| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop, MHP Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, AK PARTİ Grup Başkanı Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AK PARTİ Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin, AK PARTİ Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, AK PARTİ Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, MHP Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay, MHP Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, BBP Genel Başkanı Ankara Milletvekili Mustafa Destici ve 326 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4779) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 19 .01.2023 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, sizin şahsınızda tüm Komisyon üyelerini, teklif sahiplerini, bu toplantıya davet edilen, buraya katılan Kamu Başdenetçimizin şahsında kamu adına buraya gelen, görev yapan herkesi ve basın mensuplarını saygıyla selamlıyorum. Mümkün olduğu kadar, tabii, dünya çapında bir anayasa profesörünün, Fransa'nın 1803'ten beri Napolyon Bonapart'ın çıkardığı bir kanunla verdiği en üst devlet nişanını Fransız hukuk eğitimine katkılarından dolayı almış birisinin, her ne kadar Türkiye'de bir KHK'yle hukuk eğitimi vermesi engellenmiş olsa da bulunduğu bir yerde, bir Anayasa Komisyonunda, tamamına yakınının hukukçu olduğu ve Anayasa üzerinde, Anayasa değişikliği üzerinde söz sarf edecek olmanın bazı dezavantajlarını, bazı mahcubiyetlerini ilk andan ifade etmek isterim. Öncelikle, kendi kendime bu şerhi koymak isterim.
İkinci husus, bugün, şu anda söyleyeceğim sözler bazı argümanlardan, karşı tarafın kullandığı diye görülen bazı argümanlardan rahatsızlık duyanlar için tekrar ama "Bunlar biraz daha pekiştirilsin." diye bekleyenler için de eksik kalacak konuşma, hiçbir konuşma iki tarafı buradan tatmin etmeyecektir. Mümkün olduğu kadar tekrara düşmemeye çalışacağım.
Benim bir Grup Başkan Vekili olarak özellikle ve hassasiyetle üzerinde durduğum bir itiraz noktası var bu metne, metnin kendine değil, metnin imza sahiplerine değil ama metnin imza sahiplerinden birisine bir itirazım var, tarih önünde bu itirazı dile getirmek mecburiyetindeyim; Meclis Başkanının imzasına, Mustafa Şentop'un imzasına.
Sayın Şentop, bu eleştirildiğinde ilk karşı argüman olarak "Yassıada teklifine de imza attım, eleştirmemişlerdi." dedi. Eleştirmiştim, Plan Bütçe Komisyonu toplantı salonunda yaptığımız konuşmada, Mustafa Şentop'un Yassıada imzasının, Yassıada gibi bütün herkesin içinde bulunduğu ve desteklediği bir kanunda dahi olsa altmış yıl önceki Anayasa'nın ilgili maddesinin tutanaklarına da döndüğünüzde, Meclis Başkanlarının hiçbir şartta imza atmamaları, oylarının rengini belli etmemeleri ve yönettikleri oturumlara ve yönetmedikleri oturumlara dair; yönettiği oturuma ilişkin kısıtlama Meclis Başkan Vekillerine aittir, yönetmedikleri oturumda da mutlak bir tarafsızlık içinde olmaları ve oy hakkının olmadığı bir süreci yaşadık. Bunu anlatmış, itiraz etmiştim Yassıada'da da ama Mustafa Şentop "Ona itiraz etmediler." dedi ve tutanağın kendisini düşürdüğü durumdan da mahcup olmadı çünkü biz bunu defalarca söylememize rağmen "Nasılsa benim söylediğimi bizim mahalle duyuyor, onun cevaplarını başka taraflar duyuyor, beni kuvvetli ve tutanak altında yalanlıyor olması bir sıkıntı yaratmaz." dedi, mahcup olmadı Sayın Şentop ama Sayın Şentop'u sıkıntıya sokan başka kanıtlar da vardı.
Şöyle ki: Meclis Başkanlarının daha önce attığı imzaları saydı. Biz de o imzaları irdeledik; ne zaman atmışlar, niye atmışlar? Şöyle: 2 tane kriter oluşmuş, bu Parlamentoya bu yüz yıllık, yüz iki yıllık Parlamentoya saygım bir kez daha arttı, ne hâle getirmiş olursak olalım bir kez daha arttı. Geçmişte imza atan Meclis Başkanlarımız var ama kendi kendilerine birbirlerini tamamlayan inanılmaz bir ritim tutturmuşlar. Mesela, Bülent Arınç tutmuş imzayı atmış üzüm üreticisinin sorunlarıyla ilişkili bir kanun teklifine. Allah Allah, diyorsun ya, Meclis Başkanıyken olur mu? Manisa'daki AKP'li ve CHP'li bütün milletvekilleriyle bir iştirak etmiş. Şimdi, bakıyorsunuz bir tutarlılık var, çünkü Mecliste 2 parti var, o 2 partinin o ilin bütün milletvekilleriyle atarken Manisa Milletvekili sıfatı olma vasfını koruyarak atmış, bir çekişmenin tarafı olmamış.
Diğer taraftan, atılan imzalardan bir tanesine bakıyorsunuz, aha diyorsunuz, Mehmet Ali Şahin 12 Eylül 2010 referandumuna imzayı atmış. Atmış mı? Atmış. Daha doğrusu imzası partisi tarafından Kanunlar Kararlara teslim edilmiş. Edilir edilmez isyan etmiş. "Benden bu imza bu maksatla alınmadı." demiş. Grupların rutin uygulamalarında, milletvekillerinin imzalarına ihtiyaç duyulma durumunda, şimdilerde artık terk ettiğimiz, sıkıntılı olan ama eskiden, işte, Anayasa Mahkemesine başvurmak için bir hazır imza föyü AK PARTİ tarafından dönülmüş, kullanılmış. Kullanırken Meclis Başkanının eski günlerde Meclis Başkanı değilken attığı imzayı ihmal ederek vermişler, hemen basın açıklaması yapmış ve demiş ki: "Başkanım, Meclis Başkanı olduğum sürece böyle bir imza atamam, Anayasa'ya aykırı."
Bunun devamında, örneğin Meclis Başkanları neye imza atmış diye bakıyorsunuz, Şentop'un örnek verdiği Başkanları, mesela Türkiye Büyük Millet Meclisi Teşkilat Kanunu'na imza atmış, İç Tüzük değişikliğine imza atmış ve eğer bütün partiler birden verdilerse Anayasa değişikliğine imza atılan bir örnek var ama dışarıda bırakılan parti ve milletvekili yok, tam mutabakatla çıkan bir Anayasa değişikliğine imza atmışlar. Bunun dışında, Sayın Şentop'u doğrulayacak bir şey yok ve onun burada bu taraf olma aceleciliğine yani bununla neyi ispatlıyor, neyi gösteriyor, ne yapıyor, onu anlayabilmiş değiliz. Belki, bu hatayı, önümüzdeki günlerde, kendisi, bu görüşmelerin yapıldığı oturumu altında imzası bulunmayan bir Meclis Başkan Vekilinin yönetmesini talep ederek bu yaptığı anayasal sakatlamanın, yanlışın neresinden dönülse kârdır noktasına gelecektir ama çok da sanmıyorum çünkü benim değerlendirmelerime dönmüş ve demiş ki: "Ya, aslında, Yassıada'ya imza attığımda itiraz etmeyen Özgür Özel -aha bu kadar tutanak var itiraz ediyorum Komisyonda- buna itiraz ettiğine göre olsa olsa başörtüsü alerjisindendir." E, şimdi, bu da yani Sayın Usta'yı rahatsız eden, rahatsızlığını ifade ediyor ki o rahatsızlığı ortadan kaldıracak açıklamayı hak ettiği için hemen söz alınıyor ve ifade ediyor "Böyle bir şey yok." diye veya sabahleyin Bülent Tezcan dediğinde, Özlem Zengin dediğinde Engin Altay niyet okumadığını anlatmaya çalışıyor; Sayın Şentop bir niyet okumayı hem de tutanak önündeki mahcubiyetine rağmen sürdürmeye devam ediyor. Bu anlayışı gerçekten doğru bulmadığımızı ve bu Meclisin Başkanının böyle bir noktaya gelmemesi gerektiğini, buna tevessül etmemesi gerektiğini önemsediğim için bir basın toplantısıyla bunu yaptık ama bu Komisyonun tutanaklarında bunun yer almasını son derece önemsiyorum, birincisi bu.
İkinci husus, bir Anayasa değişikliği yapıyoruz, bazı cümleler çok hoş. Mesela Sayın Özlem Zengin "Bu masanın etrafında başörtüsü yasağını savunan kimsenin olmadığını düşünüyorum." diyor. Bence bu gerçekten olumlu ve Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu iklime hizmet edecek, uzak olduğu iklime bir itiraz noktasında bizim de ortaklaşabileceğimiz bir söylem. Ben de öyle olması gerektiğini düşünüyorum, ona inanıyorum. Sayın Şentop "başörtüsü alerjisi" falan demiş, birbirimizi bir daha bir daha anlatacak hâlimiz yok ama burada şunu birçok milletvekilimiz biliyor, Sayın Özlem Zengin yakından biliyor. Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde Leyla Hanım'ın anlattığı, bazılarını dinlerken gırtlağımızın düğümlendiği -ki o bizzat yaşadığı için çok haklı olarak ve çok hissederek anlatıyor- ve gerçekten de anlattıklarından, o dönemde itiraz ettiğim o yasağa bugün dinlerken bile mahcubiyet duydum, bunu açıkça söylemek lazım. Bunun aksini hisseden kimsenin burada olmadığını da bilmenizi isterim.
"Laboratuvara giremezler" Neden? "Alev yanıyormuş, başörtüsü oradan alev alırmış diye arkadaşlarımızı çıkardılar." Şimdi hâlen evli olduğum, 1993'ten beri birlikte olduğum eşim Didem'le birlikte, o zamanki arkadaşım Didem'le birlikte laboratuvarı hep beraber boşaltmayı teklif ettik, laboratuvar boşaltıldı. Dekanlık saatler içinde ikna oldu, iki gün sonra da telafi oldu ve arkadaşlarımız böyle bir yasakla muhatap olmadılar. Böyle bir öz güvenle konuşuyorum, tutanak altında söylediğim için ve yıllardır bilindiği için konuşuyorum. Eczacı Odasına gittiğimde başörtülü eczacıların, başörtülü fotoğrafları olan eczacı kimlik kartlarının bekliyor olmasının Eczacılar Birliğinde -gösterdi arkadaşımız- "Bunları yollamamış arkadaşlar önceki dönemlerde." demişler, ona verdiğim tepkiyi biliyorum.
27 Nisan e-muhtırası verildiğinde Kaz Dağları'ndaydım ben, Ege Eczacı Odaları Sonuç Bildirgesi yazıyoruz ve içeriye bir arkadaş, bir sayman arkadaş girdi ve verilen e-muhtıradan "Darbe oldu, darbe oldu." diye -Ege Eczacı Odaları da hani çok öyle muhafazakâr odalar değildir- sevinçle girdi, söyledi.
Orada konuyu değerlendirdiğimizde, bunun iki sonucunun olacağını, bir sonucunun Adalet ve Kalkınma Partisinin çok önemli bir fırsat elde ettiğini, bunun muhtırayı verenleri mahcup edip muhtıraya muhatap olanları güçlendirecek bir şey olduğunu söylemiştim. İkincisi, bizim böyle bir şeye karşı hepimizin ortak bir tepkide bulunması gerekir. "Asker kim oluyor da sivil siyasete yön tayin ediyor, istikamet dayatıyor." diye söylemiştik.
Bu asker meselesinde onlarca tutanaktan onlarca yazılı belgeden bunları okurum, okuduk, Mecliste de konuştuk ama bugünlerde -belki biraz sonra değinirim- sivil siyasetin muhalefet kanadına, siyasi bir polemiğe alkış tutarak, bir Genel Başkanın muhatabı tarafından çok kötü kelimelerle eleştirilmesine alkış tutularak ileri vadeli, aşkın zamanlı bir tehdit konuluyor siyasete ve seçmene deniliyor ki: "Beş ay sonra bunlar gelirse biz komuta kademesi olarak bunların karşısındayız." Bunu da bir oturup değerlendirin. Burada Adalet ve Kalkınma Partisine tarih önünde tarihî bir fırsat vardı. Eğer o kuvvet kademesine sahip çıkmak yerine -onlara ordu komutanları olarak hepimiz sahip çıkıyoruz, emirlerine girdik, canımızı koyduk biz ortaya ama- o kuvvet komutanlarının siyasete verdiği muhtıraya, muhalefete verdiği muhtıraya, yaklaşmakta olan seçime yönelik olarak "Aha, bunu Cumhurbaşkanı yaparsanız, biraz önce Recep Tayyip Erdoğan'ın, işte, aşağıladığı, hedef gösterdiği, alay ettiği kişiyi; biz buna alkış tutuyoruz, karşısında bizi bulacak kuvvet komutası olarak." denilmesine siz bir sivil siyasi duruşu sergileseydiniz, o zaman hem bir tutarlılık hem de çok önemli, gerçekten takdir etmemiz gereken tarihî bir hamle yapmış olurdunuz. Ama onun yerine "Vay efendim, İHA'ları, SİHA'ları uçuruyoruz da onu çekemiyorsunuz, kuvvet kademesi de bilmem neyiniz ondan." Bu, başka bir şey; bu, siyaset değil; bu, ucuzluk; bu, işi ucuzlattırmak; bu, işi basitleştirmek. "Benim komutanımı sen eleştiremezsin." Komutanın sivil siyasete müdahale ediyorsa, bunu iktidara söylüyorsa da eleştirilir muhalefete de... Kıymetli olan diğer tarafın eleştirmesidir.
15 Temmuz gecesi hepimizin varlığı kıymetliydi Mecliste ama ben ilk telefon açtığımda AK PARTİ'nin Grup Başkan Vekillerine, Meclis Başkan Vekillerine, Meclis Başkanımıza ulaşmaya çalışıp sonra o döndüğünde şu cümleyle başladım: Bütün darbeler iktidara yapılır doğası gereği ama o ülke ve dünya muhalefetin gözüne, ana muhalefetin gözünün içine bakar. Biz burada, bu darbeye karşı tutum almak istiyoruz ve bu Meclisi açalım -kapalıydı- ve orada olalım dedik. Şimdi, ana muhalefetin ve muhalefetin eksiksiz... O gün ne MHP'nin ne HDP'nin eleştirilecek hiçbir tutumu olmadı, hiçbirimizin, kişisel birkaç bir şey belki sonradan duyulmuştur, edilmiştir ama ben o salonda olan herkese kefilim, herkes de herkese kefil. Kitapları yazıldı, belgeselleri yapıldı, belgesellerinin sunuşları yapıldı, Genel Başkanınız Recep Tayyip Erdoğan'ın övgülerini aldı; oradaydık. Yanımda Genel Başkanımıza teşekkür telefonu açıldı, Genel Başkanımız "Yani nezaketsizlik olmasın ama reddetmek durumundayım, CHP darbeye karşı direndi diye teşekkür alacak bir parti değil, her darbeden zarar görmüş, her darbenin karşısında olmuştur." lafını Sayın Erdoğan'a Genel Başkan iletirken dizinin dibindeydim. Ben ilk telefonla darbeyi bildirdiğimde Genel Başkanınızın yanındaki Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı yalanlamıyor, geldi, "Seni alnından öpmek isterim." dedi o gece Genel Başkana darbeyi haber veriş şeklini, Genel Başkanınızın tutumundan sonra da yaptıklarınızı Mecliste. Mecliste dakikalarca el sıkıştık ama bugün de dönüp size bakarlar, iktidardasınız ve kuvvet kademesi muhalefete muhtıra veriyor ve beş ay sonranın iktidarını seçeceklere bir şey söylüyor, orda da tarihî bir sınavı geçemediğinizi ifade etmek mecburiyetindeyim.
Şimdi, Anayasa mı değiştirilir, kanun mu? Yani ben bu Anayasa değişikliğinin -ki üzerinde ortaklaşma ihtimalimizin ortadan kalktığını da düşünmüyorum ama- bugün için bir mana ifade etmediğini düşünüyorum, şundan: Neden biliyor musunuz? Anayasa'sızlaştırıldığımız bir sürecin içindeyiz biz. Anayasa'ya ne yazdığınızın bir manası yok ama benim gönlümden geçtiği gibi, OHAL döneminde ve bir vesayet odağının varlığında değil de özgür seçimlerle, hele hele yirmi yıllık neredeyse mutlak parti hâline dönüşmüş bir noktadan bir demokrasi çıkışı olur, sonra da bugünün iktidarının muhalefette olduğu ve sözünün de değerli görüldüğü ve kılındığı bir süreçte bir sivil Anayasa yaparsak, o 24'ü çok önemsiyorum ben. Bugün, önümüzdeki günlerde konuşacağımız, bizim 24'le ilgili önergelerimiz veya önerilerimiz veya tutumumuz, konuşuruz bunları ne olacak ama 24 bence en kritik maddelerden biri olacak ve bizim iktidarımızın övünç maddesi olacak. Ben buna inanıyorum ve bu öz güvenle tutanaklara bunu söylemek istiyorum beş ay sonra yüzüme çarpasınız diye, eğer en ufak bir yalpamız, en ufak bir başka yöne dönüşümüz olursa. Ama bu Anayasa metni nasıl yazılır, tekrar bütün anayasacılardan, Komisyondan özür dileyerek; makbulü kısa, net, anlaşılır. Basın özgürlüğüyle ilgili endişemiz var; Anayasa'mızda da hiçbir şey yazmıyor olsun. Bugünkü anlayışla geldik, ne yazarız? "Basın hürdür, sansür edilemez." Yazar, geçeriz arkadaşlar, Anayasa dediğin böyle olur.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Aynı yazdık.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Peki, yazıyor mu şu anda? Yazıyor. Var mı basın özgürlüğü? Basın özgürlüğü var mı? Sansür var mı, yok mu? Mesela, bugün belli sayıda gazetenin ilk sayfaları İletişim Başkanının WhatsApp'ına gidip onay alıp dönmeden baskıya girebiliyor mu arkadaşlar?
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Belli gazeteler de size gidiyor.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bizim öyle bir gazete yok. Olsa, bizim gazeteciye bunu kenarından söylesen Türkiye'ye rezil eder seni de... Bu, bir tenezzül meselesi; bu, bir hazım meselesi. Bizim içinde bulunduğumuz siyasette böyle bir şeyi diyebilecek de yok, duyup da hazmedecek de yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - "Yok." diyemediniz, "Sizde de var." diyorsunuz, bak, "Bizde yok." diyemediniz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Neyse...
Çok uzatmadan toparlayayım, son kısmına geçmek istiyorum, şunu söyleyeyim: "Basın hürdür, sansür edilemez." yazıyor. Hiçbir şey olmasın arkadaşlar, bugün Türkiye'nin kamu bankalarından ilan alma sıralamasına bir bakın. Sizinle birlikte olduğu güne kadar bir kelime ilan almayan Türkgün gazetesi en çok ilanı alıyor, BENGÜ TÜRK televizyonu en çok reklamı alıyor. Onun dışında, sıralamalar açık, gazeteciler çalıştı, süre olarak bilmem ne olarak ama size muhalif hiçbir gazete bir kelime almamış, bir dakika almamış bir televizyon.
Şimdi, devlet hakkaniyetle yönetilecek ya, bir dönün bakın bakalım, örneğin, Evrensel gazetesi, BirGün gazetesi resmî ilanlardan -zaten kamu bankaları sıfır veriyor- nasıl aylardır, yıllardır men edilmiş. Millî Gazete'ye neler yapıyorsunuz? Karşınızda muhalif olan bütün herkese... RTÜK kararlarına bakın. Bir tarafta sürekli bir tarafa hakaret edenler var, öbür tarafta onun yanından geçmeyecek sözlere dünyanın cezası var; burada tek bir ceza olmayan bir süreç var ve biz "Basın hürdür, sansür edilemez." yazıyoruz.
O yüzden, bugün yapmaya çalıştığımız işin bugünkü anayasal düzlemde diyeyim, anayasal habitatta yani bir metin var ama o metnin yaşandığı ülkede oksijen yok, demokrasi yok, özgürlük yok; baskı var ve esas sorun şu: Anayasa'nın bir önemi yok. Bu Anayasa nasıl değişti arkadaşlar? Tarafsız, partisiz olması gerektiği Anayasa'da yazan bir Cumhurbaşkanı, partisinin seçilmiş Genel Başkanını ve yüzde 49 oy almış Başbakanı, işte, hepinizin bildiği, Selçuk Özdağ'ın söylemesiyle öğrendiği, MYK'de, "İl başkanlarını alma yetkisi elinden alınıyor"a itirazla başlayan bir krizden sonra Başbakan değiştirdi, fiilen partisini yönetiyordu. Hepiniz biliyorsunuz, bir numaralı şahit dinletecek olsam Sayın Devlet Bahçeli. Ne dedi Sayın Devlet Bahçeli? "Erdoğan'ın uygulamalarıyla, fiilî durumla Anayasa arasında uyumsuzluk var. Bu uyumu gidermek üzere AK PARTİ Anayasa teklifini getirmelidir." diye başladı bütün hikâye.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ya, Sayın Başkan, şu 24'üncü, 41'inci maddeye bir gel, ne olursun ya!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tam oradayım aslında, tam oradayım, tam!
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ama devamlı söylüyorsun.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Yani bunu devamlı söylüyorsunuz, hep bunu dinliyoruz.
ALİ MAHİR BAŞARIR (Mersin) - 41 senin aklından çıkmıyor. Anlamıyorum, 41 de 41.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Leyla Hanım'dan sonra bu konuşmayla empati kurmuyorsunuz.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Aynen, Leyla Başkandan sonra bu konuşma mı ya?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Leyla Başkanla ilgili kısma da geleceğim.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Daha oraya gelecekmiş.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Geleceğim, geleceğim, geliyorum.
MURAT EMİR (Ankara) - Leyla Hanım çok güzel konuştu da diğer mesele gelince hiç sesini çıkartmadı vallahi.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bir dakika arkadaşlar...
Feti Bey, şimdi kuvvetli bir argüman gelince karşınıza bu rahatsızlık nedir?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hayır, rahatsızlık yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Buyurun yani istiyorsanız...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bakın, açıkça söyleyin, deyin ki: "Biz 24'e de karşıyız, 41'e de karşıyız."
MURAT EMİR (Ankara) - Ama tutarlılığınızı zedelediniz.
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Yani Özgür Bey'in sözünü mü keselim?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Top çeviriyorsunuz devamlı.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, dur bakalım, bir göreceğiz bakalım onu.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Leyla Hanım'ı dinlediniz mi gerçekten sayın mevkidaşım yani?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl?
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Dinlediniz mi Leyla Şahin Usta'yı? Gerçekten empati kurmuyorsunuz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Evet, dinledim gözünün içine bakarak.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Yani cevap için aldınız, bölüm ne alaka ya?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ona cevap için almadı ya!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ona cevap için değil yani ne cevabı? Ben normal Grup Başkan Vekili olarak konuşmamı yapıyorum.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Her zamanki konuşma bu.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Peki, öyle olsun.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Dört yıldır...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bir şey söyleyeceğim, bir meslektaşıma da bir mevkidaşıma da ses yükseltmek istemiyorum, aramızda böyle bir hukuk yok.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Özel, Sayın Başkanım, bir saniye...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tabii, buyurun Başkanım.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Değerli milletvekillerimiz, sabahtan beri tabii yoruldunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Çok özür dilerim yani dinledik.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Bir saniye Sayın Durgut, bir saniye...
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Yani çok üzüldük gerçekten.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Hayır, ama sonuçta konuşan bir milletvekilimiz, Grup Başkan Vekilimiz, dolayısıyla görüşlerini söyleyecek.
Dolayısıyla Sayın Başkanım, buyurun...
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Size laf atmadık, ona bile...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, hayır, öyle bir şey demedi ya!
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Hayır, vallahi öyle dedi, vallahi öyle dedi. "Müdahale etmediniz." diyor, söz alınca...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Neyse, tamam Murat, tamam, şey yapayım, toparlayalım da.
Esas mesele şu: Bir Anayasa vardı, ona uymayan bir Cumhurbaşkanı vardı, "O Anayasa'yı kişiye uyduracağız." dediniz ve yaptınız. Biz, bunu, işte, her doğana yapılması gereken metni Erdoğan'a göre yaptınız diye eleştirdik ama bu bir vakıa, bu bir gerçek. Türkiye'de Anayasa'yı tanımayan ve Anayasa kendisine göre değiştirilen, değiştirilmesine rağmen de mevcut Anayasa'yı hâlen daha tanımayıp birçok yönünü ihlal eden bir anlayışla karşı karşıyayız.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - 364'ü unutmadık yani.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Beni provoke etme ağabey, bak kavga etmeye gelmedim
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Ya, hiç ilgisi yok onunla.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ne alakası var, ben ne 364'te varım ne bir şeyde varım; dinleyelim.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - O zaman Anayasa yok muydu yani onu söylüyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, vallahi isteseniz de istemeseniz de konuşacağım.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Konuşun, konuşun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, zaten benim giriş yaptığım...
MURAT EMİR (Ankara) - 364'ü getirmek ne demek?
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Değerli arkadaşlar, lütfen Sayın Gündoğdu lütfen.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Yorulduk ama sabredelim. Arkadaşlar, sabırlı olalım.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Ya, Sayın Özkaya... Arkadaşlar, lütfen, daha konuşacaklar var.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Olay şu: Tutanak altında, otuz sene sonra bu Komisyon tutanaklarını dinleyecek arkadaşlara söyleyelim. Değerli siyaset bilimi öğrencisi arkadaşım, otuz sene sonra bunu okuyorsan "Bu ne saçma bir şey." demeyesin. Buradaki mesele şu, saçmalığı şuradan geliyor bu laf atmaların, konuşmaların, itirazların, rahatsızlıkların, imza sahibinin oradan lafa girmesinin -normalde o bekler ki kendi metninin bir an önce müzakereleri tamamlasın- bu şuradan geliyor: Anayasa'ya bir hüküm koyarak bu işi çözüyoruz iddiası var, o Anayasa'daki çok açık bir hükmün nasıl ayaklar altına alındığını ve ülkeyi yöneten kişinin geçmişte Anayasa'ya uymadığını ve bu Anayasa'ya uymadığının bir muhalefet liderince o gün kabul edilip "Ona göre Anayasa yapalım, uyumlulaştıralım." dediğini ve o sürecin sonunda buraya savrulduğumuzu kayda geçirdiğim için kızıp başka yerlerden laf atıyorlar. 364 nedir, bu lafın atılma sebebi nedir? Provoke edeyim ki insicamı bozayım ki bu kuvvetli kanıt boşa düşmüş olsun; buna izin vermem. Tekrar edelim, bu akışa izin vermem çünkü nasıl provoke edileceğini de bilirim, provokasyona karşı nasıl bir hatibin doğru tutum alması gerektiğini de bilirim.
EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Ona şüphe yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, 24'e gelince, 24 din ve vicdan özgürlüğü. 24'le ilgili maddeye geçildiğinde üzerinde arkadaşlarımız konuşacaklar, anlatacaklar.
Benim burada anlatmak istediğim mevzu şu: Anayasa 24'e başörtüsü yazılır mı? Kişisel kanaatim, şunu söyleyeyim: Anayasa dediğin toplum sözleşmesidir. Şöyle bir camdan dışarı bakarsın evinden, sokaktaki hanımefendilerin, kadınların ne kadarının başörtülü olduğunu görürsün, bu gerçekliğin Anayasa'da olmasını inkâr ediyorsan, sen ya Anayasa'ya inanmıyorsundur ya da faşistsindir. Anayasa'da başörtüsü lafı olmaz diye bizim mahallelerden yükselen itiraz varsa, o bugünkü anayasal düzen ve bu kadar anayasal korumaya rağmen basını koruyamayanların, "Burada bu yer aldığında acaba bu sefer farklı bir mağduriyet nasıl ortaya çıkabilir, beni nasıl koruyacaklar?" sorusuna cevap aranmasıdır. Ben bu masanın ona cevap arayacağı bir metin bulması gerektiğini düşünüyorum, başı açıkların endişelerinin de... Ancak başını kapatanların, başını örtenlerin, başörtüsü kullananların bunu bir anayasal güvenceye ihtiyaç duyuyorlarsa -bizce şu anda böyle bir iklim yoktur ama- bunun da son derece haklı, son derece meşru, herkesin başında bağlı olan bir şeyin toplum sözleşmesinde yok sayılmasını da doğru bulmuyoruz; bu konuda da tutumumuz çok net, çok açık.
Meselenin bir diğer tarafına gelince. Şimdi, sabahın erken saatlerinden beri dinlediğim, biraz önce de aslında kıymet verdiğimsöylediğim -meslektaşım o kısımlarını hiç duymamış, belki bu tarafa doğru söyledim diye duymamış- Leyla Hanım'ın uğradığı mağduriyet, arkadaşların uğradığı mağduriyet, bizim tanık olduğumuz, hatta o tanıklığım yüzünden bana DHKP-C'li diyor sizin medyanız. Bir tane fotoğraf çekmiş Grup Yorum'la birlikte Ege Üniversitesinin önünde eylemdeyiz -başörtüsü eylemi, Grup Yorum da katılıyor, biz de katılıyoruz- Grup Yorum'la birlikte fotoğrafımız var diye DHKP-C'li ilan edilmişiz ama bir gerçeklik var.
Bugün geldiğimiz noktada, din ve vicdan hürriyetiyle ilgili bir şeyler yazıyorsunuz geçmiş dönemde uğradığınız ve kanıta ihtiyacı olmayan mağduriyetler var, en etkili şekilde de dinliyoruz. Sizin biraz önce askerî darbeye karşı veya muhalefeti yıldıran askerlerin tutumlarına karşı tarihî bir fırsat dedim ya; sizin önünüzde hem başını örtmeyenlere güvence sağlamak hem de kendine "mağdur" diyen yani mesela "60'larda sayısı azdı." dedi mevkidaşım Sayın Özlem Hanım, ondan görülmüyordu; sayıları arttı, darbe dönemi geldi, böyle oldu. Şimdi, sayıları hiç az olmayan ama mağduriyetlerini dile getiren, rahatsızlık duyan ama sizin "Sen rahatsız değilsin." dediğiniz bir kitle var. Bugün Türkiye'de eğer Müslüman'sanız ve Sünni mezhebine sahipseniz bu konuda hiçbir sıkıntınız yok, olanlar kalktı, başka güvenceler de gerekiyorsa veriliyor zaten ama bu ülkede Sünni mezhebinden olmayıp "Ben inanıyorum, inançlıyım ama benim inancımın ibadethanesi cemevleridir." deyince birileri, siz... Önce "cemevi cümbüşevi." lafları falan vardı, Allah'a şükür onlar bırakıldı şimdi. Cemevlerinin elektrik faturasını ödüyor ama "tweet" atıyor ki "İbadethanelerin, cemevlerinin elektrik faturalarını ödüyoruz." diye. "Sakın ha, yanlış anlamayın, elektrik faturasını ödüyoruz diye cemevini ibadethaneden saymıyoruz." diyorlar.
Şimdi, din ve vicdan özgürlüğü deyince, anayasal güvence deyince dünya kadar Alevi yurttaş "Ben mağdurum, ben rahatsızım, talebim var, benden toplanan vergiyle bana hizmet etmiyorsun, kendine hizmet ettiriyorsun." diyor. Anayasa'nın 24'üne dokunmaya başlayınca "Hazır el değmişken aileyi de yazalım." diyorsunuz ya, 24'te yazacak başka şeyler yok mu orada? Yok mu, bu size düşmez mi? Dünün mağdurlarına, dünden beri mağdur ve bugün de mağdur olanların din ve vicdan özgürlüğünü savunacak bir adım atmak düşmez mi? Ben de bunu Leyla Hanım'ın gözünün içine baka baka ve bence onun da bana hak verdiğini -ben öyle biri değilim ama- meseleyi çok iyi anlayabildiğimi düşünüyorum, Leyla Hanım'ın da anlayabildiğini düşünüyorum ve belki burada bunun böyle söylenmeyeceğini mi düşündünüz? Bu meseleyi bu kadar salt, bu kadar size özgü, bu kadar haklı, bu kadar mağdurken "Mağdurun hakkını savunmak ötekinin hakkını savunmaktır." gerçekliğini unutmayın. Biz sizin karşınızda... Şunu söylüyorsunuz, son derece önemli bir şey "'helalleşme' diyorsunuz ama bir özür de dinleseydiniz." diyorsunuz.
Şimdi, ben başörtüsü zulmü yapan akımda değildim, partide değildim -bizim partimiz, o zamanlar, işte, o krizler yaşandığında falan değildi- ama Özgür olarak Leyla'dan özür dilerim. Bunu siz yaşadınız ve bir özür duymak öncelikliyse özür dilerim. Bu özrün samimiyetine inanın. Ama yıllar sonra, bütün güç sizin elinizdeyken yirmi yıllık iktidarın en son aşamasında "Yahu, seçim giderse gelecek olan Hükûmet acaba anayasal güvence olmazsa bu kazanımlarımız geri mi gider?" endişesiyle kalemi eline aldığınızda, o mağduriyeti...
EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Siz çıkardınız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, benzer şeyler söylendi üstadım.
EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Öyle bir konu yoktu ki siz ortaya attınız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, tamam tamam, konuşuruz onu, biz mi attık acaba, bakacağız ona?
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Ya, kamuoyundan da böyle bir şey olabilir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Olabilir.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Problem yok ama çözüm gerekiyor, değil mi?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, benim anlatmaya çalıştığım konu şu: "Giderayak" diyeceğim polemiğe girecek. Bizce, sizin açınızdan giderayak kendinize bir anayasal güvence ararken ve bu Anayasa değişikliğinin başarıldığını düşünelim, temenni ettiğiniz gibi geçtiğini düşünelim. Son iktidar imkânlarındayken bambaşka din ve vicdan hürriyeti önündeki kısıtlamaların, engellerin, tekçi yapıların, baskıların... Yahu, adama diyorsunuz ki: "Sen öyle inanmıyorsun, onun ibadeti orda olmaz." Size dediklerinden... İşte, meselenin özü orada zaten, Aleviler diyor ki: "Ben böyle hissediyorum."
Şimdi, burada, tabii, çok örnekler verilebilir ama bırakıp gittiğiniz ülkede... Mesela, sabah çok dokunaklıydı, "Bir nesil böyle büyüdü, travma yarattı." diyor, gerçekten yarattı ama bugün bir nesil var ve mesela bazısının babası belediye başkanı seçebiliyor, bazılarının babası belediye başkanı seçemiyor; seçerse hızla görevden alınıyor. Bir sürü örnek verilebilir ama örneğin -yanlış bir şey söylemeyeyim- Diyarbakır, Van, Mardin, büyükşehirler başta olmak üzere yüzde 70'in üstünde oyla seçilen belediye başkanlarına kayyum atıyorsunuz. Örneğin Ahmet Türk var. Ahmet Türk, örneğin Sayın Bahçeli'nin de muhabbet beslediği, güzel sözler söylediği bir siyasetçi. Kendisi siyasi yelpazenin birkaç tarafında birden siyaset yaptı, siyasetüstü bir güvenilirliği, bir bilinirliği olan bir kişi Mardinlilerin oylarıyla 2 kez Belediye Başkanı seçildi, ikisinde de kayyum atandı mesela. Şimdi, örneğin Mardin'de 18 yaşında heyecanla ilk oyunu Ahmet Türk'e vermiş seçmene siz ne diyorsunuz? "Hepimiz eşitiz ama biz daha eşitiz; sen belediye başkanı seçemezsin, seçersen böyle alırız." diyorsunuz. Türkiye'de siyaseti getirdiğiniz yer açısından bunları da bir görmek, bir bunlara bakmak lazım diye düşünüyorum.
Sayın Kamu Başdenetçisi... Ben yaptıkları işe çok önem veriyorum kendisi bilir, her sene biterken de raporlarının hemen Mecliste görüşülmesini savunurum, zaman zaman da hep birlikte bu işi başardığımız oldu, bu sene başaramadık. Şimdi, kendisi gelip özellikle ismi not almıştı, sonra bana bir dönüş olmadı ama çözemeyince dönmemesinin de gayet normal olduğunu düşünüyorum aslında, hani, bir kırgınlık ifadesi olarak algılamasın Sayın Malkoç.
Hüseyin Can Güner, genç bir avukat, baba 1 yaşındayken ölmüş, anne infaz koruma memuru, hâlen infaz koruma memuru olarak Sincan Kadın Kapalı Cezaevinde. Hüseyin Can Adalet Bakanlığı lojmanlarında büyümüş, hapishane lojmanlarında büyümüş babasız, hep görmüş savcıları, hâkimleri, onları bunları; okul birincileri kontenjanından Ankara Hukuka girmiş, Ankara Hukuku da dereceyle bitirmiş. Bir hayali var, savcı olacak, hâkim olacak. 18 bin kişi içinden -yanlış olmasın- 117'nci oluyor ilk sınavda, tak eliyorlar; 2'nci sınav 23 bin kişi içinden, yine böyle daha iyi bir derece, 109'uncu mu ne oluyor. Biz, o noktada "Ya, bu iş niye böyle oldu, bu çocuğu geçen elediler falan, aman tekrar elenmesin." Not var, not; o notta Alevi olduğu, Veli Ağbaba'nın yanına gelip gittiği yazıyor. Biz, bunu, dönemin Adalet Bakanına, Müsteşarına, Müsteşar Yardımcısına, ona, ona, ona, herkese söyledik, dedik ki: Bakın, FETÖ'cü olabilir mi? Annesi Adalet Bakanlığında hâlen memur. PKK'lı olabilir mi? Hâlen memur. Boğazından geçen her yudum -ilk günden süt- boğazından geçen su Adalet Bakanlığının ödediği maaşla büyümüş bir çocuk bu. "Bu sefer dikkat edelim." dediler, yine elediler arkadaşlar.
O yüzden, böyle geçmişteki mağduriyetlere saygısızlık etmeden ama size, bugün Türkiye'de sizin o günlerde yaşadığınız mağduriyetlerin benzerlerinin -bazıları için fazlalarını, bazıları için azlarını- yaşandığını ve sesini duyuramayan insanların olduğunu, duyan Kamu Başdenetçisinin bile -bu meselede- bu meseleyi gördüğünü ama çözemediğini, çözülmesini telkin dahi edemediğini... Ben, bunu, Kamu Başdenetçisine, raporda "Adalet Bakanlığının sınavlarında subjektif kriterler uygulanıyor eleştirileri var." yazıyordu diye anlattım.
Şimdi, önemli mesele şu: Bu meseleyi siz getirdiniz. Genel Başkanın toplumun önemli bir travması olarak gördüğü, kaydettiği -tekrar olmasın diye anlatmayacağım, sabah Bülent Başkanın anlattığı- YÖK Başkanı Saraç'ı arayıp "Biz karşı falan değiliz, girsin çocuklar." diyerek Abdullah Gül'ün de şahitliğinde sorunun çözümüne sessiz katkı sağladığı ama etkin katkı sağladığı süreçler, eyvallah.
Şimdi, bir yol yürünüyor ve o yolda bir güvence olarak kanun teklifi verilmek isteniyor. Bu kanun teklifine "Hayhay, bunu da yapalım; gelin, bir de Anayasa..." deseniz başka bir iklim yaratmak mümkünken çok üstten bir bakış ve söylemle hem alay ederek, kendince -tırnak içinde söylüyorum- küçük düşürerek, hakir görerek ve öfkelenerek "Burası bizim alanımız." tarzında, Pakize Hanım rahatsız oluyor ama "gollük pas" lafı... Ya, "gollük pas" ne demek? Bir başörtüsünün konuşulduğu yerde, onu bir top olarak, şut olarak, neye vuruyorsun, yerde, önünde ne var da gol atıyorsun, neyi tekmeliyorsun?
AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Mecaz...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Yakışmayan bir mecaz işte, yoksa eleştirmezsin ki. Yakışsa eleştirir miyim? Alır ben de kullanırım. Burada bir özür lazımsa, ben, biraz önce bir erkek olarak, bir siyasetçi olarak, yanınızda dursak da engel olamamışlar olarak veya biri de çıksın özür dilediniz... Özür diledim ya ama birinden daha sanki özür talep etme durumu var.
Şimdi, bu noktada, bunu biz mi getirdik? Yahu, bayram değil seyran değil, iki şey oluyor. Bir referandum lafları var, hiçbir şey yok, bizim teklifimiz falan yok, oradan, LGBTİ bireyler üzerinden bir referandum koymuş. "Ne yapmaya çalışıyor?" deyince diyorlar ki, Türkiye'ye uyarlarsak: Yahu, 2 sandık var, bunların başına bir, 1'inci sandık koyuyor; 1'inci sandıktaki umumi rüzgârla 2'nci sandıkta yelken dolduracak; taktiğe bak! Oradan sonra birden "LGBTİ dayatması" diye "hashtag"ler -"hashtag"ler Macaristan hesaplarından- açılıyor, 10 bin tane atılıyor, sonra kendi kendini siliyor bot hesaplar; sonra hep beraber LGBTİ dayatmasına karşı Twitter'da en çok konuşulan konu. Arkadaş, üç gün önce yoktu Türkiye'de böyle bir konu. Sonra mitingler, çağrıcısının kim olduğu bilinmeyen mitingler, siyasetin bunu bir kol mesafesinde dokunup dokunup, görünür kılıp kendinden kılmayan görüntüsü -bazı siyasetçilerin- ve bu konuda "Aileyi korumalıyız, anayasal güvence altına almalıyız." sözleri, sonra bizim başörtüsüyle birlikte bu ikisinin birleşmesi.
Ben Leyla Hanım'ın veya bu konuda konuşan bütün arkadaşların, altında imzası olan, 24'ü nasıl konuşup diğer maddeyi nasıl geçtiklerini dikkatle siyaseten kaydettim hafızama.
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Ben geçmedim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Gördüm, nasıl konuştuğunuzu gördüm.
Sabah Özlem Zengin'in o konuda kaç cümle konuştuğunu ve o cümleleri nasıl israf eder gibi konuştuğunu "Keşke bunları burada israf etmek yerine hak ettiği yerde kullanabilseydim." diye baktığını gördüm.
Şimdi, bir siyasi tasarımda bir Orban mühendisliğiyle biz bir referandum sandığı koyalım, oradaki rüzgârla başka bir yelkeni dolduralım hesabı var. Şimdi, burada kayıt altında bir şey söyleyelim, arkadaşlarımız bu referandum oylamasının 400'ün üzerinde geçmesini çok istiyorlar.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Orban'a özenen sizsiniz, 6'lı masa, bilmem ne ya!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl efendim?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Orban'a özenen sizsiniz, 6'lı masayı oraya bakarak kurdunuz.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Uzatmasak...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bitiyor bitiyor, ben notlarımın sonundayım.
MÜŞERREF PERVİN TUBA DURGUT (İstanbul) - Yani çözdüyseniz mahal vermeyin buna "evet" deyin.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - "Orban"mış... Bize ne ondan ya?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bilmiyorum ki senin hangi torbandan çıkıyor o Orban, sende torba çok, bugüne kadar neler gördük. Allah uzun ömür versin, hem mesleki olarak hem temsil ettiğiniz kitleye hizmet... Ömrünüz uzun olsun da senin torbandan hangi Orban'ın çıkacağını bilemiyoruz.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Abdullah Bey'e söylüyorsun herhâlde.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - O yüzden, burada biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, temel hak ve özgürlükler meselesinin referanduma sunulmasından fevkalade irite oluruz. Bununla ilgili hassasiyetinizin başka bir hesaba fokuslanması gerektiğini haddim olmayarak önermek durumundayım. Burada eğer bir genel mutabakat sağlanır da öyle bir yerlere giderse, bir çakma Orban hesabı olanların bunu yine de referanduma dönüştürmek üzere nasıl hazırlık ve kumpaslar içinde olduğuna dair sizin taraftan bu tarafa akan...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Başkan, 400 olur, biter gider, sizin elinizde, çöz, bitsin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Anladın galiba Ağabey, anladın, değil mi?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Çözün, bitsin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ağabey, benim neyi kastettiğimi anladın mı? Sen benim neyi kastettiğimi anladın mı?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Anladım, anladım ben; sen devam et konuşmaya.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bunu referandum kasisine düşürmek üzere demokrasiye ve Meclise kumpas hazırlığında olanlara o konunun bizim dikkatimizde, sizin...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Allah Allah! Bak, milletvekillerine daha oy kullanmadan iftira atıyorsun!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bir şey söyleyeceğim, ben sizin milletvekillerinizin pullarının toplanmasını, açık oylamayı gördüm gözümle.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - İftira ediyorsun!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben kimseye iftira etmiyorum!
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Söylediğin o!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ne? Açsana, herkes duysun! Ne planladığını söylesene!
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sen ne dediğini biliyorsun! Senin ne dediğini herkes biliyor!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sen ne planladığını anlatsana! Nasıl anlıyorsun bu kadar kimse daha "leb" demeden leblebiyi!
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Özel, rica ediyorum...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Özür dilerim Başkanım.
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Başkanım, referandum demokrasiye dâhil midir?
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Bir saniye Leyla Hanım...
LEYLA ŞAHİN USTA (Konya) - Öyle söylüyor Özgür Bey.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Temel hak ve özgürlüklerin referandum kasisine düşürülmesini diyorum.
EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - Tamam, destekleyin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sen anlamamışsın, sana anlatsın ne planladıklarını. (Gürültüler)
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Özel, tamamlayabilir misiniz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Değerli kardeşim, biz oyunu bozacağız da sana, o oyunun üstüne nasıl bir oyun kurduklarını, bazı mahfillerde ve sarayda ne tasarım olduğunu anlatsın o, anladı, biliyor; bilmeme kızıyor, öğrenmiş olmamıza kahroluyor "Nasıl duyuyorlar?" diyor.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Niyet okumaktan başka bir şey yapmadınız!
FETİ YILDIZ (İstanbul) - İftira ediyorsun, iftira; başka bir şey değil!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Benim Sayın Başkanım, sözün özü...
(Gülüşmeler)
EMİNE ZEYBEK (Kocaeli) - Öze bir gelelim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Peki, bir şey söyleyeceğim, sözün özü... Bu kadar yorgunluğun üzerine o kadar samimi bir talep geldi ki Sayın Vekilimizden...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Başkanım, senin aldığın kamyoncu istihbaratı!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sözün özünde, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tarihte helalleşilecek mevzularda -ki biraz önce söylendi, Roboski bizim dönemimizde olan bir şey değil ama- bütün acılarla helalleşmeyi, belki Sayın Genel Başkanın seçimlerden sonra hangi makamda, mevkide, yetkide olduğu görülür ama belki de tüm Türkiye tarihindeki bu bütün acılarla helalleşirken kullanacağı en üst kamu sıfatıyla sizi de memnun edeceğini, devamında -ben burada dikkatlice kuruyorum o cümleleri, hangi mevkide, makamda, yetkide, etkide olur bilinmez ama- belki de bunu, bizim seçeceğimiz Cumhurbaşkanının sizin beklediğiniz o yaklaşımı, bütün Türkiye'deki mağdurlarla birlikte, hem başkalarının hem bizim hem sizin mağdur ettiklerinizle bir helalleşmeyi sağlayacağına inancımız, güvencimiz tam. Bu süreçte, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tarihsel sorumluluğumuzla, kurucu iradenin verdiği sorumlulukla, bugüne kadar gelebilmiş olmanın verdiği öz güvenle cumhuriyetin 2'nci yüzyılında talep ettiğimiz yetkinin öneminin bilincinde olarak, hem yapıcı hem de cumhuriyete ve bu milletin evlatlarına karşı kumpas kuranlara karşı da fevkalade ciddi bir kararlılıkla görev yapmak üzere buradayız.
Bu süreçte bazı sataşmalar oldu, istenmedik cevaplar oldu veya ister istemez biraz uzamış oldu, düşündüğümden daha uzun bir süre kullandım, anlayışınız için teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum.