KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Evet, Sayın Başkanım, Sayın Grup Başkan Vekillerimiz, Sayın Genel Başkan Yardımcılarımız, sivil toplum örgütlerimizin değerli temsilcileri, kamu yöneticilerimiz; ben de hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.

Sözün çoğu söylendi, tekrara girmemek adına birkaç hususu bir hukukçu olarak ifade etmek istiyorum. Bu sefer bir yanlışı düzelterek başlamak istiyorum. Anayasa Mahkemesi kural koyamaz, bize böyle öğretildi. Yasa yapma görevi Parlamentonundur ama maalesef, geçmişte o 80'li, 90'lı yıllarda hatta daha öncesinde de fiilî olarak yasa koyucunun yerine geçip mahkemeler âdeta kanun ihdas ettiler. Benim bildiğim Türk hukuk mevzuatında başörtüsünü yasaklayan hiçbir hüküm yok; yanılmıyorum değil mi? Hukukçu arkadaşlara soruyorum. Böyle bir mevzuat yok, böyle bir hüküm yok ama fiilî olarak bu ülkede yıllarca bu zulüm yapıldı.

Üzüntüm nedir, onu paylaşmak istiyorum. Başta mahkemelerimiz, hâkimlerimiz olmak üzere hele hele yüksek dediğimiz, ifade ettiğimiz yargıçlarımız ve mahkemelerimiz başta olmak üzere bir başvuruyu veya bir talebi değerlendirirken daha çok özgürlükçü bakması gerekirken bunu konjonktüre uygun, vesayetçi bir anlayışla hep daraltıcı yorumladı ve Parlamentoyu âdeta iğdiş etti, lağvetti. Hiç kimseden, Parlamentodan bile itiraz gelmedi, gelemedi; konjonktür ona müsait değildi. Vesayet odakları vardı, cunta artıkları vardı; bu, bizim dönemimizde de vardı maalesef ve bunu destekleyen -çok üzülerek ifade ediyorum- bu ülkede milleti temsil eden, devletin temsilcisi olduğunu düşündüğümüz Cumhurbaşkanlarımız da yaptı. Hele hele eski bir Anayasa Mahkemesi Başkanı bile bu yasağı savundu ve uyguladı. Beni tek başıma resepsiyona davet etti ama diğer siyasi partiden arkadaşlarımızı eşli davet etti. Bu ayrımcılığı yaparken keşke o sivil toplum örgütü temsilcileri de siyasi partilerimiz de buna bir tepki koyabilseydi; olmadı, olamadı, özgürlükçü düşünemedik, bakamadık. Bundan şimdi bir nedamet duyuyor muyuz? Bunu çok kıymetli buluyorum, değerli buluyorum, samimiyetle söylüyorum, yeter ki samimi olalım; bir polemik olsun diye de söylemiyorum. "Efendim 2 sandık konacak..." Özgür Başkan söylediği için söylüyorum, 2 sandık koymayalım, hemen burada çözelim. 400'ün üzerinde milletvekilliyle bu işi çözebiliriz. Bu alanı birilerinin hem istismar etmesini engellemiş oluruz hem de bakın, yasak koyucu ya da yasa engeli olmadığı hâlde fiilî defacto, yasak olarak uygulayan ve burada hakikaten insanları mağdur eden, zulmeden hikâyeleri dinledik, engellemiş oluruz; çok basit, çok kolay.

Efendim, şimdi zamanı mı? Evet, şimdi zamanı. Biz, 2007'deki -Sayın Kaboğlu Hoca bahsederken uzun bir sosyolojik girizgâhtan sonra, Anayasa değişikliklerinin ne zaman, niçin yapıldığını ifade ettikten sonra- değişikliği durup dururken yapmadık ki. O zaman da yüksek mahkemeler, yüksek mahkemede görev yapanlar, yüksek yüksek yargıçlar, Anayasa'ya aykırı olarak hükümler verdiler, Cumhurbaşkanını seçtirmediler. Ne yapacaktık? "Siyasi istikrarsızlık devam etsin." mi diyecektik? Mahkemeler kim adına karar verir? Yüce Türk milleti adına yani "Milletin kendisine gidelim." dedik; Parlamentonun da mahkemelerin de kendi adına görev yaptığı bizatihi topluluğa gidelim, onların hakemliğine müracaat edelim, durup dururken olmadı bu. Bu zulme, bu yanlışa, bu uygulamaya itirazımız üzerine gittik oralara.

Şimdi, Refah Partisinde de görev yaptım, Refah Partisinin de kapatılma gerekçesine bakın, birinci sebep başörtüsü. Partimiz iktidar, sözüm ona biz muktediriz, bizim partimize karşı açılan dava da başörtüsü ve uydurulmuş yalan haberler delil olarak sunuluyor. Başörtüsünü savunmak ya da kanun teklifinde bulunmak -Adalet Komisyonu üyesi olarak söylüyorum- o günün Adalet Komisyonu üyesi olarak, oradaki sözlerimizden alıntılar yapılarak Anayasa Mahkemesi kararında gerekçe oluşturuldu. Hatta hatta üniversite birinci sınıf talebelerine sorsanız, hepimize gülerler. Hani kürsü dokunulmazlığı, hani ifade özgürlüğü; Anayasa Mahkemesi bu kuralları ihlal etti.

MURAT EMİR (Ankara) - 1.700 dosyadan 2 tanesini seçip buraya getirdiniz geçen hafta, kürsü dokunulmazlığı...

İSMAİL BİLEN (Manisa) - İki bin yıl öncesinden bahsetmiyorum, bahsettiğim on yıl öncesi.

MURAT EMİR (Ankara) - Daha geçen hafta ya.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - On yıl öncesi, demek ki bu iklim buna müsait, vatandaşta da haklı, makul bir belki endişe, siz de bu endişeyi gördüğünüz için -millet adına bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ya bütün siyasi partiler- dediniz ki: Bir kanun teklifi verelim. Ben kanun teklifini tek başıma, bir imzayla verebilirim değil mi? Engel hâl var mı? Yok. Yarın bir başkası geldiğinde, aklıevvelin biri çıktığında bu toplumsal mutabakatı, huzuru bozmak adına böyle bir girişimde bulunabilir mi? Bulunabilir. O zaman gelin, kim... Bunu da abes buluyorum yani bir mevzuata Anayasa'nın amir hükmü değil mi, temel hak ve hürriyetler ancak olağanüstü durumlarda kanunla sınırlandırılabilir. Temel hak ve hürriyetleri olağan dönemde yasaklayan bir mahkemeden, Anayasa Mahkemesinden söz ediyoruz, Anayasa Mahkemesinde görev yapanlardan bahsediyoruz, yargıçlardan bahsediyoruz, bu ülkede Cumhurbaşkanlığı görevini ifa eden bir hukukçudan söz ediyoruz. Ben resepsiyona eşimle davet edilmedim, ayıp değil miydi, eksik değil miydi? Hiç kimseden itiraz geldi mi, barolardan hiç itiraz çıktı mı? "Bu uygulamalar temel hak ve hürriyetlerin aleyhinedir, yanlıştır." dendi mi? Denmedi. Bugün gelinen noktayı onun için çok kıymetli, çok değerli buluyorum. Sayın Erbakan'a da Allah Rahmet Eylesin. Sayın Cumhurbaşkanımız da siyaseten yasaklanmaya kalkıldı, biz siyaseten yasaklanmaya kalkıldık. Anayasa Mahkemesine müracaatlarda bunlar vardı, bizim arkadaşlarımızın önüne siyasi yasak konulsun istendi. Sebep, sadece başörtüsü ve başörtüsüyle ilgili veya dinî hassasiyetle ilgili Komisyonlarda yaptıkları konuşmalardan veya verdikleri önergelerden dolayı, kürsü dokunulmazlığı bir tarafa bırakıldı, temel hak ve hürriyetler bir tarafa bırakıldı, askıya alındı. Bunları yaşamış bir topluluk, bir kitle elbette ki bundan tedirgin olabilir, bundan endişe duyabilir. Biz de dedik ki: Mademki böyle bir niyet var, mademki böyle bir mutabakat var; gelin, bunu anayasal bir güvenceye kavuşturalım; daha zor olsun, tek imzayla değiştirilme imkânı, fırsatı kalmasın. Arkadaşlarım çok detaya girdiği için ben detaya girmeyeceğim, zamanınızı da fazla almayacağım. Bir konuşmada da dendi ki: "Siyasetin vizyon belgesine, yüzyıl vizyon belgesine Anayasa değişiklik teklifi girmemeli." Çok garipsedim. Tam aksine, siyasi partilerin görevi -ki hepimizin iddiası, sizlerin de duyuyorum- sivil bir anayasa yapalım. Bunu topluma elbette siyasi...

SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Seçilmiş Meclisin görevi bunlar.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Hayır, siyasi partiler bunu vadeder, milletten yetkiyi alır, gelir, burada da gereğini yapar. Milletten yetki almamış birinin de bunu ifade etme, icra etme imkânı olmaz ama siyasi partilerin böyle bir taahhüdü, böyle bir vaadi olamaz. Bu çok garip bir şey. Ne demek? Hep söylemiyor muyuz, seçimlere giderken seçim beyannamelerimizde yok mu sivil bir Anayasa? Geçmişte de bir çalışma yaptık, Sayın Başkanım da hatırlar, 50-55 madde üzerinde de ittifak etmiştik, keşke onları da hayata geçirebilseydik, keşke bugüne kadar geri kalan eksikleri de bu dönemde halledebilseydik; halledemediğimiz için millete taahhüt ediyoruz, diyoruz ki: Ey aziz vatandaşım, bana yetkiyi verirsen, bize yetkiyi verirsen, biz siyasi parti olarak, AK PARTİ iktidarı olarak iktidara geldiğimizde ya da Cumhur İttifakı olarak iktidara geldiğimizde, söz veriyoruz, sana şöyle bir sivil anayasa; darbenin izlerini taşımayan, daha özgürlükçü, daha müreffeh bir anayasa. Bu, hepinizin, hepimizin hedefi olmalı.

Gelelim, konumuz olmadığı hâlde... Yine Sayın Kabaoğlu iyi bilir, , üniversitede bunlar bize de anlatılmıştı "Kanunda bir boşluk, bir eksiklik bulursanız, mehaza bakın." derlerdi. "Mehazda yoksa içtihada bakın, içtihatta da yoksa yasa koyucunun parlamentodaki konuşmalarına veya gerekçesine bakın." Şimdi, biz burada 2 maddeyle ilgili bir teklifte bulunuyoruz ama o 2 maddenin dışında ne varsa her şey konuşuluyor. Anayasa'nın bir görevi de aileyi korumak değil mi? Biz yazmadık, darbe anayasasında da var, ondan öncekinde de var. Devletin görevi, aileyi korumak, aile bütünlüğünü sağlamak. Yok mu? Açın bakın, bugüne kadar yapılan anayasaların tamamında bu görev var.

Şimdi arkadaşlarımız ifade etti; dışarıdan kaynaklı, içeriye de yansıması olabilecek birtakım endişeleri, birtakım teşebbüsleri gördüğümüz için, bunun önünü açmamak ya da önünü kapatmak adına buraya bir hüküm veya bir cümle ilave ediyoruz. "Erkek ve kadın" diyoruz. Batı'da bunların örnekleri var mı? Var. Serbest bıraktılar mı? Bırakanlar var, pişman olanlar var. Türk aile yapısını bozacak, Türk aile yapısına zarar verecek, ileride -Sayın Leyla Şahin Usta burada mı bilmiyorum- Avrupa'nın gittiği, tekrar geri döndüğü yolu bizim gidip gelmememiz adına bir tedbir alacağız. Uygulayıcılara ya da kamu görevlilerine böyle bir sorumluluk, böyle bir yükümlülük ve buna da belki gerekçe, altyapı oluşturacak düzenlemeleri, kanunları Meclisten geçireceğiz ama üzüldüğüm bir husus var. Keşke Sayın Kabaoğlu deseydi, şunu ifade etseydi: "Evet, Anayasa Mahkemesi de çok kötü performans sergiledi, yasa koyucunun yerine geçti, Anayasa'yı ihlal etti. Tıpkı cunta özentilerinin bir kısmının yaptığı gibi, durumdan vazife çıkardı. Bunu yapmasaydı, hukuk sistemimize veya hukuk geçmişimize böyle bir leke kondurmamış olsaydı. İddianameler düzenlenirken siyasi partilere ve siyasi parti temsilcilerine hakaret edilmeseydi." Rahmetli Erbakan'ı methettiniz, çok da kıymetli, çok da değerli buldum, emin olun. "Habis ur" dendi. O zamanki...

BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Edepsizlik, terbiyesizlik.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Edepsizlik, saygısızlık, küstahlık.

Şimdi çok kıymetli buluyorum ama...

BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Toparlayalım.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Son cümlelerimi söylüyorum.

Keşke bunu geçmişte de yapabilseydik. O gün yapamadık, öyleyse hiç yapmayalım da demiyorum. Bugün gelinen noktayı çok değerli, çok kıymetli buluyorum. Gelin, hiç kimseye malzeme vermeyelim, tartışalım, ilave edilmesi gereken bir şey varsa ilave edelim, çıkarılması gereken bir şey varsa mutabakatla çıkaralım ama bunu Parlamentodan geçirelim, referanduma da hiç götürmeyelim. Sizden bu değerli katkıyı da istemek herhâlde hepimizin hakkı.

Bir başka şey -hocam bahsettiler- efendim, Anayasa değişiklik teklifleri konjonktürel olmamalı. Maalesef, Türkiye'de bu konjonktürel olabiliyor, yaşanan mağduriyetlerden dolayı da olabiliyor. Birkaç örnek daha verebilirim, hepimiz de üzülürüz, daha fazla kimseyi üzmek de istemiyorum. Mademki bir niyetimiz var, hepimiz de samimi...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Daha fazla da üzdün zaten.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Yok. Üzüldünüz mü bu söylediklerimden?

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yanıt vereceğim tabii, tahkir etti.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Üzüldünüz mü hakikaten? Ben kimseyi tahkir etmedim Hocam. Bakın, kimseyi aşağılamadım, siz bunu da yaptınız.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, ben düzelteceğim.

BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Hocam, lütfen.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Yaşınıza hürmeten bir şey demedim.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ben konuşurken de bana laf attı, kendi konuşurken de bana laf atıyor.

BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Değerli arkadaşlar, misafirlerimiz var, 3 kere mutfakta ayarlama yaptım, 3 sefer yarım saat, yarım saat... Yani lütfen, diğer misafirlerimize de insaf edin.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, dikkatle dinliyorum, dinlemeyi bile çok görüyor; laf atıyor.

BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Hocam, siz bile laf atıyorsunuz.

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bir şey demedim ki, laf atmadım bile.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Hayır, hakaret mi ettim dedim.

BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Bilen, toparlayalım lütfen. Son cümlelerinizi alayım.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Peki, son cümlelerimi söyleyeyim, Başkanım.

Bakın, DGM'leri kaldırdık, kıymetlidir. İdari mahkemeler, Danıştay, Anayasa Mahkemesi çok kötü performans sergiledi, maalesef barolarımız da -ki onların mensuplarından biri olarak söylüyorum- iyi bir sınav vermediler. Bugün gelinen noktayı bu anlamda çok değerli, çok kıymetli bulduğum için diyorum ki: Gelin, bunu Komisyonda halledelim, Genel Kurulda da birlikte çıkaralım; hiçbir şüpheye mahal bırakmadan ya da endişeye mahal vermeden Genel Kurulda biz bunu çözebiliriz, hep beraber geçirebiliriz, sizin de endişeleriniz ortadan kalkmış olur diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.