KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, Değerli Bakanımız, değerli bürokratlar ve basınımızın değerli mensupları; ben de önceki arkadaşlarım gibi hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, 60 küsur sayfalık sunumunuzda bize önemli bilgiler verdiniz.

Ama bizi herhalde dinlemiyorsunuz.

AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANI DERYA YANIK - Dinliyorum.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dinliyorsunuz, peki.

Ben bu sunumunuzdaki verilen bilgilerin doğru olduğu varsayımından hareket ediyorum ve dolayısıyla bunlar üzerinde şurası yanlıştır demeyeceğim ama eksik olanı elbette var. Fakat bu, realitenin tamamı değil; bu, realitenin çok cüzi bir kısmı. Dolayısıyla, eğer realite sizin burada söylediklerinizden müteşekkil olsaydı aslında bizim burada oturup, şu elektriği boşu boşuna yakıp, aşağıda yemeği yiyip, çay kahve içip kamuyu zarara sokmamızın hiçbir anlamı yoktu, buradan size teşekkür edip çıkıp gitmemiz yeterliydi. Fakat bu, realitenin tamamı değil ve realitenin de çok cüzi bir kısmı.

Sabahki oturumumuzda, iktidar tarafından bir arkadaşımız Dünya Bankasının yoksulluk tanımından, fakirlik tanımından hareketle birtakım sözde teorilerden söz etti. Evet, 2002 yılında Dünya Bankasının ortaya koyduğu açlık veya yoksulluk tanımı o dönemki Türkiye'ye bile uygun değildi. O dönemdeki uygunluk, Afrika ülkelerinde ayağında ayakkabı olmayan, sırtına giyecek elbisesi olmayan toplumu tanımlayan bir fakirlikti ve günlük ortalama 1 doların altında ancak hayatını idame ettirebilen insanlardı. Kendi kendimize haksızlık etmeyelim, 2002'deki Türkiye, bu Türkiye değildi. Ama buradan hareketle, yine, MHP milletvekili bir arkadaşımızın söylediği gibi "Gerçekten, Türkiye'de açlık sorunu da yoktur." demek de doğru değil. Bu ülkede Nilgün Hanım'ın söylediği gibi devletin kendisine ulaşıp onun ihtiyaçlarını giderdiği için devletine teşekkür eden insanlar olduğu gibi, bu ülkede gerçekten karnını doyuramadan, karnı doymadan yatağa giden ve çöplükten yiyecek toplayan insanlar da var. Bunun ikisi de bir realite. Dolayısıyla, sizin buradaki sunumunuz bu realitenin ancak dörtte 1'i. Her ekonomik üretim kararı, bir paylaşım kararıdır; her paylaşım kararı, bir üretim kararıdır. Dolayısıyla, şu andaki uygulanmakta olan ekonomi üretim modeli insanlara üretimden ortaya konulan katma değerden hak ettikleri payı vermediği için, alamadıkları için devlet kendisini sorumlu hissediyor ve bu aradaki farkı kapatmak için müdahale ediyor ve siz bu yardımları onun için yapıyorsunuz, o bozukluğu düzeltmek için yapıyorsunuz. Fakat aslolan, aslında üretim esnasında herkesin emeği karşılığı yarattığı katma değerden payını alabilmesi ve bunun karşılığında da eğer arada piyasanın işlemeyişinden, bozukluğundan vesairesinden dolayı gözden kaçanlar varsa onların haklarının iade edilmesidir. Fakat sistem, maalesef, üretirken bölüşmeyi sağlamıyor.

TÜİK'in verilerine göre -ben rakamları çok fazla zikretmeyeceğim çünkü sabahtan beri konuşan arkadaşlarımız o kadar çok rakam söylediler ki tekrarında da çok bir fayda yok- emeğin millî gelirden aldığı pay son çeyrekte, bu senenin üçüncü çeyreğinde yüzde 26'ya düştü. Sermayenin aldığı pay yüzde 50'ye yakın. Dolayısıyla ortada bir sorun var ve bu sorunun da mutlaka düzeltilmesi gerekir; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bunun için var. "Efendim, ülkede açlık yok." deniliyor. Ülkede maalesef açlık var ama Dünya Bankasının 2000 yılında yaptığı tanıma göre, ayağında ayakkabısı olmayan -biraz önce söylediğim gibi- sırtında giyecek elbisesi olmayan insanın tanımı yapılmıyor. Şunu hepimiz biliyoruz: TÜRK-İŞ'in yaptığı bir hesap var, "açlık sınırı" diye bir hesap var; bu, bugün 7 bin TL'nin üzerinde. "Yokluk sınırı" diye bir hesap var, o da 25 bin TL'ye yakın. Dolayısıyla demek ki ülkede bir sorun var. Bu sorunu görmemezlikten gelemeyiz. Dolayısıyla Bakanlık olarak sizin yaptığınız iş, bu üretimde sağlanamayan adalete devlet eliyle müdahale edip bu adaleti sağlamak. Şimdi, arkadaşlarımız buna kızacaklar ama kızsınlar ben yine söylemekten de geri kalmayacağım; siz bu düzeltmeyi yaparken önce fakirliği yaratıyorsunuz, onu yönetilebilir hâle getiriyorsunuz ve buradan da bu fakirliğin yönetilmesinden siyasi bir rant topluyorsunuz ve bu şekilde de toplumun hayatını idame ettirmeye çalışıyorsunuz. Buna itirazımız var, bu yanlış. Onurlu, hesap sorabilen, soru sorabilen bireyler olarak vatandaşlarımızın "Ben dezavantajlıyım, dolayısıyla bana verdiğin yardımdan dolayı kimseye, hiçbir siyasi iktidara teşekkür borcum yok. Benim teşekkür borcum devletimedir." diyebilmesi lazım ama maalesef bu fakirlik sorunu yönetildiği için ve siyasi bir getiri de sağlandığı için vatandaş bugün yönetimdeki sisteme de değil, tek bir kişiye müteşekkir hâle getirilmiş. Bu yanlış, yanlışın da ötesinde, istikbalimiz için çok yanlış çünkü hesap sormayan, soru sormayan, bireyselliğini ön plana çıkarmayan bir sistemin müşterisi hâline gelen yurttaştan ileriye yönelik olarak bir şey çıkmaz. Biz sistemin müşterisi olan yurttaş istemiyoruz. Biz soru soran, hakkını arayan ve bütün teşekkürünün kendi devletine olduğunu bilen bir yurttaşı istiyoruz ama maalesef bu yardım programları böyle bir yurttaş yetiştirmeye, yurttaş psikolojisi ortaya çıkarmaya yeterli değil.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Toplumu öyle mi zannediyorsunuz?

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Evet, aynen öyle, aynen öyle maalesef. Kusura bakmayın ama maalesef böyle.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, ikili konuşmayalım, sırası geldiğinde cevap verelim lütfen.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Toparlıyorum.

Dolayısıyla bu ülkede açlık sorunu var. Benden önceki arkadaşlarım da tekrar ettiler. Dün sosyal medyada okudum, sabah Cumhuriyet Halk Partisinden konuşan hanımefendi arkadaşımız da söyledi, sosyal medyada. Çocuk okula gidiyor, "Başım ağrıyor." diyor, öğretmen farkına varıyor, karnı aç, arkadaşlarına karşı onu kırmadan karnını doyuruyor. Onun altına binlerce öğretmen demeyim ama yüzlerce öğretmen kendi sınıfında, kendi okulunda da bu tür işlerin olduğunu söylüyor.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Onlar doğru değil.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Uğur Bey, rica ediyorum, sıra geldiğinde cevap verirsiniz.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bunlar birer örnek. Dolayısıyla yapılması gereken şey şu: Sayın Bakanım, bundan sonra, önümüzdeki yıllarda refahın tabana yayılması için elbette insanlar daha fazla sosyal yardım alacaklar. Bugün doğumda verilen 340 liranın yerine belki 3.400 lira verilmesi gerekir, daha iyi bir yardımın yapılması gerekir. Ama bunun yapılabilmesi için... Şu anda 6 milyon hane, 23 milyon şahıs bu sistemden yararlanıyor ve bu da bir yönetim tarzıdır. Dolayısıyla benim size sorum şu: Elinizde herhangi bir projeksiyon var mı? Hangi yüzde büyüme oranıyla kaç yılda millî geliri kaç trilyon dolara çıkardığınızda devletten yardım alan bu vatandaşlarımızın sayısı azalacak ve dolayısıyla bu insanlar insanca yaşam haklarını üretirken elde ettikleri katma değerlerin karşılığı olarak emeklerinden alacaklar? Böyle bir projeksiyonunuz var mı? Bu 6 milyon hane kaç yılda 3 milyona, 2 milyona, 1 milyona düşecek ama hak sahipleri olanlar da doğumda 340 lira değil, 3.400 TL, belki 3 milyon 400 bin TL alacak; var mı böyle bir projeksiyonunuz?

Teşekkür ediyorum.