KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, yasama kalitesi çok önemli. Öncelikle bu anlamda mücadele etmeye çalışıyoruz. Aslında, bu "yasama kalitesi" dediğimiz... Sonuçta iyi bir yasama kalitesi ağırlıklı olarak iktidara yazacak zaten. Yani, kötü bir yasama kalitesi de ağırlıklı olarak iktidara yazacak. Yani, iktidar şununla gurur duyabilir: "Bizim, Mecliste çoğunluğumuz vardı ve biz yasama kalitesini sağladık." Mesela, hep 2002 sendromu var ya, 2002'den önce yasama böyleydi, 2002'den sonra da böyle yaptık diye. Aslında, iyi bir şey üzerine, nitelikli bir şey üzerine yapabiliriz. Bizim genelde karşılaştırmamızı aldatmaca rakamlar, yanıltmaca şeyler üzerine kurduğumuzu görüyoruz. Oysaki bu nitelik karşılaştırması bir toplumsal gelişme sağlar. Burası belkemiği. Bir ülkenin belkemiğidir yasama organı. Buradaki kalite emin olun, bir süre sonra trafiğe dahi yansır, hava kirliliğine yansır, kadın cinayetlerinin düşmesini sağlar. Yasama kalitesi çok önemli. Verdiğimiz mücadele bu anlamda bir şey.

İkincisi, Hristiyan âleminin Noel Bayramı'nı kutluyorum. Noel Baba önemli bir figürdür, çocukları sevindirir, ben de böyle düşünüyorum. Ve çok da üzülüyorum, memleketimde Noel Baba bıçaklanması gibi gerici, kırıcı, bütün Hristiyan âlemini üzücü şeylerin yaşanmasından ben de rahatsız oluyorum. Benzer aşırılıklar başka yerlerde de bazı karikatürlerle de yapılıyor. Yani, aşırı her yerde aşırı. Aynı kırıcılık da devam ediyor ama biz buna pay olmamalıyız.

Bir diğer mesele de, dinî kurallara göre hayatı biçimlendirmeye başlarsak bunun sonu yoktur arkadaşlar. Yani çalışma saatlerimizi ayarlamak... Elbette ki insanların ibadet hürriyetini kolaylaştırıcı her şey yapılmalıdır ama bir devlet eğer dikkatli gidilmezse din üzerine kurulu bir hâle gelir ki bu sefer de bunun bir sürü yorumu çıkıyor. İşte, IŞİD de kendine Müslüman diyor, diğer Müslümanlar da Müslüman diyor, bir sürü de yorumu çıkıyor. Onun için, insanlık müktesebatı çok ağır bedeller ödeyerek laiklik ilkesine sahip çıkmıştır. Konu bu değil ama çok kısa bir örnek vereyim: Mesela, Fransa'da laikliğin çıkması tesadüf değildir. 90 bin Kalvenist üç gün içinde kılıçtan geçirilmiş ve en son demişler ki: "Bir dakika! Bu aşırılıklar artık hayata mal oluyor." diye bu ilkeler geliştirilmiştir. Onun için, bu tip tekliflerimizin neyle sonuçlanacağını çok iyi düşünmek de gerekiyor diye düşünüyorum. Biz, her zaman olduğu gibi, laikliği yani insanların din ve vicdan hürriyetini koruyacak şekilde... Ama dini de devletleştirecek veya devleti dinselleştirecek şeylere karşı olduğumuzu, Anayasa'mızın da karşı olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Şimdi, bu yasa bir torba yasa. "Torba yasa" adı gibi kalitesiz bir yasa. Yani, birbirine benzemeyen hükümleri, birbirinden farklı kanuni düzenlemeleri bir torbaya koyup... Çünkü, kanun bir bütündür. Mesela, su ürünleriyle alakalı bir kanun varsa onun amaç maddesi, tanım maddesi, her biri diğeriyle bağlantılıdır. Bir maddesini değiştiriyorsanız diğerleriyle ilgili sonuçlar çıkabileceği için -ve diyelim ki bu, su ürünlerinde de çok önemli sonuçlar doğuracağı için- bir tek kanun maddesi gelir, o, su ürünleriyledir ve o kanun öyle görüşülür. O zaman da su ürünleriyle alakalı yetiştiricisi de buraya gelir, Tarım Bakanlığı da buraya gelir, ihracatçısının da temsilcisi buraya gelir ve bir kere düzenleme yaparsınız, o düzenleme... İşte, toplumsal mutabakat budur. Bizim "yasama" dediğimiz... Biz bir vekâlet ilişkisinde buradayız. Asıl başka yerde, asıl halk, biz onun vekiliyiz. Vekili olarak da işte, o asılın temsilcilerini buraya çağırırız, o asıllarla birlikte yaptığımız yasa da kaliteli olur ve uzun ömürlü olur. Şimdi, yaptığımız yasalara bakın. Ya, bazen yasa yapıyoruz, üç ay sonra tekrar değiştiriyoruz. Yönetmelikler bile daha uzun ömürlü. Yönetmelikler, genelgeler bile nitelik olarak çok daha kaliteli bir noktaya gidiyor. Yasamayı kalitesizleştirmek, yasama organını kalitesizleştirmek demektir. Şimdi, böyle bir eğilim başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi hiçbir işe yaramıyor diye bir düşünce doğmaya başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisinin hiçbir şeye yaramadığı gibi kötü bir düşünce toplumda, milletvekillerinde, her kimde yerleşmeye başlarsa işte, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisine alternatifler bulunur. Bunun adı faşizm olur; bu, tekno-bürokrat faşizmi olabilir, tek adam faşizmi olabilir, vahşi kapitalizmin faşizmi olabilir. Yani, Meclis dışındaki hangi güç gayrimeşru güç elde ediyorsa böyle bir süreç başlayabilir. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle bir etkisizleşme söz konusu çünkü korkunç bir koruma hissi var, öbür tarafta da buna müdahale etme hissi var. Ben yine söylüyorum, bu Türkiye Büyük Millet Meclisi 75 milyon insanı yönetiyor, o yürütmede, o yargıda 75 milyon insan adına şey yapıyor ve bu tek partiden kurulu bir halk değil, 3 tane parti var, hatta bence yüzde 10 gibi adaletsiz bir baraj olmasa daha fazla parti olabilirdi ve daha demokratik olabilirdik ama ne yazık ki yüzde 10 barajı var ve iyi kötü 4 parti var ve biz hukuktan kaynaklanan haklarımızı kullanamıyoruz.

Şimdi, demin sayın Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi konuşuyor. Komisyonlar kendi özel hükümleri yoksa Genel Kurul hükümlerine tabidir. Yani, buradaki Komisyon Başkanı ile Genel Kuruldaki Meclis Başkanı veya başkan vekili aynıdır, konuşmacıya müdahale edemez, etmemelidir. Nezaketen, ilişki hukuku çerçevesinde biz idare ediyoruz ama böyle bir hak yoktur. Sürekli cevap veren, sürekli... Bir de tarafsızdır, tarafsız olmak zorundadır çünkü seçildiğinde tarafsız olduğunu kabul etmiştir, bir iktidar temsilcisi gibi sürekli müdahale etmesi bizim hukukumuza tecavüzdür, doğru değildir. Ha, biz bunu idare etmeye çalışıyoruz bir hukuk, dostluk çerçevesinde ama sonuçta bu bir noktaya geliyor. Demin baktım, sayın konuşmacının konuşması 30 kere bölündü, 40 kere bölündü hem iktidar tarafı milletvekilleri hem Başkan tarafından. Böyle bir şey varsa bizim kadar sizlerin de konuşma hakkı var, söz alırsınız, siz de konuşursunuz ama konuşmacının bütünlüğü bozuluyor ve yalnız hissetmeye başlıyor bir süre sonra kendini.

Değerli arkadaşlar, şimdi geldik bu elimizdeki metne. Bakın, ilk metin Yükseköğretim Kuruluyla alakalı. Eğer bu, bir yükseköğretim yasasında olsaydı yükseköğretimle alakalı bütün endişelerimizi paylaşırdık. Bence, bugün Türkiye'deki yükseköğretim seviyesi lise seviyesinin daha altına inmiştir, korkunç bir durumdadır. Herkes YÖK'ten şikâyetçi, hâlâ YÖK diye bir kurum ortada duruyor. Sınavlardaki hâlimizi görüyorsunuz yani sınavda soru çalınan bir kurum, Yükseköğretim Kurumu, giriş sınavları şaibeli, atamalar şaibeli. Rektör atamalarına bakıyorsunuz, daha önce büyük şikâyetler vardı Cumhurbaşkanlarının rektör atamasıyla ilgili, şimdi Cumhurbaşkanı değişti, rektör ataması aynı şekilde devam ediyor. Bunu niye söylüyorum? Hep aynı şey oldu, şikâyet ederek gelindi, "Şunlar üstünlerin hukuku, böyle antidemokratik uygulamalar var, böyle baskı altındayız...", iktidar ele geçince o baskı, o antidemokratik uygulama 5 katına çıktı. E, bu doğru bir şey değil, bu gerçekçi bir şey değil, bu dürüst de bir şey değil. Geçmişte bundan şikâyet edip gücü elimize aldığımızda bunun 5 katını yapmak dürüst bir durum değil. Bunun için ne olması gerekiyor? Kişilerin vicdanına bırakılmaması gerekiyor, kurumsal mekanizmalar olmalı. Sizden sonra da bir iktidar geldiğini düşünün, çok güçlü, çok önemli bir şey oldu memlekette, sizden sonra bir iktidarda aynı hukuksuzluklara devam edildiğini, bir dönem görev yaptığımız arkadaşların hepsinin -yani, bunu teorik olarak anlatıyorum, bir "wish" olarak, bir beklenti olarak anlatmıyorum; bir durumu anlatıyorum ki, bir senaryoyu anlatıyorum ki bunu engellemek için ne yapabiliriz- herkesin hapishanelere doldurulduğunu, ağır hesaplar sorulduğunu, bilmem neyi düşünün. Bunu engellemenin yolu nedir bir ülkede? Demokratik kurumların güçlendirilmesidir ki kişisel ihtiraslar, kişisel baskılar, kişisel kötü niyetleri engelleyecek kurumlar... O kurumlardan biri nedir mesela? Türkiye Büyük Millet Meclisidir ama Türkiye Büyük Millet Meclisinin mesela hem hukuku hem gelenekleri var. E, bunları burada yok sayarsanız gelecekte gelen de başka bir şekilde yok sayabilir. Onun için bizim geleneklerini güçlendirmemiz lazım. Demokrasi dürüst, namuslu, temiz insanları korur, korkmaya gerek yok. Yani, sizler de söylüyorsunuz, "Torba yasa çok kötü bir şey." diyorsunuz, her seferinde torba yasa geliyor. Hani, torba yasanın birtakım teknik zorunlulukları olsa tek tek kanun gelir, anlaşırız üzerinde, bazısında konuşmayız, bazısında şey yapmayız, tek tek de kanunları kanun olarak çıkarırız, en azından şekilsel bir şey sağlarız. Ama, şimdi, bunun içinde son derece tehlikeli maddeler, demokrasiye aykırı, Anayasa'ya aykırı maddeler var, Anayasa'ya aykırılık üzerine de konuşacağım ben.

Şimdi geldik, ilk madde üniversite öğretim görevlilerinin 72 yaşına kadar şey yapılması. Üniversitenin onlarca sorunu var. Mesela, kadro sorunu var genç akademisyenlerin, iyi eğitim alma sorunu var. Bir ülke iyi bir üniversite kurarsa iyi bilim geliştirir. İyi bilim geliştirmesi demek, iyi teknoloji yaratırsınız, iyi hukuk yaratırsınız, iyi sosyolojiniz olur. Bir ülkenin kalkınması da topyekûn bunların iyi bir şey olmasıyladır. Mesela, akademisyen mutlaka yurt dışına gönderilmelidir, yurt dışı tecrübesi olmalıdır, akademisyenlerin çok iyi bir dili, tercihen ikinci dili, hatta herkesin ihmal ettiği Çince, Rusça, Hinduca gibi büyük ve gelişen ekonomilerin dilini öğretmemiz gerekiyor. Bunları yapıyor muyuz? Yapmıyoruz. Niye yapamıyoruz? Çünkü, bunlarla alakalı konuşamıyoruz bile, bürokrata emanet etmişiz, bürokratlar konuşuyor. Sayın Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi aslında bürokrasideki tecrübesini anlatırken sürekli eleştiriye tabi tutuluyor, oysa çok değerli bir birikimden bahsediyor, çaresizliklerden, haksızlıklardan, kötü yönetimden. Bunu düzeltmemiz gerekiyor. Böyle bir şey dediği an "Hükûmet partisi kötü" anlamında demiyor ki bunu, öncesinde de böyleydi.

İki üç hükûmet önceki zamanda ben bu salonda bürokrat olarak bulundum. Üzülerek söylüyorum, kötüye gidiyor, üzülerek söylüyorum. Biz, bürokrasideyken bizim bağlı olduğumuz bakana neler sorulabilir diye senaryo çalışması yapardık, bizim birçok cevabımız hazır gelirdik buraya. Ve biz de, mesela ben bürokrasideyken şöyle bir soru sormuştu bir muhalefet milletvekili: "KİT'ler arpalık mıdır?" Biz de gençliğin verdiği şeyle, gittik, amirimize dedik ki: Ya, böyle bir soru mu olur "KİT'ler arpalık mıdır?" diye, böyle bir şey mi olur! Yani Amirimiz de bakana gitti, bakan şunu söylemiş: "Onu soran bir milletvekili ve ona siz en doğru ve en uzun cevabı vereceksiniz, KİT'lerin arpalık olmadığını, nasıl yönetildiğini anlatacaksınız." demişti ve biz gelmiş, uzun uzun anlatmıştık "KİT'lerde şu yönetim kurulu kararıyla şöyle olur, böyle olur, arkasında böyle sebepler olabilir ama şöyle oluyor, böyle oluyor." diye. Soru şuydu: "KİT'ler arpalık mıdır?" Şimdi, ben bürokrasiden gelmiş bir milletvekili olarak soru soruyorum, cevap, ne sorarsam sorayım: "2002 yılında korkunç, kötü bir memleket vardı, taş devrinde yaşıyorlardı, biz bir geldik; var ya uzay çağına çıktık." Bütün cevaplar bunun üzerine duruyor. Oysa 2002 yılı nasıl bir yıl biliyor musunuz? 2002 yılı, kendinden önceki otuz kırk yıllık bütün hastalıkların yatağa düşürdüğü, ameliyat edilmiş bir hastanın iyileşme yılıdır. Şimdi, hep 2002 yılıyla karşılaştırırken şöyle bir haksızlık oluyor: Mesela, hiç ameliyat geçirdiniz mi? Ameliyattan kalktığınız gün, mesela ertesi gün uyandınız, narkozun etkisindesiniz, on yıl sonra diyorsunuz ki "O narkoz hâlinden çok daha iyiydim, orada var ya bir başım dönüyordu, bir şey vardı." Tam 2002 karşılaştırması böyle bir karşılaştırmadır. Oysa süreci karşılaştırırsak, 2002 yılına kadar neler oldu mesela, kamu mali disiplini nasıl bozuldu, o dönemlerde neler yapıldı, yolsuzluklar nasıl yaygınlaştı, medya o yolsuzlukların içine nasıl girdi, bütün bunları karşılaştırırsak bir gelişme kaydedeceğiz. Ama, şöyle bir şey, zekice bir şey sanılıyor: "2002'de çok kötüydük." Ya, 2002'de çok kötüydük çünkü öncesi berbattı. Oraya gelen insanların başka bir çaresi kalmadığı için ve siyasi ötenazi hakkını kullanarak... Ben o zamanlar çalıştım, neler yapıldığını biliyorum, çok da karşı çıktığımız şeyler vardı, mecburen yapılan şeyleri de biliyorum ama bugünkü ekonomik koşullardan daha iyiydi, bütün kalbimle söylüyorum. Bugünkü ekonomik tehlike 2002'nin en az 20 katı çünkü 2002 krizi tipi krizlere "V" krizler deriz yani gelir düşer ve çıkar, düşer ve çıkar. Bugün karşılaşacağımız kriz "L" krizi olacak. "L" krizi şu demek: Düşersiniz, dipte uzun zaman gidersiniz. O dipte uzun zaman gitmek ne demek biliyor musunuz? Hastanın ameliyattan çıktığı anı düşünün, ağrı, sızı, sancı, işte onun mesela üç yıl olduğunu düşünün. Bugün karşılaştığımız kriz budur çünkü çok ciddi ve uzun süreli yapısal sorunlarla karşı karşıyayız. İşte o yapısal sorunların bir kısmı yasal kalitesizliktir; o yapısal sorunların bir kısmı, hukuk devleti ilkesinin, en azından toplumun ciddi kesimlerinde "Bu ülke artık hukuk devleti değildir." demesidir, bu devletin artık şeffaf olmadığıdır, kamu ihaleleri mevzuatının berbat edilmesidir, yapılan yargıya müdahaledir, 2010 Anayasa referandumudur.

Devletin işte hep cemaatlerin eline geçmesinden konuşuyoruz. Daha önce biz "F tipi" dediğimizde çok kızıyordunuz bize, bugün de diyoruz ki: "M tipi bir cemaat olabilir bu ülkede." Çok ciddi şikâyetler var, "Menzil" adı verilen inanç grubunun belirli bakanlıkları ele geçirdiğine yönelik çok ciddi şikâyetler vardır. Başka inanç gruplarının da... Çünkü, bir inanç grubunun kendi inancıyla alakalı bir araya gelmesine hiçbir şey diyemez kimse şeffaf olduğu sürece, giriş çıkışları belli olduğu sürece, özgürlüklere yasal olmayan baskılar yapmadığı sürece ama bir inanç grubunun bir bakanlığı, Enerji Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını ele geçirmesi gibi bir şüphe varsa buna da şimdiden bakmanız gerekir çünkü bugün yaşadıklarınızı gelecekte de yaşayabilirsiniz. Şimdi, "F tipi", "FETÖ" bir sürü şey söylüyorsunuz, bugün bu riski bir muhalefet milletvekili olarak hatırlatıyorum. Böyle şikâyetler geliyor bize; bazı bakanlıkların bazı inanç grupları tarafından ele geçirildiği, atamaların da bu yönde yapıldığı yönünde ciddi şikâyetler var. Bunu bilgilerinize sunuyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 2'nci maddeye gelmişsiniz. Şimdi, 2'nci madde... Geneli üzerine konuşacağım, teknik ayrıntılarını daha sonra vereceğim. Bakın, devletin malı çok kıymetlidir, "Bu devletin malının yüzde 51'i kıymetli, yüzde 49'u kıymetsiz." diyemezsiniz. Yüzde 51 diye devletin malı matematiğe indirilirse... Biraz sonra anlatacağım teknik detaylarını; bu yüzde 49'a indirilip, devletin malının bizim gözümüzden kaçırılıp neler yapıldığını anlatacağım yani bunu da örnekler ve Sayıştay raporları üzerinden anlatacağım. Umuyorum ki bir TOKİ temsilcisi vardır burada. Sayın Başkan, var mı bilmiyorum ama yoksa çağırın TOKİ ve Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı, Türk Hava Yolları temsilcilerini çünkü onlarla da çok ilgilidir söyleyeceğim. Devletin malının yüzde 1'i bile kıymetlidir. Eğer devletin bir yerde yüzde 1 hissesi dahi varsa orada ortaklık payından kaynaklanan denetim hakkı olmalıdır. Oysa, biz yüzde 51'den 49'a indirerek buradaki gözlerimizi kapatmaya çalışıyoruz. Gerçi biz yüzde 100 olan yerlerde, Maliye Bakanlığında bile göremediğimiz için konuşmamın bu ülkeye çok lüks olduğunu biliyorum şu an itibarıyla ama olması gerekeni anlatıyorum. Biz bu ülkenin yüzde 100'ünü bilmiyoruz ki yüzde 49'u üzerine konuşalım. Tarım Bakanlığını bilmiyorum, Maliye Bakanlığını bilmiyorum. Bilmememin ağır sonuçlarına siz katlanacaksınız, ne yazık ki biz de katlanacağız. Üzüntü verici olan durum şu: Sizin her türlü fiilinizin iyiliğinin şeyini de biz alacağız, kötülüğünün şeyini de biz ödeyeceğiz. Yani, siz, kendi başına bireysel bir fiilinizden şey değilsiniz; iyi bir şey yaparsanız hep beraber iyi olacağız, kötü bir şey yaparsanız hep beraber kötü olacağız ve siz kötü bir şey yapıyorsunuz. Çünkü dünyanın bütün ülkelerinde, Tibet'inden Amerika Birleşik Devletleri'ne, Rusya'sından Güney Kore'sine kadar herkes diyor ki: "Şeffaflık iyidir, denetim iyidir, kontrol mekanizmaları iyidir." Siz gözümüzün önünde bunları kaldırıveriyorsunuz. Kaldırınca bunun sonuçları olacak. Nasıl sonuçları olacak biliyor musunuz? Başka yerde artık polis, savcı kalmadı falan diye düşünüyorsunuz ya, bir gün bu ülkede dolar 4,5-5 lira hâline geldiği gün "Kardeşim, ne oluyor?" dediklerinde bütün yolsuzluklar konuşulacak; kara yolları inşaatlarında nasıl olduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının 1 milyar dolarlık projesinin nasıl 3 milyar dolara çıktığı, orada yapılan bütün işlemleri, Türk Hava Yollarının uçak alımları, sigorta işinin içinde hangi siyasinin olduğu, hepsi tek tek ortaya çıkacak. Bunlar çıkmayacak sanmayın çünkü böyle giderseniz karşıda bir duvar var, siz de 180 kilometreyle geliyorsunuz, bu duvara vuracaksınız. Biz bunu anlatmaya çalışıyoruz; burası duvar, bu araba, bu da 180 kilometre sürat. Bunu söylüyoruz ki yarın, öbür gün "Vay efendim, niye böyle oldu?" diye üzülmeyin. Daha önce de söylemiştik, demiştik ki: Bakın, devlet bir grubun eline geçiyor, devlette şöyle şeyler var. Aman bu referandumu yapmayın, yargı birinin eline geçerse böyle olur. Bize neler demiştiniz? Bugün söylediğimiz gerçekleşti. Bu da gerçekleşecek, emin olun, çok büyük bir ihtimalle, kuvvetle muhtemel gerçekleşecek. Devleti yüzde 49'a indirip, "borsa morsa" deyip denetimden kaçırmak doğru bir şey değil, daha önceki sonuçlarıyla anlatacağım.

Şimdi, arkadaşlar, su ürünleriyle alakalı bir düzenleme yapıyoruz. Geçici bir hüküm koymuşuz. Demek ki bir geçici durum söz konusuymuş, demişiz ki: Ya, bu tarihe kadar bir durumu kurtaralım, bir üzerine düşünelim "Ne olacak?" diye. Çünkü öyle olmasaymış dermişiz ki: Kalıcı olsun, böyle bir şey yaptık, ebet müddet gitsin değiştirene kadar. Geçici şartlardan oluşan bir şey yapmışız. Bugün o noktaya gelmişiz, biz hiç daha konuşmamışız bu konuyu. Bu geçici meseleyi tekrar uzatıyoruz. Bu bir niteliksizliktir, bu düşünmemek demektir. Su ürünleri gibi bir alanda, memleketin üç tarafı denizlerle çevrili olan alanında böyle bir şey yapmak... Ben olsam o bilgiyi vermeyen bürokratlara çok kızardım.

Bir de şunu söylüyor Komisyon Başkanı: "Bize geldi, bize geldi." Siz diye bir şey yok, biz diye bir şey var, size gelen bize de gelmeli. Çünkü ben iyi bilirsem... Tasarı geldi, bana sadece 2 sayfalık not, madde metninin aynısı gerekçe, bu kadar da şey olmuş bir yere... İşlenmiş metni bile geldim, şuradan buldum, aldım. Mesela şu kanunun şu maddesi... "Kurumlar Vergisi Kanunu'nun Geçici 37'nci maddesinin süresi uzatılmıştır." Ya, bari şu geçici 37'nci maddenin ekine koyun ki -bir sürü uzmanımız var- biz de bilelim, o geçici 37'nci madde neymiş ki bunun süresi 2020'ye kadar uzanıyor.

Bir de süre uzatmak size çok basit bir şey geliyor. Süre uzatmak aslında yeni bir kanun yapmaktır, o kanunu yeniden yapmaktır çünkü bir kanunun süresini uzatıyorsunuz. Mecliste Genel Kurulda görüştüğümüz mevzuyu hatırlıyorsunuz; siz "faiz lobisi, rant lobisi" dersiniz, işte, muhafazakârların lisanı odur; biz de vahşi kapitalizm deriz, emperyalist güçler deriz, bizim de lisanımız budur. Bunlardan yani bu ülkede faiz kazanan, kanımızı emen insanlardan vergi almama düzenlemesi şu tarihe kadar uzatılmıştır. Baktığınızda "Ne olacak canım? Süresi uzatılmış." diyorsunuz, minimum 30-40 milyar lira... Ki Maliye Bakanı bilmiyor, biz kaba taslak hesapladık, azı veya çoğu varsa onu söylesin. Bu arada bir arkadaşınız çıktı, Genel Kurulda dedi ki: "Ya, bu düzenleme gelirse sıfırdır vergi çünkü bu düzenleme olursa hiçbir işlem olmaz yani yüzde 1 vergi koysanız hiçbir işlem olmaz." Ben böyle hayretle kaldım yani verginin işlem hacmini... Şunu söylese anlarım, dese ki: "Vergi koyduğu için..."

Vallahi, ben konuştukça da salon boşalıyor ama ne yapayım, bilmiyorum.

BAŞKAN - Siz devam edin, yavaş yavaş cumaya gidiyorlar da arkadaşlar, o yüzden.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Öyle mi? Tamam o zaman. Kaçta son vaktiniz, söyleyin, ona göre ben de...

BAŞKAN - En geç beş dakika.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Beş dakikada bitireyim. İnançlara olan saygımdandır yoksa kuralları, din kurallarını getirme anlamında değildir, bunu da belirtmek istiyorum.

BAŞKAN - Biz de sözünüzü kesmeyiz.

Buyurun.

İsterseniz baş başa devam edelim.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Yok, siz cumayı kılın, gelin, sonra konuşuruz. Bir de dua edin "Memleketim daha iyi olsun." diye. Hızlıca ilerleyeyim o zaman.

Şimdi geldik buraya arkadaşlar, bu su ürünleri meselesine. Bir hüküm çıkarılmış buradan, bakın bu hüküm önemli. Diyor ki: "Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kiralama işlemleri sonuçlandırılan veya devam eden dosyalar, bu kanunun yürürlüğe girmesini müteakip üç ay içerisinde kiralamanın yapıldığı kurum tarafından Tarım ve Köyişleri Bakanlığına teslim edilir." Demek ki birilerine teslim edilmemesini istiyor. Mesela burada bana "İşte, Bodrum'da bu var, Sinop'ta bu var, Çanakkale'de bu var." diye söylensin isterdim veya başka bir şeyi kastediyorsa o söylensin isterdim. Şimdi, ben anlamaya, tahmin etmeye çalışıyorum. "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bu yerlerin kira teknik şartlarına, sürelerine ve yıllık bedellerine, üretim yerlerinin özelliklerine ve kiracıların müktesep haklarına dikkat ederek yeniden belirler." Bu da çıkmış. Yani, demek ki Tarım Bakanlığı bunu belirlemek istemiyor, müktesep hakları da kabul etmiyor ve yeniden de belirleme yetkisi istemiyor. Bunun bir ihtiyaçtan... Demek ki bunun üstünü çizen bürokrat -çünkü bunu Sayın Vekilin çizmediği belli, o da böyle bakıyor zaten- bir sebepten çizmiş. Bana diyor ki: "Bunun üzerini çiz." Ben de diyorum ki: "Kardeşim, bunun niye üzerini çizeceksin? Bana bir açıklama ver." Yok, öyle bir şey yok. "Üzerini çizdim." Sen bunu tahmin ettin ettin, edemedin ayvayı yedin yani bu şekilde.

Geliyoruz mesela, bir başka madde, öğrenci kredileriyle alakalı. Zaman daraldığı için çok bir şey söylemiyorum, onu da şeyde söyleyeceğim.

Askerlerle alakalı bir şey var. Ya, asker maaşı o kadar önemli ki benim gözümde ama şimdi asker maaşıyla başladığınız zaman askerin kendi içerisinde bizden çok farklı bir ilişkileri var. Çünkü askerlik şöyle bir meslek: "On beş dakika sonra öleceksin." "Emredersiniz komutanım." Onun için onlara sormak zorundayız: Kardeşim, böyle bir düzenleme var, böyle bir düzenleme geldiğinde senin hukukuna, senin emir komuta ilişkine, senin disiplinine bir etkisi doğar mı? O hepimize diyecek ki: "Şöyle doğar." Sonra, biz, bütün o askerin de ordunun da bütün şeylerine diyeceğiz ki: Bu antidemokratiktir, şöyledir, böyledir; o da bize savunacak. Sonuçta öyle bir yasa çıkaracağız ki -askerlerin bizden istediği, bizim de aklımıza yatmış- bundan sonraki 2078 yılındaki milletvekilinin de kafasına yatacak bir düzenleme olacak.

Sosyal güvenlik ve mali haklarla alakalı, işte, hüküm bu.

Son olarak, yaptığımız şeye baktığınızda iş sağlığı ve iş güvenliği maddesi. Yani buradaki madde bir bölgedeki şeyi uzatıyor ya, bir bölgede özel bir şey yapıyoruz, iş sağlığıyla alakalı. Niye? O bölgenin insanlarının canı çok mu kıymetsiz değerli arkadaşlar? Mesela bunun üzerine konuşmaya başlasak çok önemli şeyler çıkacak, belki yeni şeyler çıkaracağız. Diyecek ki mesela oradaki yatırımcılar: "Kardeşim, bu da olduğunda bizim yatırımlarımız pahalanıyor." Biz de diyeceğiz ki: Oradaki insanların canı çok önemlidir. Yatırımlarınız pahalanıyorsa bölgesel teşvik diye bir şey vardır gibi bir sürü şey söyleyeceğiz.

BAŞKAN - Hangi madde, ben...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bu güneydoğudaki şeylerle alakalı madde değil mi? Önüme yeni geldiği için çok okuyamadım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Öyle bir şey yok yani biz sadece...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Demek ki ben çok kötüyüm, altı dakikada bu kadar okuyabiliyorum çünkü altı dakikalık inceleme zamanım vardı.

BAŞKAN - Şöyle: 6'ncı madde, evet...

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Var mı böyle bir madde peki?

BAŞKAN - Yok.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Tamam, onu açıklarsınız çünkü ben yine söylüyorum, ben orta zekâlı bir adamım yani oturup benim bunu kırk sekiz saat incelemem gerekiyor, Tüzük de diyor ki: Orta zekâlı bir adam kırk sekiz saat incelesin. Şimdi aşağıda boğuşuyoruz Genel Kurulda, ben de Komisyon üyesiyim, o sırada önüme de bu geliyor, ben okuyamıyorum. Yani çok zeki arkadaşlar var, okuduğunu hemen anlıyor; bir de onlara bazen idare de yardımcı oluyor. Ben anlayamı4yorum.

BAŞKAN - Arkadaşlar, Sayın Erdoğdu'ya düşmeyin, bakın, ben düşmüyorum.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Saygılarımı sunuyorum.