olayların, Irak'ta olayların, Afganistan'da olayların temel suçlusu, söyledikleri, açıkladıkları değerlere uymayan Batı medeniyetidir; Rusya'dır, Amerika Birleşik Devletleri'dir, İngiltere'dir, Fransa'dır. Suçlulardır devlet politikası olarak bunu uyguladıkları için. Ama aynı zamanda bizim Hükûmetimiz de bu devletlerin peşine takılarak Arap Baharı sürecinden itibaren Suriye'de izlediği politika dolayısıyla hatalıdır.

Bugün Suriye'de bir vekâlet savaşı söz konusu. Milyonlarca insan evinden, yuvasından oldu, yüz binlerce insan katledildi. Ve Batı medeniyetinin kendilerine verdiği silahlarla, sadece mezhep farkı dolayısıyla -Hazreti Ali'yi ne kadar sevdiğiniz- veya ondan sonra, bin beş yüz yıl önceki ayrışmaların derinleştirilmesi hâlinde birbirlerini katlettiler ve bu insanlar bizim ülkemize geldiler. Bu insanlardan cihatçı olarak, savaşçı olarak gelenleri ayırıyorum ama mülteci olarak gelen bütün mazlum Suriyeliler bizim başımızın tacıdır, bizim misafirimizdir. En iyi koşullarda ağırlamak durumunda ve zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü, o ülkede olanlarda bizim Hükûmetimizin yaptığı hatalar söz konusudur ama biz bir yandan bunu söylerken diğer taraftan şantajcı, tehditçi bir dış politika izler görünümü verir gibi, Avrupa Birliğine göçmen politikası üzerinden yaptığımızı doğru bulmuyorum.

Eğer sızan bilgiler doğruysa Avrupa basınına "3 milyar avro diyorsanız konuşmaya başlamayalım." demeyi gerçekten doğru bulmuyorum. Bu pazarlık yapılmamalıdır. Eğer biz büyük ülkeysek, böylesine önemli bir alandaki politikamız 3 milyar avro veya 30 milyar avroyla belirlenemez değerli arkadaşlar. Ve bugün Akdeniz'in sularında insanlar gizli gizli Ege'den yani bizim çok... Dünyanın güneyinden kuzeyine bir göç varsa biz dâhil bütün Orta Doğu halkları ve hükûmetleri bunun sebebini düşünmelidir. Bir cehennem yarattık ve o insanlar o cehennemden kurtulmak için Batı medeniyetine doğru göçüyorsa hangi disiplinde bakıyorsanız bakın, bunun sorumluluğunu yüreğimizin derinliğinde hissetmek durumundayız.

Bugün Avrupa Birliği ne yazık ki gelen bu göçmenlere çöp insanlar olarak bakmaktadır. Bizse bunlara kardeşimiz olarak bakmak zorundayız. Onun için, bu millî çıkarımız... 200 küsur milyon liraya hiç gereği yokken G20 zirvesi yapıyorsak... Çünkü, birçok ülke kabul etmiyor. Organizasyonla büyük ülke olunmaz, böyle büyük ülke olunur. Ne 3 milyar avrolarına tenezzül ederiz... Biz bu konuda destek vermeye hazırız ama ne Amerika ne Rusya, tam bağımsız Türkiye hedefiyle bunu yapacaksanız bizden size açık destek.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.