| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Cumhurbaşkanlığı b)Millî İstihbarat Teşkilatı c)Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ç)Diyanet İşleri Başkanlığı d) Devlet Arşivleri Başkanlığı e)Millî Saraylar İdaresi Başkanlığı f)Strateji ve Bütçe Başkanlığı g)İletişim Başkanlığı ğ)Savunma Sanayii Başkanlığı h)Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ı)Yatırım Ofisi Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 26 .11.2021 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, sizin şahsınızda Komisyonun tüm üyelerini, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının şahsında bu bütçeyi hazırlamakta emek vermiş olan tüm bürokratları ve salondaki tüm milletvekillerimizi, takip eden tüm basın mensuplarımızı ve basın emekçilerimizi selamlıyorum Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına.
3 Kasım 2002'de başlayan ve sahadaki talebe bakarsanız son kez yapıldığı ümit edilen Adalet ve Kalkınma Partisinin getirdiği son bütçeyi tartışıyoruz. Ülkenin içinde bulunduğu kriz, tahribat, gidişat bunları doğrular nitelikte. Yapılan birçok bütçeden farklı olarak bu bütçe, 16 Nisan 2017'de olağanüstü hâl şartlarında oylanmış ve küçük bir farkla kabul edilmiş. Ona göre yine, olağanüstü hâl şartları olmaksızın yapılmaya cesaret edilmeyen, öncesinde, sırasında, sonrasında pek çok hukuksuzluğun yaşandığı bir seçimden sonra hayata geçmiş, bizlerin "tek adam rejimi" diye nitelendirdiği, bu sistemi destekleyen 2 ittifak partisinden bir tanesinin "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" demeyi tercih ettiği ama bir diğerinin, yürütmenin başının yemin töreninden sonra kendisine yakın medyanın "Size bundan sonra Cumhurbaşkanı mı diyelim, Başkan mı diyelim?" sorusuna "Başkan" dediği andan itibaren her akşam kendisine yakın haber kanallarının "Başkan Erdoğan" diye andığı ama bunun bir Başkanlık sistemi değil bir hükûmet sistemi olduğuna ilişkin Milliyetçi Hareket Partisinin tüm savunmalarına rağmen iktidar partisinin yetkiyi kullananlarının bunu sınırsız yetkilerle kullandıkları bir rejimin içindeyiz.
Bir itiraz, bir ihtiras ve bir çöküş rejimi çünkü iki yüz elli yıl önce Montesquieu "Yasama, yürütme, yargı birbirinden ne kadar ayrıysa o kadar ileri gidilir, ne kadar birbirine yakınsa devletler o kadar kolay çöker." dediğinden beri bu doktrinin, bu söylemin, bu ana kuralın dışında hiçbir gerçekliğin bugüne kadar kendini doğrulamadığı bir noktada, bu kurala inat eden, karşı çıkan ve bu kuralın dediği gibi bir devleti çöküşe gönderen bir rejimin içindeyiz.
Sayın Başkan, elimde Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi'ne göre 2020 listesi var. 2020'de ilk 10 devlet; birincisi Norveç, ikincisi İsviçre, İrlanda, İzlanda, Almanya, İsveç, Avustralya, Hollanda, Danimarka, Finlandiya parlamenter rejimle yönetiliyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi'ne göre son 10 ülke; Eritre, Mozambik, Burkina Faso'dan başlayıp, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Nijer'le bitiyor, hepsi ya başkanlık ya yarı başkanlık sistemleriyle yönetiliyorlar. Ve ilk 10'un içinde ülkeyi yönetenin bir gazeteci, ülkeyi yönetenin bir muhalif ya da ülkenin İçişleri Bakanının üniversite öğrencileri için ne "terörist" dediği ne onun terör örgütleriyle irtibatını iddia edip birkaç hafta içinde mahcup olduğu ya da içeride kimin yatacağına, kimin çıkacağına yürütmeden kimsenin karıştığı bir ülke yok. Ve yine, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde ilk 10 ülkenin tamamı parlamenterken, son 10 ülkenin de tamamı yine, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyor.
Ve bugün geldiğimiz noktada, bir tek kişi hem yasamanın, hem yürütmenin, hem yargının başı olarak kendi görüyor ve öyle davranıyor. Örneğin, dünyada Merkez Bankası başkanlarının bağımsızlığı ana kabulken, Türkiye'de beş yılda bir değiştirilecekleri ve bağımsız olacakları ana kabulken, kanun maddesiyken son dört yılda 4 kez değiştirilen Merkez Bankası Başkanıyla karşı karşıyayız. Bir tek kişi, yasama organının hangi kanun teklifini hangi sırayla görüşeceğine, komisyon başkanlarının kim olacağına, Meclis Başkanının kim olacağına karar veriyor, hatta, Meclis grubunun seçeceği grup başkan vekilini o seçimden bir hafta önce yaptığı kurultayda ilan edip merkez yönetim kurulu listesiyle basına geçebiliyor; yedi gün sonra yapılan seçimde kanuni gerek yeter şart şeklen tamamlanıp bir hafta önce kurultayda ilan edilen grup başkan vekili göreve başlayabiliyor. Yine, bir tek kişi, o ülkede kimin hapiste duracağına, kimin hapisten çıkacağına karar veriyor ama şöyle bir iş bölümü var: Kimin hapse gireceğine bizim dünya liderimiz, kimin hapisten çıkacağına dünyanın diğer liderleri karar veriyor. "Bu can bu bedende durdukça Brunson oradan çıkamaz; ver papazı, al papazı." Bir tek Oval Ofis telefonuyla Rahip Brunson kendisini şaşkınlıkla uçakta ve Oval Ofis'te bulabiliyor. "Darbeyi planlayan Büyükada'dakiler, darbe plancıları yargılanacak, gün yüzü göremeyecekler." derken Herr Schröder'in bir telefonu; "Deniz Yücel asla çıkamaz." derken Merkel'den gelen bir telkin telefonu buna izin verebiliyor ve bugün davası görülecek olan Kavala, görüldüğü mahkeme Türk milleti adına karar verip salondaki herkesin ayakta dinlediği kararda beraat etmişken "Birileri onu beraat ettirmeye çalıştı." deyip hukuk sistemimizde olmayan bir millet jürisi sıfatıyla tutukluluk hâlinin devamı için yedi saatlik usulsüz tutulma ve ardından yeni dosya, yeni tutuklamayla devam edilebiliyor ve bu ülkenin adına birileri "demokrasi" demeye, sanki biraz önce yapılan sunumdaki gibi bir demokrasi bütçesi açıklanıyormuş gibi takiye yapmaya devam edebiliyor.
O kişi "Verin yetkiyi bu kardeşinize dolarla nasıl mücadele edilir..." dediğinde 4 lira olan dolar Türk parası karşısında 3 kat değer kazanıp -marifet dolarda değil, o olduğu yerde duruyor, Türk lirası 3 kat değer kaybedip- bugün 12, daha evvelki gün 13,5 liralara kadar gidebiliyor. Bu iktidar başlarken "Verin kardeşinize yetkiyi." de..." O gün de bu devletten hepimizin vergileriyle maaş alan Yiğit Bulut bugün de alıyor ve o gün bu başlayan rejimde "1 doların 1 TL olması yakındır." diyordu; bugün 1 dolar 12 TL, aynı danışmana ne danışılıyorsa o gün de maaş ödeniyor, bugün de maaş ödeniyor.
Bugün dünyada ilk kez bir fikrin -hipotez bile değil ama bir fikrin- bir doktrin olarak vazedildiğine şahit oluyoruz. Bir fikriniz vardır, akıllıcaysa hipoteze dönüşür; öncül deneyler iyi sonuç veriyorsa gerçek bir deneme, yapılan ölçümlerden sonra bunun bir kural olarak ilanı, bütün uygulamalar destekliyorsa doktrin olur. Dünyadaki bütün ekonomistler "Kötü yönetim sebep, faiz sonuçtur." derken bir ekonomist şu doktrini vazediyor: "Faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur. Ben faizi düşünürsem geri kalan her şey düzelir." Ve o günden beri suni olarak düşürülen faiz otomatikman enflasyonun altında kalıyor. Enflasyonun altındaki faizin negatif faiz olduğunu bu salonda en az ben, en çok hepiniz biliyorsunuz. Parayı bankaya koyup da geri çekince satın alma gücü düşüyorsa kimse parayı faizde tutmuyor, alternatif yatırım araçlarından ilk akla gelen ve en kolay temin edilen dövize yöneliyor. Suni düşüş faizi, yükselen dolar demek ama bu 2019 yılına gelince "Yerel seçimlerde İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder." haklı korkusu "Aman, televizyonda sağ alt köşe Türkiye'nin karnesidir, dolar çıkarsa büyükşehirler gider, hadi damat efendi, sat rezervleri, tut doları." Bu hayal, bu inat 128 milyar dolar, dedemizin, ninemizin, anamızın, babamızın alın terini çarçur ediyor. İki durum var burada. Bir: Kötü bir mantık, hatalı talimat, süren inat 128 milyar doları çarçur etti ama o dolar, o rezervler satılırken Merkez Bankası bankalara ihaleyle ve sonradan hiç değilse ne kadar, hangi tarih, hangi saatte satıldığı belliyken birisi artık aleniyet kazanan, diğerinin olduğu bilinen ama fiziken elde olmayan iki gizli protokolle kamu bankalarına rezerv satma izni veriliyor ve o rezervlerin satışında dolar yükselmesin, 6'da; 6,20'de; 6,5'ta tutulsun diye yapılan satışlarda ayrıca şüpheli, ayrıca usulsüzlük çağrıştıran ve 6 liradan alınıp bugün 13,5 liradan satılmaya müsait işlemlerin kim ve kimlere yapıldığı sır gibi tutuluyor. Bu sırrı sıraların bu tarafındakiler öğrenmek isterken, karşı taraftan bize iştirak eden tek kişi Lütfi Elvan iken bunu bir kez söylüyor, sonra da susturuluyor. Ondan sonra, Lütfi Elvan konuşulmasın diye haftalarca Lütfü Türkkan'ın konuşulması tercih ediliyor. Lütfi Elvan'ın bu gidişata itirazı, 2 bacağının arasındaki tuttuğu ellerinden, sizler elleriniz patlayana kadar alkışlarken "Bu memleketi nereye götürüyorlar, direksiyonu ben tutuyorum ama avucumun içinde başkası çeviriyor." derken... Lütfi Elvan'ın avucunun içinde başkası tarafından döndürülen direksiyon, demokrasinin şeklî ama yönetimin keyfî ve tek adam ve tek zümreye ait olduğunu niteler şekilde seyrediyor.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, rejimle ilgili yapılacak eleştirilerin hepsini kucaklamakla mükellef, göğüslemekle mükellef. Örneğin, 16 Nisanda ne vadettiyseniz tersi gerçekleşmiş durumda. Güçlü Meclis vadetmiştiniz. Neyle göreceğiz? Meclise duyulan saygıyla.
Birazdan yollayacağım Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Sizden önceki, beğenmediğiniz, hep eleştirdiğiniz ve ittifak ortağınızın da içinde olduğunun farkında olmadan eleştirdiğiniz üçlü koalisyon, kendisine yöneltilen soru önergelerinin -süresi içinde- yüzde 87'sini cevaplıyordu. 27'nci Dönemde -bu tek adam rejiminde- oran yüzde 12,75. Bu oran geçen sene 9, ondan önceki sene 4'tü. Yaptığımız sert eleştiriler ve her Bakanınıza gelip bu karneyi kendisine vermemizin sonucunda bu durumdadır.
Sayın Oktay, yüzde 24'le karnesi en iyi olan sizsiniz. Bu Meclisin sorularına anayasal süre içinde Hulusi Akar'ın yüzde 4'le, Süleyman Soylu'nun 3'le, Abdulhamit Gül'ün 1,7'yle, Fahrettin Koca'nın 1,4'le cevap verdiğini hatırlatırım. Bir muvazaa suçu işliyorsunuz çünkü billboardlarda dediniz ki: "Güçlü Meclis; kanun tekliflerini münhasıran, sadece ve sadece milletvekilleri verecek."
Bugün, önceki Bakan Albayrak "İlk kanun teklifimizi hazırladık, Sınai Kalkınma Bankasıyla ilgili teklifi Meclisimize yolluyoruz inşallah." dediğinde yemininin üzerinden daha on bir gün geçmişti. Bugünkü RTÜK Başkanınız temmuz ayında "RTÜK Kanunu'nu tüm taraflarla görüşerek hazırladık, Meclisimize sevk ediyoruz inşallah." dedi, gıkınız çıkmadı. Bugün burada milletvekillerinin kanun tekliflerine attığı imzaların birer muvazaa teşkili, birer muvazaa tescili, Anayasa'nın arkasından dolaşmak suretiyle saraydan gelen teklifleri sahiplenen imzalar olduğunu ve bugün fiilen kanun teklifleri karşısında soru-cevap yapılamadığını çünkü sorulan sorulara cevap verecek siyasi muhatabın salonda bulunamadığını, mevcut muhatapların sadece muvazaa imzalarının sahipleri olduğunu bütün Meclis biliyor, hepimiz biliyoruz.
Ayrıca, soru önergelerinin yanıtlanma biçimi de ayrı bir felaket; orada sınıfın en iyisi değil, en berbatısınız Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, ilgili kanun maddesini hatırlatmalar "Gereği şekilde yapılmaktadır." demeler... Baştan savarcasına yapılan cevapların da numerik olarak cevaptan sayılıp içerik olarak ise utanç verici vesikalar olarak tutanaklara geçtiğini size bir kez daha hatırlatmak isterim.
Ve Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, siz geçmişte de kamuda önemli görevler yaptınız. Bilirsiniz ki müsteşara kadar olan memurlar idare hukukuna tabiydiler ve siyaset yapmazlardı, yapamazlardı. Bugün müsteşarlık kalktı, yerine bakan yardımcılığını ihdas ettiğinizi söylüyorsunuz; her biri siyasi, sizden değil ama benden, bizden siyasi. Sizin de bir atanmış olarak siyasi olmamanız gerekir, eğer siyasiyseniz sandıktan çıksaydınız. Bir kalemin ucundan döküldüyseniz, o zaman devlet adına görev yapacak, milletin vekilleriyle polemik yapmayacaksınız.
Fuat Bey, siz AFAD Başkanı olarak da atandınız. Başbakanlık Müsteşarıydınız; o dönemde sesinizi duymadık ama o dönemde de görev yapıyordunuz, mukabil ve denk görevler yapıyordunuz. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısısınız ve bir gerçek var: Bütün atanmışlar iktidar tarafından, iktidar tarafında olan seçilmişlerden daha çok siyaset peşinde. Yani sistem, iktidar partisinin milletvekiline siyaseti sınırlarken iktidar partisinin atanmışlarına siyaset yapma, göze girme ve bunu bühtan, iftira, hakaret üzerinden sürdürerek iyi sicil alma gibi yanlış ve kabul edilemez bir kanıya dönüştürmüş durumda.
Şahıslarla uğraşmak adına değil, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, atandığındaki görev tanımı belli, mevcut, devam ediyor. İlk başta kendisine verilen araç Passat marka bir binek araçken, bugün dünyanın en sayılı, pahalı Mercedes'lerinden biri, kendisine bir ödülmüş gibi geldi, önünde, arkasında korumalarla bambaşka bir durumda. Biz, yasama Meclisi olarak statüsündeki değişikliği bilmiyoruz, bu gücü nereden aldığını size sormak istiyoruz. Ve 28 Şubattaki akreditasyonlara taş çıkartan, Anıtkabir'i bile yasaklayan, gazetecileri kafasına göre fişleyen ve çok maaşlı bu sistemin en önemli figürlerinden bir tanesinin, sizin iktidarınızı en ciddi yıpratan şahsiyetlerden biri hâline geldiğinin iktidar partisinin milletvekilleri dahi farkında ama her gün, içinde bulunduğunuz erimeyi sorgularken herhâlde aklınıza gelmiyor.
Bir zorluk var, nasıl kabul edilir bilmem ama bu ülke, yirmi yıl önce "Bu yüzüğümle siyasete girdim." diyen Recep Tayyip Erdoğan'a yetki verdi; o zaman Keçiören'de oturuyordu ve arkadaşlarının kullandığı mütevazı arabalara biniyordu. Bugün geldiğimiz noktada Recep Tayyip Erdoğan artık bir sarayda oturuyor ve "Ey Merkel!"in ürettiği Mercedes'lere biniyor.
SALİH CORA (Trabzon) - Orası milletin yeri, milletin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın arkadaşlar, Merkel dünyanın en pahalı Mercedes'lerini üretiyor; en pahalısından 2 tane bizde var, Amerikan başkanlığı sistemiyle biri sağdan, biri soldan gidiyor. Sarayın bütün Bakanları, Bakan Yardımcıları ve göze girmiş bürokratları, hepsi Passat'tan yukarıya, en pahalı Mercedes'lere biniyor. Merkel'in kendisi mütevazı bir minibüsle geziyor, Merkel mütevazı bir konutta oturuyor ve Merkel, o "Ey Merkel!", tarifeli uçaklarla uçuyor.
SALİH CORA (Trabzon) - Kılıçdaroğlu neye biniyor?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Siz saraya taşındınız, siz dünyanın en pahalı araçlarına biniyorsunuz ve milletin şunu görmesini kabul edin, şöyle bir durum var: Dünyada liderler mütevazı ev ve araçlarda ise halk zengin, eğer dünyada liderler sarayda oturuyorsa halk sürünüyor. Buna demokrasi-ekonomi korelasyonu diyoruz, buna çok dikkatle bakın.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Senin de itiraz etmen lazım ama.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ediyorum.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Karşılıklı konuşmayalım, herkes sırası gelince kendi fikirlerini söyler değerli arkadaşlar.
CAVİT ARI (Antalya) - Saygısızlık yapma, dinle.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Saygısızlık değil.
CAVİT ARI (Antalya) - Saygısızlık yapma.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Ne oldu "araba" denince bozuldunuz.
BEDRİ SERTER (İzmir) - Zorunuza mı gitti?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Arkadaşlar, arkadaşlar...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, herkese söz vereceğim, hakaret olmadığı sürece herkes fikrini söyler, takdir milletimizindir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan...
(AK PARTİ sıralarından gürültüler)
BEDRİ SERTER (İzmir) - Gerçekleri duymak zor mu?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Arkadaşlar, arkadaşlar, müsaade edin ya. Söz alıp konuşacaksınız.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, iki dakika vardı, iki dakikadan beri...
(Gürültüler)
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Sen her zaman ayar vermeye çalışıyorsun ya.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - İsmail Bey, Sayın Güneş...
BEDRİ SERTER (İzmir) - Gerçekleri duyun, gerçekleri.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, yorulduk, biliyorum, bir maratonun sonundayız ama kurallarımız var, bütün dünya parlamentolarının kuralları var.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Ama Sayın Başkan, her seferinde aynı şey. Yoksa bir şey yapmak istemiyorum ama...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - İsmail Bey...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İsmail Bey, aranızda tartışacaksanız biz çıkalım ya.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Yanlış bir şey...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Güneş, siz bir hekimsiniz, doktorsunuz, sağlıklı çalışmamız lazım bizim, lütfen.
Değerli arkadaşlar, bir şey söyleyeyim...
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Sayın Başkan...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Durdurdum sürenizi Sayın Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İki buçuktu zaten başladığında, iki buçuktu efendim.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Kaçtaydı?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İki buçuktu başladığında.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Neyse oraya alalım, orada bir problemimiz yok.
İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Sayın Başkan...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Güneş, İsmail Bey... Bakın, defalardır sesleniyorum, bir dinlerseniz... Değerli Güneş, bir dinlerseniz bir şey söyleyeceğim.
Değerli arkadaşlar, demokrasinin gereği olarak partilerin farklı fikirleri var, öyle olmasa hepimiz aynı partide olurduk zaten; böyle bir dünya yok. Burada herkes kendi fikirlerini ifade edecek. Kişiselleştirmeden, hakaret etmeden, İç Tüzük'ümüzün emrettiği şekilde kaba ve yaralayıcı bir dil kullanmadan, temiz bir dille herkes her türlü fikrini, gerekirse ağır eleştirilerini burada ifade edecek. Bundan hiç kimsenin gocunmaması lazım, demokrasimizin olgunluğunu gösterir bu olsa olsa. Bizim sırası geldiğinde bu eleştirilere cevap vermemiz... Bütün gruplar için söylüyorum, eleştiriler varsa cevabını vereceğiz, biz de kendi argümanlarımızı söyleyeceğiz, nihai takdiri yapacak olan da millettir. Birbirimizin fikirlerini beğenmek zorunda değiliz, kabul etmek zorunda da değiliz ama birlikte çalışmayı becermek durumundayız.
Lütfen devam edelim Sayın Özel.
Sürenizi kestiğimiz yerden devam ettiriyoruz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İki değildi Sayın Başkan da neyse daha sonra nasılsa halledersiniz.
Sayın Başkan, biraz önce bahsettiğimiz tek adam rejiminin yerli bazı parametreleri var. Bu ülkede cumhurbaşkanları oldu. Süleyman Demirel görev süresinde kendisine hakaretten 158 kişiyle, Ahmet Necdet Sezer 153 kişiyle, Turgut Özal 207 kişiyle, Kenan Evren 340 kişiyle, Abdullah Gül de 848 kişiyle davalıkken, Recep Tayyip Erdoğan 38.581 kişiyle davalıktır. Milletiyle davalı, milletiyle kavgalı bu görüntünün sebebi: Cumhurbaşkanlarının tarafsız olması gerekirken bir partinin Genel Başkanı olması, sabah aynı kalemle vali, öğleden sonra il başkanı, sabah aynı kalemle kaymakam, öğleden sonra ilçe başkanı atıyor olmasından ve günde 5 kez çıkıp televizyonlarda siyasi muhataplarıyla polemiğe ve hakarete girmesinden ve onun oluşturduğu toplumsal tepkiden başka bir şey değildir.
Bakın, yarattığınız canavar 2003 yılında 98 milyon TL örtülü ödeneğe ihtiyaç duyuyorken bugün 1 milyar 858 milyon TL örtülü ödenek, 2020'de, kullandıysa bu işte bir iş var demektir. Vatandaşa bunun hesabını vermek durumundasınız.
Şimdi, birinci itirazım şu, ekonomiyle ilgili kısımda: "Ekosistem, ekosistem..." bu sunumda. Yahu, 5 tane canavarın, bir adam ve çevresindekilerin semirdiği, büyüdüğü, her şeyi yalayıp yuttuğu, geri kalan herkesin süründüğü, avucunu yaladığı bir sisteme ekosistem denmez. Bu olsa olsa egosistemdir. Egosantrik bir yönetim anlayışının, egosantrik bir kişiliğin ve egoist bir yaklaşımın etrafındaki çevresini zengin etme ve başka kimseyi düşünmeme hâlinden başka bir şey...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Normal süreniz tamamlanmıştır. İki dakika ek süre veriyorum. Toparlarsanız sevinirim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan...
Ayrıca, ekonomi politikasında pazartesi gününden itibaren çoktandır olan bir paradigma değişikliği itiraf edilmiştir, Cumhurbaşkanının kendi açıklamasıyla ve tüm parametreleri değişmiştir yani önümüzde duran bu bütçenin. Tarafınızdan buraya geliş sebebiniz olsa olsa bu bütçeyi geri çekmek olabilir. Alın, gidin ve yeni paradigmaya ve yeni parametrelere uygun bir bütçe getirin. Orta vadeli programa, 2022 yılı Cumhurbaşkanı hedeflerine baktığınızda karşınıza şu çıkacak: 2021 sonunda yani bu yılın sonunda, bundan kırk gün sonra kurun 8,30 olduğu kabulünüz var. On dört ay sonra 2022 yılı döviz kuru tahmininiz 9,27; siz buna göre bütçe yapmışsınız, kur şimdiden 12,1 evveli gün 13,5'tu. Buna göre bütçe mi olur? Alın bütçeyi götürün, yeniden çalışın, getirin. Enflasyon varsayımınız tutmadı. Enflasyon varsayımınız 16,2'ydi, 19,89 mevcut enflasyon, gerçek enflasyonun, biraz önce Sayın Usta'nın ifade ettiği gibi, gelecek aydan itibaren yüzde 30'ların ötesine fırlamaması matematiğin inkârı olur ve siz bu enflasyona göre bütçe getiriyorsunuz. Böyle bir ortamda asla ve asla beklenen hedeflerin tutmayacağı açık olduğu gibi böyle bir bütçenin en güçlü yanının sosyal yardımlar olması gerekmektedir. Sosyal yardımların, sosyal devlet ilkesine göre alınacak tedbirlerin bu kadar kısıtlı ve bu kadar yanlış sayılardan hareket ediyor olması kabul edilemez. Ve bugüne kadar inkâr ettiğiniz bir mesele artık ikrar durumundadır. Bakın....
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Özel, üyemiz arkadaşlarımızdan beş dakika daha size aktarıyoruz ama bu, maksimum süremizdi grup olarak.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sağ olsunlar.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun lütfen.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Arkadaşlarımızın bonkörlüğünün bir maksimum seviyesi yok, onu biz tayin ederiz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Gruplar arası denge anlamında bunu gözetiyoruz.
Buyurun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, Sayın Başkan, Şefik Çalışkan, sizin adınıza konuşan, raporlar yazan ve ciddi şekilde etki altında olduğunuz kişi şöyle bir rapor yazdı, hepiniz de paylaştınız sosyal medyada tıkır tıkır tıkır. Şefik Çalışkan diyor ki: "Dövizin yükselmesi, kötü bir şey değildir çünkü dolarizasyon yüzde 60'a yakın, milletin parası değer kazanıyor. Bozdurup harcarlar, bu da ekonomiyi canlandırır." Ya, yazıklar olsun. Asgari ücretlide, eski orta direk yeni yoksullarda, emeklide dolar mı var da parası değer kazanıyor? Eşit mi dağılıyor? Bu dolarizasyon dediğin meselenin Türkiye'nin en kabarık birkaç bin, birkaç on bin tane hesabına mahsus bir iş olduğunu bilmez misiniz?
Ve bakın, geçmişteki inkârın ikrara geldiği bir yer bu sefer daha yetkili bir yerden, herhâlde okumuşsunuzdur Nurettin Nebati'yi -çok kişi müstakbel bakan olarak ifade ediyor kendisini, bakan yardımcısını- diyor ki: "Sadece faiz ve döviz kuru ilişkisini esas almıyoruz artık. O işler değişti, artık düşük faiz-yüksek üretim hacmine dayanan temel politika." Milletimize şimdiden başına geleceği gösterelim. Bundan önce söylendiğinde hepiniz inkâr ettiniz. "Öyle bir niyet yok. Bunlar dövizi bilerek mi yükseltiyorlar? İhracat yükselsin, cari açık kapansın onun üzerinden. Olur mu öyle şey?" dendi. Bakın, nasıl çizelge yapmış? "Düşük faiz, yüksek kur, yüksek üretim, yüksek istihdam" diyor ama istihdamı aşağı almış bu yüksek. O ne demek biliyor musunuz? Ucuz iş gücünü vurguluyor, ucuz iş gücü. Şu anda 219 dolar oldu asgari ücret ve bu gülünecek bir durum değil, bu ağlanacak bir durum. Ve Nurettin Nebati bir yukarı, bir aşağı, bir yukarı yaparken -örneğin ihracat yukarıda ithalat aşağıda- iş gücünü aşağıda göstermiş. Bu, emeğin ucuzlaşması demek. Çin'den düşük asgari ücretle çalışmak demek. Siz, doları 15 lira yaparsanız dolar 6 lirayken belirlenmiş asgari ücretle bu durumun ucuz iş gücü olduğunu cümle âlem biliyor.
Sayın Başkan, ben dün Sivrihisar'daydım, Sivrihisar'dan 2 şey anlatayım: Birincisi, onların da pek çok ilçemizle birlikte sahiplendiği Nasrettin Hoca'yı gördüm. En meşhur hikâye ne? Eşekten düşmüş, millet hoca düştü diye koşunca üstünü silmiş "Düşmedim, düşmeseydim de inecektim." demiş. Saçmaladınız, faizi bastırdınız, dolar fırladı ve şimdi diyorsunuz ki millet perişan, düşmeseydik de inecektik. Ve bu ayıbı yapsa yapsa müstakbel bakan Sayın Nebati böyle şemalandırabilirdi, yaptığınız rezaletin sonucu bu.
Ama Sivrihisar'da bir şey daha var, AK PARTİ'nin bütün milletvekillerine buyurun gidelim derim, kol kola gidelim: Sivrihisar'da çocuk ayakkabıları satan bir tane dükkan var. Dün oraya girdim. Bir kız çocuğu için bot, kaç para bu dedim, ben fiyat sordum. O dedi ki "Geçen senenin 2 katı. Geçen sene 80 liraya satıyordum, şimdi 160 lira, 150 verene veriyorum." dedi. Yanında, hemen yanında, gidin bulun... Türkiye'nin öğün atlatmak için, karın doyurmaz ama öğün atlatmak için icadı çiğ köfte diye bir şey var. Etsiz çiğ köfte, incecik sarılıyor, 7,5 liraya satılıyor. "Geçen sene 4 liraya satıyordum." dedi. Gidin, Sivrihisar'daki çiğ köfteciye sorun. Geçen sene 4 liralık dürüm çiğ köfte bugün 7,5 lira. Ve siz iş gücünü ucuzlatmakla, ihracat avantajı yakalamakla, onun üstünden dönüp dolaşıp cari açığı kapatmakla hesap yapıyorsunuz. Sözünüze kim güvensin, kim inansın?
Bakın, 6 Mart 2015, dolar 2,59'ken "Dolara aşırı derecede yatırım yapanlar yaya kalacaklar." dedi Recep Tayyip Erdoğan. 2 Aralık 2016, dolar 3,51 Erdoğan: "Yastığın altındaki dövizleri bozdurun." çağrısı... 16 Haziran 2018, Erdoğan: "Bunların kafası basmaz, ben ekonomistim, siz kardeşinize güvenin, dolara güvenmeyin." Ve Erdoğan'ı dinleyenlerin sonu...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, toparlayacağım.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Artık süre veremeyeceğim. Grubunuzda çok değerli arkadaşlar var, eksik kalanları onlar tamamlarlar, rica ediyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Toparlayacağım, bitiriyorum. Sayın Başkan, toparlayacağım. Sona geliyorum, sona geliyorum merak etmeyin.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım, yok artık, veremiyorum. Maksimum yirmi beş; öyle bir kuralımız var.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Öyle bir şey yok Sayın Başkan. Arkadaşlar süre aktarırsa aktarırsınız, örnekleri var.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Ama bakın, "tek adam" diyorsunuz tek konuşmacı olmaya çalışıyorsunuz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır öyle bir şey yok. Ne alakası var?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Öyle bir şey olmaz. Birçok arkadaşımız var burada, onların da fikirleri var.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Süremi de bitirdiniz ya.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tek konuşmacıyla böyle bir şey sürdüremeyiz. Değişik gruplar arasında dengeli olmak durumundayız, kaliteli bir müzakere süreci için bunu yapmak durumundayız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, o verdiğiniz süre ve arkadaşların verdiği süreyi ekleyin. Tamamlıyorum, bir şey yok...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Veremiyorum, onu tartıştık Sayın Özel, bu konuyu tartıştık. Siz daha önce olmadığınız için hakikaten bilgi vermek istiyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, daha fazla zaman kaybetmeyelim. Toparlıyorum.
Kaç dakika aktarıyorsunuz arkadaşlar?
SÜLEYMAN GİRGİN (Muğla) - Beş dakika veriyorum.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir dakika son bir söz veriyorum, lütfen, toparlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Toplam beş dakika verin efendim, bitiriyorum.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Peki, son günümüz olduğu için buyurun, beş dakika daha konuşun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, "Dolara yatırım yapan, yaya kalır." diyen Erdoğan'a "Dolarları bozdurun." çağrılarına inanan iyi niyetli vatandaşlarımız vardı. Bakın, elimdeki vatandaş bir berber; "100 dolar bozdurup fişini getirene tıraş bedava." Yeşil Berberde. Bakın, bu arkadaş daha güzel bir şey söylemiş: "Millî duruşa destek. 100 dolarını bozdurana tıraş bedava." Erdoğan'a inanıp bu arkadaşların kampanyasına katılanların tıraşı şu an 620 liraya geldi. Böyle bir saç tıraşı mı var ya? Buna inananlar 620 lira zarar etti. Hani bedavaydı tıraş? Adam size inandı, dolarını bozdurdu, 620 lira zararda bugün. Dünyanın en pahalı saç, sakal tıraşını vatandaşa tıraş yaparak, vatandaşı tıraşlayarak, iyi niyetini suistimal ederek gerçekleştirdiniz.
Bakın, o zamanlar Milliyetçi Hareket Partisi de dolarda duruyordu. Bir iki sorduk, sıkıştırdık, 6,80'den bozdurduklarını ilan ettiler. Millete 5,5, 5,80'de dolar bozdurdular, en son nihayet 6,80'de dolar satıldı. Ne oldu o günden bugüne? Sormak isterim. Hâlâ Erdoğan'ın arkasındaysanız zararınızı biz hesapladık, siz söyleyin. Eğer arkasında değil, dövize geçtiyseniz geçtiğiniz tarihi ve kuru da bilmek isteriz değerli arkadaşlar.
Son olarak, bugün geldiğimiz noktada Tayyip Erdoğan tek başına kullandığı yetkilerle İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmıştır. Bugün geçen yıldan daha çok kadın öldürüleceğini beklediklerini ve bu endişesini sizin Kabine üyeniz açıkladı. Tayyip Erdoğan tek başına kullandığı yetkiyle Joe Biden'la tek başına görüşme yapmıştır. O görüşmede "Afganlar Türkiye üzerinden gelecek." söylentisi üzerinden 100 binlerce Afgan, Türkiye'ye doğru harekete geçmiştir. Tek başına kullandığı yetkiyle Tank Palet Fabrikası'nı Katarlılara vermiş, dünyanın en pahalı uçağını bu ülkenin onurunu zedeleyerek "hediye" olarak kabul etmiştir. Kamu özel iş birliği olduğu, sağlıkta kullanımından İngiltere'nin bin pişmanlık duyduğu yöntemle "Benim en büyük hayalim." diyerek bu şehir hastanelerini inşa ettirmiştir. Kanal İstanbul Projesi'ne tek başına karar vermiş, Anayasa Mahkemesinin dahi Anayasa'ya aykırı bulduğu Ahlat'a kışlık saray inşa etmiştir. Osman Kavala'yı kendi inadı ve kararıyla içeride tutmuş, İrfan Fidan'ı Yargıtayda bir tek sayfa dosya çevirmeden Anayasa üzerinden takiye ve kandırmacayla Anayasa Mahkemesine atamıştır. Biri kadın cinayetine, biri dış politikaya, biri millî savunmaya, biri çevreye, biri şahsi zenginleşmeye, biri hukukun üstünlüğüne, diğeri liyakate aykırıdır. Bir devlette bunlar kalmadıysa elde ne kalmıştır? Bunu size sormak, bunun üzerinde bir cevap vermenizi beklemek hepimizin hakkıdır.
Son sözüm şu: Birleşik Arap Emirlikleri... Bakın, bunlar sizin yerinize manşet atan, sizin okuduğunuz, sizin bedava dağıttığınız, en çok kamu kurumlarından reklam verdirdiğiniz gazeteler; "Şerefsiz bunlar." diyor gazetenizin manşeti Birleşik Arap Emirlikleri için. "Darbe oyunları ortaya saçıldı." diyor. "Her taşın altında o ülke var." diyor ve diyorsunuz ki: "FETÖ darbesine, 15 Temmuz kanlı darbe girişimine 3 milyar dolar finans ayırdı." Dün darbenin finansörü bugün A Protokol'le karşılanıyor, önüne halılar seriliyor, imzalar atılıyor, alkışlar yapılıyor. Buraya mı düştük, buraya mı geriledik? Birleşik Arap Emirlikleri'yle Libya'da karşı karşıyayız, Suriye'de karşı karşıyayız, Mısır'da karşı karşıyaydık; ak dediğimize kara diyorlar. Her "millî politika" dediğinizde antiteziniz Birleşik Arap Emirlikleri ve onlardan gelecek, geleceği var sayılan 10 milyara muhtaç olunmuş ve...
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alayım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) -...15 Temmuzun finansörlerine eğer el açıyorsak, bu, benim ulusal onuruma dokunuyor. Bunun bir tarifesi varsa; Fetullah Gülen'i affetmenin dolar üzerinden tarifesi nedir? Onu da siz açıklayın Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı.
Teşekkür ediyorum.