KOMİSYON KONUŞMASI

EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Başkanım

Değerli Başkanım, kıymetli milletvekillerimiz, değerli bürokratlar, sivil toplum kuruluşlarımızın değerli temsilcileri; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bugün çok önemli bir konuyla ilgili toplanmış bulunuyoruz. Sözlerime başlamadan önce, İsveç'te ve Hollanda'da kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yapılan saldırıyı buradan, Meclisimizden, bu Komisyonumuzdan da lanetlediğimi ifade etmek istiyorum.

Tabii, ben bir hukukçu değilim. O sebeple, Anayasa değişiklik teklifimizi teknik açıdan değerlendirecek değilim. Yalnız, 28 Şubat döneminde imam-hatipte okuyan, katsayı zulmüne maruz kalan bir genç olarak ve daha sonrasında da hem katsayı zulmüne hem de ikna odaları zulmüne maruz kalmış bir eşe sahip ve bir aileye sahip ve iliklerine kadar bu 28 Şubat sürecini hissetmiş birisi olarak burada konuşuyorum. Bunun için, ben de o süreçle ilgili bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum: 28 Şubat Türk demokrasisinin maruz kaldığı 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe ve muhtıraların bir devamı ve en vahimlerindendir; ayrıca, 27 Nisan sanal muhtırasının da ilham kaynağı olmuştur. Toplumumuz bu darbelerin özellikle de 28 Şubatın etkilerini hâlâ hissetmektedir, zaten bugün burada bir arada olmamız da bunu göstermektedir. 28 Şubat zihniyeti, kendi toplumunu âdeta sömürge ahalisi gören, onların inançlarını ve kültürel dokusunu yok sayan, doğal gelişiminden rahatsız olan, kendilerini vazgeçilmez ve bu ülkenin sahibi gören hastalıklı bir anlayışın ürünüdür. 28 Şubat, Türk halkını kendi ayakları üzerinde durabilecek rüşde kavuşamaz gören bir zihniyetin baskı, sindirme ve şiddetle temel hak ve özgürlükleri kısıtladığı ve tüm bu yapılanları da meşru gösterdikleri bir süreçtir maalesef.

Geçen hafta burada yapılan konuşmaların çoğunu dinleme fırsatımız oldu; burada, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi ifadeler söylendi. Ben birkaç hatırlatmada bulunarak sözlerime devam ediyorum. Tıp Fakültesini 1'incilikle bitiren bir kız kardeşimiz sadece başörtülü olduğu için ağzı kapatılarak mezuniyet töreninden çıkarılmamış gibi konuşmalar oldu burada. Evlatlarını kına yakarak bu vatana kurban olarak yollayan annelerin kışlalarda yemin törenlerine başörtülü oldukları için alınmadığı bilinmiyormuş gibi konuşmalara şahit olduk. Başörtülü oldukları için orduevlerinde yapılan düğünlere alınmayan anneler, okulların önlerinde şiddete maruz kalarak başlarından başörtüsü çekilen, Kur'an-ı Kerim dersine bile başörtüsüyle giremeyen imam-hatipli kardeşlerimiz sanki yokmuş gibi konuşmalar vardı burada. Üniversite okuma imkânı ellerinden alındığı için gencecik yaşta gurbet hayatı yaşamak zorunda kalan binlerce genç, milletin iradesiyle milletvekili seçilmiş fakat bu Gazi Mecliste had bildirilmeye çalışılan ve yemin ettirilmeyen milletvekilleri sanki olmamış gibi ifadelerde bulundu bazı milletvekillerimiz. Allah'ın (CC) emirlerini ve Peygamber Efendimiz'in sünnetiseniyyesini hayatına tatbik etmekten başka gayesi olmayan ve bu sebeple hor görülen, hakarete uğrayan insanları gördü bu ülke. Üniversitelerde ikna odaları kurularak Allah'ın emrine uymamaya ikna edilmeye çalışılan kadınları gördü bu ülke.

Evet, bu kişilerden biri de eşim Vildan Hanım'dı. O süreçte gerçekten büyük travmalar yaşayan insanlar gördük, bunlardan birisi de eşimdi. Kendisi imam-hatipte okuduğu için iki yıllık bir üniversiteyi kazanmak zorunda bırakıldı katsayı zulmünden dolayı. O, iki yıllık üniversiteyi kazandıktan sonra, orayı, bölümü dereceyle bitirerek Türkiye'de 1 kişinin girdiği İstanbul Üniversitesinin 1 kişilik kontenjanını kazandı fakat İstanbul Üniversitesinde o dönemde Avcılar'da kurulan ikna odalarında, evet, kendisi ikna edilemedi elhamdülillah ama eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Daha sonrasında, vekâlet alarak vekâletle kayıt yaptırmaya çalıştık ama bu da mümkün olmadı ve kaydı başörtülü olduğu için değil, başörtüsü üzerine peruk taktığı için... Yani perukla dahi kaydını yaptırmadılar o dönemde. Daha sonra, idare mahkemesine başvurarak yürütmeyi durdurma kararı aldık; ara dönemde fakültesinde kaydını yaptırma imkânı oldu, okula perukla devam etmesine -o dönemde ana kampüste müsaade etmemelerine rağmen- o fakültede müsaade ettiler, perukla okudu; 3'üncü sınıfı bitirdi başarıyla, 4'üncü sınıfa geldiğinde Danıştay 8. Dairenin kararıyla tekrardan okuldan atılarak eğitim hayatı yarım kaldı. Bunların hepsi, bu mücadele sadece ve sadece okumak için verilmişti yani başka bir şey değildi; okumak için dava açıyorsunuz, idare mahkemesi durduruyor, daha sonra Danıştay bunu bozuyor ve elhamdülillah, 2009 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın çıkarmış olduğu af ve sonrasındaki başörtüsü özgürlüğüyle beş yıl gecikmeli bir şekilde 2010 yılında mezun oldu. Ama bunlar neden yaşanmalıydı? Yani sanki yaşanmamış gibi, geçen hafta bunların burada anlatılmasını gerçekten üzülerek dinledim.

Peki, bu zulümlere uğrayanlar ne yaptı o dönemde? Gezi olaylarındaki polis düşmanı Vandallar gibi ortalığı yakıp yıktı mı? Polis arabalarını mı parçaladı? Hayır. Sadece ve sadece el ele tutuşarak bu zulmü protesto ettiler. "Siz ne yaparsanız yapın, Allah bizimle beraberdir ve o ne güzel vekildir." dediler ancak kendilerine yapılan bu zulümleri asla unutmadılar. O sebeple, eğer birileriyle helalleşmek isteniyorsa -demin Belgin Vekilimin de dediği gibi- başörtülü oldukları için kışlalarda evlatlarının yemin törenlerine alınmayan annelerden, ikna odalarında ikna etmeye çalıştığınız kardeşlerimizden, okullarının önünde başörtüleri başlarından çekilen imam-hatipli kardeşlerimizden, gencecik yaşta ailelerinden uzak gurbet hayatı yaşattıklarınızdan, oluşturduğunuz kin ve nefret ortamında sırf dinî inançları sebebiyle hakarete uğrayan, aşağılanan ve dışlanan tüm vatandaşlarımızdan özür dilemeden önce bu ülkede helalleşme olmayacaktır.

28 Şubat sürecinde Başbakanlık Kriz Yönetmeliği, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi, Batı Çalışma Grubu, Sivil Çalışma Grubu gibi oluşumlarla siyasetin ve Parlamentonun siyaset dışı güçlerle vesayet altına alındığı bir Türkiye'yi gördük. İşin daha da vahim kısmı, bu süreçte bir kısım siyasetçi ve bürokratların da bu demokrasi dışı oluşumlara çanak tuttuğuna şahit olduk. Bu Anayasa teklifimizin oluşma sebebi de aslında tam da budur. Başörtüsü gibi temel bir özgürlük insanların keyfî uygulamalarına maruz bırakılmamalıdır ve köklü bir çözüme ulaşmalıdır. Artık, her sabah endişelerle sokağa çıkılan, "Bugün hangi hakkımdan olacağım?" diye kaygı duyulan, genç beyinlerin eğitim haklarının engellendiği bir Türkiye yok elhamdülillah. Bu, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde AK PARTİ iktidarlarımızın sayesinde olmuştur ancak tüm bunlar o günlerin özlemiyle yanıp tutuşan insanların hâlâ var olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Bu sebeple bu Anayasa değişikliğinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

AK PARTİ iktidarımız temel hak ve özgürlükleri öncelediği gibi her zaman "aile" kavramını da öncelikli görmüş ve bu kutsal yapının korunmasıyla ilgili de adımlar atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanları ülkemizi fiziki olarak yıkmayı defalarca denemiş fakat başarılı olamamışlardır, son olarak da 15 Temmuzda bunun mümkün olmadığına kanaat getirmişlerdir. Yine, Türkiye düşmanları ekonomik olarak da defalarca saldırıda bulunmuşlar, 2018 yılında yaptıkları saldırı da o dönemdeki Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Berat Albayrak'ın üstün gayretleriyle bertaraf edilmiş ve ekonomik olarak da Türkiye'nin yıkılamayacağı anlaşılmıştır. O sebepledir ki artık LGBT gibi oluşumlarla toplumumuzun ahlaki yapısı ve aile kurumu hedef alınmaya başlamıştır. Türk aile yapısı bir erkek ve bir kadından ve bu aile birliğiyle oluşan çocuklardan meydana gelir, aksini iddia etmek bu ülkenin millî ve manevi değerlerine ne kadar uzak olunduğunun göstergesidir. Bu yapıyı bozmaya, tahrip etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Şu iyi bilinsin ki bizler muhafazakâr devrimciler olarak aile yapımızın bozulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun gölgesinde, her şeyin öncesinde ve ötesinde bu topraklarda yaşayan ve yaşama borcunu ödemek isteyen her insanın ve kuruluşun ülkemizin önünü açacak insan hakları, demokrasi, özgürlükler ve milletimizin birliği ve beraberliği konusunda yapacağı çok şey olduğunu düşünüyorum.

Başörtüsüne anayasal güvence getiren, aile ve evlilik birliğini korumayı amaçlayan, benim de imzam bulunan bu Anayasa değişikliği teklifimize özgürlüklerden yana olduğunu ifade eden ve aile kurumunu önemseyen tüm milletvekillerimizin destek vereceğini umut ediyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum.