KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Günaydınlar, uzun bir bütçe maratonunun Plan ve Bütçe Komisyonundaki son gününde bugüne kadar katkı sağlayan tüm Komisyon üyelerine, Komisyonu takip eden değerli milletvekillerimize, bugün burada bulunan Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına, Cumhurbaşkanlığının bürokratlarına, bizi takip eden herkese; verimli bir çalışma günü dileyerek ve Meclisimize bugün dışarıdan gelen herkese hoş geldiniz diyerek başlamak isterim.

Tabii bütçe görüşmeleri son derece kritik. "Bütçe" dediğiniz egemenlik hakkına dair bir şey ve 1215 Magna Carta'dan beri insanlığın katettiği bir yol, bir yürüyüş var. Vergide rıza ilkesi; devletin alan, toplayan sağ eliyle dağıtan, veren sol elinin dengesi. Ve "bütçe hakkı" demek yönetmek demek, bir kişi yerine yönetilenlerin seçtiği temsilcilerinin buna karar veriyor olması demek.

Cumhuriyetin 100'üncü yılının bütçesi apayrı bir anlam ifade ediyor ve bu topraklar içinde tek adam rejiminden demokratik yönetime, Cumhuriyete, Meclise geçiş elbette bir kronoloji, bir yürüyüş ve bir katediş. Ama bugün ülkeyi yöneten hem bir partinin Genel Başkanı hem ülkenin Cumhurbaşkanı olma sıfatını birlikte taşıyan ve en temelden itiraz ettiğimiz, en yapısal bozukluk noktasında olan kişi; 2009 yılında şöyle bir şey söylemişti: "Bu millete iki yüzyıldır istikamet dayatıyorlar." Merak ettik hepimiz, ne demek istiyor diye. Saatleri geri aldık iki yüzyıl, 1809'a geldi; orada kritik bir şey yok ama 1808'de var, Sened-i İttifak yani bu topraklardaki ilk demokratikleşme adımı, tek adamın yetkilerinin sınırlanması. İtiraz iki yüzyıllık ve ta oraya dayanıyor. Ondan sonra 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, sonra Birinci Meşrutiyet 1876. Buraya Sayın Erdoğan'la birlikte birinin daha itirazı var. Vekili Numan Kurtulmuş diyor ki: "Bu CHP'yle biz yüz elli yıldır karşı karşıyayız." O lafı söylediği günden yüz elli bir yıl geri gidiyorsunuz, bakıyorsunuz orada Birinci Meşrutiyet var. Evet, biz oradayız, biz Birinci Meşrutiyet'teyiz, Numan Bey yine karşımızda. Sonra 1908 İkinci Meşrutiyet, Numan Bey'in partisi yine karşımızda. Sonra 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi, sonra 29 Ekim 1923. Biz bu yolda yürüdük, buraya geliyoruz; Numan Bey yüz elli yıldır karşımızdaymış, Sayın Erdoğan da iki yüz yıldır bu millete istikamet dayatılmasından rahatsızmış. Meseleyi bir böyle koyalım, buna itirazı olan varsa, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının bu kronolojik ilerlemeye, bizim durduğumuz yere, kendi tuttukları safa itirazı varsa sonunda zevkle tartışmak isterim.

Şimdi, gelelim bu iki yüzyılın sonunda ne yapacağız? Gelecek sene bir seçim yapacağız ama o seçim alelade bir seçim değil birçok anlamı var. Hem cumhuriyetin 100'üncü yılında, cumhuriyetin ilanının 100'üncü yılındaki Cumhurbaşkanını, onun yetkilerini, yetki kullanmayla ilgili niyetini ve devamını biliyor olacağız biz artık ama onu yapılacak seçimlerde, cumhuriyetin 100'üncü yılındaki seçimlerde seçmenler, millet, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerli vatandaşları belirleyecek. O yüzden seçim bu sefer bir kez daha kaçamayacağımız bir şekilde karşılıklı referandum niteliğinde. Çünkü o seçime gidenler iki farklı söyleme, iki farklı ittifaka, iki farklı okumaya, iki farklı niyete sahip. Bir taraf diyor ki: Bugün Parlamentonun sınırlanan yetkileri, yürütmenin denetimsiz, keyfî, zaman zaman mahkeme kararlarını tanımayan uygulamaları sürecek ve bu iyidir. Bir taraf diyor ki: Biz gelirsek güçlendirilmiş parlamenter sisteme döneceğiz, kuvvetler ayrılığını sağlayacağız, yargı bağımsızlığını yeniden kazandıracağız, hiç edilmiş hâkim teminatını vereceğiz ve ilerlemeyi yani bu çöküşü buradan telafi edeceğiz; vallahi iki tarafın da argümanları var. Örneğin bir taraf, "Hepimiz aynı gemideyiz." diyen Sayın Erdoğan, geminin yönünü 1808'den beri gidilen demokratikleşmeden başka bir tarafa çevirdi, katetmek istediği yolun sonunda Şanghay İşbirliği Örgütünden bahsediyor. O örgütün üyeleri ortada, bir de muasır medeniyetleri yakalayın, geçin diye bize birinci Cumhurbaşkanının verdiği vasiyet ortada. İki tarafı karşılaştırmaya kalktığınızda şöyle bir şey var kabaca: Bir tarafta güçlendirilmiş parlamentolarla -bir istisnası çok kuvvetli bir yargı denetimi ve kuvvetler ayrılığının olduğu 52 devletten müteşekkil Amerika Birleşik Devletleri- 9'u güçlü parlamentolarla yönetilen dünyanın en zengin 10 ülkesi. Bu tarafta da en fakir 10 ülkesini, Eritre'yi, Çad'ı, Sudan'ı -oradaki başkanlık, yarı başkanlıkları anlatmayacağım, sürünüyor- onları ama öbür tarafta Şanghay İşbirliği Örgütü dediğiniz yerde, özendiğiniz, imrendiğiniz, hedeflediğiniz yerde evet güçlü liderler var, denge yok, denetim yok, sözünün üstüne söz söylemek mümkün değil, bağımsız bir yargı yok; lafı uzatmayalım, Plan Bütçe Komisyonu burası, 4.500 dolar ortalama millî gelir var. Bu tarafta evet birçok yönden çelişkimiz var, itiraz ederiz, karşı karşıya geliriz de bu tarafta 45 bin dolar ortalama millî gelir var. Şimdi, bu taraftakiler dünyanın en pahalı arabalarını üretiyor mesela. Örneğin Merkel görevi bıraktı, gitti, dünyanın en pahalı Mercedes'ini onlar üretiyor. Mesela en en pahalısından 10 tane üretiyor; 2'sini bizim Cumhurbaşkanlığına satıyor, 2'sini Katar'a, 1'ini Suudi Arabistan'a, 1'ini Birleşik Arap Emirlikleri'ne. Kendi daha ikincil bir markanın bir minibüsüne biniyor, öyle VIP filan da döşenmemiş. Onlar ekonomi sınıfında uçuyorlar, bu taraftakiler en pahalı Mercedeslere binip en lüks uçaklarla uçuyorlar, kendilerine ait uçak filoları var ama burada halkın geliri 4.500 dolar, burada 45 bin dolar; burada halk zengin, yönetenler mütevazı, burada saraylar, uçaklar, konvoylar var ama deyim yerindeyse halkın ayağında neredeyse ayakkabı yok. Şimdi böyle bir yerde bir karar verme sürecindeyiz, onu konuşmak üzere buradayız. Cumhurbaşkanlığı, diyorsanız "Bir yönetim, bir rejim değişikliği oldu 16 Nisanda. Rejime kasteden Anayasa değişikliği bizi buraya getirdi." -burada çok konuşuldu, tekrar etmeyeceğim- ama burada geldiğimiz noktada millet, olağanüstü hâlde, öncesinde, sırasında, sonrasında, dünya kadar eşitsizlik, orantısızlık, haksızlık... Ama sonuçta millet bir karar verdi. Önünde bir seçim daha var, millet bir karar daha verecek. O yüzden referandum niteliğinde bir seçime gittiğimiz bir yılın bütçesini yapıyoruz; millet bir daha karar verecek.

Şimdi öyle bir noktadayız ki biraz önce söylediklerimi biraz somutlayarak ilerlemek durumundayım. Bir tanesi şu: Bir tek kişi karar veriyor her şeye. Mesela bütün bakanları, bütün bürokratları, herkesi o bir kişi atıyor, o bir kişi atadığı bakanı bir kararıyla tekrar alabiliyor. Bütün bakanlar bizim Meclisteki kürsüyü emaneten yemin için kullanıyorlar ama yetkiyi ve sorumluluğu bir dolma kalemin ucundaki bir imzalık mürekkepten alıyorlar; gelişleri de öyle, gidişleri de öyle. Bizim o bakanları siyaseten denetleme, o bakanlara hesap sorma, soru sorma, o bakanlarla yüz yüze tartışma ve onlarla süreç içinde bir denge-denetleme sağlama imkânımız yok. Bugün gelinen noktada, daha da trajiği -aynı mürekkep, bakın, aynı mürekkep- parasını devletin verdiği mürekkeple sabah vali, öğleden sonra il başkanı atanıyor; sabah kaymakam, öğleden sonra ilçe başkanı atanıyor ve bu işin kendisi öyle bir adaletsizlik, öyle bir vicdan yarası, öyle bir ötekileştirilmişlik, öyle bir ezilmişlik yaratıyor ki toplumun bir kısmında, ortaya çıkan infial ve tepkiyi siz de tahayyül edemiyorsunuz, belki izleyemiyorsunuz ama eğer o tepki sandığa yansırsa nasıl bir tepki ortaya çıkacağını dünya siyaset tarihi yazacak.

Mesela yasama organının hangi kanun teklifini görüşeceğine, o kanun teklifini hangi sırayla görüşeceğine, yarım bırakıp bırakmayacağına, erteleyip ertelemeyeceğine, sabaha kadar mı çalışacağına yoksa kendi gündemini istediği zaman bırakıp bırakmayacağına bir kişi ya da o kişinin etrafındakiler karar veriyor. Arkadaşlar, hepinizin grup başkan vekilleri var. Birlikte dünya kadar yasa yaptık. Bir uzlaşma noktasında son telefon saraya açılmıyorsa, saraya sorulmuyorsa "Özgür Özel yalan söylüyor." deyin. Çıkın, biriniz deyin ki: "Böyle bir sistem yok." "Değiştiremeyiz onu, sormamız lazım." denmiyorsa bu Parlamentoda ben bütün sözlerimi geri alacağım.

Şimdi gelelim, o bir kişinin yargı üzerindeki etkisine. Vallahi şunu söyleyeyim: Türkiye'de kritik davalarda, kritik isimlerden kimin hapse gireceğine dünya liderimiz karar veriyor, kimin hapisten çıkacağına dünyanın diğer liderleri ama Cumhurbaşkanını ikna ederlerse. Önce itişip kakışıyorlar "Al papazı, ver papazımızı." falan diye, sonra ikna oluyor, hatta sonra da diyor ki "Ben onların papazı verdim, bizim papaz hâlâ gelmedi." Daha geçen gün söyledi, Sayın Oktay; öyle bir noktada ki, Schröder arayınca Büyükada tutukluları, Macron arayınca Fransız gazeteciler, Merkel aradığında gazeteci, hepimizin içeride olmasına itiraz ettiği Deniz, bir telefonla... Sabah elinde "İncelendi ve tutukluluğunun devamına karar verildi." yazısı var, okuyamamış, cebe koymuş; paldır küldür uçağa bindirip yollamışlar. Uçakta açıyor ki tutukluluğun devamına kararı sabah tebliğ edilmiş; öğleden sonra uçağa bindirilmiş, gitmiş. Türkiye'de yargı bağımsızlığı bu noktada.

Şimdi, -hiçbiriniz itiraz etmezsiniz- iki yüz elli yıl önce icat edilmiş ampulle buralar aydınlanır. Nikola Tesla'nın iki yüz elli yıl önce belirlediği kurallarla kaynağından buraya elektrik gelir. İki yüz elli yıl önce Montesquieu "Yasama, yürütme ve yargı birbirinden ne kadar ayrıysa o kadar ileri gidilir, ne kadar birbirine yakınsa devletler o kadar kolay çöker." demiş; referandumda da binlerce kişi, yüzlerce akademisyen bunu anlatmış, dinlememişsiniz. Şimdi, buna şaşırmayıp öbürüne direniyorsunuz. Mahdumların gemileri Arşimet'in kaldırma kuvvetine göre yüzer. Ona direnip geminizi batırmazsınız. Hepinizin içinde olduğu "gemi" dediğiniz bu gemiyi Montesquieu "devlet çöker" dediği hâlde direne direne batırıyorsunuz kuvvetler ayrılığına.

Şimdi geldiğimiz noktada "Verin yetkiyi, görün etkiyi, nasıl mücadele edeceğim." diyordu kurla, faizle. Onu dediğinde 4'tü, küsuratı lazım değil, 4 ve diyordu ki sizlerle birlikte hâlen mesai yapan, bizim vergilerimizle maaş alan Yiğit Bulut: "1 liranın 1 dolara eşitlenmesi bu sistemde sürpriz olmasın." 4 liraydı; 1 dolar 1 liraya eşitlenecekti. O 4 liradan 18 liraya geldik. Tam 16 kat bir yanılsama var daha dönem bitmeden. Ama hâlen daha itibarlı, hâlen daha görevde, hâlen daha paralı adamlar.

Türkiye yalnızlaştı, yalnızlaşmadı; bir gerçek var. Ben eminim, Sayın Oktay'ın bir telefonla zor gününde borç bulabileceği onlarca arkadaşı vardır. Buradaki bütün ekibin de öyledir, 10'un üstündedir herkesin. Türkiye'ye swap açabilen ülke kim? Kim? Katar 15 milyar, Çin 6, Birleşik Arap Emirlikleri -hani darbenin finansörüydü ya şerefsizler, evlada sarılır gibi sarıldık en son- 5 milyar da o açmış, Kore'nin özel durum için açtığı bir 2 milyarı vardı, o orada kaldı. Koca dünyada 3 ülke swap açıyor size. Bir inat uğruna, "Ben ekonomistim." diye bir inat uğruna şu yapıldı: Bütün dünyada bir kriz yaşandı mı? Yaşandı. Bütün dünya enflasyon tehlikesini gördü mü? Gördü. Kimi 2, kimi 4, kimi 7 ama hepsi bağımsız merkez bankaları eliyle fiyat istikrarı için faiz hamlesini yaptılar. Amerika'nın neler yaptığını gördünüz. Hemen yanınızdaki beyefendi, arkanızdaki beyefendi Amerika'nın bu konudaki başarısını anlatabilir enflasyon mücadelesinde, doğru hamlelerle nasıl enflasyonu durdurdu ve aşağı çekiyor şu anda. Bizde 18'e 19 olduğu gün "İnadım inat, dediğim dedik." dedi ve öyle bir noktaya geldik ki şu anda tek haneli faiz, yüzde 85 enflasyon, gerçek enflasyonun yüzde 150'nin altında olduğunu bir tek vicdan sahibi iddia edemez ama hâlen "inadım inat" diye gidiliyor.

Bu inadın 2019 seçimlerindeki şeyi şuydu: Hani Tayyip Bey "Bizde siyasetin karnesi televizyonun sağ alt köşesidir." diyordu; dolar gidiyorsa hükûmet aşağı gider. O yüzden, 2019 yerel seçimleri gitmesin diye mektup arkadaşlıklarından, sınır ötesi TRT kamerası operasyonlarından önce 128 milyar doları... Faizi suni bastırıyorsunuz, millet ne yapsın? Yani negatif faize katlanır mı parasını eritsin? Dolara yöneliyor. Dolar uçmasın diye 128 milyar para sattınız. Hepimizin dedesinden, ninesinden, anasından, babasından emanet rezervdi. O günden bugüne de 98 milyar daha para satıldı. İşin kötüsü, bu dededen mededen miras değil, torunlardan emanet aldığınız parayı satıyorsunuz. "Kamu-özel iş birliği" diye başka bir icat çıkarıyorsunuz. Yap-işlet-devret değil, yap-işlet-torunlarına borç devret sistemiydi; bu, hepsi birden bu yeni dönemin "Beyefendiyi ikna edersek olur" anlayışının. Buralarda tartışılamadan oluyor bunlar.

Biraz önce söyledim, hangi kanunu ne zaman görüşeceğimize. Bakın, ne söylediyseniz gerçek dışı çıktı, millete ne vadettiyseniz. 16 Nisan referandumunda ne diyordunuz? "Bundan sonra kanun tekliflerini münhasıran yani sadece ve sadece milletvekilleri verecek, yasama Meclisin tekelinde olacak, bakanlar bu işe karışmayacak, yürütme tamamen ayrı olacak, gerçek kuvvetler ayrılığı böyle sağlanacak." Dakika bir gol bir. Hepiniz buradaydınız arkadaşlar. Berat Albayrak, daha Meclis yeminden sonra kapandı 1 Ekimi beklerken "Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Kanun Teklifi'mizi hazırladık, Meclisimize yollamaya hazırız inşallah." dedi mi, demedi mi? 10 Ağustosta müjdeleyip, altına imzaları 3 Ekimde atıp da Mecliste o kanunu görüşüp çıkardınız mı, çıkarmadınız mı? Tek örnek mi? Son örneği söyleyeyim mi Sayın Oktay? Türkiye'de bir Anayasa değişikliği tartışması var -başörtüsü, güvence- değil mi? Kim tartışıyor sizin tarafta bunu? Anayasa değişiklikleri kanun teklifidir; kanun teklifi şeklinde sunulur, müzakere edilir. Sizin tarafta kim çalışıyor bunu? Adalet Bakanlığı. Her gün kim gününü söylüyor -24 var, 41 yok; 41 var, 24'ün ikinci fıkrası- müjdeliyor? Bekir Bozdağ. Yürütmede mi, yasamada mı? Var mı milletvekilliği görevi? Hangi yetkiyle, hangi cüretle sizin, bizim gözümüzün içine baka baka... Hiç anormal gelmiyor değil mi? Bir partinin atadığı Bakan o artık. Münhasıran siz yapacaksanız elinizi tutan mı var? Bu partide bu işi yapabilecek, konuşabilecek, gruplara getirebilecek milletvekili yok mu? Ama böyle, Berat Bey ilk düğmeyi gözümüze soka soka yanlış iliklemişti, son düğmeye kadar geldiniz arkadaşlar. Kim kimi kandırıyor? Hangi rejimi uyguluyorsunuz, hangi esasları uyguluyorsunuz? Şimdi geldiğimiz noktada bambaşka bir yere savruldunuz, gittiniz.

Sayın Oktay, gelin, biraz da -hani, bu dediklerim de çok somut ama- somut bir şey konuşalım. Dediniz ki siz milletin karşısına çıkıp: "Artık soru önergeleri için on beş günlük süre koyuyoruz. Yasal süresi içinde yanıtlanmasını Anayasa değişikliğine koyuyoruz." dediniz mi, demediniz mi arkadaşlar? Dediniz. Sayın Oktay, şu anda süresi içinde yanıtlanan soru önergesi oranı yüzde 14. Kiminle karşılaştırayım sizi? Mesela, 3'lü koalisyonla karşılaştırsam yüzde 86. Hadi onu bırakalım, kendi döneminizde, ilk döneminizde parlamenter sistem, yüzde 62'yle bakanlarınız soru önergesi yanıtlıyordu, yüzde 62. Bugün yüzde 14 ve biliyorsunuz ki bunun yüzde 4 olduğu günleri gördük burada. Her bakanınıza karne veriyorum, bu sene de yapacağım. Mesela, Hulusi Akar yüzde 4,8'le yanıtlıyor, Süleyman Soylu yüzde 2,7'yle süresi içinde soru yanıtlıyor, Fahrettin Koca yüzde 1,2'yle yanıtlıyor, en çok sizi sıkıştırıyoruz diye yüzde 24...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Özel, normal süreniz bitti, bir iki cümleyle toparlarsanız.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, bir iki cümle yok, bugünün özel durumu var, birkaç dakika içinde...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Şöyle: Çok sayıda arkadaşımız var, eminim eksik bıraktıklarınızı diğer arkadaşlarınız tamamlayacaktır ama takdir edersiniz ki çok yoğun bir gündemimiz var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, böyle bir şey yok; makul sürede tamamlayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Yirmi dakika belirlediğimiz süre, bitti. Kısa bir şekilde toparlarsanız çok sevinirim, anlayışınızı bekliyorum çünkü yoğun bir gündemimiz var.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, biraz önce Sevgili Tatlıoğlu'nu da çok yerinde olarak hatırlattınız, Grup Başkanıdır. Bir Grup Başkan Vekili her gün gelir, her gün konuşur. Bir Grup Başkan Vekili bir komisyona gider, konuşur.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Siz de az önce kurallı bir sistemi savundunuz, Parlamentomuzun kuralları var, her şeyden önce Grup Başkan Vekillerinin hassasiyeti beklenir.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bütçe boyunca bir kez geliyoruz, bugün öğleden sonra AK PARTİ'nin Grup Başkan Vekili gelir, onun hakkını da ben savunurum; istismar edecek durumumuz yok, toparlıyorum, müsaade edin.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, bakanlarınızdan bazısı yüzde 1,2 oranla önerge yanıtlıyor. Ne dediyseniz gerçek dışı çıktı, ne dediyseniz. "Kaç tane uçağınız var?" sorusuna sizden yanıt geliyor "Ulaştırma Bakanlığına sorun." diye. "Ulaştırma Bakanına diyorum ki "Senin konun olmadığını biliyorum ama böyle dedi Fuat Oktay." O da diyor ki "Vallahi benim konum değil, Cumhurbaşkanlığına sorun." Böyle, rejimin çivisinin çıktığı bir yerdeyiz, devletin çivisinin çıktığı. Politika kurulları var. Kaç kişi? Ne kadar maaş alıyor? Sorulara cevap vermiyorsunuz. Başdanışman, danışman ne kadar maaş alıyor, ne oluyor belli değil. Bakanınız yolsuzluktan yakalanıyor, görevden azlediliyor; Türkiye'ye, dünyaya o pandemide rezil oluyoruz; Bakan hakkında bir adım atmıyorsunuz, yargı önünde hesap vermiyor. Uyuşturucudan yakalanan danışmandan tutun, sarayda randevuyu paralı yapıp da görevlerinden alınan danışmanlar hakkında, birisi hakkında bir suç duyurusunda bulunmuyorsunuz. Rejimin kendi kuralları, kendi adaleti var ve bağımsız yargı önüne çıkmasını "Rejim için zafiyet olur." diye kabul ediyorsunuz. Verilen soru önergelerine cevap vermemeniz tembelliğinizden değil, işinize geldiği yerde nasıl mesai sarf ettiğinizi biliyoruz ama bir israf var, utanılacak işler var; bunların kayda geçmesine, kâğıda dökülmesine, reel siyasetin konusu olmasına izin vermemek için bilerek, kasten veriyi saklıyor, bilgiyi karartıyor, milletin vekiline karşı susma hakkınızı kullanıyorsunuz; böyle bir hakkınız yok.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Özel, son cümlenizi alayım, rica ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sürem tamam...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Üç dakika oldu, bakın.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, bitiriyorum ama lütfen iyi niyetimi istismar etmeyin, çok rica edeceğim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Siz de benim iyi niyetimi istismar etmeyin. Grup Başkan Vekili olarak daha yüksek hassasiyet bekliyorum sizden.

Buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, tükenmiş bir tartışmayı baştan açmak istemem. Bunu, önümüzdeki sene bütçeyi nasıl yöneteceğimizi göreceksiniz...

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Hayal görüyorsun hayal!

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ama bu yapılan iş doğru değil, ben sizinle bunu tekrar tartışmak istemiyorum, sözlerimi toparlıyorum, zaten bitiyor.

Bir Cumhurbaşkanı var, partisinin de Genel Başkanı; bir şeyden istifade ediyor, yararlanıyor. Neden? Tarafsız Cumhurbaşkanına, hepimizi temsil eden, parti, part, parça olmayan Cumhurbaşkanına, televizyonda polemik yapmayan, muhataplarına hakaret etmeyen Cumhurbaşkanına verilmiş Ceza Kanunu'ndaki imtiyazdan hiç sıkılmadan istifade ediyor. Sonucu söyleyeyim: Turgut Özal döneminde 207 tane dava açılmıştır, Cumhurbaşkanına hakaretten dava açılmış vatandaşa; Abdullah Gül döneminde 848; Recep Tayyip Erdoğan'da 44.675; Özal'ın 200 katı, Abdullah Gül'ün 50 katı. Milletin sorunu olduğu demeyin, milletle sorunu olan bir Cumhurbaşkanıyla karşı karşıyayız ve bugün geldiğimiz noktada...

SALİH CORA (Trabzon) - Kılıçdaroğlu kaç kişiye dava açtı? Kemal Bey kaç kişiye dava açtı?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Son rakamım Sayın Cora. Örtülü ödenek meselesi, siz bu rejim değişirken dediniz ki: "Göreceksiniz, bu rejim o kadar esnek, o kadar güçlü, o kadar hızlı karar veriyor olacak ki o çok eleştirdiğiniz örtülü ödeneğe ihtiyaç dahi duyulmayacak." Bakın, 2,7 milyara ulaşmış on ayda örtülü ödenek harcamanız ve bu, Sezer döneminin 720, Gül döneminin 170, parlamenter rejimdeki kendi döneminizin 58 katı.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum Sayın Özel.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bitiriyorum, son cümlemi söylüyorum.

Burada uzun lafın kısası şudur: Bu rejim ekonomiye iyi gelmedi, işsizliğe iyi gelmedi, enflasyona iyi gelmedi, kadın cinayetlerine iyi gelmedi; bu rejim çocuklara iyi gelmedi, gençlere iyi gelmedi, istihdama iyi gelmedi, velhasılıkelam yüz yılın sonunda bu rejim Türkiye'ye iyi gelmedi.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Önümüzdeki referandum niteliğindeki seçimde iktidar olduğumuzda Cumhuriyet Halk Partisi ve Millet İttifakı, bu Meclisi ve bu Komisyonu müzakereye, muhalefete değer vermeye, gerçek kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne yönelik yönettiğinde hepsine iyi geldiğini...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Çok teşekkür ediyorum.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - ...ve cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi, bu ülkenin, gerçekten 85 milyonun kenetlenebileceği ve hep söyleyip de başaramadığınız o şahlanmayı, demokrasiye ve hukuka sarılarak başaracağımızın sözünü kayda geçirerek hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Teşekkürler.