| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri (Devam) ı) Hazine Müsteşarlığı i) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu j) Sermaye Piyasası Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 28 .01.2016 |
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar ve bu salonda bulunan bütün değerli şahsiyetleri saygıyla selamlıyorum.
Bugün çok önemli kurumların bütçesini görüşüyoruz ama hazır Başbakan yardımcılarını burada bulmuşken... Çok teknik detaylarına giremeyeceğim. Buradaki vekiller teknik çalışmayı sevdiğimi, o teknik detaylarla konuştuğumu bilirler ama bu teknik detaylara giremeyeceğimiz bir hâldeyiz.
Değerli Başbakan yardımcıları, bütçe bu Parlamentonun temeli. Yani bütçe şu demek: Bütçe, sizin seçmenlerinizin, bizim seçmenlerimiz, bütün yurttaşlarımızın mal varlıklarının, toplanan vergilerinin, memâlikinin size emanet edilmesi demek. Siz iktidar oldunuz -bunu biraz sonra daha detaylı anlatmaya çalışacağım- ve yüzde 49,5 oyunuzla yüzde 100'ü yönetiyorsunuz. Sizinle bizim aramızda bir toplum sözleşmesi var. Toplum sözleşmesinin yazılı hâli Anayasa. Anayasa size iktidar görevi verdi, bize de muhalefet görevi verdi. Her iki taraf da görevlerini Anayasa içerisinde yapacak ve Anayasa şunu söylüyor bu bütçeyle alakalı: "İktidar bu parayı harcayacak. Hukuk kuralları içerisinde harcayacak, etik kurallar içerisinde harcayacak, ahlak kuralları içerisinde harcayacak, kendi önceliklerine göre harcayacak ama ve sonra gelecek Parlamentoya, muhalefet ve iktidar partilerine hesap verecek, yaptığı işlemleri anlatacak. Halk da bunu öğrenecek, ona göre bir karar verecek. Ve burada, bu milletvekilleri denetim görevini yapamayacağı için -teknik bilgi, zaman, uzmanlık gibi sebeplerden- Sayıştay diye bir kurum kuruyorum. Bu Sayıştay bütün bu harcamalara bakacak, tarafsız, bağımsız, bütün etkilerden uzak, sonra getirecek Türkiye Büyük Millet Meclisine bunu raporlayacak." Biz de ona bakacağız. Bu bütçesini getiren insanlar doğru işler yapmışlar mı, eksikler nerelerde diye.
Sayın Başbakan yardımcıları, şu elimde görmüş olduğunuz milyarlarca lira harcamayla alakalı Sayıştay raporları. Şu Vakıflar Genel Müdürlüğünde, birkaç husus dışında içinde hiçbir şey yok, hiçbir şey yok. Yani bu devlette milyarlarca lira para harcanmış ve hiçbir hukuka aykırılık... İşte "Muhasebesinin şurası şuraya kaydedilmemiş, burası buraya kaydedilmemiş." gibi, bari içinde bir şey olsun diye Sayıştay üst yöneticileri tarafından içine konulan hususlar dışında hiçbir şey yok. İçindeki birkaç küçük tespit Vakıflar Genel Müdürlüğüyle alakalı, kiralamalarla alakalı, ne kadar düşük kiralandığını anlatıyor. Mesela satışlarla alakalı da içinde çok bir şey yok ve demin vakıf bedduasını okudu Sayın Tamaylıgil, vakfı kuran insanların okuduğu bedduayı. Çünkü böyle bir şey yapılabileceğini tahmin etmişler. Ama siz Hükûmet olarak hesap veremiyorsunuz. Hesap verebilecek olsanız, gurur duyacak işler yapacak olsanız bunu cilt cilt getirirdiniz ve sizin böyle bir hakkınız yok, siz çünkü bizden vergi alıyorsunuz, benim seçmenimden vergi alıyorsunuz. Çok zor koşullarda vergi ödüyorlar. Çocuğuna harçlık veremiyor, gidiyor emlak vergisini yatırıyor. Bu hâle gelsin diye değil, bu Anayasa'yı ihlal etmektir ve en temel konuda Anayasa'yı ihlal etmektir. Bunu hep sürekli şöyle anlatıyorum Sayın Başbakan Yardımcıları: Şu an bu Meclis fiilen kapalıdır, fiilen kapalıdır. Bazen üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum, acaba benim burada duruşum bu Meclisin fiilen kapalı hâlini meşrulaştırmakta mıdır diye. Bunun da sonu yok. Yani en basit iktisat öğrencisine sorun, bunu sonu ağır bir ekonomik krizdir. Millî varlıklarımızın elimizden çıkmasıdır, ağır bir borçlanmadır. Bu oldu zaten. Türkiye'nin millî serveti yabancıların eline geçti, bunların hepsi gerçekleşti. Bakın, bu Anayasa, bu Anayasa insanlık tarihinin bir müktesebatından çıkmıştır, bizim için de başka ülkeler için de, temel kavramlar her yerde aynıdır. Güçler ayrılığı diye bir şey var çünkü güç ne zaman tekin elinde toplanmış, oligarşi, aristokrasi, ne derseniz, padişahlık, krallık, bunun acı sonuçları olmuş. Yüz binlerce insan ölmüş dünyada ve bir müktesebat gelişmiş, insan haklarından başlayın, rekabet kurumuna kadar. Siz bunu yok sayıyorsunuz. Güçler ayrılığı yani yasama, yürütme, yargı hatta medyayı da koyduğunuzda bunların birbirinden tarafsız ve bağımsız olması. Bakın, gördük, neler yaptığınızın fiilî örnekleri var. Yargıya neler yapıldığını gördük, medyaya neler yapıldığını gördük, nasıl el konuldu, nasıl insanlar dövüldü, gazeteler nasıl basıldı, bunların hepsini gördük. Şimdi bu altyapı ortadan kalktığında, demokrasinin en temel taşları ortadan kalktığında üst yapıyı tartışmak lükstür.
Seçimden yüzde 49,5 oy aldığınızı söylüyorsunuz Sayın Başbakan Yardımcıları. Peki, bu Türkiye'deki seçimler adil, eşit, özgür ve rekabetçi miydi? Mesela Yüksek Seçim Kurulunun meşruiyeti var mıdır, adil karar vermekte midir. Türkiye Anayasa'sına göre tarafsız olan Cumhurbaşkanı seçimlerde tarafsız kalmış mıdır Sayın Başbakan Yardımcıları? Mesela vali ve kaymakamlar yani tarafsız durması gereken devlet seçimlerde taraf tutmuş mudur? Valilerin kimisi il başkanı, kaymakamların kimisi ilçe başkanı gibi sahaya inmiş midir? Ortak vergilerimiz olan sosyal yardımlar bir seçim havucu veya seçim sopası olarak kullanılmış mıdır? Bundan daha önemlisi veya daha tehlikelisi 7 Haziran sonrasında iç barışı da sarsacak şekilde Hükûmetin ani politika değişikliği sonucunda memlekette oluşan kan ve terör havasının insanların oy verme davranışlarını nasıl korkutarak değiştirdiğini biz sahada gördük. Seçim propagandası yapamadık son üç hafta, Ankara bombalamasından sonda, birçok parti yapamadı. Bu koşullar altında alınan yüzde 49,5 oy adil, demokratik bir oy değildir. Bakın, üç ay önce seçim yapıldı yüzde 40 oy aldınız. Normal bir ülkede, normal bir ülkede bunun bile alınmaması gerekiyordu. Ama ondan sonra değiştirilen koşullar, Türkiye sosyolojisine yapılan müdahaleler, partilere yapılan haksızlıklar sonucunda aldığınız bu oyla bu ülkeyi yönetiyorsunuz ve bugün geldiğimiz noktada muhalefetin her anlamda sesi kısılmıştır.
Bakın, Türkiye'deki iç barış bozuldu. Bugün sabah 5 şehit var. Ben gece birde başlıyorum, sabah beşe kadar uyku tutmuyor beni. Her gün bir paket sigara içiyorum olanlar dolayısıyla. Kendime şunu soruyorum: Sen bir milletvekilisin. Bunu durdurabilecek bir şey yapabilecekken yapamıyorsan bu senin de sorumluluğundur. Eminim ki iktidar gücünü idari olarak elinizde tutan sizler de bunu hissediyorsunuzdur. 5 şehit, çocuğu var. Yavrucak küçücük, bugün babasının resmini de gördük, hepimizin gözü doldu. Aynı zamanda o kışın soğuğunda evini barkını bırakan ve çoğu çok yoksul Kürtler var. Kardeş kanı akıyor çünkü siz açılım sürecinde başarısız oldunuz, siz açılım sürecinde doğruları söylemediniz, siz bizleri kandırdınız. Geldiğiniz noktada bu başarısızlığınızı kabul edeceksiniz. Bizim, benim gibi 78 milyon insanın çektiği acılardan sorumlusunuz.
Ben bir yurtseverim. Yurdu sevmek sadece bir toprak parçasını sevmek demek değildir, oradaki insanı sevmektir. Bugün bu ülkenin halkları çok zor bir şekilde geri dönüştürülecek şekilde duygusal olarak birbirinden ayrılıyor. Terörle mücadele, evet, şiddetle ve terörle mücadele edilmelidir ama yöntemi, ilk yöntemi bu olmak zorunda değildir. Halkların birlikte yaşama iradesini yok edersek... Bakın, şimdi, terörle mücadelenin bir parçası olarak bir psikolojik harp de var ortada. Ağzını açan "Kan dursun." Ya, yazık bu çocuklara, o polis Erzincan'dan gitmiş, o soğukta elinde bir makineli tüfek. Hangi kanastan gelecek mermiyle vurulacağı belli değil. "Öbür tarafındaki insanlar da bizim insanımız." diyen herkesi PKK'lı diye şey yapıp en aşağılık, en iğrenç küfürler ediliyor. Ne bunun adı? Terörle mücadelenin psikolojik boyutu. Buna bir başlarsanız bunu istediğiniz zaman durduramayabilirsiniz ve bu öyle bir hâle geldi ki terör konuşulmuyor, Kürt nefreti ortaya çıktı veya Türk nefreti ortaya çıktı. Duygusal olarak etin kemikten ayrıldığı gibi ayrılmaya başladık. Gerçek bir yurtseverin, gerçek bir milliyetçinin, gerçek bir halk severin bu topraklarda can verecek insanların bu duruma kahrolması gerekiyor. Birlikte yaşama irademiz azalıyor. Sadece doğu illerinde de azalmıyor, bu batı illerinde de azalıyor.
Türkiye gettolaştı, insanlar kılık kıyafetinden, selamından birbirinden ayrılmaya başladı. Evet, iktidarın bir sürü yöntemi vardır, bir sürü yöntemi vardır. Hatta böyle otoriter bir yöntem bulmaya kalkarsanız dünyadaki en az oyu aldınız. Bakın, Sisi'nin aldığı oya bakın, Beşar Esad'ın aldığı oya bakın, otoriter yöntemler yüzde 90'ın üzerinde oy alıyor. Ama bunun sonu yok. Sizin sonunuzun kötü olması bizim de sonumuzun kötü olması... Bizim bir ortak kaderimiz var, siz bu memleketi batırırsanız, ekonomik krize sokarsanız, dış politikayı krize sokarsanız bu benim de ülkem. Bunu bu sefer düzeltmek için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, lütfen toparlayın.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Siz iyi yönetin, biz daha iyi yönetimler üzerinde konuşalım. Siz çok kötü yönetiyorsunuz. Siz bizlerin bütün sesini kıstınız. Benim görüşlerimi halka anlatacağım hiçbir kanal yok. Üstelik sürekli kamu destekli bir iftira medyası var. Sayın Başbakan Yardımcıları, bir televizyon kanalına çıktım, bu televizyon kanalından söylediğim şu: "Eğer bütün özgürlüklerimiz elimizden alınırsa, insanlık onurumuz elimizden alınırsa, bu baskı artarak devam ederse direniş hakkımız vardır ve sokak sokak direniriz." Ertesi gün gazetelerde "CHPKK'lı Aykut Erdoğdu..." "Tag"ler yapılmış hakkımda sosyal medyada, belirli merkezlerde. Bunun iktidar destekli olduğunu düşünüyorum. "CHPKK'lı Aykut Erdoğdu hendek hendek direneceğiz." dedi. Bu alçak bir iftiradır. Bunun üzerine de bir sürü bakan, bir sürü genel başkan yardımcısı açıklamalar yaptı ve benim 70 yaşındaki anneme bir insanın ağzına almayacağı hakaretler edildi. Ne hakaretler edildi. Ben o insanlarla aynı ülkede yaşadığım için utanıyorum. Bakın, bu, güya terörle mücadelenin... Bana mermi resimleri gönderiyorlar ama ben şunu biliyorum, oradaki askerin, polisin hayatı üzerinde klavye üzerinde kahramanlık yapılamaz. O insanlar mermi tehdidi altında bulunuyor. Batıdaki güvenli merkezlerde alınan 1.500 lira maaşlarla bu yazılan şeyler vatana ihanettir. O çocuklar benim kardeşim, o polis, o asker, o orada öldürülen sivil insanlar; bunlar benim yurttaşım, benim buna karşı bir sorumluluğum var. Buradaki milletvekillerine bunu anlatıyoruz, belki vicdanlarında akis buluyor ama çok tesir edemiyor olabilirler. Siz Başbakan Yardımcısısınız, görüşeceğiniz kurullarda eğer psikolojiniz şuysa: "Bunu sonuna kadar götürelim, burada durursak bir başarısızlık algılanır." diyorsanız, bu doğru değil. Gerekirse bütün partiler, Milliyetçi Hareket Partisi, CHP, HDP; hepimiz sorumluluk almalıyız, gerekirse biz milletvekilleri bölgeye gitmeliyiz. Bunu bir tarafın taraftarlığı anlamında söylemiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Çünkü bu söylediğiniz her şeyi bu yurtseverlik...
BAŞKAN - Lütfen son sözlerinizi alabilir miyim efendim?
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tabii.
Bu yurt bölünmesin, bu vatan bölünmesin diye feryatlarımızın hepsinin sosyal medyada nasıl iğrenç bir şekilde iftiraya dönüştürüldüğünü gördük. Buna hep beraber engel olmalıyız. Bu bir mağduriyettir. O zaman kimse doğruları söyleyemez. Bugün doğruları baskılarsanız on beş yıl sonra çıkacak. On beş yıl sonra çok göç olabilir ve sınırımızın hemen altındaki Suriye'nin laneti dünyayı sarıyor, Suriye'nin laneti dünyayı sarıyor. Biz ilk kıyısında olan ülkeyiz. Buradan bize sıçrayacak. Biz bunu durdurmalıyız, Suriye'yi de durdurabilmeliyiz. Onun için de ön yargılarınızdan kurtulun. Herkes, her kurum ön yargısından kurtulmalı. Ancak böyle yeni bir dünya düzeni kurabiliriz, ancak böyle bir bölge devleti, dünya devleti oluruz. Dünya liderliği başka ülkelere talimat vermek değildir, dünya lideri ahlaki değerleriyle, etik değerleriyle, kalitesiyle, nezaketiyle başka ülkelere örnek olabilmek demektir. Bu kadar dünyadan bu halkı dışlamaya hakkınız yoktu. Bugün dünyanın en itilmiş devletiyiz. Haklı olduğunuz şeyler olabilir ama çok kötü anlattınız. Kaç ülkede büyükelçimiz yok ve siz bunu biz her şeyi yaparız diye şey yapıyorsunuz. Bakın, sizi cidden, samimiyetle ikaz ediyorum; bu yol değil, böyle gitmeyecek, böyle giderse hep birlikte acı çekeceğiz. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi muhalefetin sesini duyurduğu son yerdir. Ümitler azalmaya başladı, birlikte yaşama iradesi azalmaya başladı. Bu yöntemle iktidarda bir süre kalabilirsiniz ama büyük bir gaz birikmesi var, bunu hep beraber boşaltıp daha demokratik bir ülke kurabiliriz. Böyle bir ortamda anayasa tartışılamaz, MİT Yasası varken, iç güvenlik yasası varken, Sayıştay Yasası varken, medyada bu uygulamalar varken bu ülkede anayasa tartışması veya referandumu meşru olamaz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.