KOMİSYON KONUŞMASI

KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Evet, teşekkürler, kolay gelsin. Herkese sevgi ve saygılar.

Tabii, arkeoloji ve arkeoloji biliminin amaçladığı çalışmalar doğrultusunda sorumluluk duyulması ve bu sorumluluğun gereğinin yerine getirilmeye çalışılması önemli bir şey, bunu takdir etmek lazım. Lakin burada Vakıf üzerinde yapılan tartışmalarda vakfın bir sivil toplum kurumu olduğu ve vakıf olayının bizim incelediğimiz kadarıyla Alâettin Keykubat'tan bu yana -ki Alâettin Keykubat, tarihin görüp göreceği en adil ve çoğulcu yöneticilerden birisidir- vakıf oluşturulurken vakıf herhangi bir sivil kişinin uhdesine, sivil kişinin sorumluluğuna ya da sivil bir topluluğun sorumluluğuna verilmekte ve bu sorumluluk devletin dışında sivil bir alan olarak oluşmakta, dolayısıyla burada vakfın devletin dışında oluşmaması elbette ki eleştirilecek, karşı durulacak bir şey. Zaten modern devletlerde 3 temel alan söz konusudur: Birincisi, devletin kendisi; ikincisi, siyaset; üçüncüsü de sivil toplumdur. Vakıf, sivil toplum içerisinde yer alır ve vakfın amacı sivil toplumu teşkil eden herhangi bir kategorik grubun, bir inanç kimliğinin ya da bir sosyal grubun çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla yapılan çalışmaları ihtiva eden bir kurum ve kuruluştur. Bu anlamda, tıpkı Antalya Diplomasi Forumu'nun vakıflaşması sürecindeki tartışmada olduğu gibi Dışişleri Bakanlığıyla ilişkilerinin tanımsızlığı, burada da Kültür Bakanlığı ile sözü edilen vakfın arasındaki ilişkilerin tanımsızlığı, giriftliği ve karmaşıklığı ki bir enstitü de işin içerisine girince biraz daha karmaşık ve girift olmakta, bu anlamda, bunun üzerinde biraz durmakta fayda var. "Vakıf" kavramı hem inançsal hem etnik hem tarihî olarak beylikler döneminde ve imparatorluklar döneminde hiçbir inanç grubundan hemen hemen esirgenmemiştir, hiçbir etnik topluluktan esirgenmemiştir ve adı da mesela "Osmanlı Vakfı" falan olmamıştır, "Selçuklu Vakfı" olmamıştır. İlgili inancın adıyla vakıfta sorumluluk duyan, örneğin "Hüseyin Gazi Vakfı" gibi isimlerle adlandırılmıştır. Bu anlamda beylikler ve imparatorluklar dönemindeki yaklaşım şu anki yaklaşımdan ne yazık ki daha çoğulcu ve daha kapsayıcıdır.

Bir de tabii, bu arada "Dünya Kültür Mirası" kavramı söz konusu ki UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aldığı Türkiye'de, birçok tarihî yapı var ve bu tarihî yapılara bakarken şöyle değerlendiriyor: Zaten arke; ilk, başlangıç, oluşum, ilkin hikâyesi, başlangıcın hikâyesi anlamında bir kavramdır, lojide bunun bilimini tamamlayan bir şeydir dolayısıyla burada mesele bunun Türk'e, Kürt'e, Ermeni'ye, Arap'a, Rus'a ait olmasından öte bir dünya kültürel mirasının olmasıdır ama aynı zamanda hiç kuşkusuz ve tartışmasız Türk'ün ve Türk'le birlikte yaşayan toplulukların, halkların, sosyal grupların da Türk kültürel mirasına sahip çıkmak ve o değerleri korumak gibi görevi var. Aynı şekilde Türk'ün de birlikte yaşadığı sosyal grupların, etnik kimliklerin ve inançların tarihî değerlerini, kültürel değerlerini, inançsal değerlerini sahiplenmek, korumak ve bununla ilgili düşünce üretmek gibi görev ve sorumluluğu var. Burada, biraz kısıtlayıcılık söz konusu; "Türk-İslam" vurgusu sıkça yapılmakta, bu "Türk-İslam" vurgusu asla bizi rahatsız etmiyor fakat Türk-İslam vurgusuyla ifade edilen politika, siyaset, tekçi anlayış rahatsız ediyor. Dediğim gibi, Türk'le birlikte yaşayan sosyal grup, etnik kimlik, topluluk vesaire ne kadar ki Türk kimliğine ve Türk değerlerine sahip çıkmak, özümsemek, anlamak, yorumlamak gibi sorumluluğu varsa, Türk kimliğinin de aynı şekilde görev ve sorumluluğu var. Burada biraz acelecilik söz konusu olmuş. Ne kadar ki işte İngiliz arkeolojisi, Avusturya, Hollanda, Almanya ve Japonya ve benzeri örnekler veriliyorsa da bu vakıflaşma... Mesela o vakıfların Japonya devletiyle ilişkisi nedir? Japonya bakanlıklarıyla, hükûmetleriyle ilişkisi nedir? Ben bilmiyorum yani. bunlar incelenmiş midir, araştırılmış mıdır? Ve yine hani Ahmed Arif diyor ya: "Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır/ Anadoluyum ben." Bu Anadolu'dan binlerce uygarlık gelip geçmiş ve bu binlerce uygarlık içerisinde etnik kimlikleri belli olan var, belli olmayan var. Dünya insanlığı, şimdi, Troya'ya elbette ki biz dünya insanlık mirası olarak sahip çıkacağız ama başka bir şeye de o etnik grubun kimliğiyle, tarihiyle, kültürüyle sahip çıkacağız. Dolayısıyla burada, çoğulculuktan uzak bir yaklaşım söz konusu. Bu çoğulculuktan uzak yaklaşımı kabul etmek mümkün değil.

Gaziantep Belediye Başkanının bir seçilmiş kişi olarak orada bulunup... Mesele burada, seçilmişlik, seçilmemişlik değil Sayın Başkan. Mesele burada, konunun oluşumu, kurumun oluşumu ve bu oluşumla amaçlanan şey ve oluşumla amaçlanan şeyden sonra kişilere görev tevdi edilmesi olayı. Böyle bir oluşumdan sonra elbette Gaziantep Belediye Başkanına tevdi edilecek, bana tevdi edecek hâliniz yok ya dolayısıyla burada da bir yandaşlık, burada da bir dar bakış söz konusu. Yani geldiğimiz noktada İslami bakış, İslam dini bir barış dini ise ki öyle, İslam dini kendini ifade ederken kültürel, inançsal değerlerini ifade ederken herhangi bir etnik kimlik üzerinden ifade etmiyorsa bu etnik kimlik tutkusunu biraz törpülemek gerekiyor. Törpülemekten kastımız vazgeçin, bir yana bırakın, unutun gibi bir şey değil estağfurullah. Herkes kendi kimliğiyle var olacak ve kendi kimliklerimizle yan yana yaşayacağız ve Türklük kimliği bugün, bin yıldır, burada artık kendini ispatlamıştır. Türklük kimliğine dair, Türklük kimliğini ne kimse yok edebilir, ne ortadan kaldırabilir, ne de kimsenin böyle bir amacı var ve Türk kimliği de bu ülkede yaşayan diğer kimlikler gibi kutsal, kendi kültürel değerleri var, mitolojik değerleri var, geleneksel değerleri var ve bu geleneksel değerler ne kadar ki örgüt adlarına giydirilmiş ve kirletilmişse de bu halkın kendine ait bir tarihi, bir etnik kimliği ve bu etnik kimliğin hem arkeolojik hem inançsal kültürel değerleri var fakat bu kadar deneyim sonrası, bu kadar siyaset sonrası, cumhuriyetin geldiği ikinci yüzyıl sonrasında hâlâ aynı şeyde vurgu yapmak, hâlâ çoğulculuğu ıskalamak, hâlâ diğer etnik ve inançsal kimlikleri görmemek eğer bir gaflet değilse bir kasıttır ve bu kasıt da kabul edilemez. Burada bulunan bütün etnik ve inançsal kimlikler, gerek vakıflar gerek dernekler gerek kendini kültürel anlamda ifade edecek başka yapılar aracılığıyla barış, eşitlik ve adalet içinde yaşamalıdır. Hep Yunus Emre'ye vurgu yapıyorsunuz sevgili dostlar, değerli arkadaşlar. Yunus Emre'ye niye vurgu yapılmasın ki? İnancı ve kimliği ne olursa olsun, cinsiyeti ne olursa olsun "Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim, sevilelim/Dünya kimseye kalmaz." lafını, sadece uhrevi âleme değil, maddi ve yaşamsal âleme söylemiş Yunus Emre'yle elbette saygı duyacak, elbette niyaz edecek. O anlamda bizim itirazımız çoğulculuğu ıskalayan bu durumadır, aynı zamanda vakfın, Bakanlığın uhdesinde, Bakanlığın çalışma alanında olan şeylere tanımsızlık getirmesin. Enstitünün, yine aynı şeyleri ihtiva etmesi. Tabii, bu arada arkadaşların söylediği birçok şeyi ifade etmek isterdik ama gerek cevap verildiği, gerekse de tekrar olacağı açısından cevap vermek istemiyoruz.

Şunu da ifade edeyim izninizle Sayın Başkan, değerli üyeler; Türkiye toprakları, Anadolu toprakları, Trakya'sı, Mezopotamya'sı, Kilikya'sı, Bitinya'sı, Kapadokya'sıyla aslında bir kültürel yağmaya tabi tutulmuş emperyal güçler tarafından. Troya'nın istilasından, Troya'nın yağmalanmasından tutalım Osmanlı döneminde yapılan yağmalamalar yine, tarihî eser kaçakçılığı, hırsızlık, "definecilik" adı altında yapılan yasa dışı çete faaliyetleri vesaire çok ciddi anlamda denetlenmesi gerekiyor. Zira şu anda Avrupa müzelerinde, Amerika müzelerinde, Rusya müzelerinde bulunan Anadolu'nun, Mezopotamya'nın kültürel değerleri içimizi acıtıyor. Bu kültürel değerlere de sahip çıkmak ve elbette ki uzak Asya'da bulunan Türk kardeşlerimizin kültürel değerlerine de sahip çıkmak, onları da algılamak ve birlikte yaşamak gibi sosyal, kültürel, tarihî görevlerimiz söz konusu, bu ölçekte bir bakış açısıyla kurum yapılandırılmalı.

Maddeler üzerinde elbette görüşlerimizi ifade edeceğiz ama şunu tekrar ifade edip izninizle bitireyim: Bu yağmaya ve talana, bu kaçırmaya -bu başka yerlere götürüp- hatta nereden alındığına dair ibarenin bile konmadığı bu duruma zaman zaman küçük müdahaleler var ama bu konuda ciddi bir müdahale gerekiyor.

Bir de bu ören yerlerinde, bu antik yerlerde bilgilendirmeler, tabelalar, görevliler... Bakın, gidiyoruz, özellikle görevlilerle konuşuyoruz; görevliler, görevli olduğu yerlere dair hiçbir şey bilmiyorlar -ne tarihî bir şeyi biliyorlar- sadece orada ya bilet alışverişi ya da işte, güvenlik gibi görevler yapıyorlar ama bunu tarihî anlamda bilen, rehberlik edecek, anlatabilecek kişilerin de olması gerekiyor, oraların düzenlenmesi, denetlenmesi, yönlendirilmesi gerekiyor. Bu sorumlulukları da içeren bir bakış açısı olsa daha iyi olurdu diye düşünüyor, saygılar sunuyorum.