| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4212) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 03 .03.2022 |
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Eyvallah. Vakitler hayrola, şerler def ola, günahlar af ola, hakikat saf ola, demine, devranına, canlara merhaba.
BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Merhaba.
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Sevgili Hocam Mâtürîdî ve Hanefi içtihadına mensup olduğunu ifade ettiler. Beyanındaki hakikate hürmetle zaten hazırlanılan kanun da Mâtürîdî, Hanefi içtihadı üzerine bina edilmiş. Lakin, buradaki Hanefilik Diyanet İşleri Başkanlığının kendiliğinden ihdas ettiği bir Hanefilik, yoksa Numân Bin Sabit hakkın ve hakikatin dâîsi ve tarihin en büyük seyyid-ül şühedalarından olan Ebu Hanife'nin -niyaz olsun ona- içtihadı üzerine değil ne yazık ki ya da onun içtihadı üzerine içerikleri de bulunan ama hakikatte eksiklik taşıyan bir yönü olduğunu ifade etmek lazım, bir.
İkincisi, şimdi, bir gülbangle başladım, zira burada bir Alevi olarak bulunuyorum. İnançsal kimliğim Alevi, etnik kimliğim Kürt. Türkiye'de Türkmenlerle, Türklerle birlikte yaşamaktan hoşnudum ve Meclis kürsüsünde şunu ifade ettim: Şu "et ile tırnak" metaforunu lütfen kaldırın, biz et ve tırnak değil, kan ve can gibiyiz. Kana da cana da dikkat edin, kan veya candan birisi giderse ikisi de birden gider. Ondan mütevellit kana ve cana dikkat edin. İster kandan ister candan sayın bizi; biz bu ülkenin hakikatiyiz. Lakin, Diyanet İşleri Başkanlığı Yasası da Tevhidi Tedrisat Yasası da ilgili tüm yasalar da ihdas edilir ve oluşturulurken "Yetmiş iki millete bir nazarla bakmayan kırk yıl müderris olsa hakikatte asidir." diyen Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin felsefesi, varlığı, yol ve erkânı ne yazık ne günah ne ayıp ki yok sayılmıştır. Ne kadar ki ondan hürmetle söz edilse de ne kadar ki ondan söz edildiği zaman herkes baş eğse de bu hakikat değişmez bir durumdadır. Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlamış olduğu velayetname aslında Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin kendi velayetnamesi olmayıp -sevgili dostlar, lütfen bunu not etmenizi isterim- Firdevsî-i Rûmî'nin, II. Bayezit'ın siparişi üzerine yazdığı bir derleme, toplama, devşirme mantığıyla oluşturulmuş velayetnamedir. İçerisinde kimi düzenlemeler kimi hakikatler taşısa da bir bütün olarak Hacı Bektaş Veli'nin kendisiyle ilgilisi yoktur aynı Sarı Saltuk velayetnamesini yazan Ebû'l Hayr-ı Rûmî gibi.
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Ne alaka?
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Söyleyeceğim, insicamımı bozmayın lütfen. Konuyla şu alakası var: Bir Alevi olarak böyle bir ortamda konuşmamdan hoşnut olmanız lazım, dinlemekten hoşnut olmanız lazım.
Değerli arkadaşlar, bir de bize bugün pozitif ayrımcılık tanıyın iki sebeple, birincisi, 3 Marta denk getirilmiş Diyanet İşleri Başkanlığı işte, Tevhidi Tedrisat Yasası ve benzerinin oluşum tarihine denk getirilmiş olması bence de manidar, ikincisi de bugün benim doğum günüm kurban, biraz pozitif ayrımcılık tanıyın yani.
HABİBE ÖÇAL (Kahramanmaraş) - İyi ki doğdunuz.
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Eyvallah. Saygılar, çok teşekkür ederim.
ZEHRA TAŞKESENLİOĞLU BAN (Erzurum) - Allah bereketini versin.
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Hep birlikte bereketli, mutlu, mesut bir yaşam sürelim.
Şimdi, Ebû'l Hayr-ı Rûmî bir gün Trakya'da maiyetiyle gezerken bir makama denk gelirler -biz türbeye makam deriz- bu makamda ibadetler, erkânlar yapılmaktadır. Cem Sultan, merhum Fatih'in oğlu Cem Sultan "Nedir bu?" diye sorar Ebû'l Hayr-ı Rûmî'ye, Ebû'l Hayr-ı Rûmî de der ki: "Efendim, burası Sarı Saltuk makamı, insanlar burada ibadet ediyorlar." "Aa, çok ilginç; lütfen bunu araştır." der. Ve araştırıp ona bir eser takdim eder, bu eserin adı Sarı Saltuk Velayetnamesi'dir. Bunu Ebû'l Hayr-ı Rûmî yazmıştır. Ebû'l Hayr-ı Rûmî de Firdevsî-i Rûmî'dir, "Uzun Firdevsî" de derler büyük Firdevsî'yle karıştırmamak için. İkisi de Sünni kökenlidir. Sünni kökenli olması Alevilikle ilgili bir şey yazamayacağı anlamına gelmez -estağfurullah- fakat bakış açısı faklıdır, bunu belirtmek için. Bunu niye söyledim? Şimdi, biz, Aleviliğe dair bir şey söylediğimizde muhtemelen biraz sonra siz de diyeceksiniz ki "Efendim, biz yetmiş iki millete bir nazarla bakarız, bizim bir dinimizdir o, eyvallah, inanç ayrımı yapmayız." diyeceksiniz ama yapıyorsunuz ama yapılıyor ama inancımız yok sayılıyor.
Bakınız, Elâzığ hapishanesinde yatmakta olan, şu anda Elâzığ hapishanesinde tutuklu bulunan bir insanımız, Ergin Doğru, yasal düzenleme gereği demiş ki: "Ben bir Alevi dedeyle görüşmek istiyorum, pirle görüşmek istiyorum." ve Adalet Bakanlığı demiş ki "Alevilik diye bir inanç yoktur." Adalet Bakanlığı... Daha geçen hafta bununla ilgili soru önergesi verdik. Adalet Bakanlığı hangi yetkiye, hangi içtihada, hangi diyanete, hangi hakikate, hangi marifete dayanarak bunu söylüyor, lütfen soruyorum? Ayıptır, günahtır, yazıktır yani. Şimdi, Diyanet de çeşitli vesilelerle bunu söylüyor. Cemeviyle ilgili bir şey sorulduğunda hemen Diyanet İşleri Başkanlığına soruluyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı şöyle diyor: "İslam'ın mabedi camidir, cemevi diye bir şey yoktur." Elbette İslam'ın mabetlerinden biri camidir, eyvallah ve camide namaz kılanlara da eyvallah, illallah, aşkullah. Şimdi, lakin, arkadaşlar, biz Aleviler olarak cemevinde ibadet ediyoruz ve bugün biraz önce bir arkadaşım aradı, cemevine 25.600 liralık elektrik faturası gelmiş ve Muhterem Genel Başkanınız dedi ki: "Biz konuttan sayacağız cemevlerinin elektrik faturasını." falan.
Ya, Sevgili Vekilim, imanım -bunu özellikle söylüyorum- şimdi bununla ilgili bir yasa getirdiniz, cemeviyle ilgili de bir yasa getirin yani Alevi hak ve içtihatlarıyla ilgili de bir şey getirin. Bakınız, biz şuna inanıyoruz: Muhyiddin İbnü'l-Arabî İslam tarihinin en büyük âlimlerinden birisidir ve İslam tarihinde kimi eleştirilere rağmen büyük bir kabul görür, "Şeyhül Ekber" diye tabir edilir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî diyor ki: "Ariflerin dini olmaz." Biz buna inanıyoruz. Yani arifler dinsizdir anlamında değil. "Arifler din fanatizmi yapmaz." diyor. Biz de ariflerdeniz ve din fanatizmi yapmaksızın Alevi içtihadının ve inancının bir gereği olarak Sünni canlarla eşit yaşamak istiyoruz; eşit haklara, eşit yurttaşlık hakkına... İnançta, içtihatta, efendim, kamusal yaşamda, inançsal yaşamda, ekonomik yaşamda, her ortamda eşit yaşamak istiyoruz.
Geçen hafta sonu İstanbul'da eşit yaşamı ve eşit yurttaşlığı talep eden bir miting oldu mesela. Bu mitinge ilgili kurum ve kuruluşların, efendim, basının çok büyük bir ilgi göstermesi gerekirken ilgi gösterilmedi.
Yine, DİAYDER adı altında Kürt İslam âlimlerinden oluşan bir derneğe ilişkin bir yargılama var şimdi. Bu yargılamada, bakın, şimdi siz ne diyorsunuz? "Diyanet İşleri Başkanlığı." Diyanet ne demek? Bir inancın akidesi, bir inancın içtihat bütünü. Peki, bu Diyanet kimin Diyaneti? Bu Diyanet, işte, Hocam da söyledi, Hanefiliğin diyaneti. Peki, bu ülke de Hanefilerden mürekkep değil ki. Bu ülkede Aleviler, bu ülkede Sünniliğin çeşitli ekollerine -ekol diyeyim, sizce uyuşmasa da- mensup topluluklar var; bu ülke çok inançlı, farklı inanç gruplarına ait. Her inanç grubunu kapsar nitelikte bir şey olmadığı gibi, hakir gören, ötekileştiren, ikinci sınıf noktasına koyan ve giderek yok sayan bir durum söz konusu.
Şimdi, burada hâl böyleyken çıkıp da efendim, birçok ilahiyat fakültesine -İbrahim Hocam "100 kadar" dedi, bilmiyorum tam sayısını- imam-hatibe rağmen, birçok hizmet içi kursa ve farklı kurslara rağmen ve elinizdeki devlet kadar olanağa rağmen, Çini Maçin'den Kanada'ya, Güney Afrika'dan Sibirya'ya kadar her yerde yetkili olmanıza rağmen Diyanet olarak neye yetmedi de siz Diyanet Akademisi istemektesiniz, ne eksik kaldı da istemektesiniz? Peki, istemektesiniz de bu istediğinizle hangi inanç gruplarını kapsayacak, hangisine çoğul, ehil ve saygıyla kapsayacak düzeyde bakmaktasınız?
Bu konuda çok ciddi sorun olduğu için maddelerine varmaya daha şey kalmadı, maddelerine varmadan önce bir şeyi düşünmek lazım, o şey şu: Şimdi, bakınız, Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevi külliyatıyla ilgili -ben yanlış anımsamıyorsam- 17 kitap yayınlamış. Kitapların tamamını inceledim, son derece güzel, tahrifat da yoktur. Özellikle divanlar yayınlanmış. Mesela, Kaygusuz Abdal:
"Şu insan, şu âdem dedikleri,
El ayakla baş değil,
Âdem manaya derler,
Suret ile kaş değil."
Kurban olduğum, benim manamı niye hiçe sayıyorsunuz? Benim manam niye hiçe sayılıyor?
Bakın, Meclis kürsüsünden söyledik, bu ülke 1876'dan beri Anayasa'yla yönetiliyor. Anayasa'nın bir gereği olarak yurttaşlardan vergi alınıyor. Bu yurttaşlardan alınan vergiyle yurttaşlara hizmet götürülüyor. Bu hizmetlerden biri de inanç hizmetidir. Peki, bir Alevi olarak, 15-20 milyon Alevi'den vergi alıyorsunuz, alıyor devlet, hizmette niye yokuz? Vergi alırken var, hizmet ederken yok. Bu nasıl hakkaniyettir?
Sevgili Tiryaki daha çok yasanın teknik boyutu, içeriği ve Anayasa'yla, yasayla, hukukla ilgili boyutuyla konuştu. Ben, hakikatle ilgili boyutunu sorgulamak istiyorum. Niye 1876'dan beri vergide yurttaşız, hizmette değiliz? Niye 1876'dan beri kelle olarak -çok affedersiniz- sayılıyoruz ama inanç grubu olarak sayılmıyoruz?
Şimdi, geldiğimiz tam bu noktada, Sevgili Başkan, değerli vekiller; dünyamızın geldiği çok kültürlü, çok kimlikli ve Türkiye'nin de zaten çok kimlikli, çok kültürlü bu ortamında kimlikleri ve kültürleri tam da kabul etmenin, tam da eşit yaşamanın, tam da "Hararet nârdadır sacda değildir/ Keramet hırkada taçta değildir/ Her ne ararsan kendinde ara/ Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir." düsturuyla kendindeki hakikati aramayı, "Ara, bul." demeyi vurgulayan Hünkâr Hacı Bektaş'ın düsturuyla...
Bakınız, söyledim yine Meclis kürsüsünden geçen yıl, size de ifade edeyim: Niye Hacı Bektaş Veli ilçesinde, Hacıbektaş ilçesinde bir doğa ve toplum bilimleri üniversitesi ya da başka bir şey, Hacı Bektaş Üniversitesi... Tamam, Nevşehir'dekinin adı Hacı Bektaş Veli Üniversitesi konuldu, o başka bir şey. Ama içerikte bakın, içerikte, Alevi inancının tarihi, edebiyatı, sosyolojisi, felsefesi ne yazık ki kimi kendinden menkul araştırmacıların çabalarıyla gündemde tutulmaya, güncellenmeye çalışılıyor ve bu arada da ne yazık ki birçoğu heba oluyor çünkü bunlar yetkin insanlar değil çünkü bunlar akademisyen değil çünkü çoğu araştırma bilmiyor çünkü çoğu spekülatif verilerle... Bir tanesi kalkıyor, Aleviliği on bir yıl önceye bağlıyor, bir tanesi başka yere bağlıyor. Alevilik, Hak-Muhammed-Ali yoludur; bu kadar açık ve net. Hak-Muhammed-Ali yoluyla sorununuz nedir ki Hak-Muhammed-Ali yolunun içtihatlarını, Hak-Muhammed-Ali yolunun cemevini, Hak-Muhammed-Ali yolunun inancını, erkanını...
Bakın, şu anda biz Hızır ayındayız. Bu ayda, biz, 3 ibadet yaparız; oruç, cem, kurban, 3 tane ibadetimiz vardır, lokma. Bu ibadetlerden mesela Diyanetin haberi yok. Ha, haberi olsa da yok sayar, haberi olsa da hakir görür.
Biraz önce "'Gayrimüslim' lafını kullan." dediniz, kullanmayınız "gayrimüslim" lafını, zira Müslüman olmayanları inciten ve orada bir tür yok sayma, bir tür ötekileştirme tabiri barındıran bir şeydir, o nedenle, lütfen kullanmayın bunu. Niyetten bağımsız farklı bir şeye yol açmış oluyoruz. Mademki bu ülkede eşit yaşayacağız, mademki siz de onu söylüyorsunuz, uygulamalarınız onu söylemiyor ama "Mademki fetva bize aid/Verin ki basak bağrına mührümüzü." diyor ya şair, mademki öyle, o zaman "Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz." nefesi ve deyişi sırf bir hoşluk olsun diye söylenmedi.
Yunus Emre dedi ki: "Ey, benden sonra gelenler, size mirasımdır; tanış olun, hoşnut olun, sevin, sevilin, birlikte yaşayın, kırmayın, üzmeyin birbirinizi." Buna rağmen nedir bu birbirimizi kırma ve üzme? Bu birbirimizi kırma ve üzmede sorumlu sizsiniz, biz iktidar değiliz; biz mazlumuz, biz masumuz. Siz hak talebinde bizi efendi-köle ilişkisine zorluyorsunuz bakın. Hak talep ederken diyorsunuz: "Şu olmaz, bu olmaz, öteki olmaz." falan, bu, efendi-köle ilişkisidir. Oysa müzakere olsa, oysa görüş alışverişi olsa, oysa diyalog olsa, oysa irtibat olsa, oysa "Sevelim sevelim." düsturu olsa çözülmeyecek sorun kalmayacak. Kürt sorununda da Alevi sorununda da sayamayacağım kadar çok sorunda da bu böyledir.
Mademki "Hak-Muhammed-Ali" kavramının kendisinde bir itiraz yok ve buluşuyoruz, mademki bu yolun süreğinde ve sürecinde adaletten, eşitlikten, hakkaniyetten söz ediliyor ve uygulamalarımızda bunun dışında bir yere gitmemişiz... Yaşadığımız acıları söylemiyorum, katliamlarla yüzleşmeyi söylemiyorum, bakın, onlar kalsın, o tarih buraya sığmaz, o acı buraya sığmaz. Sivas'ı, daha yakın Maraş'ı vesaire onları söylemiyorum, onlar kalsın. Bu kadar ağır bir yükümlülük, bu kadar ağır bir sorumluluk varken ben, bu yükümlülüğün, sorumluluğun altında biri olarak, bunun altında ezilmiş, inim inim inleyen biri olarak size söylüyorum, bakın, inim inim inleyen, bu sorumlulukla Meclisteyim ben, bu sorumluluğun yükü altında bu Meclisteyim ve söylediğim her sözün kırıcı olmaması, yolumun, erkânımın, ilmimin, irfanımın bir gereği olarak bağdaştırıcı ve buluşturucu olması için elimden gelen çabayı da sarf ediyorum ama yaşadığım acı ve ötekileştirme öylesine büyük ki zorunlu olarak kırıcı ve dökücü laflar da üretmek durumunda kalıyoruz niyetten ve yolumuzdan bağımsız olarak.
O anlamda, bir kere daha izninizle ifade etmek istiyorum. Doğrudur, evet...
BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Sayın Bülbül, toparlarsak...
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Teşekkür ediyorum.
Doğrudur, bir akademide ve akademide yetişmiş insanlar vasıtasıyla inancı, ilmi, irfanı yaymak herkesin muradı olabilir. Lakin buraya gelmeden daha çözülecek sorunlar var. Bu çözülecek sorunları yok sayıp, görmeyip, öteleyip, iteleyip, halının altına süpürüp, üstünü kapatıp sadece böyle bir sorun varmış gibi bir tutum sergilediğinizde o zaman biz size şunu diyoruz işte: Ötekileştiriyorsunuz, yok sayıyorsunuz. Bu da Hakk'ın ve hakikatin huzurunda gerçekten affedilmeyecek bir suçtur. Bu suçu ortadan kaldırmak için diyaloğa, bu suçu ortadan kaldırmak için Yunus'un diline ve ilmine, Hacı Bektaş'ın hilmine ve adaletine ve sayamayacağım kadar çok ermişin ve dervişin geçtiği bu topraklardaki, Akif'in ifade ettiği hakikate ihtiyaç var. Biz kimsenin ilmini, iradesini de reddetmiyoruz ve her inançta da bir irfan, bir adalet olduğu düsturunu da kabul ediyoruz, Sünnilikle de bir sorunumuz asla yoktur ve Sünni yurttaşlarla da eşit yurttaş olarak yaşamak istediğimizi belirtmek istiyoruz.
O anlamda tekrar söylüyorum: Sorun, akademinin kendisi değil; sorun, bu koşullarda bunca sorun yaşanırken akademiyi ön plana çıkarmak ve bunun sanki temel sorun olduğunu ifade etmektir. Bu sorunu çözebilecek başka mecralar vardır ama benim saydığım sorunları çözebilecek mecralar yoktur. Hepimizin toplumsal, inançsal, hakikat bağlamında sorunları çözebilecek basiret ve beceriyi haiz olduğumuza inanıyor, bu beceri ve basireti sağlamak dileğiyle sevgi ve saygılar sunuyorum.