| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 09 .06.2022 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, ilk imza sahibi değerli milletvekillerimiz, basınımızın, Meclisimizin değerli emekçileri, Komisyonu takip eden kıymetli arkadaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İlk önce bu Komisyonda görevlendirmeden, seçimden sonraki ilk söz alışım oldu. Size bir kez daha görevinizde başarılar diliyorum.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Teşekkürler.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Böyle bir Komisyonun adilane yönetilmeye en çok ihtiyaç duyulan mecralardan bir tanesi olduğu açık. Hemen herkesin hukukçu olduğu bir yerde benim gelip burada konuşma yapmam bir yerden sonra tereciye tere satma noktasına gelebilir. O yüzden bazı noktalarda eğer mesleki birikiminize, sizlerin mesleki yetkinliklerine ters düşecek birtakım ifadelerimiz olacak olursa onun için de şimdiden kusurumuzu affedin hepiniz.
Şimdi, ben Adalet Komisyonuna da, Anayasa yapmaya da, İç Tüzük hazırlamaya da, iktidar-muhalefet ilişkilerine de, hele hele iktidar değişiminin bu kadar yakın olduğunu bizim hissettiğimiz böyle bir süreçteki yasama faaliyetlerine de hep şu gözle bakmayı tercih ederim ve öneririm. Benim Selanik doğumlu rahmetli anneannem ilkokul okumuş ama bilge bir kadındı, o yetiştirdi bizi. Onun benim kulağımda küpe olan iki sözü vardır. Birinin hikâyesini anlatmayacağım, uzun ve keyiflidir ama onu özel sohbetlerde anlatırız ama kardeşime haksızlık yaptığım bir süreçte, sadece benim karışım daha uzun diye kardeşim yerine oyuna girip uzun karışıyla beni yendiğinde demişti ki: "Ayarını bozduğun kantar gün gelir seni de tartar." Hiç unutmam bunu ve demişti ki bir hikâyede: "Benim gibi bir yaşlı kadın, 2 de yaramaz evladı çok kavga edip hiç geçinemezlermiş, iyi kötü de bir miras bırakacakmış. Bu bıraktığı mirası nasıl pay edecekler diye düşünmüş, düşünmüş, en son çocuklarına demiş ki 'Ben bir vasiyet emanet ettim, ona göre paylaşın.' Huzur içinde de gözlerini yummuş gitmiş. Cenaze töreninden sonra koşup gelmişler, komşu teyze demiş ki 'Anahtarı burada, sandığın dibine yazdı, bıraktı.'" Bir satırlık vasiyetle evlatlarının imkânsız miras bölüşümünü kavgasız, dövüşsüz halletmelerini sağlamış rahmetli. Nasıl yapmış? Demiş ki: "Malları Ahmet ortadan ikiye bölsün, Mehmet istediği parçayı seçsin." Bölen bir tarafı büyük bölse bilir ki kardeşi öbür parçayı seçecek, o mecburen çok adil bölmüş, öbürü de herhangi birini seçmiş, gitmiş.
Ben İç Tüzük yaparken de, Anayasa yazarken de, iktidar-muhalefet ilişkilerini sürdürürken de hep anneannemin yaptığı gibi yapmak, anneannemin öğütlediği gibi öğütlemek gerekir diye söylerim. Bunun pragmatist bir tarafı da var sizin açınızdan, faydacı bir tarafı da var bundan sonrası için. Mesela hani bazı endişeler oluyor ya, biz de onları ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Ya acaba iktidar değişirse rövanşist bir anlayış olur mu? İktidar değişirse CHP şöyle yapar mı? Acaba iktidarın yirmi yılda yaptıklarından sonra benzer bir şekilde gelir mi? Bu konuda biz bu endişeleri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz ve Meclis tutanaklarına da bu taahhüdü detaylandırmadan bir daha geçireyim, yapmayacağız ama bir düşünün ki bu yaptığınız kanun bir sene sonra 1 no.lu kararnameyle bizim atayacağımız bir iletişim başkanının basın kartı dağıttığı noktasına gelecek. O asliye ceza mahkemesinin şimdi sizin oraya atanacağını düşündüğünüzün dışında birisi atanır ve bu sefer kapı size duvar olur, öbürüne sorarlar gelene gidene: "Hangisini durduralım, hangisini içeri atalım, hangisine fezleke yollayalım?" Bu yönden bakarsak da mahzurlu bir iş yapıyorsunuz, bu yönden bakarsak da bence çok mahzurlu bir iş yapıyorsunuz. Ve şimdi geldiğimiz bu noktada ben meslek örgütünden gelen birisi olarak bu salonlarda en kaliteli yasamanın, eğer o alan bir mesleki alanı düzenliyorsa o mesleğin mensuplarının etkileriyle değil, o mesleğin mensuplarının özel, kendi iradeleriyle özgürce seçtikleri, görevlendirdiği meslek örgütlerinin yıllarca böyle âdeta imbikten damıtılırmış gibi damlamış fikirleri, görüşleri, talepleri doğrultusunda yapıldığında kaliteli yasa yapılacağına inanırım. O yüzden son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Mademki yasanın da yürürlük tarihi 2023'ün başıdır ve önümüzde koca bir yaz vardır ve mademki siz "Buna ihtiyaç var." diyorsunuz ki bence de bu alanda bir düzenlemeye ihtiyaç var, olmadığını kimse söylemez ama meslek örgütleri telaşla geziyorlar ve diyorlar ki: "Bize soran olmadı." Telaşla geziyorlar ve diyorlar ki: "Bu, bu, bu, bu haksızlıklar yapıldı." Ve şimdi fiilen bir yönetmelikle yapılan bir işi, bir yasa çerçevesine sokmaya çalışılan yerler de var.
Son söyleyeceğim şu: Vakit var, çağırın meslek örgütlerini, daha doğrusu şöyle bir şey yapalım. Bizlerin, burada, herkesin destekleyebilecekleri maddeler vardır, çok sakıncalı maddeler vardır, tadile muhtaç maddeler vardır. Bunu, hepsi teknik ve alanında çok yeterli Komisyon üyeleri genel mutabakata alır, üç madde, beş madde çoktandır beklenen varsa falan, bunları bir dakikada yaparsınız, geçiririz ama esas itiraz olan ve düzeltilmesi gereken yerlerin ciddi ciddi oturulup çalışılması lazım. Önümüzde koca bir yaz var ve ilk kez sivil toplumu, meslek örgütlerini, ki bu basın-yayın falan, bunlar öyle alelade meslek örgütleri değil, bu meslek örgütleri hepimizin haber alma hakkını, demokrasinin dördüncü kuvvetini ve gerçekten bir ülkenin demokrasi olarak anılabilmesi için görevlerini layıkıyla, adaletle, güvenceyle yapması gereken meslektir. Buna bir olanak tanımanız lazım çünkü bunu böyle çıkarırsanız -biraz önce detayları verildi, daha çok anlatılır, bir sürü örneğimiz var- kalitesiz yaptığınız yasalar ne sizin amacınıza uygun oluyor çünkü dönüp dönüp değiştiriyorsunuz, dönüp dönüp değiştiriyorsunuz. Bir de o amacı kamuoyuyla paylaşıp şeffaf bir şekilde "Ya bizim amacımız, niyetimiz çok iyi ve en doğruyu, ortak doğruyu arıyoruz." dediğinizde zaten size yanlış yaptırmazlar, yanlış yaptırmayız, yanlış yapamazsınız ama kafanın arkasında başka bir niyet var ve bir başka şey yapıyorsanız, işin içine bir havuç, bir sopa falan koyuyorsanız, bu konuda hadi muhalefeti bırakın, toplumsal muhalefeti bırakın, meseleye objektif bakan takipçilerinizi de tatmin edemediyseniz bu görüşlerinizle, burada bir sorun var demektir. Mademki 1 Ocak 2023'te başlayacak, gelsin, gelecek yasama yılının ilk kanunu olarak gelirsiniz burada, bütün yaz uzlaşıyı aramışsınızdır, doğruyu bulmuşsunuzdur, uzlaşılamayan yerlerde de elbette bir fazla el kaldıranın zaten diyeceği olacaktır ama bunu yapmak lazım çünkü bu alanı düzenlerken bu kadar alelacele, müzakereye kapalı ve yeterli istişarelerin yapılmadığı, yapıldıysa da tek kutuplu yapıldığı bir işi tek başınıza yapmanız doğru değil.
Şimdi, birkaç noktaya değineceğim ve hani, söylediklerimi gerekçelendirme açısından tersten başlayayım. Öncelikle, şu basın kartı meselesi var. Basın kartı meselesinde İletişim Başkanlığını basın kartı verme ve iptal etme konularında tam yetkili kılıyorsunuz. Zaten şu anda bir basın kartı komisyonu var, o komisyona bir yasal statü getireceksiniz. Biz hepimiz biliyoruz ki bu basın kartı komisyonunda görev yapan 9 kişi var ve o kompozisyon neymiş bir bakalım. Yani zaten sizin İletişim Başkanının resen, daha doğrusu "reisen" yaptığı iş şu: Cumhurbaşkanı İletişim Başkan Yardımcısı Zahid Bey'i oraya oturtmuşsunuz; yanına İletişim Başkanının Danışmanı Mücahid Eker'i oturtmuşsunuz; yanına sürekli basın kartlarını temsilen birini oturtalım, ATV Ankara temsilcisi Şebnem Bursalı'yı oturtmuşsunuz; basın kartı sahiplerini temsilen yine Star gazetesi yazarı ve aynı zamanda AK PARTİ İstanbul İl Başkan Yardımcısı Halime Kökce Hanım'ı oturtmuşsunuz; e, basın kartı sahiplerini temsilen biri daha, Anadolu Ajansı Yayın Koordinatörü Yahya Bostan Bey orada; MEDYA-İŞ Sendikasını koyalım demişsiniz, oraya da Anadolu Ajansı Finans Haberleri Editör Yardımcısı Hasan Bey'i oturtmuşsunuz; Medya Derneğini temsilen böyle yabancı basını da bilen birisi olsun, Daily Sabahtan birisi oturmuş, onun yayın yönetmeni İbrahim Zahid Beyefendi; e, televizyon yayıncılarını katalım, daha katılımcı olsun burası, Doğuş Yayın Grubunun Ankara temsilcisi Baran Bey orada oturuyor; aynı zamanda AK PARTİ Ankara Büyükşehir ve Altındağ Belediye Meclis Üyesi Sayın Sinan Burhan da Anadolu Yayıncılarını temsilen oturmuş. Ya, böyle bir taksimat, böyle bir oluşum... Ve oturup ondan sonra "Ya, bu adamlar, bu arkadaşlar, bu insanlar doğru işler, adil işler yapıyorlar, herkese eşit mesafedeler, objektif kriterleri uyguluyorlar..." Siz yapıyı böyle kurduktan sonra, bu kadar basın meslek örgütünün şikâyet etmemesini nasıl bekliyorsunuz, ben onu anlayabilmiş değilim. Ve bakın, Basın İlan Kurumu şimdi, doğru bir iş yapılacak, yerel gazetelere ve internet sitelerinde haberler yayınlanacak.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - İlanlar yayınlanacak.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Özür dilerim, tabii ki. İlanlar yayınlanacak. Bu, beklenen bir şeydi internet siteleri açısından ama radyoların beklentileri, televizyonların beklentileri de çok kıymetli, onları da bir dinlemeniz, gerekçelerini dinlemeniz lazım falan ama burada bir şey yapıyorsunuz. Bir, bunları eskiden yerel gazetede yayınlanacak olana ilanı veren kurum karar veriyordu. On dokuz yıl boyunca İstanbul'daki yerel gazetelere, Ankara'daki yerel gazetelere büyükşehrin verdiği ilanları büyükşehir belediyeleri verdi, bir sorun yok; şimdi diyorsunuz ki: "Onlar vermeyecek; gelecek, biz bunları havuzdan burada dağıtacağız." Eyvallah. Kesin adil dağıtırsınız diye bekliyoruz değil mi? Ve öbür taraftan da şöyle bir noktaya geliyorsunuz, emin olun böyle bir düzenlemeye, regülasyona ihtiyaç var. Ben nasıl işler döndüğünü öyle çeşitli iddialarla falan değil, şöyle bir şeyle göstereceğim, bunun fotokopisini de dağıtabiliriz. Elimde Türkiye'de kamu bankalarından gazetelere verilen ilanların dağılımı var, kamu bankalarından. Oranın da yönetim kurullarını kim atıyor, nasıl atıyor, yönetim kurulu kimlerden oluşuyor, detaylı anlatmayayım, hepimiz biliyoruz: Bakan yardımcıları, eski milletvekilleri...
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Eski güreşçiler.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İşte, güreşçi ama işte, siyaseti nereden yapıyorlarsa oradan.
Bakın, Türkiye'de kamu bankalarından en çok sütun çarpı santim hesabıyla -para hesabıyla da fark etmiyor- ilan alan gazete Türkgün gazetesi, 2'nci Sabah, 3'üncü Akşam, 4'üncü Analiz, 5'inci Takvim, bakın, böyle gidiyor. Sıfır ilan alanların bir üstünde kim var? Aydınlık Gazetesi. Şimdi, Başta Türkgün, en son ilan alan Aydınlık, arada iktidara yakın bütün gazeteler dizilmiş. Sıfır ilan alanlar: Sözcü, Cumhuriyet, Karar, Yeniçağ, Korkusuz, Millî Gazete, BirGün, Evrensel, Yeni Asya, Yeni Mesaj. Şimdi, böyle yapılar kurunca böyle taksimatlar çıkıyor. Sizi görevlendiren, sizi oraya, iktidara aidiyetiniz, sadakatiniz üzerinden yollarsa sen de bu görevlendirmenin gereğini yapıyorsun. Bakın, ilan bu. Şimdi, doğrusu ne olur? Tiraja göre olsa en çok ilanı Sabah ama ardından Sözcünün alması lazım. Sözcü almış mı? Sıfır. Örneğin, tiraja göre Türkgün gazetesi sıralamada 21'inci ama ilanda 1'inci. Yani MHP'nin bakanı yok ama Sayın Başkan, basınının akanı çok, bayağı akmış.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Biz bunu sorduk, sorduk.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Televizyonlara baktığınızda da Bengü Türk 1'inci. Televizyonlarda ilan alamayanlar: Fox TV, Halk TV, Tele1, KRT, TV5. Ardından, Bengü Türk'ten sonra da A Haber, A2, CNN Türk, A Spor, A Para diye gidiyor; meselenin kendisi bu. Şimdi, iş böyle olunca, hadi bakalım, sizin dediğiniz gibi yapalım. Bir, bir sene sonra bu terse döndüğünde sizin gibi davranan ve sizin gibi atayan birileri gelse -yapmayacağız ama gelse- o zaman hoşa mı gidecek? Bütün kamu bankaları gidecek, bu sefer verilmeyenlere verecek, siz de oturacaksınız "Eyvah, ne yapalım, öyle oldu, böyle oldu..." Onun yerine anneannemin dediği gibi yapsak ya bizim işi, niye yapmıyoruz? Birimiz bölelim, öbürümüz istediği parçayı seçsin. Neden böyle yapmıyoruz? Diyelim ki, şu, şu, şu kriterlerle dağıtılır, bunun için şöyle bağımsız bir organ kurduk, şöyle bir denetime... Bunun en iyisini ben söyleyemem ama emin olun, basın meslek örgütleri söyler. Dünya örneklerine bakın, iyi örneklere bakın, gelsin bunlar önünüze.
Şimdi, çok daha fazla uzatmadan söyleyeyim, şimdi, bu yalan haber, dezenformasyon, misenformasyon, mezenformasyon, bunların hepsi bilgi ortaya çıktığından beri var ama bu kadar toplumsal hayatı etkiler ve kurumları ve kişileri rahatsız eder ya da hak etmedikleri yerlere taşır olmamıştı çünkü sosyal medyanın gücü. Dünyada da düzenlemeler yapılıyor, Türkiye'de de ihtiyaç olduğu açık ama şimdi, bunu yaparken siz sadece efendim, bizim yaptığımız gibi bir şey olacak ve Anayasa'nın doğal hâkim ilkesini falan bir tarafa bırakacaksınız, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesini tek yetkili ihtisas mahkemesi hâline getireceksiniz, oraya birisi bugünkü düzende atanacak, muhalefete kapı duvar...
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - O değişiyor, onu parantez içerisinde söyleyelim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İyi, güzel. Bütün her yer mi olacak?
AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Asliye ceza mahkemeleri olacak.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Birçok madde yani şu anda atıf yaptığınız birçok şey arkadaşlarımız tarafından öğleden sonraki sunumda birçok maddeye atıfta değişiklik var, bilginiz olsun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tamam.
Ne kadar değişiklik olursa, bu da itirazların ne kadar kıymetli olduğunu gösteren bir şey olur ve buradaki niyet, getirenin niyeti, ortaya koyduğu, toplumda tartışmaya açılmadan önce o pandoranın kutusunun içindeykenki niyet, Feti Bey'in niyeti, şimdi, toplumdaki bu kadar tepki ve tartışmayla bütün Türkiye'deki asliye ceza mahkemelerine dönecekse bu çok doğru bir iştir.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Aynen öyle olacak.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bizim de gayretimizin, eleştirimizin de sebebi budur.
Şimdi, halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçuna gelince, bu mesele öyle bir yere getiriliyor ki mesela bundan Cumhuriyet Halk Partisi ve ben en çok mağdur olmuş ilk 2'ye, 3'e girerim; sürekli sosyal medya linçleri, sürekli trol orduları. Öyle güzel anlatıyor ki konuşan arkadaşlar, biraz önceki hatipler, bot hesaplar falan. Ya, eğri oturup doğru konuşalım diyeyim, hani, birbirimizi kandırmayalım deyince hassasiyet oldu demin. Eğri oturup doğru konuşalım, bu ülkenin en güçlü trol ordularının kimin tarafından yönetildiğini bilmiyor muyuz?
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - CHP tarafından.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Eğer CHP tarafından varsa siz de onu söylersiniz.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bir kişi ispatla bırakacağım bu görevi.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, bu ülkede benim hakkımda -defalarca ispatladım- başlayan...
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Jahrein'i engellettiniz, hesabını kapattırdınız Jahrein'in ya!
(AK PARTİ sıralarından "Gel, birlikte inceleyelim." sesi)
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Birlikte inceleriz, raporları da koyarız, keşke yapsak, keşke yapsak. Bakın...
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Bir araştırma önergesi verelim, yapalım.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Verelim, buyurun.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Arkadaşlar, karşılıklı söz vermiyorum.
ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Takılıyoruz efendim, aynı soyadı taşıdığımız için.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Sayın Özel, buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tabii, tabii.
Şimdi, bu memlekette benim söylemediğim bir sözden yani başında demişim ki: "Geldiğiniz sandık sizi götürecek, saray rejiminin sonu geliyor." Burayı alıp trol hesaplar üzerinden -ama tek tek de ispatladım hepsini, işte Polonya'da başlıyor- Fahrettin Altun'un belirlediği "hashtag"i Polonya'daki, Macaristan'daki bot hesaplar üzerinden yirmi dokuz dakika yayıyorlar. Otuzuncu dakika, ilk dakika gelen silinmeye başlıyor. Bunları basın toplantısında tek tek gösterdim. Bakın, mesele o değil, siz yetkiyi sınırsız, denetimsiz verirseniz ne oluyor? Ben çıkıyorum basın toplantısı yapıyorum, Anadolu Ajansı -Millî Mücadele'de, doğru bilgiler gitsin diye kurulmuş bir ajans- bizi izliyor Sayın Vekilim, ben Sayın Devlet Bahçeli'yi eleştiriyorum, belli ölçüde bir paragraf yer alıyor, ben Sayın Cumhurbaşkanını eleştiriyorum, yer alıyor, ajans geçiyor, görevi o ama sansürleyerek, kısaltarak, bilmem ne, yumuşatarak ama geçiyor. Şu ana kadar bakın, defalarca söyledim, hatta basın toplantılarında bunu âdeta bir deney gibi yapıyoruz. Fahrettin Altun'u eleştir, bak ne oluyor? Ajans basın toplantısını geçmiyor, ajans basın toplantısını geçmiyor. Önce o paragrafı koymuyordu, "Ya, Devlet Bey'i eleştirmişim koymuşsun, Tayyip Bey'i eleştirmişim koymuşsun, seni eleştirdiğim paragraf niye yok?" deyince çareyi şurada buldu: Ajans editöryal zorunluluktan dolayı benim basın toplantısını geçemiyor içinde Fahrettin Altun makası varsa eğer o yoksa ajans görevini yapıyor, bunu basın koridorundaki herkes biliyor, bunu size yakın gazeteciler de biliyor, bize yakın olanlar da biliyor, bütün gazeteciler biliyor. Bu bir gerçeklik. Bu nasıl bir güç? Bir atamayla bir kişiye böyle bir güç nasıl atfedilebiliyor? Milliyetçi Hareket Partisi, biz de muhalefet partisiyiz, millet bize denge ve denetleme görevi verdi, e, dengeleyin ve denetleyin bakalım bu adamı. Genel Başkanınız eleştirilebilir, İletişim Başkanı eleştirilemez. Böyle bir şey olmaz. Buna başka yerlerden bakmak lazım ve bir şey söyleyeyim, gerçekten bağımsız bir yargı olsun, bu kanunu çıkarın, bu en çok ilan alan işte, A Haber başta olmak üzere, o televizyonlarda bunun kapsamına göre çalışacak adam bulamazsınız, paldır küldür kaldırırlar götürürler, A Haber diye bir şey kalmaz ya. Ama işin başka bir tarafı var, sizin dediğiniz ile niyetiniz bir değil, birse gelin, ona göre yazalım. Bu insanlar, bizim arkadaşlarımız çok yapıcı katkı verirler, sizin arkadaşlarınız çok doğru katkılar verirler ama niyet ne, amaç ne bir ona bakmak lazım. Yani şimdi Türkiye'nin en eski, en köklü siyasi partisi miting yapacak, mitingte Gezi ailelerinin çocukları çıkacak -2 yaşında çocuklar- "Her yer Taksim, her yer direniş olacak." sonra bir gazeteci -ama trol etkinliği daha yüksek gazeteci- bir montajla onu "Her yer Kandil, her yer direniş."e çevirecek, dört gün boyunca bu yalan bilgiyi, yalan olduğu için AK PARTİ de kurumsal olarak sahiplenmeyecek, bir kişi attı, sildi ama dört gün sonra Sayın Devlet Bahçeli "prompter"dan bunu okuyacak. Şimdi, bu, yalan bilgiyi alenen yayma suçu değil mi? Ben, Genel Başkanıma karşı ceza uygulayacak bir kanun maddesi kaleme almam. Ya onu yapmamak lazım ya bunu yapmamak lazım ya da samimiyeti ortaya koymak lazım.
İBRAHİM ETHEM SEDEF (Yozgat) - Yalnız siyasetçiye değil ki orada, siyasetçiye değil, herkese.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Herkese.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Herkese, herkese de...
Bir de Sayın Başkan, hem herkese...
İBRAHİM ETHEM SEDEF (Yozgat) - Hayır, kürsüde istediğinizi söyleyebilirsiniz, Mecliste istediğinizi söyleyebilirsiniz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Mitingte söylendi." dedi Sayın Bahçeli. Sayın Bahçeli'yi bir trol ya trolledi ya da Sayın Bahçeli o trolün aldığından bütün Türkiye'yi trolledi. Ama öyle bir şeyin söylenmediği ortaya çıkalı dört gün olmuştu. Şimdi bu hassasiyet varsa o zaman o hassasiyetle de metinleri oluşturmak lazım ya da -burada gerçekten bazen de siyaseten hatalar da yapılabilir ama- bunu artısıyla eksisiyle oturup konuşmak lazım, yanıltıcı bilgiyi yayma suçu. En son Sayın Cumhurbaşkanı ne diyor? "Cami yaktılar." Ya, bir tane yanan cami biliyor musunuz siz? "Camide içki içtiler." Caminin imamı, müezzini çıktı açıkladı: "Naziktiler, dikkatliydiler, ilk telaşla ayakkabısıyla giren oldu, onu hemen çıkarttırdılar, yaralılara pansuman yaptılar, bize karşı çok iyiydiler, asla da öyle bir şey olmadı." Orada birisi çıkar, haber yapar, bir tane bira kutusunu büker, getirir koyar, kenardan çeker; bununla da mücadele etmek lazım. Ama irade buysa dokuz yıl boyunca... 476'ncı cuma yarın. "Kabataş'ta üstü çıplak, altı deri pantolonlular, yanında çocuğu olduğu hâlde gelinimize saldırdılar. Ben izledim, izleteceğim cumaya." 476 cuma geçti, yok ama hâlâ yayılıyor. Yani bir yerde hani, eylem ile söylem bütünlüğüne ihtiyaç var. Ben böyle kanun teklifi versem "Özgür Özel Kabataş yalanına karşı tedbir mahiyetinde yasama talebinde bulunuyor." dersiniz.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Doğru.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bunları yapmamak lazım yani eylem ve söylem bütünlüğü olmaksızın dezenformasyonun tepelere çıktığı ne dönemler oldu. Özellikle, çok doğru bir şey söyledi, mesela, aşı. Hepimizin hayatı söz konusu, yakınlarımızı kandırdı adamlar ya, yalan yanlış şeylerle, "çip" koymuşlar bilmem ne. Bunlara hep beraber engel olacak doğru tariflerin peşine düşelim; doğrunun, gerçeğin peşine düşelim. Bunu yaparken masada iktidara ve muhalefete hem mevcut hem müstakbel, ben müstakbel iktidar olarak, siz müstakbel muhalefet olarak oturup o masanın etrafında bunu çalışabiliriz. O masanın etrafında akademisyenlere ihtiyaç var, dünyayı iyi incelemiş, bu konuda tezleri olan, çalışmaları olan pırıl pırıl akademisyenlere ihtiyaç var; yasama uzmanlarına ihtiyaç var; pratiği çok iyi bilen savcılara, hâkimlere, geçmişte bu görevi yapmış olanlara ihtiyaç var; veri analizlerine ihtiyaç var; etki analizlerine ihtiyaç var; basın meslek örgütüne ihtiyaç var; masanın orada bu işten etkilenecek herkese ihtiyaç var. Eğer iyi niyetliyseniz -nasılsa yürürlüğe gireceği gün değişmiyor- oturun hep birlikte çalışın ve bu Meclise yakışır... Bakın, bugüne kadar benim "Özgür Özel, sana bir nazar boncuğu verdim AK PARTİ'nin omzunda bir iş için takar mısın?" deseler takacağım iş İstanbul Sözleşmesi'ydi. Ondan çıktığınız boncuk elimde kaldı. Gelin, bunu bir nazar boncuğu niyetine gerçek anlamda kaliteli, iyi bir yasama faaliyetiyle, onun ön hazırlığıyla önümüzdeki bu iki üç aylık süreci geçirin, 1 Ekimden sonra herkesin üzerinde mutabakata vardığı bir şey çıkarabilirsek bu en çok size yarar. Ama sizin niyetiniz yahu o değil ki, "Bana bu son altı ay lazım, bana bu seçim sürecinde lazım, ben medyayı susturuyorum, bastırıyorum, sindiriyorum ama orada çatlak var, sosyal medya üzerinden alternatif özgür medya konuşuyor ve birçok haber, hatta A Haber'in işine yarayacak olanların beklentisinin çok çok üstünde sonuç veriyor, benim buraları da tıkamam, macunlamam lazım, şu kadarcık özgürlük alanında kaçak var, özgürlük kaçıyor buradan içeriye yarattığımız bu karanlık rejimin içinde, orayı da macunlamam lazım." diyorsanız bu açıdan, kendiniz açısından bu niyeti böyle söyleyin. "Güç bende kardeşim, seçim zamanında da tamamen, İstanbul seçimlerinde de ağzım yandı kardeşim, doğruları gizleyemedim kardeşim. Anadolu Ajansının Genel Müdürü geldi -o günün Genel Müdürü- ve 'Dün akşam yaptığımızı kızıma bile anlatamadım.' diyerek gırtlağı düğümlendi, o yüzden Anadolu Ajansının yaptığını özgür medya açığa çıkarmıştı; bunlara engel olacağım." diyorsanız o başka bir şey. Vallahi bakın, biz bununla da baş ederiz. Çünkü ben daha önce... Bu salonda Sayın Elitaş, İç Tüzük'teki bütün on dakikaları üç dakikaya indirirken gerekçesini şöyle söylemişti: "Kanuna geçmemiz altı buçuk yediyi buluyor." "Böyle nasıl geçeceksin Sayın Elitaş?" dedim. Dedi ki: "Böyle dört buçuk, beş gibi kanundayız." Dedim ki: "Yine yediyi bulur çünkü Genel Kurulda gündemin tüketilme ve gündeme dair söz söyleme talebi ortadan kalkmadan oraya geçmezsin." "Nasıl yapacaksın onu?" dedi. Dedim ki: "Deve yüzükten geçer mi? Ama Rabb'im isterse ya yüzüğü büyütür ya dedeyi küçültür." Biz sert muhalefet ettiğimizde kaçta geçiyoruz kanunlara? Yediyi çeyrek geçeden önce kanuna geçilmiyor, Abdullah Bey biliyor. Çünkü başka bir şey bulunur. Siz yapın, biz bundan korkmayız, kimse korkmasın. Karartıyorlar, susturuyor... Ya deveyi küçültürüz ya yüzüğü büyültürüz, bir yolunu buluruz. Ama samimiyseniz, söylediklerinizde samimiyseniz o başka bir şey. O zaman o nazar boncuğum duruyor, yirmi yılın sonunda elimde kalmasın. İstanbul Sözleşmesi'ninkini geri verdiniz çünkü.
Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.