| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop, MHP Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, AK PARTİ Grup Başkanı Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AK PARTİ Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin, AK PARTİ Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, AK PARTİ Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, MHP Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay, MHP Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, BBP Genel Başkanı Ankara Milletvekili Mustafa Destici ve 326 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4779) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 19 .01.2023 |
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli Komisyon üyelerimiz, değerli milletvekillerimiz, Komisyonumuza davet edilen çok kıymetli akademisyenlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımızın çok kıymetli temsilcileri, kamu kurumlarımızın değerli temsilcileri; ben de hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Tabii, başörtüsü...
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Yılmaz, ben ilaç içmeye gidiyorum, ilaç alacağım.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Engin Ağabey, niye, beni dinlemeyecek misin?
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hemen ilaç alıp geliyorum.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Ama çok önemli hususlardan bahsedecektim.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ben bir dakikaya geleceğim.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bülent Bey...
Değerli milletvekilleri, başörtüsü yasağı ülkemizde yıllarca konuşulan ve kadınlarımızın büyük mağduriyetine neden olan ve binlerce kadının çalışma hakkından, eğitim öğretim hakkından mahrum kalmasına neden olan büyük bir problem olarak yaşandı. Tarihsel süreçle ilgili çok değerli teklif sahibi Sayın Özlem Hanım ve diğer arkadaşlarımız kronolojiden bahsettiler. Ben de hızlı bir şekilde yani bu kronolojideki kilometre taşlarının da zabıtlara geçmesi açısından birkaç hususa değinmek istiyorum.
Özellikle, 60'lı yıllara kadar varan bir problem, belki 50'li yıllarda da zaman zaman görülen bir problem. Şimdi, 60'lı yıllarda üniversitelerde başlayan yasaklamalar... 70'li yıllarda yine üniversitelere ve kamuda çalışanlara ve barolara kadar uzanan bir yasaklama söz konusu. 80'li yıllarda da yine genelgelerle, yönetmeliklerle, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı öğretim kurumlarında ve yüksek öğretim kurumlarında yasakçı bir anlayış sürdü ve büyük mağduriyetlere neden olundu. Merhum Özal döneminde serbestlik girişimleri oldu. 1984'te, üniversitelerde, türban kullanılabileceğine yönelik yönetmelik yayınlanmıştı, Danıştay hemen iptal etti. 88'de üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 89'da ikinci kez yapılan Anayasa değişikliği yine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.
1990'lı yıllarda üniversitelerde yasaklar yönetmeliklerle devam etti. 25 Ekim 1990'da Yükseköğretim Kanunu'na eklenen ek 17'nci madde "Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir." hükmünü, Anayasa değişikliğini, bu başvuruyu 1991'de Anayasa Mahkemesi reddetti ancak farklı yorumlar nedeniyle bu sıkıntılar, yasaklamalar 1997'ye kadar kısmi serbestlik oldu ama 1997 sonrasında yine yasaklamalar başladı. 1997'de Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı başörtülü öğrencilerin üniversiteye girişlerini yasakladı.
1998'de Anayasa ve mevzuatta hiçbir yasak yokken, yönetmeliklerde de bu yasak yokken, özellikle Refah Partisi -dönemin 1'inci partisi- başörtüsüne özgürlüğü savunduğu için 16 Ocak 1998'de laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle Türkiye'nin 1'inci partisi -en önemli sebebi başörtüsünü savunmaktı- kapatıldı. 3 Mayıs 1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Fazilet Partisi Milletvekili Sayın Merve Kavakcı başörtülü olduğu gerekçesiyle yemin ettirilmedi ve 22 Haziran 2001 tarihinde de Fazilet Partisi, başörtülü aday gösterdiği için ve başörtüsünü savunduğu için -çünkü başvurunun en önemli gerekçelerinden biri başörtüsüne özgürlük istemekti- kapatıldı.
2001 yılına geldik, AK PARTİ kuruldu. AK PARTİ kurulduğunda AK PARTİ'nin kurucu üyeleri arasında başörtülü kurucu üye olması nedeniyle Anayasa Mahkemesine başvuruldu ve kurucu üyenin milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmaması ve bunun da başörtülü olması nedeniyle 2001 yılında AK PARTİ'ye ihtar davası açıldı.
2006'ya geldiğimizde, 2006'da başörtüsü nedeniyle kamudan ihraç edilenleri kapsayan bir disiplin affı için Mecliste kanuni düzenleme yapıldı -yani yine serbestlik gayretleri Parlamentoda bulunanlar- ve 10 Şubat 2008'de de üniversitelerde başörtüsünün serbest olmasını sağlayacak Anayasa değişikliği Meclisten geçti. O dönemde "Milliyetçi Hareket Partisi ve AK PARTİ'li milletvekillerinin oylarıyla 411 el kaosa kalktı." manşetleri atıldı. "Yükseköğretim Kurumlarında ve üniversitelerde Anayasa değişikliğini uygulayın." yazısı derhâl gönderildi ancak 24 Şubat 2008'de Anayasa Mahkemesine başvuru yapıldı. 11 Mart 2008'de Anayasa Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi, 5 Haziran 2008'de de Anayasa Mahkemesi Anayasa değişikliğini iptal etti.
14 Mart 2008 tarihine geldiğimizde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AK PARTİ'nin kapatılması davası açtı. AK PARTİ'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle ki en önemli gerekçe de başörtüsüne özgürlük sağlayan mevzuat değişiklikleri ve Anayasa değişikliği girişiminde bulunmasıydı kapatma davasının gerekçesinde. 30 Temmuz 2008 tarihinde partinin temelli kapatılmaması fakat hazine yardımının belirli oranda kesilmesine karar verildi yani 6 üye "Kapatılsın." dedi, 5 üye "Kapatılmasın." dedi, nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için AK PARTİ kapatılma eşiğinden döndü. 11 üyenin 10'u da "Hazine yardımı kesilsin." dedi yani en önemli gerekçe de başörtüsüne yönelik Anayasa değişikliği, başörtüsü serbestliği sağlayan Anayasa değişikliği partinin kapatma gerekçesi olarak gösterildi.
Tabii, özellikle 2011 yılı sonrası AK PARTİ'nin, iktidarında yasaklamaları kaldıran düzenlemelere giriştiğini görüyoruz, özellikle yasaklayan genelgelerin yürürlükten kaldırıldığını görüyoruz ve mağdur olanların haklarının iade edildiğini görüyoruz. 13 Şubat 2011'de 6111 sayılı Kanun'la başörtüsü nedeniyle üniversitelerden atılan öğrencilere üniversitelere geri dönme hakkı tanındı. 12 Temmuz 2013'te 6495 sayılı Kanun'la başörtüsü mağdurlarının kamuya geri dönüş hakkı sağlandı. 31 Ağustos 2013 tarihinde 28 Şubat sürecinde memuriyetten atılanlara kamuya geri dönüş hakkı tanıyan Başbakanlık genelgesi yayınlandı. 4 Ekim 2013'te de ve o tarihten sonra gerek emniyet hizmetlerinde gerek Millî Savunmada, bütün bakanlıklar ilgili yönetmeliklerinde, mevzuatlarında değişiklikler yaparak başörtüsü serbestliğinin 2013 yılından itibaren mevzuatımızda da temizlendiğini, başörtüsü serbestliğinin sağlandığını, özellikle genelgelerin, yönetmeliklerin yürürlükten kaldırıldığını görüyoruz.
Tabii, on yıldan bu yana bir serbestlik söz konusuydu, on yıldan bu yana aslında başörtüsü yasağını milletimiz unutmuştu. Ne zaman tekrar gündeme getirildi? Bir gece yarısı Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı bir video mesajıyla, sosyal medyadan yayınladığı bir mesajla bu konuda bir kanun teklifi vereceklerini kamuoyuyla paylaştı.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yok, Sayın Cumhurbaşkanı "Kazanımlarınızı kaybedeceksiniz." deyince.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bülent Bey, ben sataşmadım size.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Demin oradan geldi de ben karıştırdım, siz yaptınız sandım. Sataşma değil, düzeltmeydi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Şöyle, kanun teklifi tabii, birkaç gün sonra da Meclis Başkanlığına sunuldu. Kanun teklifini hepimiz okuduk, kanun teklifinin kamuda çalışanlara kılık kıyafet özgürlüğü getiren bir teklif olduğunu görüyoruz, sadece kamuda çalışanlara yönelik bir özgürlük getiriliyor, yalnız kamuda çalışmayan, üniversitelerde okuyan, ortaöğretimlerde okuyan ve özel sektörde bu konuda mağdur olanlarla ilgili olarak, eğer kanun teklifinde siz bunu hariç bıraktığınızda, onlarla ilgili bir yasağın geldiğini gördük yani kanun teklifi aslında bir taraftan özgürlük getiriyormuş gibiyken diğer taraftan belli kesimler için yasaklama getirdiğini de görmüş olduk; bütün kamuoyu bunu öğrendi.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hizmet alan...
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Aynı zamanda, tabii, hizmet alan, hizmet veren ayrımı, tüm bunlar kanun teklifinin içerisinde yoktu. "Kanun teklifi verdik, işte, bunu kabul edin. Anayasa değişikliğine ne ihtiyaç var?" diye Sayın Tezcan söyledi. Tabii, kanun teklifi aslında bir taraftan da şunu ortaya koydu: "2013 yılından bu yana hatta -2011'e de çekebiliriz- 2011 yılından bu yana, on yıldan fazla bir süredir fiilî bir durum var, aslında bir yasak var; bu yasağı biz kanun teklifiyle çözmek istiyoruz." düşüncesidir. Aslında "Bu serbestlik sağlayan geçtiğimiz on yılda sanki bir yasaklama var ama bu bir fiilî uygulamadır." düşüncesini, algısını da aslında beraberinde getiriyor. Şimdi, kanun değişikliği teklifine, buna eğer "Evet." dense, bu takdirde kanun değişikliğinin değişmesi basit bir çoğunluğa tabi, dolayısıyla basit bir çoğunlukla değiştiğinde yine, o kanun ortadan kalktığında -tekrar o tarihsel süreçten- bahsettiğimiz o süreçlerdeki yasaklama dönemine tekrar geriye dönme söz konusuydu. O nedenle Anayasa değişikliği zaruret hâline geldi yani burada Anayasa değişikliğine başvurmaktan başka bir çare yok. Burada gollük, pas, vesaire... Bu tamamen bir gereklilik ve zorunluluk ve Anayasa'da da yer alması gerekiyor yani kanun teklifimizin gerekçesine baktığımız zaman, kanun teklifimizin gerekçesinde aslında insan onurunu koruyan, kadının onurunu koruyan, kadının hakkını koruyan, insan haklarını, en temel insan hakkını koruyan bir durumun anayasal güvenceye kavuşması söz konusu. Her insan, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere sahip. Temel hak ve hürriyetler insan olmanın doğal sonucudur, bir anlaşmadan doğmaz ve devletin insana bir lütfu da değildir. Devletin varlık sebebi, temel hak ve hürriyetlerin kaldırılması yahut sınırlandırılmasına kapı aralamak değil, aksine bu hakların güven içinde ve özgür bir iklimde kullanılmasını teminat altına almak ve bunun önündeki engelleri kaldırmaktır. İnsan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinde insanın temel hak ve hürriyetleri Anayasa ve kanunların teminatı altındadır. Hiçbir insan, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrımcılığa tabi tutulamaz. Herkes kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Böyle bir devlet, kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılmasının önündeki engelleri kaldırmakla da yükümlüdür.
Temel hak ve hürriyetlerin en önemlilerinden biri de din ve vicdan hürriyetidir. Din ve vicdan hürriyeti, Anayasa'mızda ülkemizin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalarda ve ayrıca birçok uluslararası belge, bildiri ve sözleşmede teminat altına alınmıştır. Laiklik ilkesi, devletin dinî inançlar karşısındaki konumunu belirleyen bir ilke olarak Anayasa'nın başlangıç kısmı ile çeşitli maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasa'nın 2'nci maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere, dinsizlik anlamına hiçbir zaman gelmeyen laiklik ilkesi, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir. Bu anlayıştan hareketle, laiklik ilkesi devlete negatif ve pozitif yükümlülükler getirmektedir. Anayasa'nın 24'üncü maddesine göre herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulamaz. Bu itibarla, hiç kimse vicdan, dinî inanç ve kanaati sebebiyle temel hak ve hürriyetlerini kullanmaktan, kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan yoksun bırakılamaz.
Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması, hiç şüphesiz, kadınların başlarını örtme veya açma yönündeki tercihlerini de içermektedir. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti kadınların bu noktadaki tercihlerini korumakla mükelleftir. Dinî inancı sebebiyle başını örten ve kıyafet tercihinde bulunan kadınların yasal ve idari düzenlemeler veya fiilî uygulamalarla insan onuruyla bağdaşmayan, Anayasa'ya aykırı, ayrımcı ve çağ dışı uygulamalara bir daha maruz bırakılmamaları amacıyla anayasal güvence getirmek gereği vardır. O nedenle bu kanun teklifi verilmiştir.
Bu kanun teklifiyle Anayasa'mızın 24'üncü maddesinde "din ve vicdan hürriyeti" başlıklı maddesinde başörtüsüne anayasal güvence getirilmektedir. Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz. Hiçbir kadın dinî inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz; bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda devlet ancak dinî inancı sebebiyle kadının başının örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.
Bu maddeyle, başörtüsüne anayasal güvence getiriyoruz. Çok önemli bir düzenleme. Bu düzenlemeye milletvekillerimizin gerek Komisyonda gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda çok büyük bir ekseriyetle, nitelikli çoğunlukla "evet" diyeceklerine inanıyoruz. Aksi görüşü düşünmek bile istemiyoruz.
Özellikle, değişiklik teklifinin 2'nci maddesini de çok önemsiyoruz. 2'nci maddede de 41'inci maddede değişiklik yapılıyor. Ailenin korunması ve çocuk haklarını düzenleyen 41'inci maddeye evlilik birliği de tanımlanarak yeni bir düzenleme yapılıyor. Ailenin korunması, evlilik birliği ve çocuk hakları şeklinde madde düzenleniyor.
Aile, Türk toplumunun temeli değerli milletvekilleri. Aile ne kadar güçlü olursa toplum da millet de o kadar güçlü olur. Ailenin korunmasına yönelik düzenlemeyi Anayasa'da özellikle evlilik birliğinin kurulmasıyla başlayan aile kurumunun korunması açısından önemsiyoruz. Evlilik birliğinin yalnızca kadın ile erkek arasında kurulabileceği yönündeki düzenlemenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz çünkü aileyi tehdit eden birtakım propagandalara artık bütün dünyada şahit oluyoruz, bunun da ülkemizde birtakım örneklerini hep birlikte görüyoruz. Dolayısıyla, bu anlamda, yasamada görev yapan bizler bu konuyu da önemseyerek aile kurumunu koruyacak, özellikle evlilik birliğini tanımlayan... Zaten çocuk hakları da bu dönemde Anayasa değişikliğiyle Anayasa'mıza girmiştir. Burada, 41'inci madde düzenlemesinin hem çocuk haklarını düzenleyen hem evlilik birliğinin yalnızca kadın ile erkek arasında kurulabileceğini düzenleyerek birtakım sapkın akımların ülkemizde de yaygınlaşmasının önüne geçecek olan çok önemli bir düzenleme olduğunu ve toplumun da buna "evet" dememizi bizden beklediğini buradan ifade etmek istiyorum.
Her iki düzenlemenin hem Komisyonumuzda hem de Genel Kurulda milletvekillerimizin büyük bir ekseriyetle kabul edebilecekleri hususlar olduğunu düşünüyorum. Özellikle Sayın Tezcan'ın "Yüz on dört gün sonra gideceksiniz." sözü...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - İnşallah.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Ben 2007'den beri Parlamentodayım, siz de 2011'den beri Parlamentodasınız. Sayın Tezcan, siz her Komisyon toplantısında bu "Gideceksiniz." sözünü hep tekrarladınız ama bir türlü gerçekleşmedi.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bu sefer olacak inşallah.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bir türlü gerçekleşmedi. Allah'a şükür, kaybetme korkusu bizde yok, kaybetme korkusunun kimlerde olduğunu görüyoruz; bu kanun teklifi bile sizin nasıl bir atmosfer içerisinde olduğunuzu gösteriyor. Zaten siz kendiniz şunu söylediniz: "Siyaset atmosferinin değişmesi nedeniyle bu noktaya geldik ve kanun teklifi verdik." dediniz.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Öyle demedim.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bunu dediniz.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - "Bu işleri çözmenin yolu siyaset iklimini değiştirmektir." dedim, tam tersi.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Demek ki karşı geldiğiniz Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi nelere kadir, bunu da görmüş oluyoruz. Demek ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi sizi bu noktaya çekebiliyor ama keşke sorunlu bir kanun teklifi vermek yerine Anayasa değişikliğine "evet" diyerek hep birlikte, çok büyük bir ekseriyetle Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözsek.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - "Siyaset iklimini değiştirmemiz lazım." dedim, söylediğim bu.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Türkiye Büyük Millet Meclisinde her 2 maddeyle ilgili bir problem ortaya çıktığında, referandum aralığında kaldığı takdirde... Ki biz bunu öngörmüyoruz, milletvekillerimiz kendi vicdani kanaatleriyle o... Çünkü grup kararı alınmıyor.
AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - İşte, bütün mesele orada.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Her milletvekilimizin vicdani kanaatine göre, orada toplumun, milletin beklentisi yönünde oy kullanacaklarına inanıyoruz. Referandum aralığında kalırsa da en doğru kararı milletimiz verecektir, milletimiz en güzel hakemdir diyorum.
Komisyonu saygılarımla selamlıyorum.