KOMİSYON KONUŞMASI

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Bakan, Komisyonun değerli üyeleri, sevgili katılımcılar; ben de herkesi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Komisyon Başkanımız Sadi Bilgiç, biraz önce de ifade etti, bütçelerin bir rakamlar topluluğu olmadığını, aynı zamanda Hükûmetin politikalarını belirlediğini ifade etti. Katılıyorum. Ben dün de bu çerçevede bir beyanda bulunmuştum.

Tabii, Sağlık Bakanlığının bütçesini konuşuyoruz. Bu ülkede şu anda sokağa çıkma yasaklarının olduğu bölgede 500 binin üzerindeki insan en temel hakkı olan sağlığa erişim hakkını kullanamıyor. Yani bunu bu Komisyonda konuşmayacaksak nerede konuşacağız. Şu anda Sur'da, Cizre'de iki ayı aşkındır sokağa çıkma yasağı var. Orada kronik böbrek yetmezliği olan insanlar var. Her gün telefonlar geliyor. Diyalize girmesi gereken insanlar var, diyalize giremiyorlar. Kalp hastaları var. Hastaneye erişim konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Sokağa çıkma yasağının olduğu yerlerde aile sağlık merkezleri kapanmış durumda. Şu anda Diyarbakır, Sur'daki bir aile sağlığı merkezi de karakol yapılıyor. Valiliğin bu konuda bir beyanı olmuştu. Yine, çocuklar ölüyor buralarda. Biliyorsunuz, Cizre'de bir bebek hastaneye yetişemediği için yaşamını yitirmişti. Annesi, onu bir buzdolabının içerisinde sekiz gün boyunca saklamak durumunda kalmıştı. Yine, Silopi'de Miray bebeği bütün Türkiye biliyor.

Yine, tabii, dün itibarıyla 8 güvenlik görevlisi yaşamını yitirdi. Bugün 1 kişi daha yaşamını yitirmiş. 9 güvenlik görevlisi yaklaşık 1 gün içerisinde yaşamını yitirdi. 1'i yüzbaşıdır yani üst düzeyde bir görevlidir. 10'larca demeyeceğim, 100'lerce yaralı güvenlik görevlisi var. Artık Diyarbakır'daki hastanelerde yaralıları tedavi edecek bir durum ortadan kalktı. Diyarbakır Üniversitesi Tıp Fakültesi çatışmalarda yaralanan güvenlik görevlilerini tedavi ediyor. Yani Diyarbakır Tıp Fakültesi Hastanesi yetmediği için şu anda yaralıların bir kısmı da asker hastanesinde tedavi ediliyor, yetmezse GATA'ya kaldırılıyor. Diyarbakır'ın yine başka bir hastanesi, araştırma hastanesi de çatışmalarda yaralanan sivillerin ve yine oradaki eylemcileri tedavi ediyor. Yani bütün bunların yaşandığı bir ülkede buraya Sağlık Bakanlığının bütçesi için toplanıp "Şu kadar lira bu genel müdürlüğe, bu kadar lira bu kadar genel müdürlüğe." deyip bu toplantıyı bitirmek kabul edilemez. Yani Sağlık Bakanlığının bu konudaki politikaları ne olacak önümüzdeki zaman dilimi içerisinde? Tabii ki bunları burada konuşacağız. Konuşulacağı yer, tam tersi, burasıdır. Bu anlamda, Sayın Bakanın yaptığı toplantı öncesi değerlendirmeye değer biçiyorum önemlidir. Elbette ki bir Sağlık Bakanı olarak. Türkiye'de bu yaşananlarla ilgili herkesin beklentisi var. Dün akşam itibarıyla 27 cenaze mahallelerden çıkarılıp Cizre Devlet Hastanesi morguna getirildi. Yine aldığımız bilgi kadarıyla, pek çok ceset torbası istenmiş, mahallelerde yaşamını yitirenler peyderpey hastanelere, morglara kaldırılıyor. Tabii ki bunları burada konuşacağız. Ne olacak bu işin sonunda? Burada değerlendirmeler yapacağız ve çözüm bulacak yer de burasıdır, Meclistir. Plan Bütçe Komisyonunda da tabii ki bunlar konuşulacak.

Bakanımızın yaptığı değerlendirmeyi doğru görüyorum ancak içeriğine katılmadığımı ifade etmek istiyorum. Gerçekten bölgede yaşananlar, şu anda burada, bu toplantıda bulunan hiç kimsenin yaşamadığı zaman anlayabileceği, bilebileceği bir durum değil. Eylül ayı içerisinde Cizre'de sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. İlk sokağa çıkma yasağının ilan edildiği durumu söylüyorum. Ben Cizre'deydim. Üç gün, sokağa çıkma yasağının ilan edildiği Cizre'de kaldım. Bu, hendeklerin ve barikatların olduğu mahalleler değildi. Barikatların olmadığı, hendeklerin olmadığı mahallelerde kaldım. Üç gün içerisinde gözlemlediğim şuydu: Tek bir kişi dahi -barikatların, hendeklerin olmadığı mahallelerden söz ediyorum- herhangi bir ihtiyaç için bile olsa dışarıya çıkamamıştır. Kafasını çıkaran insanın keskin nişancılar tarafından vurulduğu bir yerden söz ediyorum. Üç gün orada kaldıktan sonra 3'üncü gün içerisinde Cizre'den çıkmak istedim. Kaymakamı arıyorum, cevap vermiyor, emniyet müdürünü arıyorum cevap vermiyor, valiyi arıyorum, cevap vermiyor, yani devlet hiyerarşisi içerisindeki hiçbir makam bir milletvekiline cevap vermiyor. Öyle olunca, 155'i aradım Sayın Bakan. 155'e Diyarbakır milletvekili olduğumu, Cizre'de bulunduğumu ve çıkmak istediğimi söyledim. 155, biliyorsunuz, bütün kayıtları alıyor. Kayıtları aldım, isteyip teyit edebilirsiniz. Bana 155'ten söylenen şuydu: "Şu anda sokağa çıkmanız durumunda görüldüğünüz her yerde vurulursunuz. Çıkarsanız sizin vurulmanızdan, ölmenizden biz sorumlu değiliz, çıkmayın." Dedim ki: "Ben bu ülkenin milletvekiliyim. Cizre'deyim ve ben çıkacağım buradan. Size bildiriyorum, zaten beni vurmasınlar diye size bildiriyorum, katletmesinler diye size bildiriyorum. Benim arabamın markası şu, rengi şu, benim bu arabam Meclise kayıtlı arabadır. Arabamın önünde Meclisin bize verdiği kart da bulunmaktadır. Ben saat yarım itibarıyla bulunduğum noktadan çıkıyorum." dedim. Aynen bana söylediği şu: "Çıkarsanız vurulursunuz ve bundan biz sorumlu değiliz." Dedim ki: "Ben çıkıyorum, vurulmam hâlinde sorumlusu olan sizsiniz." Yine de, tabii, tedbir anlamında, belediyenin itfaiye aracıyla birlikte, itfaiye aracı önde, ben de şehri çok iyi bilmediğim için arkasından çıktım. O dönem Cizre'ye giriş de yasaktı, çıkış da yasaktı. Şimdi çıkmak serbest, girmek yasak. Çıkma noktasına geldim, polis kontrol noktasına. Neyse ki, yani bu görüşmeden sonra, anladığım o, hemen haber verilmiş benim çıkmak istediğimle ilgili durum. Kontrol noktasına geldiğimde, oradaki görevli, yani güvenlik görevlilerinin şefi olduğunu tahmin ettiğim birisi, "Çıkmanızla ilgili bize bilgi verildi, buyurun Sayın Vekilim, çıkın." dediler. Yani o şekilde çıkabildim. Tablo bu. Bunu söylemek istiyorum.

Yani, bir dönem önce yine Silvan'da da sokağa çıkma yasağının olduğu bir gün, akşam saatlerinde, Silvan'a 9 kilometre yakın bir petrol istasyonunda bekliyorduk içeriye giremediğimiz için. Tam o sırada, beklediğimiz sırada ışıklar söndürüldü. Bir TOMA, birkaç Özel Harekât polisinin zırhlı aracı ve 2 tane yarım otobüsten oluşan Özel Harekâtçılar bulunduğum petrol istasyonu noktasına geldiler. Hemen, Özel Harekâtçıların şefi ya da müdürü olduğunu düşündüğüm bir görevli sesinin en son noktasına kadar bir konuşma yaptı. Aynen yaptığı konuşma şuydu: "Bizim devletimizden ne istiyorsunuz? Bizim bayrağımızdan ne istiyorsunuz? Bu bayrak sayesinde karnınızı doyuruyorsunuz. Bu devlet sayesinde aç karnınızı doyuruyorsunuz. Şerefsizler, alçaklar..." Ağzına gelen bütün lafı o gecenin karanlığında -akşam saat 19.30'du- söyledi ve işte, on dakika içerisinde oradan ayrılmamamız durumunda "Hepinizi geberteceğim." dedi. Aynen kayıtlar. Hemen yanımızda bulunan devlete ait bir binanın güvenlik kameralarında da kayıtlıdır ve bütün bunları söyledikten sonra oradan ayrılıp gittiler. Yani bölgede yaşanan tablo bu, durum bu. Bütün bunlar, içinde olmadan, yaşanmadan gerçekten anlaşılacak gibi değildir orada. Ben hemen bu olaydan sonra kaymakamı aradım, "Nasıl bu güçleri buraya gönderdiniz? Tıpkı Yüksekova'da yapılan bir durum gibi. Yani Yüksekova'da da bir Özel Harekâtçı işçileri toplamıştı, buna benzer açıklamalar yapmıştı. Aynen o tabloyu burada yaşadık." dedim ve kaymakam haberinin olmadığını, haberi olsaydı asla oraya böyle bir güç göndermeyeceğini ifade etti. Ben şahsen inandım yani. Tarzı buydu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydoğan, ilave süre veriyorum.

Buyurunuz.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Şimdi, bütün bunlardan sonra birkaç şey söyleyeceğim.

Sayın Bakan, bu hastanelerde cezaevlerindeki yatan hükümlü ve tutuklular için "mahkûm koğuşları" denilen koğuşlar gerçekten yani iç yakacak durumdadır. Bu konuda gerek siyasi tutuklulardan gerekse adli tutuklulardan aldığımız çok sayıda mektup var. Bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor musunuz? Yani Diyarbakır'dakini ben biliyorum, Ankara Numune Hastanesininkini biliyorum, bir iki yıl önce gitmiştim, şu anda durumu nedir, bilmiyorum. Ama hepsi havasız, nemli bir durumda. Yine, tutuklu ve hükümlülerin en fazla şey yaptıkları konu şu: Hastanelerde elleri kelepçeli olarak muayene edildikleri, hekimlerin bu konuda Sağlık Bakanlığının yayınladığı genelgelere uymadığı biçiminde. Bu da sağlığa erişim hakkı açısından son derece önemli bir konu. Kişiler tutuklu ya da hükümlü olabilir ama yani, hükümlü ve tutuklu olsalar da bir devletin tutuklu ve hükümlü kişilerin sağlıklarını koruma ve tedavi etme görevi vardır, sorumluluğu vardır. Bu, demokrasinin de önemli bir kuralıdır diyeceğim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Ek süre vereceğim.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Hemen bir şey daha söyleyeceğim. Şimdi, tabii ki bu hastaneler yapılıyor. Bizim elimizde şöyle bir veri var şehir hastanelerinin yapılışıyla ilgili: Bir politika olarak bunu yeni gündemleştirdiniz. Pahalı bir hizmet olduğu da açık ve ortada gibi geliyor. Örneğin Erzurum'da yapılan bir hastane var. Sizin Genel Müdürlüğünüz tarafından yapılmış, maliyeti 189 milyon olarak düşmüş. Yine başka bir yerde aynı kapasitede, yani Erzurum'un şeyi 1.200'dür, diğeri 1.500'dür Kayseri'de yapılan hastanesi şehir hastanesi olarak yapılan hastane. Birini 189 milyona mal ederken diğerinin maliyetinin 432 milyon olduğu söyleniyor, yazılıyor. Bu kadar büyük fark varken neden Bakanlığın bütçesinden bu kadar para ayrılıyor? Bu konuda da bir değerlendirme yapabilirseniz iyi olacak diye düşünüyorum.

Tabii, konuşulacak çok şey var ancak, tabii, zaman sıkıntısı da var.

Canlı doğan bin tane bebekten 14'ü, yani binde 14'ünün yaşamını yitirdiği bir ülkede yaşıyoruz ve bu bebek ölümlerinin çoğunun da sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerde olduğu şeklinde elimizde veriler var. En azından Sağlık Bakanlığı bir politika olarak hem bebek ölümlerini hem de 1 yaşın altındaki ölümleri önleme yönünde, bu sosyoekonomik düzeyi düşük, özellikle tabii bölge illerinde nasıl bir tedbir ve önlem alacak, o konuda da bir değerlendirme yaparsanız iyi olur.

Yine, son günlerde doğum çok teşvik ediliyor bir Hükûmet politikası olarak fakat doğurganlık hızı artıyor.